26 Kasım 2010 Cuma

Sakıncalı El

- Doktor bey, hastanın durumu nasıl?
- Pek iyi sayılmaz beyefendi, vücudu pek iyi değil
- Ne söyleyebilirsiniz, sağlığına kavuşabilecek mi?
- Doğrusunu söylemek gerekirse çok ciddi hasar var, sağ kolunu kesmek zorunda kaldık maalesef. Siz yakını mısınız?
- Hayır.
- Onu siz getirmiştiniz değil mi?
- Evet
- Üzerinde herhangi bir kimlik ya da telefon da bulamadık. Siz tanıyor musunuz?
- Hem evet, hem hayır.

Evet, hem tanıyordum hem tanımıyordum. Nasıl tanımam başıma gelen korkunç olayın başkahramanı. Ama tanımıyordum, kim olduğunu bilmiyordum ki.
Hastaneye getirdiğimde her tarafı kanlar içindeydi. Otobanda karşıdan karşıya geçerken bir araba çarpmış, epey bir mesafe sürüklendikten sonra yol kenarındaki tretuvarlara sıkışmıştı. Herhalde kolu da o sıkışıklıkta parçalandı. (Ne kol ama!)
Ambulansın geç gelebileceğini düşünerek yoldan çevirdiğim (onca durmayan arabadan sonra) bir yaşlı amcanın kürüstür denebilecek arabası ile getirmiştim hastaneye. Hemen acile aldılar ve ameliyat masasına yatırdılar.

- Sayın bayım, hastayı siz getirdiniz, yakınınız olmalı, üzerinden epey miktarda para çıktı. Bunları size mi vereyim yoksa polise mi teslim edelim.
- (İçimden güldüm). Ben yakını değilim efendim ama doğru onu ben getirdim. Prosedür nasıl işler bilmiyorum, size bırakıyorum.
- Şu halde polise de haber verdim, olayı anlatmanız gerekecek. Burada bekleyebilirsiniz
- Teşekkür ederim…

Teşekkür ediyordur herhalde. Ne de olsa hiç tanımadığı birisi tarafından hastaneye kaldırılıyor, kendisi ile ilgileniliyor. Kim olsa teşekkür eder değil mi? fark etmez. Teşekkür için yapmadım ki ben bunları. İnsan hayatının kutsallığına inandığım için yaptım. Peki o ne yaptı da alelacele hem de otobandan karşıdan karşıya geçme zorunluluğu hissetti.

- Sakın yanlış bir şey yapma!
- Eğer dediklerimi yaparsan sana zarar vermem. Elindeki çantayı uzat bana!
- Bakın bayım, bu çantanın içinde para var, bankadan çıktığımdan beri beni takip ettiğini biliyorum. Ama bu parayı sana veremem.
- Ben de almasını bilirim!

Sağ elinde parlayan bir bıçak gözümü korkutmaya yetmişti. Ne kadar ikna etmeye çalışsam da kararlı olduğu her halinden belli olan adama çaresiz çantayı uzatmıştım. Çantayı kaptığı ile birlikte birden gözden kayboldu! Çok geçmeden büyük bir gürültü duyduğumda iş işten geçmişti. Paramı alan hırsız alelacele koştururken, yakalanma tehlikesinden olacak otobandan karşıdan karşıya geçmeye çalışmış ve bir araba ona çarpmıştı.
Koşa koşa adamın yanına ulaştığımda, beni soyan hırsız olduğunu görmem beni bayağı bir şaşırtmıştı. Peki ne yapacaktım? O bir hata yapmıştı ve maalesef önümde yaralı bir şekilde yatıyordu. Yanımızdan arabalar hızla geçiyor, kimse oralı olmuyordu. Adama çarpan araba çoktan gözden kaybolmuştu, esamesi okunmuyordu. Seçenekler çok net, senden aldığı parayı al ve uzaklaş ya da yaralı adamı hastaneye götür.

- Amcacığım sana ne kadar teşekkür etsem azdır, bu yaptığın gerçekten büyük bir iyilik
- Olur mu evladım, normal insanların yapacağı şeydir bu. Baksana adam kaza geçirmiş. Görmeden geçmek bizim insan olmayı görmemizle eş değerdir. Onu görüyor ve duruyorsan insansın. Görüyor ve durmuyorsan…
- Sizin gibilerin sayısı maalesef az o yüzden bu şekilde konuştum.
- Sen onun yakını mısın?
- Hayır amcacım ben de kaza yaptığını gördüm, aynı senin gibi gördüm ve durdum.

Sağ elindeki parlayan bıçak gözümün önünden hiç gitmiyor. Ve ne enteresandır ki sağ kolunu kesmek zorunda kalmışlar. Allah’ım sen bizi affet.

- Beyefendi bakın ilerde polis var, rapor verebilirsiniz
- Memur bey bir kaza olayı ile ilgili sizi bilgilendirecektim.
- Üzgünüm bayım, ben o kaza olayı ile ilgili gelmedim, bir bıçaklama hadisesi sonucu ağır bir yaralıya nezaret ediyorum. Sizinle ilgilenecek olan polis memuru birazdan gelir.
- Neden bıçaklamışlar memur bey
- Sadece bir yerinden ve çok derin bir bıçaklama yarası… Bıçaklayan o kadar uzun süre bıçağı tutmuş ki adamın nefesi kesildiğinde bırakmış. Ama biz geldiğimizde adam hâlâ yaşıyordu.
- Bıçaklayanı yakalayabildiniz mi?
- Hayır maalesef, kaçırdık elimizden…

Victor Hugo’nun “Sefiller” adlı bir romanı vardır, bilmiyorum okudunuz mu? Affetmenin yüceliği üzerine, merhametin yüceliği üzerine yazılmış ibretlik bir romandır. Nedir bu kin, nedir bu tahammülsüzlük, nedir? O kadar çok nedir sorusu sorabilirsiniz ki, soruyorum kendime hırsızın cebinden parayı alıp uzaklaşabilir ve onu kaderi ile baş başa bırakabilirdim. Peki ya o polisin anlattığı bıçaklanan adam, nedir onun bıçaklanmasını istediğimiz nefret.

- Doktor bey! Benim yapabileceğim bir şey var mı?
- Hayır beyefendi, cebinden bir kağıt parçası çıktı. Üzerinde birkaç telefon yazıyordu, yakınlarına ulaştık. Kendileri geliyorlar. İsterseniz kendi telefon numaranızı verebilirsiniz, belki ailesi sizinle görüşmek ister.
- Hayır doktor bey gerek yok. Ailesine ulaştınız ise…
- Peki cebinden çıkan onca para ne olacak… Bu adam pek tekin birisi değil anlaşılan.
- Ben memur beye gerekli açıklamalarda bulundum. Eğer hastamızın sigortası ya da tedavi imkanı yoksa o para ile tedavisini yapabilirsiniz. Gerekli tüm bilgiler memur beyde…

Evet gerekli tüm bilgiler memur beyde!

9 Kasım 2010 Salı

Ilık Kan

Bıçağı tüm gücümle sapladım. Defalarca saplayıp çıkarmadım, hayır. Sadece bir defa. Boynunun üzerime yıkıldığını hissettim. Ama hayır yine bırakmadım. O metal aleti içeride kanırttığımda acı içerisinde ıhladığını kulaklarımda hissettim. Duymadım, hissettim anlamıyor musun? Kendini kastı, kastı. Neresine denk geldi acaba o metal... Ne geriye kaçabiliyordu, ne de mücadele edebiliyordu... Allah'ım neresine denk getirmişim öyle. Direnemiyor.
Ama dikkatimi başka şey çekti... Bıçağı sapladığım halde kan niye yoktu. Kan akması gerekmez mi? Ne kadar zaman geçti farkında değilim. Hafifçe bıçağı çektiğimde ılık kırmızı sıvı elimde beliriverdi. "Korktun mu?" Hayır! Hayır!

Nefretimin sınırları korkumun önüne geçti!

"Ah be ne istiyorsun adamdan, adamın kanını akıtman neden ki?"

Ilık kanı ellerimde hâlâ... Metal, ışıl ışıl kızıla boyanmıştı. Ellerim, bıçak kan içindeydi? Üstüme de bulaşmadı diyemem.

"Adama ne oldu sen ondan bahset, ellerinin kanından değil adama ne oldu?"

Hakettiğini buldu ne olacak?

"Bir insanı öldürmek için ne yaptı ki sana? Nasıl bir hata!"

Ha o mu? Yerde yatan mahlukdan mı bahsediyorsun! Çok mu merak ediyorsun sanki?

"Evet"

Evet!

O mahluk çok iyi bir insan! Öyle iyi ki konuştuğunda ağzından bal damlıyor sanırsın.

Adını mı merak ediyorsun, söyleyeyim: "X"

X'le tanıştığımızda kendisinin çok önemli bir insan olduğu izlenimi uyanmıştı üzerimde. Sen benim için çok önemlisin, demişti. İlk konuştuğumuz, uzun uzun konuştuğumuz anlar aklımda. Sen benim için çok önemlisin. Yatıp kalkanlardan aynı zamanda biliyor musun? Yattığında aklında bir tilki, kalktığında bir tilki, uyanıkken bir tilki, uyurken binbir tilki!

Ellerim titriyor!

Ağzından bal damladığını söylemiştim değil mi? En sıkıntılı zamanlarda senin yanındayım der, en sıkıntılı zamanlarda yanında bulamazsın. O halde neden veremeyeceğin sözü söylersin be adam! Otoriterdir aynı zamanda. Dediği ayettir! Başkasının görüşleri benim için çok önemlidir, der.

Aaa. Öyle mi gerçekten.

"Bu söylediklerin adamı bıçaklamaya yeter mi be!"

Yetmez ama evet!

Ellerim titriyor!

Menfaat diye bir mezar olsa, onu orda görürsün. Seni ilk tanıyan "ne kadar makul bir insan" der. Ama menfaat kanına işlemiş. Biraz olsun menfaat günahından arındırdım ya onu. Ne mutlu bana.

Ellerim titriyor!
Hiç bana öyle bakma. Haketti diyorum anlamıyor musun? Haketti!
Ellerim titriyor! "Pişmanlıktan mı acaba?" Hayır! Sanmıyorum. "Sanmıyor musun? Sanki şüphe içindesin."

"Haksız yere bir insanı öldürmek..." Biliyorum söylemene gerek yok, hatırlattığında düşüncemin değişeceğini ve pişman olduğumu mu sanıyorsun. Ellerimin titremesi nefretimin sonucu değil, hıncımın yeterince alınamamasından...