31 Mart 2011 Perşembe

Hayata Bakışınızı Genişletin: Arafa mı Harward mı?



Kitabın Adı: Özgürlük Adalet Barış İçin Arafa mı Harward mı

Yayınevi: Maviağaç Yayınları

Yazarı: Rüştü Alçı

Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 24 Mart 2011 Perşembe – İstanbul


Allah’la araları çok iyi. Birçok şeyi Allah’a havale ediyorlar, pek çok şeyi de Allah’tan bekliyorlar. İsteklerinde samimi oldukları için mi nedir Allah’a teklifsizler (sh. 20)


İrfan’ın Notu: Rüştü Alçı, yazılarını ve televizyon programlarını çok sıkı takip ettiğim Rasim Ozan Kütahyalı’nın kayınpederi. Aynı zamanda Akşam yazarı Rüştü Alçı (Rasim’in eşi)’nin babası. Kitabın yazarının bir işçi babası olduğu artık biliniyor. Aynı zamanda hayata bakış açısını da sorguladığınızı görüyorsunuz. Mütevazi bir çalışma olan kitapta hayata dair çok güzel sözler, hikayeler, anılar ve yorumlar mevcut. Belki bazı bölümlerine nötr yaklaşabilirsiniz ama kitabı okuduğunuzda güzel sözleri ve anlamlı duruşu sizi mest edecektir. Kendisi çok yakın bir zamanda hayatını kaybetti.


Arka Kapak Yazısı:
Rüştü Alçı hem bir hukuk adamı hem de bir iş adamı... Sosyal hayatın temelini özgürlük, adalet ve barış ilkelerinin oluşturduğuna inanan, böyle bir sosyal felsefeyi hayatında da tatbik edebilmiş nadir simalardan biri...Rüştü Alçı öyle bir iş adamı ki 40 yıllık iş yaşamı boyunca işçileriyle ve müşterileriyle arasında tek bir dava olmamış. Çünkü hukukun özü olan "adil paylaşma" ilkelerini iş hayatında tavizsiz uygulamış Rüştü Alçı. Türkiye'nin her yerinde maden grevleri olmaktayken Rüştü Alçı'nın yönettiği maden ocaklarında davulla zurnayla üretim devam etmiş. O yüzden maden işçileri camiasında Rüştü Alçı'nın ismi "İşçi Babası"na çıkmış, diğer birçok maden sahibi de Alçı'yı "işçileri şımartmak"la suçlamış. Bu tür sözler karşısında Rüştü Alçı "Bu madende beraber üretim yapıyoruz, beraber ter akıtıyoruz, kazanılan parayı da adil paylaşmak insanlık görevimizdir. Eşitlik fikri özgürlük ve adaletin düşmanıdır ve yanlış bir fikirdir ama adalet olmazsa da bir toplum infilak eder. İnsanlar arası etnik, dinsel, sosyal farklılıklar vardır ve olmalıdır. Bu farklılıklar bir toplumun zenginliğidir ama hangi konumda olursa olsun insan insana üstün değildir." diye cevap vermiş hep...İşte bu kitapta Rüştü Alçı'nın 72 yıllık hayatından süzülen birçok görüş, anı, düşünce ve izlenimi okuyacaksınız... Dolu dolu geçmiş 72 yıl boyunca ilmek ilmek örülmüş bilge bir hayat felsefesini bulacaksınız bu kitapta...

Kitap’dan alıntılar:

• Köyde suçlu değil, kusurlu aranmalı. Cezalandırmak yerine yardımcı olmalı. Yangın körükle gidilirse büyür, su ile gidilirse küçülür. Kışın ambarında tahılı tükenmiş komşunuza yardım etmezseniz, eli sizin ambarınıza gece uzanabilir. Paylaşma adil olmalıdır ki sürekli olsun ve de hoşnutsuzluk vermesin. Bunun da ölçüsü cami yanında. İnsan yanlış yapabilir. Yanlışlığında çıkarı yoksa sözü asla yalan değildir. (sh.28)

• Kocaman karpuz ufacık kirazdan üstün olamazdı. Son sözü Şükrü Ağa söyledi: Farklı olmakla üstün olmak birbirine karıştırılmamalı. Ali Veli’yi güreşte yendiğinde Ali’nin daha güçlü olduğu, farklı olduğu söylenir ama üstün olduğu söylenemez. Ali, Veli’ye üstünlük taslarsa hata eder. Küçücük bir mikrop Veli’yi de yatağa düşürür, Aliyi’de. Farklılık insanları birbirine kaynaştırır, üstünlük uzaklaştırır. Kaynaşan insanda sevgi büyür, uzaklaşmada küçülür. (sh. 32)

• Bir fikrin doğruluğu inananların çokluğu ile ölçülmez. (sh. 69)

• Bir fikri değişik ifade etmek aynı malzemeden farklı yemek yapmaya benzer. (sh. 71)

• Ölüm fikrinde mutlak bir adalet vardır. (sh. 78)

• Açlığın hüznü, tokluğun hazzından büyüktür. (sh. 79)

23 Mart 2011 Çarşamba

Derin Sulara Akıcı Bir Bakış: Derin Roman

Kitabın Adı: Derin Roman
Yayınevi: Selis Yayınları
Yazarı: Ahmet Kekeç
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 30 Mart 2005 Çarşamba – İstanbul

Aynı saatlerde ABD Başkanı Jimmy Carter, Washington Kennedy Center’da “Damdaki Kemancı” müzikalini dinliyordu
Oturduğu locaya telefon geldi
Arayan, Dışişleri Bakanı Muskie’ydi
“My President, Türk ordusu komuta heyeti Ankara’da yönetime el koydu. Kaygıya gerek yok. Kimlerin el koyması gerekiyorsa, onlar yaptılar.”
(sh. 180)

İrfan’ın Notu: Ahmet Kekeç’den darbelere ve derin ilişkilere akıcı bir bakış.

Arka Kapak Yazısı:

Tarihin, yakın tarihimizin aktörleriyle ilgili yüzlerce, binlerce cilt kitap yazıldı. Ortaya milyonlarca bilgi, belge, anı döküldü. Ama bu bilgi ve anı kırıntılarının ´tarih disiplini´ dışında doğrudürüst hikayesi yazılmadı. Öykü ve roman çalışmalarıyla da tanınan gazeteci-yazar Ahmet Kekeç, projektörlerini bu kez devletin derinliklerine çeviriyor ve Türkiye Cumhuriyeti´nin yakın geçmişinde meydana gelen siyasal kavgaları, kişisel çekişmeleri, kanlı hesaplaşmaları anlatıyor. ´Derin Roman´ dönemin aktörlerini, tarihi kişiliklerinin dışında, öncelikle ´insan´ yanlarıyla ele alan ve onları ´içeriden´ resmeden bir belgesel-roman...

Kitap’dan alıntılar:

• Carter, Temmuz 1985’de, ABD eski başkanı sıfatıyla, Cumhuriyet gazetesi muhabiri Ufuk Güldemir’e darbeyle ilgili olarak şu açıklamayı yapacaktır:
12 Eylül harekatından önce Türkiye’nin durumu savunma açısından tehlike arzediyordu. Afganistan’ın işgal edilmesi ve İran monarşisinin devrilmesinden sonra Türkiye’deki bu istikrar hareketi içimizi ferahlatmıştır.”
Artık yorumu size bırakıyorum

Türk Yargı Sistemine Bir Bakış: Darbe Yargısının Sonu

Kitabın Adı: Darbe Yargısının Sonu (Karargah Yargısından Halkın Yargısına)
Yayınevi: Timaş Yayınları
Yazarı: Osman Can
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 21 Mart 2011 Pazartesi – İstanbul

"Gerek akademi dünyası, gerekse yargı kültürü uzunca tartışmalara aşinadır ancak “hukuk ne işe yarar” “yargı niçin vardır” sorularına bir cevap verebilmiş değildir. “Hukuk; vatandaşların sorunlarına çözüm imkânı sunmalı”, “yargı; ise bu imkânlar çerçevesinde adaleti gerçekleştirmelidir.” (sh. 18)

İrfan’ın Notu: Osman Can, anayasa değişikliklerinin yoğun bir şekilde konuşulduğu bir ortamda öne çıkan bir anayasa hukukçusu. Kendisi aynı zamanda Anayasa Mahkemesi röportörlüğü görevinde de bulunmuştur. Bu kitapta öyle ilginç tesbitler, öyle enteresan tarihsel bilgiler ve öyle ilkeli sözler var ki, Türkiye’deki hukuk sisteminin, laik Kemalist sistemin ne kadar merkezinde olduğunu çarpıcı örneklerle gözler önüne seriyor. Kitap, özellikle Alman hukuk sistemindeki faşizan örneklerle Türkiye’deki durumu enfes bir şekilde karşılaştırmalı olarak okuyucusuna aktarmakta. Hukuk tabirlerini ve Türkiye için hukukun ne anlama geldiğini, devlet sisteminin çarpık dehlizleri ile ilgili örneklerle vermesi enteresan. Aşağıda benim için enteresan gelen örnekleri sunacağım, gerisini kitapta bulabilir ve faydalanabilirsiniz. Şunu söylemeden geçmeyelim, İslam hukuk sistemi merkezinde bakmak olaya yanlış olur ama kendi mantalitesi içerisinde bile baktığımızda, çarpıklıklar çok net.

Arka Kapak Yazısı:
Osman can’dan referandum öncesi türkiye’nin gündemini sarsacak bir çalışma!
Son birkaç sene içerisinde yaptığı demokratik çıkışlarla tartışma yaratan, Anayasa Mahkemesi’nin sıra dışı raportörü Osman Can yeni kaleme aldığı kitabında yargının bağımlılığının ideolojik kökenlerini tarihsel bir perspektifle ele alırken aslında Türkiye’de yürütmenin yani halkın seçtiği hükümetlerin Yargı vesayetinin gölgesinde işlediğini savunuyor.
Cumhuriyetin kuruluşunda gerçekleşen yasal reformlardan bugünkü sıcak gelişmelere siyaset ve hukuk arasındaki ilişkilere somut örneklerle ışık tutuyor. Referandum konusunda ise çarpıcı tespitlerde bulunuyor.
•Ergenekon, tanrıların vurulduğu bir davadır!
•Yargıç jandarma gibi bir silahtır!
•İstiklal Mahkemeleri Türk halkını teröre boğmuştur…
•27 Mayıs’ta solcu, 12 Eylül’de dindar bir Atatürk yaratıldı!…
•Bu ülkeye şeriatı, halk veya başörtülüler değil getirse getirse yine ordu getirir.
•Türk yargı sistemini, ırkçı ve faşist bir ideoloji kurmuştur!
•Yassıada yargılamaları cübbeli terördü.
•Laikliğin amacı özgürlük değilse bir değeri yoktur

Kitap’dan alıntılar:
• Büyük Alman hukukçu Gustav Radbruch, “amacı adaleti gerçekleştirmek olmayan bir hukuk, suç aletinden başka bir şey değildir” derken, bize hukukun ve yargılamanın amacının “ne olmaması gerektiği”ni hatırlatmaktadır. (sh. 34)

• Aydınların iktidar süreci, akademi dünyasının da önemli sürecidir. Örneğin, 27 Mayıs darbesine giden süreci hazırlayanlar içerisinde ciddi sayıda aydın olarak tanımlanan kişiler vardır. Örneğin, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, Muammer Aksoy, Sıddık Sami Onar, Hüseyin Nail Kubalı, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu gibi isimler Türkiye siyasi tarihinin karanlık ve utanç verici bu sayfasını yücelten, meşrulaştıran “hukukçu profesörler” olabilmişlerdir. (sh. 62)

• Görüldüğü üzere aslında aydınlar aynı zamanda hukuk ile siyaset arasındaki bu çarpık ilişkinin mimarlarıdır. Aydın kavramına da değinmek zorundayız. Aydın, toplumun genelinin dışına çıkan, sıra dışı olan ve toplumun genelinden farklı talepleri, zevkleri, düşünceleri, felsefesi ve vizyonu olan insan demektir. O yüzden aydın olmak özel bir şeydir. Ama aydının yapmaması gereken bir şey vardır, kendi özel durumunu siyasi bir dile tercüme etmek… “Ben çok özelim, çok iyiyim, toplumsal ortalamanın çok üstündeyim, o halde yönetim hakkı bana aittir. Siyaseti ben belirlerim, anayasanın ne olması gerektiğine ben karar veririm” dememelidir. (Burada Abdulkadir Udeh’i saygıyla anmak lazım. İ.K.) Bunu dediği andan itibaren o aydından bir “despot” meydana gelir. Örneğin: Yalçın Küçük “Aydınlar Üzerine Tezler” kitabında şöyle diyor: “Türk aydınının tarihi yenilik düşmanı bir halkı yenilikçi yapmanın tarihidir.” Aydının her zaman toplumu belli ölçülerde aydınlatma sorumluluğu vardır. Fakat bu sorumluluk aydına toplum üzerinde hiyerarşik bir yetki sağlamaz. Yani, siz aydın olabilirsiniz, bir sorumluluğunuz da olabilir. Toplumun geneli, toplumun ortalaması, politik ve kültürel olarak geride olabilir ve siz onlara bir şeyler anlatabilirsiniz. Ama sizin onlara bir şeyler anlatabiliyor olmanız veya anlatabilecek olan bilgiye sahip olmanız, size o toplum üzerinde hegemonya kurma hakkını, halkı düşman görme yetkisini vermez. (sh. 64)

• Şimdi bu terfi sisteminin hâkimler için-savcılarınki daha farklı- nasıl işlediği üzerinde duralım. Bir hâkim iki yılda 100 davaya baktı ve karara bağladı diyelim. Bu dava dosyalarının 40 tanesi incelenir, fakat ilginç olan nokta şudur ki bu 40 kararın da itiraz sonucunun Yargıtay’a gitmesi gerekir. Kararların hiçbirisi itiraz sonucu Yargıtay’a gitmemişse hâkim terfi edemez, yani tüm kararlarından toplum memnunsa terfi etmesi mümkün değildir. Toplumsal memnuniyetin yarfı için önemi (!) burada da net olarak görülür. Dosyalar incelenirken terfi değerlendirilmesi kararların isabet oranının notlandırılmasına bağlıdır. Bu noktada yine halkın değil, Yargıtay’ın kararları beğenmesi önem kazanır. Bu sistem, hâkimde şöyle bir anlayışın oluşmasına neden olur: “Verdiğim kararları mümkün olduğu kadar Yargıtay’a göndermek zorundayım ve Yargıtay’ın beğenisini kazanmak için Yargıtay’ın daha önce bu konuda verdiği kararlar doğrultusunda karar vermem gerekir.” Dolayısı ile hâkimin karar ekseni, toplumsal vicdana göre değil, Yargıtay’ın ideolojik tercihlerine göre biçimlenir. (sh. 142
Şu satırları insan okuduğunda –ki bu tartışmalar olmasaydı bunları bilmeyecektik- Türk yargı sisteminin nasıl bir adalet dağıttığı gözler önünde. Toplumdaki yargıya bakış zaten hissediliyordu, bu da yazıya dökülmüş oldu.

• Yeni mesleğe başlamış bir yargıcın önününde iki yol vardır. Birinci yol, yasaları özgürlükçü bir yoruma tabi tutmak ve vatandaşların adalet taleplerine cevap vermek. İkinci yol ise, Yargıtay ve Danıştay’ın içtihatlarını esas alarak, karar vermektir. Birinci yol seçildiğinde, özellikle ceza davalarıyla ideolojik boyutu bulunan davalarda karar Danıştay ve Yargıtay tarafından bozulur. Yargıç kötü not alır ve terfi edemez. Meslek yaşamının tamamını memleketin ücra köşelerinde geçirir, emekli olur. Davanın hassasiyetine göre, hakkında soruşturma açılır, disiplin cezası alır. Kimi durumda ise meslekten ihraç edilir. Bu durumda yargı yoluna dahi başvurma imkanına sahip değildir. Emri altında çalışan memurlar kadar güvenceye sahip değildir. Meslekten atıldığında avukatlık yapması da yasaktır. (sh. 145)

20 Mart 2011 Pazar

Libya Muamması

Bir Çılgın Elinde Müslümanlar Ağlıyor...

Tunus ile başlayan, Mısır ile devam eden ve Libya ile zirveye çıkan Arap alemindeki firavunların yıkılışı devam ediyor. Devam ediyor etmesine ama Tunus ve Mısır'daki firavunlar çılgınlık yapamadan defolup gittiler. Ama Libya firavunu Kaddafi tam bir çılgınlık halinde. Tarihi günler yaşıyoruz şu an. Birleşmiş Milletler kararı ile Fransa, Amerika, İngiltere vs. koalisyon güçleri Libya'yı hem uçaklarla hem de gemiden gönderilen füzelerle vurmaya başladı. Asla kabul edilemez yabancıların islam topraklarına müdahalesi. Peki Kaddafi'nin çılgınlığı ve kendi topraklarındaki müslümanları katletme girişimleri kabul edilebilir mi? Bu da kabul edilemez. Peki bu manyağın elini kim tutacak? Kim bu çılgını dizginleyecek. Orada müslümanları kendi silahları ile katletmesine müsaade mi edilecek?
İşte bu bir muamma. Ne yapmak lazım? Nasıl çıkacağız bu işin içinden. Bu iş "kahrolsun Kaddafi, defol diktatör" demekle hallolmuyor ki. İşgale hayır, ama Kaddafi'nin diktatörlüğüne evet diyemeyiz.
Taraf gazetesinin Wikilieks belgelerini yayınladığı zamanlarda olan bir durum.
Şu an gözümüz kulağımız gelişmeleri televizyondan takip etmekle sınırlı. Allah'ım sen müslümanlara akıl fikir ver. İdrak kabiliyeti ver. Çılgınlardan bizi koru.
Şu bir gerçek, Kaddafi çırpınıyor, gidiyor gidiyor ama biraz daha sıkıntı verecek görünüyor.
Bu yazıyı yazdıktan sonra Ahmet Altan'ın bir alıntısını buraya alma ihtiyacını hissediyorum:

Ahmet Altan
23/03/2011
İlke

Libya’ya müdahaleye Türkiye’de çok geniş bir cephenin karşı çıktığı görülüyor.

Türkler, Kürtler, İslamcılar, Kemalistler, solcular, sağcılar, iktidar, muhalefet, “Batı’nın” Kaddafi’ye karşı gerçekleştirdiği operasyonu eleştiriyor.

Batı’ya karşı ortak bir kuşku var.

Bu kuşkuları tek bir cümlede toplarsak, “ahlaksız ve ikiyüzlü Batı emperyalizmi, petrolü almak istediği için Kaddafi’ye saldırıyor.”

Batı’nın tarihine baktığımızda “ahlaksızlık ve ikiyüzlülüğün” her biçimini görüyoruz.

Buna mı kızıyoruz?

Ahlak ve dürüstlük adına buna kızıyorsak…

“Kıbrıslı Türklere yardım etmeye gittiğimizi” söyleyip, sonra Kıbrıslı Türkler “artık bizi rahat bırakın” dediğinde, “biz orası için şehit verdik, orayı bırakmayız” demeyi nasıl değerlendiriyoruz?

Ahlaklı ve dürüst davranışlar olarak mı görüyoruz bunu?

Yoksa Batılılar için başka, kendimiz için başka ölçülerimiz mi var?

Hem “emperyalist” Batı’nın ikiyüzlülüğüne bu kadar kızıyorsak neden bu “emperyalistlerin” silahlı gücü olan NATO’ya üyeyiz, neden bu emperyalistlerin “kulübü” olan Avrupa Birliği’ne girmeye çalışıyoruz?

Niye siz de “darbeci” generaller gibi bu örgütlerden çıkmamızı önermiyorsunuz?

Petrol meselesine gelince…

Kaddafi bugüne kadar petrolünü Batı’ya satmıyor muydu?

Kırk yıl boyunca Kaddafi’den sadece petrol değil, çıkan haberlerden anlaşıldığı kadarıyla para da alan Batılılar, şimdi neden “petrol” için Kaddafi’ye saldırsınlar?

Kaddafi onlardan para ve petrol mü sakındı?

Yoksa aslında bunlar “laf” da, biz hangi görüşten ve inançtan olursak olalım içimize mıh gibi yerleşen “Kemalist ideolojinin” bağımsızlık anlayışı zedelendiği için mi öfkeleniyoruz?

Geçen gün gazetenin sabah toplantısında da tartıştık, gazetenin neredeyse yarıdan fazlası bu “operasyona” karşı ve bunu öfkeyle dile getiriyor.

Bu tartışmada çok fazla taraftar bulamayacağımı biliyorum ama kabul edin ki “taraftar bulmak” için yazı yazmak da ciddi bir ahlaksızlık ve ikiyüzlülük olur.

Ben, Türkiye de dahil hiçbir devletin ve devlet yöneticisinin “bağımsız” olmasını istemem, bütün toplumlar birbirine “bağımlı” olsun ve devletlerin kendi halkına zulmetme özgürlüğü bitsin isterim.

Önce, bu operasyona karşı çıkan Kürtlere sorayım.

Kaddafi gibi bir deli Türkiye’de iktidara gelse ve uçaklarıyla, tanklarıyla, toplarıyla Diyarbakır’a Kürtleri yok etmek için yürüse, birileri buna müdahale etsin istemez misiniz?

Dindarlara sorayım.

Kaddafi gibi biri “laikçi” bir darbe gerçekleştirse ve dindarları stadyumlara doldurup öldürtmek üzere planlar yapsa, birileri buna müdahale etsin istemez misiniz?

Kemalistlere sorayım.

Kaddafi gibi biri “şeriatçı” bir darbe gerçekleştirse ve “modern” bir hayat sürenleri temizlemeye kalksa, birileri buna müdahale etsin istemez misiniz?

Böyle bir müdahaleyi “emperyalist” bir saldırı olarak mı görürsünüz?

Yoksa büyük bir katliamdan kurtulan Bingazi halkı gibi sevinir misiniz?

Bingazi kapılarına dayanan Kaddafi oradaki isyancıları öldürseydi ne hissedecektiniz?

Mübarek, Tahrir meydanında toplananları uçaklarla bombalatsaydı, kimsenin karışmamasını mı tercih ederdiniz?

Niye “hep diktatörleri ahlaksız ve ikiyüzlü Batı durduruyor” diye sorarsanız, ben de size “niye diktatörleri ahlaklı ve dürüst Doğu hiç durdurmuyor” diye sorarım.

“Gazze’ye niye müdahale etmediler” derseniz, “oradaki gerçekten ikiyüzlü yaklaşımları ve hataları devam etsin mi istiyorsunuz” derim.

Ruanda’da, Gazze’de, Bosna’da, Libya’da öldürülenleri katilleriyle baş başa mı bırakmalıyız?

Ölenler ve öldürenler varsa, “ahlaklı ve dürüst insanlar” için onların “dini, ırkı, inancı” önemli olmamalı.

“Gazze’ye niye müdahale etmedi de Bingazi’ye müdahale ediyor” diyenler, “niye Gazze’deki çocuk için üzülüyorum da, Bingazi’deki çocuk için üzülmüyorum” diye de sormalı?

Ben diktatörlerden ve zalimlerden nefret ederim.

Dünyanın onları durdurmasını isterim.

Batı “ikiyüzlü ve ahlaksız” davranıp bazı diktatörleri durdurup, bazılarını durdurmuyorsa, “durdurduklarının” değil “durdurmadıklarının” hesabını sorarım.

Benim Kaddafi’nin yanında ya da karşısında olmam, Kaddafi için hiçbir fark yaratmaz ama benim için yaratır.

Ben Kaddafi’nin yanında durmam.

Ben ayaklanan Bingazi’lilerden yanayım, onlar zorbalıktan kurtulsun isterim.

Bir Amerikan Güzellemesi Daha: Dünya İstilası, Los Angeles Savaşı

Filmin Adı: Dünya İstilası, Los Angeles Savaşı.

Bu film ile ilgili söylenebilecek tek şey. RE- ZA - LET

19 Mart 2011 Cumartesi

Amerikan Tarihinden Bir Kesit: Gazap Üzümleri

Kitabın Adı ve Filmin Adı: Gazap Üzümleri
Orijinal Adı:
The Grapes of Wrath
Yayınevi: Remzi Kitabevi
Yazarı: John Steinbeck
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 17 Mart 2011 Perşembe – İstanbul
Film internet bilgisi:
http://www.sinemalar.com/film/2362/Gazap-Uzumleri/

Ama görüyorsunuz ya bir banka ya da şirket istediği gibi davranmamız. Çünkü bu yaratıklar hava almazlar, yemek yemezler. Onlar kâr solurlar, paranın faizini yerler. Siz nasıl hava almadığınız, yemek yemediğiniz zaman ölürseniz onlar da bunları bulamadıkları gün ölürler. Bu iyi bir şey değil. Ama böyledir. Bu sadece böyledir işte. (sh. 52)

İrfan’ın Notu: Gazap Üzümleri. Amerika’daki yoksulluğu çok çarpıcı bir şekilde anlatan enfes bir roman. Filmini de izledim. Filmi de gayet güzel olmuş. Ama şu bir gerçek ki kitap harika gerçekten. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, aslında Amerika'da başlamıştır. Küçük toprak sahiplerinin bankalar ve tüccarlar tarafından aldatıldığı, insanların kuraklık, yoksulluk, zorbalık veya sadece açlık yüzünden evlerini terk etmek zorunda kaldığı ve 1930'larda 3 milyon insanın Kaliforniyaya yeni bir yaşama başlamak için yerleştiği zor yıllarda, bireysel ailenin parçalanışı anlatılırken aynı zamanda bütün göçmenlerinde tek bir aile haline gelişi vurgulanmaktadır
Özellikle kitabın sonundaki hamile kızın çocuğunu kaybettikten sonraki sahne gözlerimizin yaşarmasına yetti de arttı.

Amerikan Edebiyatının ünlü ustası John Steinbeck'in başyapıtı olan 'Gazap Üzümleri', California'ya göç eden bir tarım işçisi ailesinin çevresinde bir toplumsal başkaldırının destanıdır. Toprakları ellerinden alınarak işsizliğe ve yoksulluğa terkedilen binlerce insanın yoksunluklarla ve düzenle mücadelesinin usta gözlemlerle gözler önüne serildiği bu yapıt, Steinbeck'e '1940 Pulitzer Ödülü'nü kazandırmış ve yazarın dünya çapında tanınmasını sağlamıştır.

Aşağıda kitaptan bir enstantane sunuyorum. Bir aile, evin reisi olarak görülen babanın işsizlik karşısındaki çaresizliği, evini ve ailesini muhafaza etmeye çalışan bir annenin çırpınışları..

- Eee peki ne olacak? Diye sordu anne.
Tom:
- Kazandın Ana, dedi. Yola çıkacağız gibi. Ne dersin baba?
Baba:
- Herhalde öyle olacak, dedi
Ana, ihtiyar babaya baktı:
- Ne zaman?
- Eh… Beklemeye ne lüzum var. Sabahleyin yola çıksak fena olmaz.
- Yarın sabah yola çıkmalıyız. Sana yanımızda ne kaldığını söyledim.
- Sakın benim gitmek istemediğimi sanma. İki haftadır kursağıma doğru dürüst bir lokma yemek gitmedi. Gerçi nefsimizi körlettik ama bana bir faydası dokunmadı.
Ana tabağını kovaya daldırdı:
- Yarın sabah gideceğiz, dedi.
Baba burnunu çekti. Acı acı gülerek:
- Dünya değişti galiba, dedi. Eskiden yapılacak şeyleri erkekler söylerdi, şimdi bu iş kadınlara geçti. Galiba yakında sopayı ele almak gerekecek.
Ana, suları damlayan temiz tabağı sudan çıkararak bir sandığın üzerine koydu. Yaptığı işe o da gülüyordu.
- Sopan elinde, dedi. Yiyecek ve oturacak bir yerimiz olduğu zaman istediğin gibi sopanı kullanır, kendini korursun. Ama şimdi ödevini yapamıyorsun. Ne bir şey düşünüyorsun, ne de çalışıyorsun. Eğer sen bunları yaparsan sopayı da eline almağa hakkın olur. O zaman kadınlar da kuyruğunu kısıp, ağzını kapar. Ama şimdi sopayı eline alsan sana kim papuç bırakır. Sen şimdi kavgaya kalkıyorsun. Çünkü neden? Bu sefer sopayı ben ele aldım diye, değil mi?... (sh. 533)

13 Mart 2011 Pazar

Bir Çırpıda 4 Film: En Kötüsü Eyvah Eyvah 2







Eyvah Eyvah 2
Bu film birinci filmin gazı ile çekilmiş bir devam filmi, ama maalesef ilkindeki kaliteyi yakalayamamış.

Hanckok
Bu film de süpermen filmlerine farklı bir bakış tarzı getiriyor, eğlencelik niteliğinde, izlemez iseniz kaybınız olmaz.
The Man From Nowhere
Böyle bir film Güney Kore sinemasının hangi aşamaya geldiğini gösteren güzel bir örnek. Holywood filmlerine boğulan ülkemizde böyle bir filmi ancak internetten indirdikten sonra izleyebiliyorsunuz. Çok kaliteli bir yapım
Şiddetin Tarihçesi
İşte müthiş bir film, sade bir aile babasının şiddet fenomenindeki durumu. Ailenin bu şiddet sarmalındaki tavırları. Çevrenin bir kahraman bulması sonucu tepkileri. Gerçekler, yalanlar, gizlilikler, sırlar. Müthiş bir film.


12 Mart 2011 Cumartesi

Japonya Depremi ve Tsunami: Gazete Manşetleri






















Japonya Deprem ve Tsunami

Akit gazetesi dışında tüm gazeteler, üstelik dün sabah olay olmasına rağmen Japonya depremini ve tsunami felaketini manşetlerine çekip okuyucularını en sarsıcı şekilde bilgilendirmeye çalışmışlar. İşte Akit gazetesini her ne kadar İslami Camia'nın gazetesi olsa da, gazetedeki amaç maalesef yerine getirilmediği için beğenmiyorum ve gazetedeki amaç eğer haber almak ise, bağırıp çağırarak bu işlerin olmayacağını anlatmaya çalışıyorum. Bu sebebten dolayı da para verilip okunacak bir niteliği yok maalesef. Bunu hakaret olarak değil, gazete amacına uygun olmadığından dolayı yazıyorum. Şimdi gelelim bugünün gazete manşetlerine. Buraya ibretlik olması bakımından alıyorum.

11 Mart 2011 Cuma

8.9 Japonya Yasta

Japonya Depremi ve Tsunami

Bugan sabah kalkıp televizyonu açtığımda, CHP'de neler oluyor, İklim ortalığı karıştırdı, bir kadının fendi CHP'yi yendi gibi haberler üzerine yoğunlaşacağını sanıyordum. Ama canlı yayında bir felaket görüntüleri ile karşı karşıya kalınca eşimle birlikte tam anlamı ile şok yaşamıştık ve ağzımız açık görüntüleri izliyorduk. Aman Allah'ım, depreme karşı dayanıklı binalar yapmak yeterli gelmiyor, tsunami karşısında ne yapabilirsiniz? Canlı yayında tsunami dalgalarının bir şehre girmesi, evleri, arabaları, önüne ne gelirse yutması, insanların telaşı... Hele bir görüntü var ki, arabalar gidiyorlar, arkasından tsunami geliyor. Tabi biz bu görüntüleri havadaki helikopterden izliyorduk. Ama insan orda olmaya görsün. Arkadan gelen bir su ve sen kaçmaya çalışıyorsun. Altında araba olsa da kaçmaya çalışıyorsun. Depremin büyüklüğü o kadar büyük ki, en yakın ülkelere tsunami alarmı verilmesi yetmiyor, Amerika'da dahi tsunami alarmı veriliyor. Tayvan sahillerdeki vatandaşlarını tahliye ediyor. Türkiye'de bu depremin yankıları tartışılıyor.
Ve gündem CHP'yi geçici de olsa kurtarıyor.
Peki ne oluyor? Ben bu yaşıma geldim çok önemli depremler gördüm. Marmara depremini birebir yaşadım. Adapazarı ve Yalova'daki acıları paylaştım. Depremin hem şiddetini hem acısını tüm zerrelerimde hissettim. Ama bu deprem çok farklı görünüyor. Düşünün Marmara depreminin şiddeti 7,3. Japonya'daki depremin şiddeti 8,9. SEKİZ NOKTA DOKUZ. İnanılır gibi değil değil mi? Bu acaba yeryüzü fay hatlarını harekete geçirebilir mi? Sonuçları ne olur? Bir yarılma ve bir domino etkisi oluşturur mu? Şimdilik bu ve buna benzer sorular cevabını bilemediğimiz sorular. Deprem uzmanlarının kısmen vereceği cevaplar da netlik ifade etmez, cevap vermek için cevap olur kanaatindeyim. Allah'ım sen bizi muhafaza eyle. Ayaklarımızı sabit kıl.
Felaketler insanlığı birbirine yakınlaştırır. Zulüm, zulüm görenleri birleştirir. Ama burda büyük bir felaket var. Tüm insanlığın birleşip bu kendi kendine yeter ülkeye ve teknoloji dahisi Japonya'ya el atması gerekmektedir. Ben bir müslüman olarak bana düşen ne varsa burdayım.

10 Mart 2011 Perşembe

Mavi Marmara Nemalanması: Kurtlar Vadisi Filistin

Kurtlar Vadisi Filistin.

Zaten Kurtlar Vadisi dizisini izlemiyorum. Hasbelkader değişiklik olsun diye Kurtlar Vadisi Irak filmini izlemiştim. Hiç beğenmemiştim. Kurtlar Vadisi Filistin de maalesef tam anlamıyla rezalet bir film olmuş. Film kalitesi yönünden değerlendiriyorum tabi. Mavi Marmara'nın Türkiye ve Dünya'da bıraktığı etkiden faydalanmak için yapıldığı çok aşikar. Ama kardeşim, biraz itina gösterilmez mi filme. Oyunculuklar ne kadar yapma öyle. Bir daha böyle film çekecekseniz yapmayın derim.

7 Mart 2011 Pazartesi

Filmini İyi Yapamıyorlar: Arı Kovanına Çomak Sokan Kız

Filmin adı: Arı Kovanına Çomak Sokan Kız
Orj. Adı: The Girl Who Kicked the Hornets Nest
Üç serilik kitabın son filmi. Maalesef kitaptaki kaliteyi yakalayamamış. Filmi izlemektense seriyi okumanızı tavsiye ederim.

6 Mart 2011 Pazar

Ergenekonda Bir İlk: Savcı Zekeriya Öz Açıklama Yayınladı

Ergenekon İle Alakalı
Tarihe not düşülecek şeyler yaşanıyor. Evde bugün dinlendiğimizde son dakika gelişmesi yaşandı. Bu ergenekon ile ilgili herhangi bir yorumda bulunmamıştım burda. Ama bugün enteresan bir olay oldu. Özellikle Nedim Şener adlı gazetecinin tutuklanma saikiyle cezaevine gönderilmesi toplumda ergenekon ile ilgili şüpheler oluşturmuştu. Bugün savcı Zekeriya Öz, bilebildiğim kadarı ile ilk kez bir açıklama gönderiyor. Önemli olduğuna inandığımda bu açıklamayı aynen aktarıyorum.

''Yürütülmekte olan soruşturma, bir kısım basın mensubunun gazetecilik görevleri, yazdıkları, yazacakları yazılar, kitapları ve ileri sürdükleri görüşlerle ilgili olmayıp 'Ergenekon' terör örgütü soruşturması kapsamında elde edilen ve soruşturmanın gizliliği nedeniyle bu aşamada açıklanması mümkün bulunmayan bir kısım delillerin değerlendirilmesi sonucu yapılması zorunlu hale gelen hukuksal bir işlemdir. Esasen cumhuriyet savcılığının hukuksal gerekliliğinin dışında herhangi bir amaç ve saikle hareket ettiğinin, edeceğinin kabulü ve kamuoyunun bu yönde asılsız değerlendirmelerle yönlendirilmeye çalışılması, büyük bir titizlikle ve ciddiyetle yürüttüğümüz soruşturmaya zarar vereceği gibi adı geçen terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlayacağı açıktır.''
''Suçluluğu sabit oluncaya kadar herkesin masum olduğunu ifade eden 'masumiyet karinesi' şüphesiz tarafımızca da en az bu değerlendirmeleri yapan kişiler kadar bilinmekte ve öncelikle gözetilmektedir'' ifadesine yer verildi.
''Hiçbir kişi veya zümreye ayrıcalık tanınamaz. Kimse suç işleme ayrıcalığına sahip olmadığı gibi, mesleği veya makamı nedeniyle de ayrıcalıklı muameleye tabi tutulamaz. Yürütülen soruşturma kapsamında elde edilen bilgi ve belgelerin suç isnadı için yeterli olup olmadığı konusunda değerlendirme sorumluluğu, görev ve yetkilerini kanunlardan alan savcılığımıza aittir. Soruşturmanın içeriği ve elde edilen deliller hakkında hiçbir bilgisi bulunmayan, bulunması da esasen mümkün olmayan kişilerin daha operasyonun ilk dakikalarından itibaren soruşturma makamlarını suçlayan ve tehdit eden değerlendirmelere girmeleri dikkati çekicidir. Bu görevi yerine getirirken hiçbir makam ve merci tarafımıza emir ve talimat veremez, yönlendirmede bulunamaz, sorumluluk sahibi herkes bu yöndeki davranış ve değerlendirmelerden titizlikle kaçınmalıdır. Soruşturmanın süratle sonuçlandırılması için gerekli olan çalışmalar büyük bir titizlikle yürütülmektedir.'

Demir Gibi: Demir Adam 2

Filmin Adı: Demir Adam 2
Orjinal Adı: Iron Man 2

Filmin Konusu: Milyarder mucit Tony Stark’ın zırhlı Süper Kahraman Iron Man olduğu tüm dünya tarafından bilinmektedir. Teknolojisini orduyla paylaşması için hükümetten, basından ve halktan baskı gören Tony, bilginin yanlış ellere geçmesinden korktuğu için Iron Man zırhının sırrını açıklamak istemez. Tony, yanında Pepper Potts ve James Rhodes ile birlikte yeni ittifaklar kurar ve büyük güçlerle yüzleşir

İrfan'ın Yorumu: Ailece izlenebilecek aksiyonu bol güzel görüntüleri olan bir film. Zaman geçirmek için yapılmış, ama güzel çekimler var.

BLOGUMA DOKUNMA


bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma
bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma bloguma dokunma

Siyah mı Beyaz mı: Siyah Kuğu

Filmin Adı: Siyah Kuğu
Orj. Adı: Black Swan

İnternet Bilgi Adresi http://www.sinemalar.com/film/45279/Siyah-Kugu/

Film ile ilgili internette yer alan bir yorum:
Film olağanüstüydü, hala nasıl Oscar’da en iyi kadın oyuncu ödülünden başka bir ödül alamadı ona şaşırıyorum. Inception’dan bile daha iyi bir atmosfere sahipti bence. Özellikle Inception’ın efektler konusundaki üstünlüğünü göz önüne alacak olursak duygu olarak Black Swan daha başarılıydı… The King’s Speech’i henüz izlemediğimden kıyaslama yapamıyorum ama Natalie Portman bu filmle bütün izleyenlerin beğenisini kazanmış olacak ki Oscar’da bu dalda onun adından başka bir isimden söz edilmiyordu bile… Bu arada yeri gelmişken anne adayı olduğunu öğrendim ki eminim çok güzel bir anne olacak, Allah analı babalı büyütsün demek düşer bize :)
Gerçekten şahaneydi öncelikle başlardaki Beyaz Kuğu halleri. Yavaş yavaş siyahlıkların ortaya çıkması… Hepsi; filmin gidişatı tam olması gerektiği gibiydi. Üstüne bir de hastalığı eklenince neyin gerçek neyin akıl oyunu olduğunu anlayamıyor insan. Kısacası üzerine uzun uzun tartışılabilinecek filmlerden biri! Kızın kendi içinde yaşadığı savaşı çok güzel yansıtmıştı Darren Aronofsky. Rolü kazanma hırsının üstüne sevdiği adamı kıskanan kadın psikolojisi de eklenince film tadından yenmez oldu. Bir yandan da Lilly karakteriyle Mila Kunis bütün ilgiyi üzerine çekiyor. Doğrusu Oscar’da kıl payı aday olamamasına üzüldüm, aday olabilse alırdı ödülü eminim. Çok ahım şahım oynamadı ama rolünün gerektirdiği her şeyi ustalıkla yaptı. Ve cidden bir Siyah Kuğu’ydu bunu çok iyi fark edebiliyor insan izlerken.

İrfan'ın Yorumu: Baleyi hayatta sevmem, operadan nefret ederim, klasik müzik dinlediğim vaki değildir. Fakat bir balerinin mücadelesinin anlatıldığı bu film harika olmuş. Aşırılıkları bir kenara ittiğiniz taktirde oskarı hak etmiş bu kadın. Zaten Leon filminde kendini göstermişti.

4 Mart 2011 Cuma

Avcı Dediğin Böyle Olur: Av Mevsimi


Filmin adı: Av Mevsimi
Film Bilgi Sitesi:

http://www.sinemalar.com/film/82643/Av-Mevsimi/

Filmin Konusu: Cinayet masasındaki tecrübesi nedeniyle Avcı lakabının hakkını veren Komiser Ferman ile adı deliye çıkmış İdris baba-oğul kadar birbirine yakın iki polistir. Aralarına antropoloji mezunu bir çömez olan Hasan katılmıştır. Üçü öldürülen genç bir kızın katilini bulmakla görevlendirilir. Soruşturma sırasında uyuşturucu ticaretinden zengin bir işadamına kadar farklı insanlarla karşılaşacak bu üç polisin hayatı artık eskisi gibi olmayacaktır.

İrfan'ın Yorumu: Türk filmlerini pek sevmem, ama Cem Yılmaz bu filmde çok iyi oynamış. Film olarak da çok güzel yapmışlar. Film biraz uzun olmuş kanaatimce biraz daha kısa olabilirdi. Fakat buna rağmen, müzikleri, kalitesi ve oyunculuk benden iyi puan almasını sağladı.

3 Mart 2011 Perşembe

Karımı Seviyorum ve Ona İnanıyorum: Kaçış Planı

Filmin Adı: Kaçış Planı
Orj. Adı: The Next Three Days
Film Bilgi Sitesi: http://www.sinemalar.com/film/49549/Kacis-Plani/

Konusu: Mutlu bir evlilik sürdüren John ve Laura çiftinin hayatı, genç kadının bir cinayet soruşturmasında tutuklanması ile alt üst olur. Laura her ne kadar masum olduğunu söylese de, hapis cezasına çarptırılır. Laura'nın masumiyetinden şüphe etmeyen John, ailesini bir arada tutmaya çabaladığı kadar, karısının olayla ilgisi olmadığını kanıtlamak için tüm ipuçlarının peşinden gider.

Laura'nın suçu en son çıkarıldığı mahkemede onanır. İntiharın eşiğine gelen Laura'yı kurtarmak için John'un elinde tek bir çare kalmıştır: Karısını hapishaneden kaçırmak

İrfan'ın Yorumu: Karısını çok seven bir adamın nasıl bir mücadele örneği veriliyor. Heyecanlı bir film.

Sen misin Babamı Öldüren: True Grit

Filmin Adı: İz Peşinde
Orj. Adı: True Grit
İnternet bilgi Adresi: http://www.sinemalar.com/film/59527/Iz-Pesinde/

Konusu: Charles Portis'in 1969 tarihli ilk filmin de uyarlandığı romanından tekrar uyarlanacak filmde, babasının bir cinayete kurban gitmesinin ardından işe “gerçekten yürekli” bir yardımcı olan Tom Chaney’i alan ve babasının katilini bulmayı kafaya koyan 14 yaşındaki çiftçi kızı Mattie Ross’un hikayesi anlatılacak

İrfan'ın Yorumu: Cohen kardeşlerin güzel filmlerinden birisi. Babasının öldürülmesinden sonra intikam peşinde koşan küçük bir kız çocuğunun başından geçenler. Kızın oyunculuğu gerçekten çok güzel. Tavsiye ederim.

Necmettin Erbakan Öldü: Tapınacak mısınız?

Necmettin Erbakan vefat etti.
Muhakkak onun yakınları, akrabaları, sevenleri olduğu gibi
Sevmeyenleri, yanlışlarının çokluğunu dile getirenleri her kesimden vardı.
Doğrularını doğru kabul edenler olduğu gibi
Yanlışlarını yanlış kabul edenler de vardı.
Yakınlarına ve sevenlerine sabır diliyorum, en nihayetinde bir ölüm olayıdır, bir yaşam çizgisi vardı, geldi geçti bu dünyadan.
Bunları söyledikten sonra bir iki hususu dile getirmekten de çekinmem...
Erbakan öldükten sonra basını tümüyle iyi bir takip ettiğinizde şu sonuçla karşı karşıya kalırsınız. Erbakan, Mevdudinin ve Seyyid Kutub'un (bizim kitaplarını okuduğumuz, islami bilinçlenmeyi onlardan öğrendiğimiz, onların kitapları ile hemhal olduğumuz) islami çizgisini demokratik bir çizgiye çekmesi, aşırılıkları kontrol etmesi, radikalizmi demokrasi potasında eritmesi. Evet bunlar Erbakan'ın büyük bir başarısı olarak dile getiriliyor. Aşırılıkları ve radikalizmi kontrol etme mantığını anlıyorum. Ama bunu demokratik bir gayya kuyusunun içerisinde eritmesini affetmiyorum, affedemiyorum.
Dedim ya sevenleri de vardı, sevmeyenleri de.
Sevenleri ve akrabaları için insani bakışımı belirttim.
Ama kimse benden iki yüzlü olmamı beklemesin, ben islami bilinçlenme içerisine girdiğim andan itibaren erbakanı bu yanlış tutumunda ısrar etmesi dolayısı ile sevemedim.
Kendisi Rabbine ulaştı. Orada Rabbine, ümmetin islami uyanışını demokratik, laik çerçeveye çekmesinin hesabını da verir, o kısmı da beni ilgilendirmez, kimseyi ilgilendirmez. Günahları ile sevapları ile bir döneme damgasını vurmuş bir adamdı.
Turgut Özal, nasıl benim cumhurbaşkanım değil idi ise ve cenazesinden, cenazesinin kalabalıklığından nasıl zerre kadar etkilenmediysem, Erbakan da benim hocam değil ve cenazesinden, kalabalıklığından zerre kadar etkilenmedim.
Bu yazdıklarım dolayısı ile, Erbakan'ı sevenlere karşı sakın bir hakaret algısı oluşmasın ve yazdıklarım başka yönlere çekilmesin, ben bir tesbitte bulunuyorum ve kendi kalbi duygularımı eğip bükmeden anlatmaya çalışıyorum. Nasıl arkadaşlarımın bazıları kendi duygularını açıklıkla dile getirebilme cesaretini gösteriyorsa, ben de aynı cesareti gösteriyorum, başka da bir şey demiyorum.
Öte yandan, 28 şubat arefesinde ölmesi, askerlerin başsağlığı dilemesi, çelenk göndermeleri falan enteresan olarak tarihe geçti. Tabi bütün bunlar olduğunda ben ne mi yapıyordum? Yine Arabistanlı turistleri Bursa'da gezdirmekle meşguldüm vesselam