28 Ekim 2011 Cuma

Zor Zamanların Kitapları: Dağın Ardına Bakmak


Kitabın Adı: Dağın Ardına Bakmak
Yayınevi: Timaş Yayınevi
Yazarı: Bejan Matur
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 27 Ekim 2011 – İstanbul 
Belki de sahiden göründüğü kadar karmaşık değildir. Yeter ki dağ başında ya da kışlada insana sahip çıkalım. Çünkü şiddetin korunu, küllerini bir kenara topladığınızda altından insan çıkıyor. Evet yaralı, evet incinmiş, evet incitmiş, kana bulanmış. Ama insan neticede... Hâbil ve Kâbil'den beri aynı olan hikaye bir yerde dursun istiyorsak kendi İsmail'imizi doğru seçelim. Sahi 'Kimdir bizim İsmail'imiz?' Sahip olduğumuz değerler uğruna adayacağımız nedir? Kendi hayatımız mı? Çocuklarımızın hayatı mı? Bunu binlerce yıl önce İbrahim'in elinden İsmail'i alarak Tanrı gösterdi. Biz neyi bekliyoruz? İnsanımızı kurban olmaktan kurtaracak hangi Tanrısal mucizeyi? Keşke mucizenin insanın kendinde olduğunu anlayabilsek... Keşke kalbin ve vicdanın bahçesinde konuşacak hale gelebilsek. Ve en önemlisi, konuşabilsek. Konuşabilsek, ah neleri çözmezdik? 1000 yılın mirasını görmezden mi geleceğiz? Tarihten bunu mu anlayacağız? (sh. 93)
Bejan Matur kürt bir kadın. Zor zamanlarda zor bir iş gerçekleştirerek devletin 'terörist' dediği, PKK'nın da 'gerilla' olarak isimlendirdiği insanları bulup konuşmak, konuşturmak, anlamak için yollara düşmüş. Bu günler zor zamanlar. Zor zamanlarda zor kitaplar okumak da bir o kadar zor benim için. Türkiye Cumhuriyeti devletinin askerlerinden 24 kişi yakın bir zamanda hayatlarını kaybediyorlar. Aynı şekilde PKK'dan da birçok kişi hayatını kaybediyor. Arkasından da Van'da 7,2'lik büyük bir deprem ve bunun travmasını atlatmaya çalışıyor ülke halkı.
Ama o da ne?
Yurdum insanı hiçbir gocunma olmadan, vicdanının sesini dinleyerek ve bu zor zamanlarda büyük bir gayretkeşlikle tek yürek olarak yardım seferberliğine girişmiş. Kağıt toplayıcılarından, zengin semtlerin 'kokana'ları, roman dediğimiz 'çingene'ler, sanatçı bozuntusu diye çöpe attığımız 'sanatçı'lar, sadece göğsünde sütü olan bir 'kadın'.
Zor zamanlar bugünler, gerçekten zor zamanlar. Fıtrat kendini gösterir gibi. Bizim sanki bu fıtratı ortaya çıkartmak için biraz daha çalışmamız gerek miyor mu?
Zor zamanların zor kitaplarını okumayı deneyelim, bir şey kaybetmeyiz...
Devlet PKK ile masaya oturup her şeyi konuşurken, insanlar artık savaştan bıkmışken, kurşunların sesinin kesilmesi ve Bejan'ın dediği gibi, konuşulabilse, ... Kitabı okuduğunuzda "ben bir şeyleri eksik mi biliyorum" sorusunun cevaplarını kısmen bulabileceksiniz.

Yazarın Zaman Gazetesi'ndeki Yazısı / 25 Şubat 2011

'Dağın Ardına Bakmak' yazı dizisi yayımlanalı tam dört yıl oldu. 2007'nin Şubatı'nda, yazı dizisini yapmaya karar verdiğimde yakınlarım beni durdurmak istediler.
Amaçları beni korumaktı. Üzeri açılmamış "kanlı" bir meselede söz almanın risklerini hesaplıyorlardı. Onlara göre 'gerçeği anlama arayışının' kimseye faydası yoktu. Dostça yapılan bütün uyarıları görmezden gelerek bir inat ve merakla yola koyuldum.
Önce doğduğum topraklara, binlerce evladını kaybeden komşu köylere, kasabalara, şehirlere gittim. Tanıdığım kayıplardan başladım. Yakınım olan insanların acısına kulak kesilmekti niyetim. Yola çıkarken duyacağım hiçbir şeyin şaşırtıcı olmayacağını düşünüyordum. Hepsi kendi hikâyem saydığım, tanıklık ettiğim, kayıplarının yasını tuttuğum yaşantılardı neticede. Zaten bildiğim o hikâyelerde farklı ne olabilirdi ki?
Öyle olmadığını anlatılanların içine girdikçe gördüm. Acının öznesi olan insanların dünyasını, o dünyada kurulan cümlelerin gücünü görmek büyük bir keşif oldu benim için. Belki de o sebeple acıyı yaşayan, sorunun merkezinde yer alanların tanıklığını her şeyden önemli gördüm. Acıyı, yaşayan anlatmalıydı. Onlar konuşmalıydı... Başkası değil.
Aynı amaçla Kürt sorununun uzandığı başka coğrafyalara gittim. Avrupa'nın 4 ayrı ülkesinde ve Irak Kürdistanı'nda dağa giden, hapis yatan, işkence gören insanlar ve onların yakınlarıyla konuştum. Dağın ardında olanı, gidenlerin neden gittiğini, kalanların neden hâlâ orada kaldığını anlamaya çalıştım. Hepimizin hayatını ilgilendiren dağın bilmediğimiz yüzünü, orada yaşayanların kim olduğunu anlatmaktı derdim.
Yazı dizisiyle yetinmeyip, kitap düşüncesine beni yönlendiren ise okurdan aldığım tepki oldu. Hemen her kesimden insan anlatılanlarla duygudaşlık kurmuştu. Hikâyelerin Zaman'da yayımlandığı 2007 Nisanı'ndan bu güne şu soruyla çok karşılaştım: 'Dağın ardına bakmak ne zaman kitap olacak?'
Gittiğim toplantılarda elinde fotokopiyle çoğaltılmış Ferhat hikâyesini imzalamamı isteyenler bile oldu. 'Annenizle yasaklı bir dil konuşuyorsunuz' başlığıyla yayımlanan Ferhat'ın hikâyesinden etkilenip Kürt sorununa bakışını değiştirenler vardı. Naif bir biçimde o annenin dilsizliğiyle dertleniyorlardı. Çamurlu ayakkabılarını ilkokulun kapısında bırakışına ağlıyorlardı. Sonra Rewan'ın bir mağarada kar altında kaybettiği parmaklarını anlatıyorlardı bana. Bazılarının rüyasına giriyordu. Ona nasıl ulaşabileceklerini soruyorlardı.
Yazı dizisi sonrasında yaşananlar kaydedilse belki de müstakil bir kitap olacak 'Dağın Ardına Bakmak' kitabı nihayet yayımlandı. Daha önce hiçbir yerde yayımlanmayan ek portreler ve Kürt sorunu hakkında kaleme alınan yazılarla, Irak Kürdistanı'na yapılan yolculuk ve izlenimleri içeren kitap Timaş Yayınları'ndan bugün çıkacak.
Peki, ben tam dört yıldır direndiğim 'gazete yazılarından kitap yapma' kararına nasıl ikna oldum? Sanıyorum gazete yazısından başka bir şey olduklarına samimiyetle kanaat getirdiğim için. Bu ikna oluşta kitabın bölümlerini oluşturan daha önce hiçbir yerde yayımlanmayan portreler ve yeniden ele alınan yazılar olduğu gibi, asıl etken geçtiğimiz kasım ayında Kandil'e gidişim oldu. Bir bayram günü gittiğim Kandil'de yaşadığım sürpriz ve sonrasında gördüklerim kitap fikrini kaçınılmaz kıldı. Kandil'de, tam 19 yıldır görmediğim çocukluk arkadaşımla karşılaştım. O karşılaşmada yaşadığım duygusal karmaşa ve sonrasında olanlar bana çok şey öğretti.
Umarım 'Dağın Ardına Bakmak' kitabı da, toplum olarak kaybettiklerimize yeniden bakmanın, farklı bir gözle görmenin vesilesi olur. b.matur@zaman.com.tr


Kitabın Arka Kapağı:
“Onlar dağın ardındakiler. Sözlerinden önce çığlıkları ulaşanlar. Kim oldukları, neye inandıkları bilinmiyor. Görünmez bir güç olarak oradan buraya etki ediyorlar. Adları telaffuz edilse de kim oldukları bilinmiyor. Hepsi buralı, hepsi bizden, binlerce silahlı kadın ve erkek. Dağı mesken tutmuş, hakikatin bildiğimizden farklı olduğunu iddia ediyorlar. Kendi yayınları, medyaları, sivil güçleri var.

Neden dağa çıktılar, neden dağda yaşadılar, dönenler neden döndü ve kalanlar neden hâlâ orada? Bu soruların cevabını almak için önce doğduğum topraklara, yüzlerce evladını kaybetmiş komşu köylere, şehirlere, sonra çoğunluğu için daha büyük bir acı, bir sürgün olan Avrupa’ya gittim. Dağa çıkmış, çatışmalara katılmış, yakalanmış ya da teslim olmuş, cezaevinde yıllarını geçirmiş kişilerle konuştum.

Ve dağın ardına duyduğum büyük merakla bir bayram günü Kandil’e gittim.

Bir masal dağı olmayan, istersek ulaşmamız mümkün olan o dağın ardına bakmaya çalıştım. Anlatılanların içine girmeden sorunun anlaşılmasının ve dahi çözülmesinin mümkün olmadığını gördüm. Yaşananlar her ne idiyse, bu geçen yıllar boyunca Kürt, Türk her kim incindiyse ancak birbirimizi anlamakla iyileştirebiliriz yaralarımızı.” 


Kitaptan Alıntılar
Ve köy yakmaların, nasıl bir ruh halinde gerçekleştiğini gösteren şu hikayeyi anlatıyor gözleri dolarak: Dayımın oğlunun elinde Kur'an vardı. Elinde bohçayla kaçmak isterken, askerler bohçayı alıp ateşe attılar. Dayımın oğlu Kur'an'ı aldı. Onlar Kur'an'ı da alıp ateşe attılar. Parayı kurtarmak istedi, parayı alıp ateşe attılar. Kendileri de almıyordu o parayı...
Köy yanarken siz ne yapıyordunuz, diye soruyorum: Kadınlar ağıt yakıyordu, askerler bağırınca susuyorlardı. Erkeklere o sırada işkence yapıyorlardı. (sh. 99)
Özetle, yeryüzünün bu parçasında doğmuş ve üstelik tarih boyunca buradan hiç ayrılmamış bir topluluğun, kendisini yıllarca yok sayan, birlikte yaşadığı diğer topluluğa 'ben varım' isyanıyla başlayan, sonrasında şiddete dönüşen ve bugüne gelen bir sorundan söz ediyoruz. (sh. 188)

27 Ekim 2011 Perşembe

Mememde Süt Var

Dün bir çok televizyon kanalının beraber düzenledikleri Van depremindeki mağdurlar yararına bir yardım kampanyası vardı. Sanatçılar, televizyon yetkilileri, gençler vs. Bu ülkenin sevmediğim, düşüncelerini tasvip etmediğim, televizyon programlarında fesadı yaymaktan başka bir iş yapmayan bu güruh, çok ama çok hayırlı bir işe imza atmıştı. Yiğidi öldürelim ama hakkını yemeyelim.


Ameller niyetlere göredir, insanlar tek yürek olmuş ellerinden geldiğince Van için bir şeyler yapmanın telaşı içerisindeydi. Bu toprakların insanlarının içinde var olan, fıtraten de bunun emarelerini gördüğümüz o güzel şeyler ortaya çıkmıştı. Bugün bardağın dolu tarafından baktığımızda neler gördük neler. Ama beni çok etkileyen bir hanımın söylediği söz bu yazıyı yazmama vesile oldu diyebilirim.


Benim yardım yapabilecek herhangi bir şeyim yok. Yalnızca mememde süt var, onu bir bebeğe verebilirim. Bunun için ne yapılması gerekiyorsa, hazırım.


Düşünebiliyor musunuz; "mememde süt var onu verebilirim. Ancak onu verebilecek gücüm var."
Bu topraklarda doğu bölgesinin insanlarına çok zulmedildi. Devlet, sistem, ergenekon, iktidar sahipleri, adını ne koyarsanız koyun, oranın insanına zulmün en büyüğünü layık gördü. Yok saydı. Dilini yok saydı, dinini yok saydı, kimliğini yok saydı, kültürünü yok saydı. Batıdaki insanların bundan da haberi olmadı maalesef. 


Batıdaki insanların bu olanlardan haberinin olmamasının en büyük sebeblerinin başında medya, basın ve onların tepesinde oturan insan kılıklı, kravatlı, medeniyet elbisesine bürünmüş alçaklar oturuyordu. Batı insanı doğuda ne olduğunu gerçekten bilmiyordu. Ben kendimden biliyorum, 22 yaşına kadar Kürt diye bir ırkın varlığından haberim yoktu. Bir firmada iş başı yaptım, aa bir de ne göreyim, firma sahibi Zaza. Yani bu ülkede Türk var eyvallah ama Kürt de varmış, Zaza da varmış, Gürcü de varmış, Ermeni de varmış, Rum da varmış, varmış ha varmış.


Yok sayma ve yok etme siyasetinin sonucunda hastalıklar da zuhur etti tabi. PKK çıktı, ASALA çıktı, ERGENEKON çıktı, SUSURLUK çıktı, JİTEM çıktı...


Ama bu depreme kadar bu insanların varlığını, sıkıntılarını yeni yeni öğrenmeye başlamıştık ki, yurdum insanı yine yapacağını yaptı, zalimin yanında değil, mazlumun yanında yer almayı tercih etti. Mağdurun yanında memesindeki sütünü vermeyi dahi tercih etti.


Umulur ki bu musibet, hayırlara vesile olur, ortak paydamız olan İslami bilinçlenmenin yolunu ardına kadar açar, merhametin nefretten daha önde giden bir at olduğunu ve bu ata binilmesi gerektiğini anlarız.
İnsanlardan umudumuzu kesmeyelim, bu insanların hamurunda İslam var, fıtratları bunu haykırıyor zaten. Kırmadan, dökmeden hakkı haykırmanın, hakkı hak olarak dile getirmenin yollarını arayalım. Ezilmeden dik duralım. 


Rabbim Tebbet Suresi'nde iki kişinin ismini zikrederek hayatta iken onların cehennemlik olduklarını beyan etti. Ebu Leheb ve karısı. Fakat ondan sonraki insanların potansiyel olarak bu dine girebilecekleri gerçeğini asla unutmayalım. Kim olursa olsun. Bunlar dün çaktığım insan da olabilir, bugün ve yarın da olabilir.


Mazlumun dini sorulmaz kabilinden, Van'daki mazlum halk için eğer kadınsak mememizde süt varsa onu verelim, erkeksek hangi yeteneğimiz varsa onu kullanalım. Çünkü dün erkeğin birisi kağıt toplayarak destek olmaya çalışırken, kadının birisi de memesindeki süt ile destek olmaya çalışıyordu. Unutmayın, öyle bir Rabbe iman ediyoruz ki, kötü bir iş yapan kadının susuzluktan dili çıkmış bir köpeğe kendi içmesi gereken suyu vermesi dahi onun cennete girmesine vesile olabiliyor. Hangi hayrın bizi kurtaracağını bilemeyiz ve Rabbim hangisini kabul edecek onu da. 


O sebebten ötürü Van için Van Minute diyorum. 

26 Ekim 2011 Çarşamba

Van'da Bir Gazeteci Bozuntusu

Lütfetmiş Van'a gitmiş. Sabah gidip akşam dönmüş. Olayları yerinden görüp durum değerlendirmesi yapacakmış. Dün de bir haber kanalındaki yardım organizasyonuna adam yerine koyup çağırmışlar.
Darbe günlerinde darbeciydin, umre günlerinde de namazsız umreci oldun. Umre yapanların halini anlamak için ve durum tesbiti için herhalde.



Şimdi de Van'a gitmiş. Oradaki acılara şahit olmuş. Vah vah demiş, organizasyon eksikliklerinden dem vurmuş. Batının doğuya nasıl yardım seferber ettiğini o kirli diline dolamış.
Onun nasıl bir karaktere sahip olduğunu Ali Bayramoğlu bir güzel tasvir etmişti yakın geçmişte. Dileyen bulur o yazıyı.
Van'a gitmiş, ah vah çekmiş, ah vah çeken insanların dertlerini paylaşmış.
28 Şubat'da, darbenin ezdiği o büyük depremde nerdeydin? Nerde olacaksın, darbecilerle beraberdin. Bugün Van'da depremzedelerin yanındasın öyle mi. Buradan, o depremde yıkılan evleri yapan müteahhitlerin yanında gibi duruyorsun. Çünkü senin karakterin, depremde insanları öldüren binalar ve o binaları yapanlarla aynı. O halde mazoşist misin, sadist misin, sadomazoşist misin nesin?
İş takipçiliği yaptığın günler daha dün, kimse unutmadı merak etme. O halde yine aynı karaktere sahip olmadığını mı sanıyorsun...
İnsanların linç edildiği dönemde manşetlerle onlara hizmet ettin. Şimdi de Van'da binaların altında kalan mazlumların yanında onlarla beraber olduğunu mu göstermek istiyorsun. Sabah gittin, akşam geldin. Kalsaydın ya Cüneyt gibi bir gece, soğuğu görseydin ya, kıçının donduğunu hissetseydin ya. Ama bunun mümkün olmayacağını sen de biliyorsun, bilen de biliyor. Umreye gidip de Kabe'ye bakıp namaz kılmamak nasıl senin karakterini gösteriyorsa, Van'a gidip kıçın donmadan geri gelmek de aynı karakter yansıması zaten. Aman acıyı yaşayanlarla bir görüneyim telaşı değil mi. Bunu anlamayacağımızı mı sandın. Seni görünce insanın midesi kalkıyor, Van'daki mazlumların acısına gölge düşürmeseydin keşke. O haber kanalı da seni yayına çağırarak organizasyonu lekelemeseydi...
Kaosa kalkan eller, manşeti duruyor arşivlerde. Google amcam sağolsun hemen bu utanç manşetini istediğinde karşına getiriyor. Bunları bildiğimiz için, kalkıp Van'a gitmiş olman karakterinin değiştiği anlamına gelmiyor. Bunu biliyoruz.
Darbeler döneminde hedef gösterdiğin insanlar, en tabii haklarını almak için uğraşan mazlumların yanında seni göremedik, şimdi Van'da boy gösterdin diye mazlumların yanında yer aldığın sonucuna mı ulaşmamızı bekliyorsun...
Ali Bayramoğlu ne diyor bak senin için:
"Satırlara sığmazsın...
Ama sıkılmadan hâlâ konuşuyorsun, konuşabiliyorsun...
Kim olduğunu, ne yaptığını dağ taş biliyor.
Neşe Düzel'e konuşan "balıkçı" bak neler diyor:
"1993-1996 arasındaki dönemde bu ülkenin medyası kirliliğe gözlerini kapattı, görmezlikten geldi... Devlet onlara, onlar da devlete gözlerini yumdu... İnanılmaz paralar, hak edilmemiş saygınlıklar oluştu... 17 bin insanın öldürülmesine göz yumuldu..."
Sembolik olarak ve prototip olarak tarif ettiği sensin..."
İnsanların öldürülmesine göz yuman bir zihniyetsin sen. Senin Van'da ne işin var, çıkar çoraplarını, ayakkabılarını, evinin önündeki derede, hangi ferrarimi satsam diye düşünen mistik roller biç kendi kendine.

25 Ekim 2011 Salı

1099 nedir, 1187 nedir: Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri

Kitabın Adı: Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri
Yayınevi: Telos Yayınevi
Yazarı: Amin Maalouf
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 24 Ekim 2011 – İstanbul


Kılıçlar savaş ateşini canlandırdığında, insanın en kötü silahı gözyaşı dökmektir. (sh. 12)


Yazarın kitaplarını okumayı sürdürüyorum. Yine müthiş bir kitaba imza atmış. 1099 tarihinin ne kadar önemli bir yıkımın başlangıcı olduğunu (Kudüs düşer) ve 1187 tarihi ile bunun tekrar nasıl geri alındığını (Kudüs tekrar müslümanların eline geçer), 1291 senesinde de tamamen işgalin bitmesini- arapların gözü ile demişse de müslümanların gözüyle demek daha doğru herhalde- anlatan bir kitap. Selahaddin Eyyubi'nin nasıl önemli bir karakter olduğunu bu kitapta çok net görebiliyoruz. Ama bazı tesbitler var ki bunları aşağıda paylaşmayı uygun gördüm. Kitap, Haçlı seferleri ve arkasından gelen Moğol saldırılarının müslüman dünyasındaki dramatik etkisini çok net bir dille anlatıyor. Tercümanın İslami literatüre aşina olmamasının verdiği bazı sıkıntılar yok değil ama buna rağmen kitabı elinizden düşüremeyeceğiniz kanaatindeyim.

Tamamen karanlık bir çağın içerisinde debelenen Avrupa'nın, Papa'nın çağrısı ile ve oturmuş olan veliahtlık sisteminin faydasını bu haçlı seferlerinde başarı hanesine yazdırmıştır maalesef frenkler. Aynı şekilde bu başarının diğer faktörü olarak da çok temiz bir dinin mümessillerinin devlet organizasyonunu ve kurumsallaşmayı becerememeleri, devlette, sultanın tek hegemon olması, onun ölümü ile kardeşleri, oğulları arasındaki iktidar mücadeleleri de maalesef haçlı seferlerinin başarısına etki etmiştir.

Haçlı seferleri sonrasında batılıların müslümanlardan edindiği ilim ve kültürün bugünün başarılarına etkisi de kanaatimce yadırganamaz. Evet, şimdi sizi kitapla başbaşa bırakayım ve önemli gördüğüm yerleri sizinle paylaşayım..

Bu kitabı okurken Selahaddin'in Kudüs'ü tekrar alması bölümüne geldiğimde, daha önce izlemiş olduğum "Cennetin Krallığı" adlı filmi tekrar izledim. Film çok daha doyurucu ve güzel geldi. Bu kitapla beraber izlendiğinde ayrı bir tat aldığımı söyleyebilirim.

Tarihsel kronoloji de önem arzediyor, kısaca bu tarihlere de değinmekte fayda var. Bu tarihler önemli, üzerinde düşünülesi tarihlerdir.

622 Peygamber Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicreti. Hicri takvimin başlangıcı

638 Halife Ömer'in Kudüs'ü alması

1055 Selçuklu Türkleri'nin Bağdat'a egemen olması

1071 Malazgirt zaferi ve Anadolu'nun Türklere açılması

1096 Başkent İznik iken Kılıçarslan ilk Frenk istila ordusunu yener

1097 Büyük Haçlı seferi, Kılıçarslan Eskişehir'de yenilir

1098 Haçlı ordusu işgali genişler. Edessa, Antakya alınır. Maara'da yamyamlık yaparlar. İnsanları yerler.

1099 Kudüs düşer. Büyük bir katliam ve yağma. Müslümanlar, yahudiler ve kendilerinden olmayan hristiyanlar da katliamdan payını alırlar.

1110 Beyrut ve Sayda düşer

1137 Zengi, Kudüs kralı Foulque'ü esir eder, sonra bırakır

1148 Almanya imparatoru Conrad ve Fransa kralı VII. Lous Şam önlerinde yenilirler.

1171 Selahaddin Fatımi devletini yıkar.

1187 Selahaddin, Haçlı ordusunu Hattin'de ezer. Kudüs tekrar müslümanların eline geçer.

1193 Selahaddin 55 yaşında Şam'da vefat eder.

1204 Frenkler Konstantinopolis (İstanbul)u ele geçirirler ve şehri yağmalarlar.

1229 el-Kamil, Kudüs'ü imparator Friedrich von Hohenstaufen'e teslim ederek, müslüman dünyasında büyük bir öfke seli oluşturur.

1244 Haçlı ordusu Kudüs'ü sonuncu defa kaybederler.

1258 Cengiz Han'ın torunu Moğol hanı Hülagu, Bağdat'ı yerle bir eder, halkı katleder, sonuncu Abbasi halifesini öldürür.

1260 Halep ve Şam'ı işgal eden Moğol ordusu Filistin'de Ayn Calut çarpışmasında yenilirler.

1261 Memlük sultanı Kalavun'un oğlu sultan Halil, Akka'yı alarak, doğudaki haçlı mevcudiyetini sona erdirir.


Kitabın Arka Kapağı:

Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, iki yüzyıl (1096-1291) süren Haçlı Seferleri'ni ve Orta Doğu'daki Frenk işgalini anlatırken bu bölgenin güncel durumuna da ışık tutuyor. Sanki değişen hiç bir şey yok! 1096 yılında başlayan seferlerde Türk, Kürt, Arap emirlerinin kişisel eğilimlerini, kültür yapılarını, zaaflarını görüp, Haçlılar'ın Orta Doğu'da iki yüzyıl kalışlarının hikmetini anlıyoruz. O günkü çekişme ve sürtüşmeler günümüzde de aynı kısırlıkla sürdürülmektedir.Haçlı Seferleri'nden sonra Müslüman dünyası kendi üzerine kapanmış, hoşgörüyü unutmuş ve kısırlaşmıştır. Bunun sonucu marjinalleşmiş ve sanki dünyanın yörüngesinden çıkmıştır. Buna karşın Frenkler yani Avrupalılar gelişmenin kapılarını açarak Modern Çağı yakalamıştır. Barbar olarak tanıdığı, yerdiği ama o zamandan bu yana dünyaya egemen olmayı başaran Frenklerden hem büyülenen hem de korkan Arap dünyası, Haçlı Seferleri'ni gerilerde kalmış bir geçmişin bir dönemi olarak kabul etmeyi başaramamaktadır. Araplar ve genelde müslümanlar yedi yüzyıl önce bitmiş olması gereken olaylardan günümüzde de etkilenmeyi sürdürmektedirler: "Modernizm", ötekinin yani Frenklerin ürünüdür, öyleyse modernizm reddedilerek dinsel ve kültürel kimlik korunacaktır!Amin Maalouf'un Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, konun uzmanı Prof. Dr. Mehmet Ali Kılıçbay'ın çevirisi ile, yedi yüzyıllık bir geçmişe, geçmişin gerçeklerine ve yanılsamalarına ve günümüzün saplantılarına ışık tutuyor.Ondan fazla yabancı dile çevrilen Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri televizyona uyarlandı.


Radikal Gazetesi'nden Bir Alıntı:

Arapların gözüyle Selahaddin

Haçlı Seferleri hakkında en bilinen kitap, Amin Maalouf'un imzasını taşıyor: 'Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri'. Kitabın baş kahramanlarından biri tabii ki Selahaddin Eyyubi

ERKAN AKTUĞ

Yaklaşık yüz yıl süren Haçlı egemenliğinden sonra, 2 Ekim 1187'de, tam da Müslümanların Hz. Muhammed'in Kudüs'ten göklere yükselmesini kutladıkları günde Selahaddin Eyyubi kutsal Kent'e girer. Kesin emir vardır: Batılı olsun, Doğulu olsun hiçbir Hıristiyan rahatsız edilmeyecektir. Selahaddin'in Ibelin'li Balian'la yaptığı anlaşmaya göre, esir olduklarına göre Haçlılar fidye ödeyecektir. Fakir Hıristiyanların fidyesinin ödenmesinde problem çıkar. Selahaddin yaşlı, dul ve yetim Haçlıların fidyesini kaldırır. Paraya hiç önem vermemesiyle bilinen Selahaddin'in hazinedarları ise mutsuzdur. Selahaddin onlara şöyle der: "Hıristiyanlar her yerde bizim iyiliklerimizi anlatacaklardır."
Bunlar ünlü romancı Amin Maalouf'un tarih anlattığı ve pek çok ülkede büyük ilgi toplayan kitabında yer alıyor. Bugünden baktığımızda Selahaddin'in söylediklerinin bire bir doğru çıktığını söyleyemeyiz. Ama Ridley Scott'ın imzasını taşıyan dev bütçeli Haçlı filmi 'Cennet'in Krallığı' da (Kingdom of Heaven) Selahaddin Eyyübi'nin muzaffer bir komutan olarak portresinin çizilmesi, Müslümanların iyi taraf olarak gösterilmesi, onun yüreğine su serperdi herhalde. Gerçekten de Scott'ın filmi Hollywood ezberimizi bozuyor. Film her ne kadar Kudüs'ü Selahaddin'in ordusuna karşı savunmak zorunda kalan, fazla kan dökülmeden Kutsal Kent'i ona teslim eden Ibelin'li şövalye Blian'ın kahramanlığı üzerinde yükselse de sonuçta Hollywood filmlerinde alışık olduğumuz bir sonla bitmiyor.
'Cennet'in Krallığı' filmi 1180 - 86 yılları arasındaki dönemde geçiyor. O dönemde Kudüs'ün genç Hıristiyan kralı IV. Baudouin, Müslümanlarla uyumlu bir ilişki sürdürmeye çalışıyor. Cüzzamdan muzdarip kralın yardımcıları arasında kız kardeşinin kocası Guy De Lusignan ve onun sıkı dostu Prens Renaud de Chatillon (kimi kaynaklarda Arnat, filmde Reynald) gibi savaş meraklısı yüksek rütbeliler vardı.
Mısır hükümdarı Nureddin'in ölümü üzerine onun başarılı komutanlarından Kürt kökenli Selahaddin Eyyubi başa geçmişti. Lübnan asıllı Amin Maalouf, Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri kitabında Selahaddin'in Nureddin'le aynı amaçları izlediğini yazıyor: "Arap dünyasını birleştirmek; Müslümanları manevi olduğu kadar işgal altındaki toprakları geri alabilmek üzere askeri olarak da seferber etmek." Gerçekten de Hassan Sabbah'ın kurduğu Haşhaşinler gizli tarikatının iki suikastından da sağ kurtulmayı başaran Selahaddin Eyyubi kısa sürede bölgenin hâkimi oldu.
Nasıl biriydi Selahaddin? 'Cennet'in Krallığı' filmindekinden çok da farklı değil. Amin Maalouf, kitabında Arap tarihçileri kaynak göstererek Selahaddin Eyyubi'yi 'düşünceli, biraz melankolik, küçük rutbelilerle olduğu zaman bile tevazu sahibi, sözünün eri, affetmeyi bilen, konuklarına karşı her zaman nazik, zenginlik ve lüksü samimiyetle reddeden biri' olarak tarif ediyor. En büyük hedefi Kudüs'ü Hıristiyanlardan almak olmasına karşın, cüzzamlı krala verdiği sözleri tutup barış anlaşmasını bozmamaya çalışıyor... Cüzzamlı kral öldükten sonra Guy yeni kral olur. Anlaşmaya aykırı olarak De Chatillon'la birlikte bir kervana saldırır.
Haçlı ve Müslüman ordularının büyük savaşı tarihe Hattin (Hittin) Savaşı olarak geçecektir. Selahaddin tuzağı kurmuştur: Susuzluk. Haçlı ordusunun Taberiye Gölü'ne ulaşması için Selahaddin'in ordusunu geçmesi gerekmektedir. Susuz geçen gecenin sabahı Haçlı ordusu, Selahaddin'in askerleri tarafından sarılır. Ordusu yok olan Haçlılardan Kudüs'ü almak zor olmayacaktır. Ama Haçlı Seferleri yüz yıl daha sürecektir.

Kim kazandı?
Peki Haçlı Seferleri'nin sonunda kim kazançlı çıktı? Amin Maalouf'un Arapların Gözünden Haçlı Seferleri kitabındaki tesbitlerinden aktarıyoruz: "Haçlı Seferleri döneminde, Arap dünyası İspanya'dan Irak'a olan bölgede hâlâ entelektüel ve maddi olarak yeryüzünün en gelişmiş uygarlığının taşıyıcısıdır. Sonra dünyanın merkezi kesin bir şekilde Batı'ya kaymıştır." Maalouf'a göre Haçlılar'ın iki yüz yıl boyunca bölgede kalabilmelerinin en önemli sebebi Arapların kurum oluşturmadaki yetersizlikleri. "Frenkler daha Doğu'ya geldikleri anda gerçek devletler kurmayı başarmışlardır. Kudüs'te taht genelde sürtüşmesiz intikal etmekteydi. Müslüman devletlerde ise her monarşi, hükümdarın ölümünde tehdid altında kalıyor, her taht intikali bir iç savaş başlatıyordu."
Başarısızlığın bir diğer önemli sebebi ise Arapların Haçlı Seferleri boyunca Batı'dan gelen yeni fikirlere açılmayı reddetmeleri. "İstilacı açısından fethedilen halkın dilini öğrenmek bir becerikliliktir; yenikler için ise fatihlerin dilini öğrenmek bir uzlaşma, hatta bir ihanettir. Böylece çok sayıda Frenk Arapça öğrenirken ülke halkı Batılıların dili karşısında kayıtsız kalmıştır./.../ Öte yandan eski Yunan uygarlığının mirası, Batı Avrupa'ya çevirmen Araplar aracılığıyla aktarılabildi. Frenkler tıp astronomi, coğrafya, matematik, mimari bilgileri Arapça kitaplardan edinmişlerdir; bu kitapları özümsemişler taklid etmişler, sonra aşmışlardır."

Müslümanlar'ı kim yönetti?
Haçlı Seferleri dalga dalga Anadolu ve Orta Doğu'ya akarken bu coğrafyalarda kimler yaşıyordu? Haçlılardan çok onlarla savaşan müslümanları anlatan bir kitap Haçlılar Çağı. Seferler boyunca bölgede sırasıyla Selçuklular, Eyyubiler ve Memluklüler egemen oldu. Tabii dini otoritenin sahibi Abbasi ve Fatimi Halifeleri'ni de yok saymamak gerek.
Dönemin siyasi geleneği sık sık hanedanların değişmesine, kendi içlerindeki iktidar savaşları ise karmaşık bir siyasi atlas oluşmasına sebeb oluyordu. Selçuklular'ın eyaletlere yönetici atadığı prenslerin 'atabeg' denilen naipleri vardı. Bu atabegler çoğunlukla, kölelikten paralı askerliğe geçen Türklerin, yani Memluklerin içinden çıkıyordu. (Kürt kökenli Selahaddin Eyyubi istisna) Atabegler zaman zaman bizzat iktidarı üstlendiler, daha sonra da zaten Memluk Sultanlığı'nı kurdular. Holt'un kitabı özellikle, Müslümanlar için bir dezavantaja dönüşen bu siyasi yapıyı anlamak bakımından önemli.

Kitaptan Alıntılar

Özellikle doğuda, Anadolu yaylasının perişan yüksekliklerinde, bu belirsiz dönemlerde, Danışmend adında garip bir kişi yaşamaktadır. "Bilge" denilen bu kişi, geçmişi karanlık, maceracı, çoğu okumasız yazmasız olan diğer Türk beylerinin tersine, çok çeşitli alanlarda eğitim almıştır. Kısa bir süre sonra Danışmendname olarak adlandırılan ünlü bir destanın kahramanı haline gelecektir. Bu destan, Ankara'nın güneydoğusunda yer alan bir Ermeni kenti olan Malatya'nın fethini tasvir etmektedir. Bu kentin düşüşü, anlatının yazarları tarafından, ileride Türkiye olacak toprakların müslümanlaşmasındaki belirleyici dönemeç olarak kabul edilmektedir. (sh. 29)

Tarihçi İbn el Esir'in vatanı olan Musul, "Cezire"nin, yani Mezopotamya'nın, Dicle ve Fırat gibi iki büyük nehir tarafından sulanan verimli ovanın başkentidir. Çok önemli bir siyasal, kültürel ve ekonomik merkezdir. Araplar, onun lezzetli meyvelerini, elmalarını, armutlarını, üzümlerini, narlarını övmektedirler. Bütün dünya, bu kentin ihraç ettiği nitelikli ince kumaş ile onun adını özdeşleştirmektedir. Muslin. Frenkler (haçlılar) geldiğinde, emir Kürboğa'nın topraklarında başka bir zenginlik işletilmeye başlanmıştı. Seyyah İbn Cübeyr birkaç on yıl sonra, neft (PETROL) adındaki bu zenginlik kaynağını tasvir edecektir. Dünyanın bu parçasını bir gün zengin edecek olan bu koyu renkli değerli sıvı, daha şimdiden kendini geçenlerin bakışlarına sunmaktadır. (sh. 49)

Albert d'Aix'in bir cümlesi, bu konudaki dehşeti emsalsiz bir şekilde göstermektedir: Bizimkiler yalnızca öldürülmüş Türk ve müslümanları değil, köpekleri de yemekten iğrenmiyorlardı. (sh. 64) Yamyamlık, yamyamlık, yamyamlık. Vahşiliğin geldiği noktaya bakar mısınız

Saint -Gilles'in kendinin ve adamlarının güvenliğini sağlamaya şeref sözü vermesi koşuluyla teslim olmaya karar verir. İbn el Esir, özenli bir şekilde şöyle yazacaktır: Frenkler sözlerini tuttular ve onların gece Askalan limanına giderek oraya yerleşmelerine izin verdiler. Sonra şunları ekleyecektir. Kutsal kentin halkı (Kudüs halkı) kılıçtan geçirildi ve Frenkler müslümanları bir hafta boyunca katlettiler. Mescidi Aksa'da atmışbinden fazla insanı öldürdüler. Ve doğrulanması olanaksız rakamlar kullanmaktan kaçınan İbn el Kalanissi şu kesinlemede bulunmaktadır: Çok insan öldürüldü. Yahudiler havralarında toplandılar ve Frenkler onları burada diri diri yaktılar. Evliya anıtlarını ve İbrahim'in -tanrı huzur versin- mezarını da tahrip ettiler.

İstilacıların tahrip ettikleri anıtların arasında, Kudüs'ü 638 şubatında rumlardan almış olan ikinci halife Ömer ibn Hattab adına yapılmış olan Ömer camii de bulunmaktadır. Ve araplar bunu izleyen süre içerisinde, kendi davranışlarıyla Frenklerinki arasındaki farkı açığa çıkartmak üzere bu örneği sık sık hatırlatacaklardır. 638 şubatında Halife Ömer, ünlü beyaz devesinin sırtında kente girmiştir ve kentin Rum patriği ona doğru yaklaşmaktadır. Halife, sözlerine bütün kent halkının can ve mallarının güvencede olduğuyla başlamış, patrikten kendini hristiyanlığın kutsal yerlerini gezdirmesini istemiştir. İsa'nın mezarındayken (kıyama, kutsal kabir) ibadet saati gelmiştir. Ömer patriğe, namaz kılmak için seccadesini nereye serebileceğini sormuştur. Patrik ona, yerinde kalabileceğini söyleyince, halife: Eğer bunu yaparsam, yarın müslümanlar, Ömer burada namaz kıldı, diyerek buraya sahip çıkmak isterler, cevabını vermiştir. Ve seccadesini alıp, namazını dışarda kılmıştır. Doğruyu görmüştür, çünkü adını taşıyacak olan camii tam da burada inşa edilmiştir. Frenk şefleri, ne yazık ki bu gönül yüceliğine sahip değillerdir. Zaferlerini, tarifi olanaksız bir katliamla kutlamışlar, sonra saygı duyduklarını iddia ettikleri kenti vahşice yağlamışlardır.

Onların dindaşları bile bu vahşetten kurtulamamışlardır. (sh. 79)

Tam frenklere saldıracağı sırada Musul valisini kim öldürdü? Tuğtekin, Rıdvan ile dostları haşhaşiyun tarikatını itham etmekte acele etmiştir. Fakat o çağı yaşayanların çoğuna göre, katili bir tek Şam'ın efendisi silahlandırabilirdi. İbn el Esir'e göre, bu cinayetten çok etkilenen kral Baudouin, Tuğtekin'e çok aşağılayıcı bir mesaj göndermiştir: Önderini Allah'ın evinde öldüren bir millet yok edilmeyi haketmektedir, demiştir. (sh. 123)

Epeyi ilkel sağlık koşullarına sahip oldukları kadar Doğu'daki hayat koşullarına alışamayan Batılılar, çok yüksek bir çocuk ölüm oranına sahiptirler ve bu da iyi bilinen bir doğa yasası uyarınca erkek çocukları daha fazla etkilemektedir. Batılılar düzenli hamama gitme adedini edinerek ve Arap hekimlere daha fazla başvurarak durumu iyileştirmeyi ancak zaman içinde öğrenebileceklerdir. (sh. 158)

Bazı çalışma arkadaşları onun savurganlığını eleştirdiklerinde Selahattin rahat bir gülümsemeyle şöyle karşılık vermekteydi: Bazı insanlar için para kumdan daha değerli değildir. Nitekim zenginlik ve lüksü samimiyetle küçümserdi ve Fatımi halifelerinin masalsı sarayı onun eline geçtiğinde, buraya emirlerini yerleştirmiş, kendi ise, vezirlere tahsis edilen daha mütevazi konağa yerleşmiştir. (sh. 255)

Ve 2 Ekim 1187'de, Hicretin 583. yılının 27 Recebinde, tam da müslümanların peygamberin Kudüs'ten göklere yükselmesini kutladıkları günde Selahaddin Kutsal Kent'e girer. Emirler ve askerler kesin emir almışlardır: Frenk olsun, Doğulu olsun, hiçbir hristiyan rahatsız edilmeyecektir. (sh. 259)

Dönemin bütün büyük müslüman yöneticilerinden sonra olduğu gibi, Selahaddin'in ardından da hemen iç savaş çıkmıştır. Ölür ölmez, imparatorluğu parçalanmıştır. (sh. 283)

23 Ekim 2011 Pazar

7,2 : Van Depreminin Şiddet Derecesi ve Yine Yıkıldık

Van'da Deprem

İrfan'ın Yorumu:
Öğlen saatlerinde aniden gelen haber yine hepimizi perişan etti. Evet Van'da büyük bir deprem olmuş, 7.2 şiddetinde deprem oldu. Bununla ilgili haberi aşağıda detaylı olarak okuyacaksınız ama benim üzerimdeki hisleri burda paylaşmak isterim. Ben ki 1999 büyük marmara depremini yaşamış, onun şiddetini görmüş, Adapazarı'na, Yalova'ya giderek dehşeti iliklerime kadar hissetmiştim. Onküsür sene geçti. Van'da yaşanan deprem hepimizi ciddi sarstı. Tabi televizyonlarda yine bildik deprem uzmanları, bildik tavsiyeler ve yıkılan binalar, oradan kurtarılan canlılar vs. Ama yine iddialı bir şey söylemeyi tam da buradan söyleyebilirim:


Bu depremlerin sayısı ve şiddeti şu önümüzdeki 100 sene içerisinde çok daha fazla olacaktır. Evet, bu gaypten gelen bir bilgi. Bakın Kur'an'a, görürsünüz siz de. İnsan karada ve denizde yaptıklarından dolayı fesada uğratıyor yaşadığı yeryüzünü. Sen ne diyorsun kardeşim, depremin bununla ne ilgisi var diye soruyorsunuz değil mi?

Bu kadar vahşice yeraltında bulunan petrolün, doğalgazın çekilmesi yeryüzünün durumunu değiştirmiş görünüyor. Yer altındaki dengeler, insanoğlunun vahşice saldırganlıkları dolayısı ile bozulmuş vaziyette. Allah'ın sünnetinde bir değişiklik yok, yani Allah'ın kanunlarında bir değişiklik bulamayız. Doğayla barışık değil de savaş temeli üzerine kurulu kapitalist zihniyetin getirdiği aşama işte bu kadar olur. Bu da benim kanaatim...
Acınızı paylaşıyoruz Van ahalisi. Allah sabır ve güç versin. Amin.



Van'da, saat 13.42'de merkez üssü Tabanlı köyü olan 6.6 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Bölge iller ve Irak'ın kuzeyindeki Duhok ve çevre yerleşim birimlerinde de hissedilen depremin büyüklüğü daha sonra Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsünce 7.2 olarak güncellendi.

Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü, bu depremin ardından bölgede büyüklükleri 2.9 ile 5.5 arasında değişen artçı sarsıntılar meydana geldiğini bildirdi.

Ölü sayısı

Deprem ile ilgili bilgi veren AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Van merkezde 10 ölü, Erciş'te ise 60 ölü olduğunu açıkladı.

Binalar yıkıldı

Iğdır’dan Hakari’ye Van’dan Şanlıurfa’ya kadar bütün yerleşim merkezlerinde hissedilen depremde bazı binalar yıkıldı, çok sayıda bina hasar gördü. Yaralanan çok sayıda kişi hastaneye kaldırılırken, enkaz altında kalanları kurtarma çalışmaları sürdürülüyor.

Depremde can kaybının fazla olmasından korkuluyor. Van Havaalanı'nın da depremde zarar gördüğü ve uçakların Erzurum'a yönlendirildiği belirtiliyor.



Dört artçı deprem daha

Merkez üssü Van'ın merkez ilçeye bağlı Tabanlı köyü olan 7.2 büyüklüğündeki deprem, Erzurum, Kars, Iğdır, Ardahan ve Ağrı'da da hissedildi. Atatürk Üniversitesi Deprem Araştırma Merkezi, saat 13.56'da 5.6 büyüklüğünde bir sarsıntı daha kaydedildiğini bildirdi. Van'daki depremin ardından, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki il ve ilçelerinde hissedilen sarsıntı nedeniyle vatandaşlar evlerinden dışarı çıktı.

Iğdır'da sarsıntı sırasında bir dershaneden çıkmayan çalışan öğrencilerden ikisi bayıldı. Ambulansla hastaneye kaldırılan öğrencilerin sağlıkdurumunun iyi olduğu öğrenildi.

Bir çok ilde hissedildi

Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırma Enstitüsü’nün merkez üssünü Van’a 30 kilometre uzaklıktaki Tabanlı Köyü olarak saptadığı deprem, yerin 5 kilometre altında meydana geldi ve 25 saniye sürdü. Kandilli’nin Richter ölçeğine göre 7.2, Atatürk Üniversitesi Deprem Araştırma Merkezi’nin 7 büyüklüğünde olduğu açıkladığı deprem, bazı binaların yıkıldığı Van kent merkezi ile Hakkari’de şiddetli olmak üzere Bitlis, Ağrı, Iğdır, Erzurum, Muş, Bingöl, Tunceli, Batman, Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Siirt ve Şanlıurfa’da hissedildi.

Binalar yıkıldı, enkaz altında kalanlar var

Depremin merkez üssü Tabanlı köyü ve çevre köylerle, kent merkezinde birçok bina yıkıldı. Çatıları ve bacaları yıkılan, duvarları çatlayan birçok bina hasar gördü. Kazım Karabekir Caddesi’nde ve Cumhuriyet Caddesi’nde yıkılan binaların enkazında kalanları kurtarmak için ekipler çalışma başlattı. Enkaz altından yaralı çıkarılanlarla sinir krizi geçiren bir çok kişi ambulanslarla hastaneye kaldırıldı.

Elektrik ve telefonlar kesildi

Yüzeye yakında olması nedeniyle yıkıcı etkisi büyük olan deprem sırasında telefonlar sustu, elektrikler kesildi. Depremle birlikte sokağa fırlayan halk, artçı şokların devam etmesiyle paniğe kapıldı. Bir çok kişi araçlarla kenti terk etmeye başladı.

Karayolunda çökme meydana geldi

Van-Erciş Karayolu'nda 3 yerde çökme meydana geldi. Bu çökmeler nedeniyle karayolunda ulaşımın güçlükle yapıldığı belirtildi.

Kızılay'ın yardımları bölgede

Türk Kızılayının gönderdiği yardım malzemelerinin deprem bölgesine ulaşmaya başladığı bildirildi.

Türk Kızılayından yapılan yazılı açıklamaya göre, depremin ardından acil olarak harekete geçen Türk Kızılayı, Ankara, Elazığ, Erzurum, Muş, Adana, Diyarbakır, Ağrı ve Manisa bölge afet müdahale ve lojistik merkezlerinden çok sayıda uzman personel ve afet malzemesi bölgeye doğru yola çıktı.

İlk planda sevk edilen bin 163 çadır, 4 bin 250 battaniye, 100 katalitik soba, bin 40 gıda kolisi ve 500 kumanya bölgeye ulaşmaya başladı. Bölgeye 2 mobil fırın gönderilirken, Türk Kızılayının Van'daki aşevi de afetzedeler için yemek çıkaracak.

Erciş'e ulaşan ilk 50 çadırın kurulumuna da başlandı. Bölgedeki Türk Kızılayı kan merkezlerinden de yaralılar için gerekli kan ürünleri bölgedeki hastanelere ulaştırılıyor. İhtiyaç duyulacak ek malzemenin bölgeye ulaştırılması için de tüm hazırlıklar tamamlandı.

Yardım ekipleri deprem bölgesinde

Arama Kurtarma Derneği (AKUT) ekiplerinin, deprem bölgesine ulaşmaya başladığı bildirildi. AKUT'dan yapılan yazılı açıklamaya göre, derneğin Bingöl, Erzurum, Trabzon ve Giresun ekipleri deprem bölgesine ulaşmaya başladı. Ankara ve Kocaeli ekipleri de Van'a gitmek üzere yola çıktı.

Zonguldak Afet ve Acil Durum Müdürlüğünün 9 kişilik arama-kurtarma ekibi karayoluyla deprem bölgesine hareket etti.

İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı ekipleri, Van'da meydana gelen depremin ardından bölgeye hareket etti.

ERCİŞ'TE FELAKET (tıklayınız)

Van’da yaşanan 7,2 şiddetindeki depremde en büyük zarar Erciş ilçesinde yaşandı. İlçede 80 binanın yıkıldığı ve ilk gelen bilgilere göre 30'dan fazla ölü olduğu bildirildi.

BİTLİS (tıklayınız)

Van merkezli deprem, Bitlis’te de çok sayıda evin yıkılmasına neden oldu. Bitlis'in Adilcevaz ilçesi Aydınlar beldesinde enkaz altından 9 yaşındaki bir çocuğun cesedi çıkarıldı.

20 Ekim 2011 Perşembe

Bu da Gitti, Bu da Gitti: Kaddafi de Gitti

Kaddafi, memleketi Sirte’de öldürüldü

20/10 19:34 CET


İrfan'ın Yorumu:

Tunus ile başladı ilk diktatörün devrilmesi, hemen akabinde sabırla bekledik Mısır firavunun paldır küldür yıkılışını. Büyük bir olaydı onun yıkılışı. Ne oldu ise ondan sonra oldu. Diğer firavunun ülkesinden gelecek haberleri bekliyordu kulaklarımız. Kaddafiydi diğer firavun. Herhalde Suriye firavunu bunları gördüğünde yatağında rahat yatamıyordur. Ya da diğer firavunlar... Diktatörlür... Zalimler... Yemen eli kulağında, yıkıldı yıkılacak... İşte Türkiye topraklarında PKK'nın yaptığı eylem sonucunda büyük bir acının yaşandığı sıralarda Libya'dan Kaddafi'nin yerlerde sürünen, yıkılmış, perişan, zelil görüntüleri düştü ekranlara. Bize de şu söz yakışır: Sıradaki gelsin !

Bu şekilde giriş yaptıktan sonra Euronews'den aldığımız haberi paylaşarak tarihe notumuzu düşelim değil mi. Amma not düşdük bu firavunlarla ilgili bu aylarda. Hadi bakalım not düşmeye devam inşallah !

Oynat/ Durdur Video

dünya

smaller_text larger_text
||

Libya’nın devrik lideri Muammer Kaddafi’nin vurulduktan sonra, hayattaki son görüntüleri yayınlandı.

NATO saldırısından kaçmaya çalıştığı sırada memleketi Sirte’de, başından ve iki bacağından yaralanan Kaddafi, bu görüntülerin yayınlanmasından kısa bir süre sonda hayatını kaybetti.

8 ay boyunda ülkesindeki muhalefete direnen Kaddafi’nin cansız bedeni bu şekilde fotoğraflandı.

Libyalı muhalifler ise zaferleri sonrası kutlama yapıyor.

Kaddafi’nin bir kanalizasyon tünelinde sıkıştırılıp, öldürüldüğü belirtiliyor:“O burada uyuyordu. Etrafında da birkaç koruma görevlisi vardı. Güçlü vücudunu bu küçük yerden çıkardık ve yakaladık. Birileri de onu 9 mm bir silahla vurdu.”

Kaddafi’yi yakaladığını iddia eden askerler, devrik liderin ele geçirildiği sırada “Ateş etmeyin, Ateş etmeyin” diye bağırdığını belirtiyor.

Üzerinde haki renkli bir askeri üniforma olan Kaddafi’yi yakalayan muhalifler, ayrıca Kaddafi’nin elinde bulunan altın kaplama tabancayı da ele geçirdi. Silah, devrik liderin sembollerinden biri olarak kabul ediliyordu.

Copyright © 2011 euronews

PKK'nın Büyük Saldırısı: 24 asker hayatını kaybetti

Türk ordusu sınır ötesi operasyon başlattı


İrfan'ın yorumu: Dün gece PKK Hakkari'de eş zamanlı olarak bir saldırı başlattı ve çok büyük bir kayıp verdirdi. Hali ile bu olayın yankıları da çok büyük oldu ve olmaya da devam edeceğe benziyor. Cumhurbaşkanı: İntikam, Başbakan: İtidal dedi. Olan, evlatlarını el bebek, gül bebek yetiştirip askere yollayan ailelere oldu. Ateş onların yüreklerini dağladı. Tarihin önemli anlarından birine şahitlik ettiğimiz bu günlerde, olayı BBC'nin kaynaklığında sunalım dedim.

Türk ordusu, Hakkari'nin Yüksekova ve Çukurca ilçelerinde sekiz ayrı askeri noktayı hedef alan saldırının ardından sıcak takip operasyonu başlattı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, saldırılarda 24 askerin hayatını kaybettiğini, 18 askerin de yaralandığını söyledi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de ilk açıklamasında saldırının intikamının büyük olacağını kaydetti.

Türk ordusunun yakın tarihteki en ağır kayıplardan birini vermesine neden olan çatışmanın saat 01.00 sıralarında PKK militanlarının Çukurca'da güvenlik güçlerinin bulunduğu binalara yönelik uzun namlulu silahlarla gerçekleştirdiği saldırıyla başladığı belirtildi.

Yüksekova ve Çukurca'yı hedef alan çatışmaların sabah 5'e kadar sürdüğü bildirildi. Çukurca bölgesinde aynı anda 8 ayrı hedefe saldırı düzenlendiği ifade edildi.

Hakkari Valisi Muammer Türker, iki saldırının eş zamanlı gerçekleştiğini söyledi.

Saldırının polis ve askeri noktalara aynı anda yapıldığını belirten Vali Türker, güvenlik güçlerinin de aynı anda karşılık verdiğini bildirdi.

Silah sesleri halk arasında büyük kaygı yarattı.

Saldırıya uğrayan askeri birliklerin çoğu Irak sınırı yakınında yer alıyor. PKK militanlarının saldırıyı gerçekleştirdikten sonra Irak'a kaçtığı haber veriliyor. Bazı kaynaklar saldırının 200 kişilik bir PKK'lı grup tarafından gerçekleştirildiğini bildiriyor.

Fransız Haber Ajansı AFP, Fırat Haber Ajansı'na atıf yaptığı haberinde, PKK'nın, eylemi Türk ordusunun hava saldırılarına misilleme olarak gerçekleştirdiğini aktardı.


Komuta kademesi bölgede

Çukurca ve Yüksekova saldırıları ardından Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel ve kuvvet komutanları bölgeye gitti.

Bölgede kapsamlı operasyonlar başlatıldığına dair haberler alınıyor. Reuters haber ajansı Türk birliklerinin PKK militanlarının takibi için Irak sınırından 3-4 kilometre içeri girdiğini duyurdu.

Haberler daha sonra hükümet yetklilerince de doğrulandı.

AFP Ajansı, saldırı ardından Türk askerlerinin sınırın iki ayrı noktasından takip amacıyla Irak topraklarına geçtiğini aktardı.

Ayrıca Diyarbakır'dan da savaş uçaklarının kalktığı ve sınırı ötesi operasyonun havadan da desteklendiği bildiriliyor.

PKK sözcülerinden Ahmet Deniz, AFP'ye yaptığı açıklamada, Türk ordusunun Türkiye sınırları dışında askeri operasyona girişmesi durumunda en ağır darbeyi alacağını söyledi.


Erdoğan: Terör birilerinin maşası

Ankara'da da üst düzey hükümet yetkililerinin katılımıyla düzenlenen güvenlik zirvesine başkanlık eden Erdoğan toplantının ardından yaptığı açıklamada, PKK saldırılarında hayatını kaybeden asker sayısını 24, yaralı sayısını da 18 olarak açıkladı.

Erdoğan, ''bir yandan terörle mücadele ederken diğer yandan da terörün istismar zeminini yok edeceklerini'' belirtirken, ''İki hususa dikkat çekmek istiyorum. Birincisi artan terör olayları, terör örgütünün birilerinin maşası olduğunu çok net göstermiştir. İkincisi ise terör örgütü son saldırılarla toplumu tahrik etmek, provokasyon yapmaktan başka bir hedefi olmadığını ortaya koymuştur'' dedi.

''Demokrasinin ve özgürlüklerin insan hak ve hürriyetlerinin terörün panzehirleri olduğunu geçmiş dönemde olduğunu gördük'' görüşün dile getiren Erdoğan ayrıca ''Bugünkü olaylardan sonra, yapılan olayları kınarken PKK ve diğer isim değiştirmek suretiyle ortalarda dolaşanları, terör örgütü olarak ilan edemeyenlerin bu sürece olumlu katkısı olamaz. Kimseyi kalkıp kimse aldatmaya yönelmesin. Onların ağzına barış ifadesi de yakışmıyor. Bunu da çok açıkça ifade etmem lazım. Barış, gerçek anlamda barışı özleyenlerin ağzına yakışır, barış yaşanır, barış konuşulmaz'' diye konuştu.

Erdoğan, "Hiçbir saldırıya boyun eğip geri adım atmayacağız" dedi. Erdoğan, PKK'nın "birilerinin maşası olduğunu" belirterek, "teröre destek verenlerden hesap sorulacağını" söyledi.

Daha önceki saatlerdeyse Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Çukurca ve Yüksekova saldırılarıyla ilgili ilk açıklamasında, "Bize bu acıyı çektirenler bunu misliyle çekecektir. Devletimizi bu saldırılarla sarstıklarını zannedenler, hizaya getireceklerini zannedenler, göreceklerdir ki bu saldırıların intikamı çok büyük olacaktır ve misliyle de alınacaktır" dedi.

Gül, ''Şunu kimse unutmamalıdır ki; bize bu acıyı çektirenler, misliyle çekeceklerdir'' diye konuştu.

"Teröre karşı asla taviz vermeden sonuna kadar mücadele etmek de bizim kararımızdır" diyen Cumhurbaşkanı Gül, açıklamasını, "Tüm dünya bilmeli ki Türkiye bu terör karşısında hiçbir şekilde sarsılmayacaktır ve sonuna kadar da bu işi bitirmek için elinden gelen her şeyi yapacaktır" sözleriyle sürdürdü.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hakkari bölgesindeki çatışmalar üzerine bugünkü Kazakistan seyahatini iptal etti.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da, bugün Sırbistan'a yapmayı planladığı çalışma ziyaretini iptal etti.


Kaynak: BBC

http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2011/10/111019_turkey_raid_4.shtml

Aşkın Uzaktan Halleri: Uzaktan Aşk

Kitabın Adı: Uzaktan Aşk
Yayınevi: YKY
Yazarı: Amin Maalouf
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 20 Ekim 2011 – İstanbul


Sevdan çıkmıyor aklımdan

Uyanıkken ya da düşte

Ama ben bu düşü yeğlerim

Düşte yalnız benimsin sen! (sh. 55)



Yazarın ilk okuduğum kitabı Afrikalı Leo beni o kadar etkilemişti ki, diğer kitaplarını da bir çırpıda okumak için elimden geleni yapma kararı almıştım. Yanılmadığımı ikinci kitabını okuduktan sonra da anladım. Kitap bir tiyatro eseri olarak yazılmış, fakat yine o doğunun mistik havası ile batının git-gel duygularını hemen hissedebiliyorsunuz. Karşılıksız aşkın, karşılık bulmasını vurgulu cümlelerle ifadelendiriyor yazar. Hemen bir çırpıda okuyabileceğiniz bir kitap, bigane kalmayın derim...

Kitabın Arka Kapağı:

XII. yüzyılda, Akitanya'dayız... Soylu bir ozan, Jeufré Rudel, zevk ve eğlenceye doymuş, böylesi bir yaşam sürmekten bıkmış; uzak, arı ve sonsuz bir aşkı düşlüyor... Kusursuz, düşsel bir kadını anlatıyor dizelerinde. Ve günün birinde, denizler ötesinden gelen Gezgin, bu imgenin gerçekten yaşadığını haber veriyor ona. Çılgına dönen ozanın "uzaktan aşk"ını arayışı böyle başlıyor.

Kaija Saariaho'nun bestelediği Uzaktan Aşk operasının ilk gösterimi, 2000 yılı Ağustos ayında Salzbourg'da, Peter Sellars'ın sahnelemesi, Kent Nagano'nun müziksel yönetimi ve Georges Tsypin'in dekorlarıyla gerçekleştirildi. Clémence rolünü Dawn Upshaw, Jaufré Rudel'i Dwayne Croft, Gezgin rolünüyse Dagmar Peckova üstlendi.

Gérard Mortier yönetimindeki Salzbourg Festivali'nin, Jean-Pierre Brossmann yönetimindeki Théâtre du Châtelet'nin ve Santa Fe Operası'nın ortak yapımı olan opera, 2001 Ekim ayında Fransa'da sahnelendi; 2002 Temmuz'unda da ABD'de izlenebilecek.

Uzaktan Aşk operasının librettosunda, Maalouf, amacına ulaşamadan yitip giden bir sanatçı yaşamının eğretilemesini sunarken, yolculuk, sürgün, Tanrı, kimlik ve aidiyet izlekleri çevresinde biçimlenen ve yine Batı'dan Doğu'ya uzanan o dokunaklı aşk ve ölüm masallarından birini anlatıyor.


Kitaptan Bir Alıntı

D'aquest amor suy cossiros

Vellan e pueys somphan dormen

Quar lai ay joy meravelhos

Per qu'ieu la jau jauzitz jauzen. (sh. 55)

Oksitan dilinde yazılan bu metnin Türkçesi yukarıda verilmiştir.

19 Ekim 2011 Çarşamba

Yaşadık, Yaşıyoruz: Emperyal Kuşatma ve İslam Dünyası

Kitabın Adı: Emperyal Kuşatma ve İslam Dünyası
Yayınevi: Genç Birikim
Yazarı: Ali Kaçar
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 18 Ekim 2011 – İstanbul

Haksızlığa, işkenceye, baskıya, zulme, insan haklarıihlallerine, etnik ayrımcılığa, işgallere, mazlum ve masum insanlara dönüktoplu katliamlara engel olmak, mazlumlarla dayanışma içerisinde bulunmak, bırakın aydın olmayı, insan olmanın bir gereğidir. (sh. 116)


Ali Kaçar canlı bir kitaba imzaatmış. Yakın tarihi, gözümüzün içerisine, işte budur dercesine İslami bir pencere ile anlatıyor. Anlattığı olaylar yıllar öncesinin olayları değil, hepimizin çok yakın geçmişte yaşadığı ve halen yaşanan olayları... Kitabın artıları yanında eksileri de sayılabilir ama bu eksi olarak sunacağım şeyler gerçekten eksi midir yoksa bazı şeyleri anlatmada tekrarın faydası yönünde midir, tartışmaya açık. Kitabın eleştirilebilecek yönleri ise, dergi yazıları derlemesi olduğundan bu tekrarların rahatsızlık vermesi endişesi. Kullanılan üslup için şunu söyleyebilirim: Sanki yazar okuyucusunun karşısına geçmiş olayları anlatır gibi o kadar canlı, o kadar yürekten, o kadar acıtıcı. Sloganik gibi görünen ifade tarzını kimisi taktir edebilir, kimisi nakısa olarak zikredebilir. Ama vermiş olduğu akademik bilgileri eğer İslami bir göz ile değerlendirmek ihtiyacı varsa, kitap bunu başarılı bir şekilde yerine getiriyor.

Kitap bazı hakikatleri ortaya koyması açısından önemli. Amerikan hegemonyası, İsrail'in çılgınlıkları, dünyanın duyarlı olan ve olmayan kesimlerinin duruşu, Çin ve diğer istilacıgüçlerin yeryüzünde fesadı yaymada yarışmaları, İslam dünyası ve müslümanların durumu, duruşu, sesi ve sessizliği... Birleşmiş Milletler'in amacı, kuruluş ilkeleri ve yaptıkları ile durum daha net anlaşılacaktır.
Kitabın içerisinden bir alıntıve içindeki başlıklara bir göz attığımızda ne demek istediğimiz biraz anlaşılacaktır. Ama tam anlaşılması için kitabın sayfalarına girmeniz gerekecek.

Kitabın Arka Kapağı:
Bugün halen Ortadoğu'da, Afrika'da, Asya'da ve diğer coğrafyalarda nerede bir dikdatörlük, krallık, şeyhlik varsa bu yönetimler, kendi halklarının iradesi ile değil, emperyalist Batılı ülkelerin destek ve himayesiyle bu çağdışı sultalarını devam ettirmektedirler. Bu dikdatörlüklerin kendi halklarına yönelik gerçekleştirdikleri her türlü insanlık dışı -işkence, tecavüz ve katliam- yine bu yeni sömürgeci Batılı devletlerin istihbari bilgileri, yardım ve teşvikleriyle gerçekleştirilmektedir. Gerçek şu ki sömürgeci Batılı devletler, bu ülkelerden kirli ve kanlı ellerini çekseler, bu yönetimlerin, bir gün bile yaşama şansları kalmayacaktır.

Kitaptan Bir Alıntı
26 Haziran 1945'te kurulan Birleşmiş Milletler (BM)'de 5 üyeye (SSCB, ABD, Fransa, İngiltere ve Çin'e) daimi üyelik statüsünün yanında, bu üye ülkelere veto yetkisi de verilmiştir. Bu ülkelerden biri bu yetkisini yani veto hakkını kullandığı zaman BM'de karar alınamamaktadır. Çünkü BM ve BM'ye bağlı bütün kurumlar, bu 5 daimi üye ülkenin iradesine uygun olarak oluşturulmuştur. Bu ülkelerin dışında BM Güvenlik Konseyi'nde bulunan 10 geçici ülkenin (ki bu ülkeler 2 yıllığına seçilmektedir) göstermelik olmaktan öte hiçbir fonksiyonuve yetkisi bulunmamaktadır. Çünkü bu Konsey'de kararlar 9 evet oyu ile alınması sözkonusu olsa bile, daimi üyelerden birinin veto yetkisini kullanması halinde, alınan karar geçersiz olmaktadır. Yani Konsey'de hatta dünyada ipler, bu 5 daimi ülkenin elindedir. Ortadoğu'da ya da diğer coğrafyalarda olup bitenlerle ilgili olarak BM'nin kendi yasalarına, sözleşmelerine uygun karar alamamasının nedeni bu daimi 5 ülkedir. ABD'nin, Çin'in, SSCB (Rusya)'nın ya da diğer daimi üye ülkelerin hayır dediği bir konuda BM'nin karar alabilmesi mümkün değildir. Filistin'de, Irak'ta, Afganistan'da, Çeçenistan'da, Doğu Türkistan'da ve daha birçok bölgede var olan uluslararası sözleşmelere aykırı olarak yapılan işgallerin, istilaların, katliamların önüne geçilememesi, hatta kınanamamasının nedeni BM'nin haksız, adaletsiz olarak bu yapılanmasından kaynaklanmaktadır.

Neden 10 ya da daha fazla değil de 5, neden her sene veya belirli sürelerde değişen ve her ülkenin aynı yetkiyle üye olması değil de, 5 ülkeye verilen daimi üyelik statüsü benimsenmiştir? Sadece 5 ülkenin dünyanın kaderini ellerinde tutması hangi adalet anlayışı ile bağdaştırılabilir? Bu durum, bu 5 ülkenin, kendi emperyal amaçlarını gerçekleştirmek için BM ve benzerlerini paravan birer kuruluş olarak kullanmalarına neden olmaktadır. Emperyalist galip devletlerin adaletten, hak ve hukuktan anladıkları bu kadardır! Necip Fazıl'ın bir şiirinde dediği gibi:

"Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa"

Böyle bir örgütten ezilmişlerin, güçsüzlerin, yoksulların ve mazlumların lehine ya da müstekbirlerin, zalimlerin, emperyal güçlerin, haramzadelerin aleyhine adaletin tecelli edebileceğini beklemek mümkün müdür? Çeçenistan'da jenosid uygulanmakta, Filistin'de çoluk çocuğu ile bir halk yok edilmekte, Irak'da, Afganistan'da ve diğer birçok coğrafyada masum halka masum halka yönelik işkenceler, tecavüzler ve katliamlar yapılmaktadır. BM'nin kuruluş amacına ve ilkelerine birer saldırı olan bu uygulamalar karşısında BM'de ses seda yok! Hatta BM, çoğunlukla tecavüzcülerin,işkencecilerin, işgalcilerin işlerini kolaylaştırıcı anlamda, yapılıp edilenlere meşruiyet kılıfı hazırlamaktadır. Dolayısıyla BM ve benzeri kurum ve kuruluşların varlığı, emperyalist ülkelerin işlerini kolaylaştırmaktadır. (sh.302-303)

Bu alıntıyı yaptıktan sonra kitabın konu başlıklarından bazılarına bir göz attığımızda, ne demek istediğimiz veyazarın ne demek istediği anlaşılacaktır sanırım.

• ABD, Terörizmi Evrenselleştirmek istiyor
• Afganistan'a saldıran terörist devletleri, tarih bir gün mutlaka lanetleyecektir
• Türkiye, Afganistan'daki savaşın piyonu olmamalı
• TC zaten Amerika'nın taşeronu değil mi?
• Özbekistan'da Kerimov yönetimi ve İslami Muhalefet
• Siyonist terör devleti ile barış mümkün mü?
• Uygur Türkleri ve emperyal tuzaklar...

18 Ekim 2011 Salı

Bir Yahudi 1027 müslümana bedeldir !

İlk önce CNNTürk internet sitesinden haberi paylaşalım...


Geri İleri

İsrailli asker Gilad Şalit karşılığında 1027 Filistinlinin salıverilmesini öngören takasın ilk aşaması hayata geçirildi. Sabah saatlerinde yaşanan belirsizliklere rağmen Gilad Şalit, İsrailli yetkililere teslim edildi.



Mısır TV'sine demeç verdi

Gilad Şalit serbest kalmasının ardından Mısır televizyonuna çıktı. Kısa süren röportajda yorgun olduğu gözlenen Şalit, "Çok heyecanlıyım" dedi. İyi olduğunu söyleyen İsrailli asker, "Artık özgürüm. Yapacak çok şeyim var" diye konuştu.

Daha sonra da İsrail medyası Gilad Şalit'in İsrailli yetkililere teslim edildiğini bildirdi. İsrail TV'si ve ordu radyosu Gilad Şalit'in İsrailli yetkililere teslim edildiğini açıkladı.

Bir süre sonra da İsrailli asker Gilad Şalit'in İsrail'de olduğu resmen doğrulandı. İsrail Ordu sözcülüğü, Şalit'in İsrail'de bulunduğunu doğrularken,Şalit'in Kerem Şalom'dan, Tel Nof'taki hava üssüne ulaştırılmak üzere bir kaç arabalık bir konvoyla, bir başka askeri üsteki helikoptere götürülmekte olduğu da bildirildi. Bu arada, Şalit'in İsrail'de olduğunun resmen duyurulması, Şalit ailesinin Mitzpe Hila'daki evi etrafında bekleyenlerce sevinç gösteriyle karşılandı.

Netanyahu da Tel Nof askeri üssünde

Şalit'i karşılayacaklar arasında bulunan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da Tel Nof askeri hava üssüne geldi. Öte yandan, Şalit ailesi de halen Nel Nof askeri üssünde, kendilerine ayrılan odada beklemeyi tercih ediyorlar. İsrail radyosunun haberine göre, aile, oğullarıyla ilk görüşmelerinde tek başlarına olmayı tercih ediyorlar. Askerin babası Noam Şalit, Tel Nof'ta basın mensuplarına "Merak içindebekliyoruz. Nasıl döneceğini bekliyoruz. Fiziki durumunun nasıl olduğunu bilmiyoruz" dedi.

Filistinliler de serbest

Bir süre sonra da serbest bırakılacak 1027 Filistinli mahkumdan bugün serbest bırakılacak 477 kişinin bir kısmının serbest bırakıldığı duyuruldu ve TV'den görüntüleri yayınlandı.

Refah'ta sevinç var

Esir değişimi ile Gazze bayram yerine dondü. İsrail askeri Gilad Şalit'in teslim edildiğine dair görüntülerin yayını ardından Refah sınır kapısında da sevinç yaşanmaya başladı. Erken saatlerden itibaren Refah sınır kapısına gelerek bekleyen tutsakların aileleri ve yetkililere Kızılhaç yetkilileri de eşlik etti.

Bu arada, Gazze'deki yönetimin Başbakanı İsmail Haniye, Refah sınır kapısına geldi. Haniye, sınır kapısındaki binaya girerken iki eliyle uzun süre zafer işareti pozu verdi.

Anlaşmanın son anda iptal edilmesi endişesi taşıyan aileler, yayımlanan listede isimleri yer alan yakınlarına kesin olarak kavuşacaklarını bilerek dans etmeye başladı. Hamas ve Filistin lehine sloganlar da atılan sevinç gösterilerinde kadınlar da zılgıt çekiyor, herkes tekbir getiriyor. Gazze'deki yönetimin başbakanı İsmail Haniye dahil olmak üst düzey Hamas yöneticileri ve diğer örgütlerin temsilcileri de sabahın erken saatlerinden itibaren Refah sınır kapısına gelmeye başladı. Tutuklular önce Haniye tarafından karşılanacak, ardından da ailelerin de beklediği alana getirilecek.

Güvenlik ise Hamas hükümetine bağlı polis teşkilatı ve yine Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları tarafından sağlanıyor.

Kaynak: CNNTürk


İrfan'ın yorumlamaktan aciz kaldığı ve canının sıkıldığı yorumu:

Gilad Şalit 2006 yılında işgalci İsrail terör devleti tarafından Gazze'ye yapılan saldırıda esir olarak alınan bir er. 2011 yılı sonları ve bu er karşılığında 1027 müslümanın serbest bırakılması. Son saldırı karşılığında Gazze'de hayatını kaybeden (kadın-çocuk-yaşlı ayırımı yapılmadan) sayısı 1500.

1027 tane müslümanın serbest bırakılmasına o kadar çok seviniyorum ki...

Bir yahudi kanı 1027 müslümana bedeldir yaklaşımından o kadar rahatsız oluyorum ki...

Sevincim ve rahatsızlığım, iki ayrı duygunun çarpışması...

Vicdanımı rahatlatacak duyguyu ifadelendirecek kelimeler bulamıyorum.

Sevincimi paylaşacak kelimeleri bulamadığım gibi.

Bu Hamas'ın başarısı mı? Evet

Bu İsrail terör devletinin başarısı mı? Evet

Bana herhalde susmak ve Rasulullah'ın şu duasını yapmak düşer: "Ya Rabbi bana hakkı hak olarak göster ve ona tabi olmayı nasib et. Yarabbi bana batılı batıl olarak göster ve ondan uzaklaşmayı nasib et."