30 Ocak 2012 Pazartesi

Çöküş ve Diriliş


Kitabın Adı: Müslümanların Çöküşüyle Dünya Neler Kaybetti
Yayınevi: Bir Yayıncılık
Yazarı: Ebu'l-Hasen en-Nedvi
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 30 Ocak 2012 – İstanbul 


Müslümanların hayat meydanından çekilmeleri, dünya liderliğinden ve milletlere önderlik etmekten uzaklaşmaları, dini ve dünyevi meselelerde çok geride kalmaları, kendilerine ve insanlığa karşı işledikleri cinayetler yüzünden; Avrupa, dünya milletlerinin liderlik koltuğuna oturmuştur. Sahipleri tarafından terkedilen hayat ve medeniyet gemisinin yürütülmesinde ve dünya liderliğinde, müslümanların yerini almıştır. (sh. 406)


İrfan'ın Yorumu:
Kitabı şu an piyasada bulamazsınız. Yani baskısı yok. Ve maalesef ki yok. Çünkü bu kadar değerli bir kitabın baskısının olmaması büyük bir eksiklik. Büyük bir âlim ve aynı derecede müthiş bir kitap. Müslümanların çöküşü ve bu çöküş dolayısı ile oluşan büyük buhranlar.
Eğer bu kitabın baskısı yok diye okumamazlık ederseniz büyük bir kayıp yaşarsınız. Muhakkak eşinizde, dostunuzda, arkadaşınızda, bu büyük âlimi tanıyan kişilerde vardır. Bu kitap muhakkak bir tanıdığınızın kütüphanesinde ücra bir yerde açığa çıkmayı bekliyordur. Çünkü kitap o kadar güncel ve o kadar akıcı ki, elinizden bırakamayacak ve okudukça "ah vah" çekmekle beraber, "evet, işte budur, bunların yapılması lazım" diyerek çözüm yollarını da gözlerinizle görebileceksiniz. Müslümanım diyen insanların üzerindeki ataleti, uyuşukluğu, nedenlerini ve çözümlerini bir çırpıda görebileceksiniz.
Kitapla ilgili notlardan sonra Nida dergisinde çıkan bir yazıyı da buraya koymayı uygun gördüm.



Kitabın Arka Kapağı'ndan:
Üzerinden asırlar geçmesine rağmen, müslümanların gerilemeleri, yeryüzünün doğusunda ve batısında o gün bulundukları mevkiden uzaklaştırılmaları, insanları hâlâ üzecek kadar önemli bir hadise midir? Çeşitli milletler ve kavimlerle dolu olan dünya, bu İslam milletinin gerilemesiyle gerçekten bir şeyler kaybetti mi? İslam devletlerinin enkazı üzerinde büyük bir devlet kurarak, dünya liderliğini ve hakimiyetini müslümanların elinden alan Avrupa milletlerinin bu liderliği üstlenmelerinden sonra, dünyanın ve milletlerin durumu ne hale gelmiştir? Şayet İslam alemi bir gün düştüğü bu çukurdan doğrulma imkanı bulur ve daldığı uykudan uyanarak hayatın dizginlerine yeniden sahip olacak olursa durum ne olur?
İşte bütün bunlar bu kitabın cevaplandırmaya çalıştığı sorulardır.

Kitaptan Alıntılar

İslam dünyasının yegane görevi; Allah'a, Rasulüne, âhiret gününe imana davet etmektir. Bunun en büyük mükafatı da, insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak, kula kul olmaktan kurtarıp, sadece Allah'a kul etmek, dünyanın sıkıntılarından kurtarıp, İslamın adaletine teslim etmek olacaktır. Hiç şüphesiz, bu dinin üstünlüğü ve kolay anlaşılır oluşu geçen asırlardan daha çok bu asırda belli olmuştur. Cahiliye hayatı, bütün çirkinlik ve kötülüğüyle ortaya çıkmış, insanlar, ondan daha çok tiksinmeye ve nefret etmeye başlamıştır. İşte bu, dünyanın cahiliye liderliğinden İslamın liderliğine intikali demektir. Şayet müslümanlar derin uykularından uyanır, silkinir ve bu dini bütün samimiyet, gayret ve cesaretleriyle bağrına basarsa, İslamiyeti, dünyayı çökmekten, dağılıp yok olmaktan kurtarabilecek yegane din olarak kabul ederse, dünya liderliği müslümanların eline geçecektir. (sh. 421)
Yetenekli, mükemmel vasıflara sahip, güvenilir insanlar paryalar gibi uzaklaştırılıp, işkencelere maruz bırakılırken; devlet işlerinin, hükümdar veya bir emirin etrafında kümelenmiş, şuursuzluktan, akılsızlıktan vicdansızlıktan, devlet malını şehevi arzu ve istekleri istikametinde kullanmaktan, dünyada dalkavukluktan, riyakarlıktan ve temiz insanlara çamur atmaktan başka bir vasfı bulunmayan insanların eline bırakılmasına hangi vicdan razı olur ? (sh. 453)

--------------------------------------------------------------------------


Ebu’l-Hasen Ali el-Hasenî en-Nedvî


Özgeçmiş

Nesebi Efendimiz Hasen bin Alî’ye (r.a) ulaşır. Bu Ümmet’in mühim şahsiyetleriyle bir araya geldi, onlardan faydalandı ve faydalı oldu. H.1381’de tayîn olunduğu Nedvetu’l-`Ulemâ’nın1 Genel Sekreterliği’ne hayâtının sonuna kadar devâm etti. Çeşitli cem`iyyet ve merkezlerin, mahallî ve uluslararası hey´etlerin kuruluşuna iştirâk etti. Râbitatu’l-Edebi’l-İslâmî’yi2 (İslâmî Edebiyât Birliği) kurdu ve başkanı seçildi. Hayâtı da`vet ve İslâm’a hizmet ile doludur. Hâtıralarının bir kısmını “Fî Mesîrati’l-Hayât” : Hayâtın Seyrinde” kitâbında anlattı. Onunla ilgili pek çok şey yazıldı. Onun hakkında Şeyh `Alî et-Tantâvî’nin3 –rahimehu’llâh- sözü yeterlidir herhâlde: “Ümmet’in sâlih `âlimleri ve ihlâslı da`vetçilerinden bir ferdir.”
Çeşitli te´lîfleri vardır. Çokça tasnîf yapanlardandır. En bârizi: Mâzâ Hasira’l-`Âlem bi İnhitâti’l-Müslimîn? (Müslümânların Çöküşüyle Dünyâ Neler Kaybetti?4) Pek çok eseri diğer dünyâ dillerine terceme edildi.

23 Ramazan 1420 H. senesi Cuma Günü vefât etti. Allâh O’na rahmet etsin ve en hayırlı mükâfâtıyla mükâfâtlandırsın.

Bu Mülâkat

Bu mülâkatı, Üstâz Hasen `Alî Dibâ, Şeyh’in Devha’ya son ziyâretinde gerçekleştirdi. 1419 H. senesinde Uluslararası Kur’ân-ı Kerîm Yarışması çerçevesinde verilen İslâmî Şahsiyet ödülünü almak için Dubai’ye gelmişti. (Bu mülâkat) iki bölüm halinde “el-Muctema` Dergisi”nde yayınlandı: Sayı: 1338, 30.10.1419 H., sh: 50-51 ve Sayı: 1339, 7.11.1419 H., sh: 54-55.

Şeyh, bundan yaklaşık bir sene sonra vefât etti. Ben bunun onunla yapılmış son mülâkat olduğunu te´kîd edemedim. Fakat bu târîhten sonra onunla yapılmış başka bir mülâkata da vâkıf olamadım. Vallâhu a`lem.

`Allâme en-Nedvî –rahimehu’llâh- bu mülâkatta: Da`vet çalışması yöntemlerinin beyânı yanında, onları en fazla etkileyen şeyler, Nedvetu’l-`Ulemâ, İslâmi cemâ`atler, İslâmî çalışmanın vahdeti, İslâm ve yönetim mes´elesi ve Dünyâ barışından bahsetti.

Şübhesiz bu derin bir `ilmin, uzun deneyimlerin, çeşitli tecrübelerin olgunlaştırdığı evrensel İslâmî bir şahsiyetle yapılmış bir mülâkattır.

O’nunla yapılan mülâkatın takdîminde konuşmacı diyor ki:

Ebu’l-Hasen en-Nedvî şimdiki `asrın en büyük İslâm mütefekkirlerinden biridir. Onun eğitimi nesillere büyük bir rûh aşıladı. Bu rûh, geçmişin hâdiselerini okuyarak, şimdiki zamânın fikirlerini şekillendirmekte, doğruya götüren bir şu`urla yenileyerek doldurmakta, bu Ümmet’i uyandırıp, önderliğe geçirmekte ve vâkı`aya meylettirmemektedir.

Ebu’l-Hasen’in bütün te´lîflerinde nesilleri terbiye edici fikirler mevcûddur. Arapça, Urduca ve ayrıca Batı dillerinde yazmıştır. Bütün halkı Allâh’ın rızâsına teslîm olmaya çağırmıştır: “Sen öndersin. Senin gidişinle dünyâ kaybetti. Haydi, dünyânın önderliğine hazırlan...” O’nun “Müslümânların Çöküşüyle Dünyâ Neler Kaybetti?” kitâbı târîhin mü´min gözüyle okunması yoluyla İslâmî şahsiyetin yeniden inşâsı için yazılmıştır.
Bu dünyâya hükmedenler, da`vet ve fikirde yöntem, ´asrımızda İslâmî terbiye mes´eleleri, fikir sorunları, insânın vazîfesi ve hikâyesi, değişim mes´eleleri, İslâmcılar ve yönetim, Sirhindî’ye göre Hind tecrübesi, barış mes´eleleri, İsrâîl’in sapkın dini ve diğerleri (konuşmanın mevzularıdır).


-Mülâkatın Metni-


İlk Hocaları

Her ilmî yolculuğun durakları vardır, meselâ zât-ı âlinizin yolculuğu, çağdaş nesli harekete geçirmektedir. Şahsiyetinizde kuvvetli izler bırakan en önemli hocalarınız kimlerdir?

İlk hocam, Arab dili ve edebiyâtını kendisinden öğrendiğim Şeyh Halîl bin Muhammed el-Huseyn el-Yemânî’dir.5 Köklü ve derin bir meleke ve zevk sâhibiydi. Öyle ki onun yanında Arab edebiyâtının zevkine varılırdı. Zevk çoğaldıkça, insân Arab edebiyatının tadına doyamaz hâle gelirdi. Tıpkı iştâh açıcı bir yemekten duyulan zevk gibi. Mu`allimlerin en ustalarındandı: Arab edebiyâtının canlı, verimli ve önde gelen bir temsilcisidir... Üstadların en başarılılarındandı. Arapça kültürümü ona borçluyum.

Sonra, Allâme Dr. Seyyid Takiyyu’d-Dîn Hilâlî el-Merâkeşî’den6 faydalandım. Ülkemize gelmişti.Nedvetu’l-`Ulemâ’ya hoca olarak tayîn olundu. Senelerce kaldı. Önceden bilmediğimiz kitâbların mütâlaasını bize gösterdi. Hemzesiz okunan kelimelerde huccet kabul edilen bir adamdı. Beyân (ilminin) emîriydi. Emîr Şekîb Arslan ve Allâme es-Seyyid Raşîd Rizâ, bir araya geldiklerinde, bir kelimede, o Arabî asıllı bir kelime midir yoksa (dışarıdan) mı girmiştir, diye ihtilâf ettikleri zaman, Şeyh Takî Hilâlî’nin hakemliğine başvururlardı.. Bu Emîr Şekîb Arslan’ın “es-Seyyid Raşîd Ridâ ev İhâun Erbâ`ine Sene”(Seyyid Raşîd Ridâ veya Kırk Senelik Kardeşlik” kitâbında tasrîh edilmiştir. Kitabın notunda: Bu kelimede Dr. Takî Hilâlî’ye mürâca`at ederdik. O böylece hükmederdi, (deniyor).

Da`vet ve fikir sahasında (konuşalım): Gidişâtınızda ve da`vet fikrinizde etkileri olan en mühim hocalar kimlerdi?

En çok etkilendiğim (kişi), Allâh’a da`vetin imâmı Şeyh Muhammed İlyâs el-Kandehlevî’nin7 oğlu Muhammed Yûsuf el-Kandehlevî’dir.8 Hayâtu’s-Sahâbe kitâbının sâhibidir. Bu adam sanki Allâh tarafından vazîfelendirilmişti. Risâlet yoluyla veya vahy ile olduğunu söylemiyorum. Fakat bu işi Allâh ona nasîb etmişti. Bu fikir ona güzel gösterilmişti, öyle ki bu fikirle bütünleşti. Halkla doğrudan temâs yoluyla ilişki kurmaya da`vet etti. Da`vetini halka yönelterek dikkatini ona çevirdi. Eksenini Allâh Tebâreke ve Te`âlâ’nın risâletine, İslâm için, Şerî`atı ve ahkâmı için çalışmaya döndürdü. Bu da’vet sadece Hindistân’da değil Asya şehirlerinde de yayıldı. Sonra Avrupa ve Amerika’ya intikal etti. Bu da`vet hâlâ devâm etmektedir. Bu (da`vet) çoğu da’vetten te´sîr ve netîce verme i`tibâriyle daha üstündür.


Dâru’l-`Ulûm ve Nedvetu’l-`Ulemâ’nın Yöntemi


Şimdi Dâru’l-`Ulûm ve Nedvetu’l-`Ulemâ’nın yöntemine geçebiliriz. Ya`nî, fazîletli Şeyh Ebu’l-Hasen en-Nedvî’nin da`vet ve fikirdeki yöntemi. Onun felsefesini ve yapısını soruyoruz.

Nedvetu’l-`Ulemâ’nın yöntemi, sâlih kadîm ile fâydalı yeninin birleştirilmesidir. Nedvetu’l-Ulema, Öğretim-eğitim yöntemlerinin taşlaşmış, donuklaşmış bir sınırda durmadığı inancındadır. Aksine yöntem `asrın te´sîrlerine ve ihtiyâclarına boyun eğer. `Asrın ihtiyâcına icâbet eder. İslâm’ın risâletini teblîğ eder. Bu ilke üzere dîni yeni nesiller arasında neşreder. Efendimiz İmâm `Alî bin Ebî Tâlib’in –radıya’llâhu `anhu- izindedir: “كلموا الناس على قدر عقولهم. اتريدون ان يُكذب الله و رسوله”: İnsânlara, akıllarınca konuşunuz. Yoksa Allâh ve Rasûlü’nün yalanlanmasını ister misiniz?”9 Nedvetu’l-`Ulemâ, yeni nesillerin; delilleri ve `ilmî ‘unsûrlarıyla anlayacakları, kaldırabilecekleri bir dille iknâ ilkesi üzerine kurulmuştur. Ki yeni nesil, İslâm’ın ebedî ve her `asırda önderliğe elverişli bir dîn olduğuna yakîni güçlenip, iknâ` olsun.

Husûsan Arab dînî medreseleri, Hindistân yarımadasındaki benzerleri gibi donuklaşmıştır. Eski çalışma yöntemlerine şiddetle ve hırsla sarılmak sanki Şer`î bir ilke olmuştur! Bu yüzden Nedvetu’l-`Ulemâ’nın kurucuları Hıristiyân misyonerleriyle, çağdaş üniversitelerden mezûn olanlarla karşı karşıya gelmişlerdir. Onların kişilik, fikir ve (bir fikri) kabûl yöntemlerinin; modern eğitimin, modern edebiyatın ve müsteşriklerin kitâblarının te´sîriyle değiştiğini farketmişlerdi. O hâlde eski ile yeniyi birleştirmek gerekiyordu. Asıl olan eskiydi, fakat onu yeni neslin `aklınca ve seviyesince ifâde etmek, yeniden anlaşılır kılmak ve ona iknâ` etmek gerekiyordu.


Da`vet Çalışması Yöntemleri


Hayırlı işlere rağmen, burada bu yöntemler arasında, da`vet çalışması ve İslâmî fikir yönteminden kaynaklanan ihtilâf var. Sizin Nedvetu’l-`Ulemâ’daki yönteminiz ile Üstâz Ebi’l-A’lâ el-Mevdûdî’nin değişim hareketi ve da`vet fıkhı konusundaki yöntemi farklılık gösteriyor. Bize bunu açıklamanız mümkün mü?

Burada ilkesel bir ihtilâf yok, ancak uslûbta, takdîm ve te´hîrde ve tercîhte ihtilâf var. Zirâ Üstâz Mevdûdî’nin da`vet uslûbunda siyâsî yön baskındır. O İslâm’ı siyâsî olarak yorumluyordu. Bu tabî`î bir şeydir, onu kınamıyoruz. Fakat İslâm’ın bütün nesiller için, bütün zamân dilimleri için elverişli, her toplum için, her asır için ebedi bir dîn olduğunun anlaşılması gerekmektedir.. Bunda usûlü’d-dînin hükmünün cârî olması gerekmektedir: Allâh’a îmân etmek, âhirete îmân etmek, Allâh Tebâreke ve Te`âlâ’nın rızâsı uğrunda ictihâd etmek, Rasûlü’nün –salla’llâhu `aleyhi ve sellem- Sünneti ile `amel etmek, esâsın bu olması gerekir... İktidarı kurmanın önünde. Oysa İslâmî yönetimin ikâmesi, ikinci aşamadır. “et-Tefsîru’s-Siyâsî li’l-İslâm: İslâm’ın Siyâsî Yorumu”10 başlıklı kitâbım bütünüyle bunu şerh etmek içindir. Aslen `Arab diliyle yazılmıştır..Bu bakışı oradan ödünç aldım. İslâm’ın yorumunun siyâsî ıstılâhlara, sadece siyâsî hedeflere boyun eğdirilmesi uygun değildir. Çünki Kitâb muhkemdir, sâbittir, ebedîdir, bütün insanlık için `ûmûmîdir. Burada esâs, Allâh Tebâreke ve Te`âlâ’nın rızâsıdır, ahkâmını icrâ etmek, onunla `amel etmek ve Rasûlü’nün –salla’llâhu `aleyhi ve sellem- ahkâmıyla amel etmektir. Yönetim ve siyâsî kuvvet bunun netîcesi olarak gelir. Yönetim ve siyâsî kuvvet ilk ve esâs hedef değildir. `Aksine ilk ve esâs hedef: Allâh Tebâreke ve Te`âlâ’ya ve Rasûlü’ne itâattır.11

Fakat İslâm Ümmeti’nin vazîfesi ve hedefi var, o da Allâh’ın dînini yeryüzünde hâkim kılmak ve İslâmî yönetimi ikâme etmek. Bu hedef, terbiyevi anlayışa uyulduğunda gecikmez mi?

Biraz gecikir, zarârı yok. Ancak daha sâbit ve derin olur. Şübhesiz ki herşey vaktinde gelirse, derin ve sâbit olur. “Allâh’ın dînini hâkim kılmak” emri için, Allâh Tebâreke ve Te`âlâ’ya boyun eğmek, emirlerine sarılmak, emirlerini üstün tutmak, Kitâb ve Sünnet’in sâbiteleri aslî ilkesi üzere olmak vb. gerekir.

Bu yönteme en yakın yöntem olarak, İhvânu’l-Muslimin Cemâ`ati’nin Ümmet’in İslami terbiyesini değişim yöntemi olarak aldıkları yöntem, kabul edilebilir mi?

Evet… Biz onları eskiden beri takdîr ediyoruz. Biz yüzde yüz müttefikiz, demiyorum. Fakat benİhvânu’l-Müslimîn’i tanıdığımdan, çok takdîr ediyorum. İmâm Hasen el-Bennâ’nın “Müzekkirâtu’d-Da`ve ve’d-Dâ`iyye: Da`vâ ve Da`vetçi’nin Hâtıraları”12 kitâbının mukaddimesini ben yazdım. Cemâ`at’ın kurucusu Şeyh Hasen el-Bennâ ile karşılaşamadım. Ancak ben Mısır’da arkadaşları ve talebeleriyle karşılaştım, onlarla bir müddet yaşadım. Buradaki çalışmalarım ve öğrendiklerim ışığında, “Urîdu en Etehaddese ile’l-İhvân: İhvân’a Konuşmak İstiyorum” kitâbımı yazdım.13 Bu kitâbta saygı, takdîr, tasdîk ve hayranlıkla birlikte, bir takım mülâhazalar var.. Fakat mülâhazalar, bir kardeşin kardeşlerine dair mülâhazaları, bir dostun bir dostuna olan mülâhazaları kabilindendir.


et-Teblîğ ve’d-Da’vet’in Yöntemi


Burada Hindistân’dan çıkan et-Teblîğ ve’d-Da’ve Cemâ`ati’nin yöntem ve araçlarını nasıl görüyorsunuz?

Bu gerçekten, teşekkür edilecek bir çalışma. Ancak gençler ve yeni aydınların kişilik ve kapasitelerini bilmek, anlayış, değerlendirme ve düşünce yöntemlerini gözetmek gerekmektedir. Fakat yaptıkları çalışma sahih i’tikad ve farzlarla amel etmek ile sınırlıdır. Gençlerin ve yeni nesillerin öğrenim görmüş aydınların te’sirine karşı hazırlanması ve aydınlatılması ve liderliğe hazırlanması, işte bu onların habersiz olduğu şeydir.   

Allâh’a da’vet sâhasında Ümmet cehd ediyor. Cemâ`atler ortaya çıkıyor, her cemâ`atin çizdiği İslâmî değişim yöntemi var.. Size göre, emsal olacak değişim yöntemi nedir?

O, dîni; sahîh, aslî ve geniş bir şekilde, bu asra uygun bir anlayışla fehmedecek yeni bir nesil inşâ etmek, `akli bilgilendirmeyle, akli ve İslami kişiliği inşâ ile başlar. Şu anda tesirli olan, dışarıdan gelen tehlikeli etkenlerden ve Avrupa’nın askerî hareketlerinden habersiz değiliz. Ondan habersiz olmamamız, aksine bu saldırılara dikkat ederek, kendimizi ayarlamamız gerekir. Şu anda bu etkenlerin akılları, gençleri ve önderleri şekillendirdiğine inanıyoruz.


İslâmî Terbiyenin Şekli


Onlarca senedir, `asrın değişimi ışığında, İslâmî terbiyenin önderliğini yapıyorsunuz: Günümüzdeki İslâmî terbiyenin çehresini nasıl görüyorsunuz? Doğrudan elde ettiği gelişimin seyrini devâm ettirecek mi, yoksa başka bir şekil mi alacak.

Burada, terbiyede çeşitli etkenler var. Meselâ, öğrencinin hocasıyla bağı, sanki onunla birlikte yolculuğa çıkmış ve onunla günlerini geçiriyormuşçasına olmalıdır. Böylece hocasının îmânını ve vazîfelerini nasıl koruduğunu görür. Öğrenciyle hocası arasındaki bağ sadece kitâb ve eğitim bağı değildir. Aksine eski zamanda olduğu gibi, öğrencilerin hocalarıyla daimî ve doğrudan bir bağ kurması, fâyda ve imkân itîbariyle daha etkilidir. Öğrenciler vakitlerini hocalarıyla geçirip, onlara hizmet için beraber yolculuk yaptıklarında, hocalarının nasıl namaz kıldıklarını, nasıl Kur’ân okuduklarını, kırâ´etin, `ibâdetin ve `ilimlerinin nasıl etkilediğini görürler.    
                                                                                                                                                                                                               
Şimdi bunun nizâmî medreselerde olması mümkün mü?

Burada gayret ve zekâ olduğunda, bunun gerçekleşmesi mümkündür… Öğrencinin hocasıyla bağının medreseyle sınırlı ve kayıtlı olmaması gerekir… Bu bağın şimdiki öğrenci-hoca ilişkisinden daha geniş olması gerekir.

Geçmişte anne babalar, çocuklarını Hıristiyanlaştırıyorlardı veya Mecûsîleştiriyorlardı ya da Yahudileştiriyorlardı veyahut Müslümânlaştırıyorlardı. Bugün ise başka etkenler var. Meselâ televizyon ve diğer şeylerin rolü anne-babanın rolüne yaklaşıyor… Yeni neslin bu yeni terbiye ile buluşması nasıl mümkün olacak?

Medreselerdeki hocaların, etkili, irâdeli; gençlerin ve küçüklerin psikolojisini bilmeleri gerekmektedir. Yeni nesillerin yöntemlerine dair ve onları İslâmî bir kalıpla şekillendirmeye hırslı olmaları gerekmektedir. Sadece üniversitelerdeki hocalarından aldıkları diplomalarına güvenmemelidirler. Bilakis gençlerin dîn ile `amelî iletişimleri esnâsında, dinin ilke ve hedefleriyle ne kadar iknâ` oldukları da mülahaza olunmalıdır. Bir de öğrencilerin çalışmalarının ve ahlâklarının fiilî imtihandan geçirilmesi zorunlu hâle getirilmeli. Selefte olduğu gibi, dünyalık konusunda zâhidliğin de olması gerekir. Çünkü hocalar onların önderidir. Ve onlar sulûk (ahlâkî arınma yolu) ve îmânın, ilmin ve araştırmanın en üstün numûnesidirler.

Ama bugün, üniversitedeki bir hocanın öğrenciyle ilişkisi zordur ve ders saatleri ile sınırlıdır.

Dünyâ Müslümânların çöküşüyle çok şey kaybetti. Bu meşhur kitabınızda ileri sürdüğünüz görüşlerle herkesçe ma’lûm birçok kuşak yetişti. Kitabınızın üzerinden otuz yıldan daha fazla zaman geçtikten sonra durumu nasıl görüyorsunuz: Dünyâ Müslümânların çöküşüyle neleri kaybetti?

Doğrusunu söylemek gerekirse, bütün kültürlü kimselerde hâkim olan fikir, Müslümânların sadece oyuncu olduğudur. Burada Müslümânlarla istişâre edilmeden, onların görüşleri ve eğilimleri bilinmeden tamamlanan bir tiyatro var, uluslararası bir tiyatro, Müslümânlar da orada, kendi rollerini oyuncular (aktör) gibi oynuyorlar.

Ancak ben bu fikri değiştirdim. Târîhi değiştirdim. Belki de benim bu konuda, Allâhu Te`âlâ’nın yardımıyla, biraz önceliğim oldu. Müslümanlar aktör değildir, `aksine onlar etkendirler (faktör). Tiyatroyu şekillendirenler onlardır, bütün dünyâ tiyatrosunu şekillendirmeye güç yetirecekler de onlardır. Onlar bu tiyatroda, satrançtaki bir taşı temsil edemezler. `Aksine Müslümânlar hâdiseleri şekillendirdiler. Onlar şekillendiricidir, onlara şekil verilemez.. Müslümânlar işte böyle olmalıdır.. Ne zaman ki Müslümânların elinden önderlik ipi kayboldu, dünyâ başıboş kaldı. Toplumlar ve halklar çobansız bir sürüye dönüştü.

Bu kitâb işlevini başarıyla yerine getirdi. Eksikliği varsa da, Müslümânı taklîdçi, tâbi` olan oyunculuktan, mahkûm ve me´mûr bulunduğu merkezden şekillendiren, etken olan, kalıba döken ve sonuçları değiştiren bir konuma getirdi. Yeni bir nesli müjdeledi… Müslümânlar insânlık dünyâsının önderleri iken, insânlığın yiğitleri iken dünyâ doğru bir yolda yürüyordu. Müslümanlar ne zamân ki dünyâ önderliklerinden `azledildiler, toplumlar çobansız bir sürüye dönüştü.


Entrika Anlayışına Hayır


Bu târîhî bakış mühim: Müslümânlara fesâd tertîbleri (entrikalar) dayatılıyor, diyenlerin anlayışına ne diyorsunuz? Buna göre de şu andaki `âcizliklerini, etrâfını kuşatan entrikalarla açıklıyorlar. Bu durumun başka bir yorumuna da girmiyorlar. Onlar, Ümmet’e hürriyet bahşedilmez, ancak onu tamâmen elde etmek için, onun yolunda bütün çaba ve gayretin sarfedilmesi anlayışındalar?

Doğrusu Müslümânlar çok yönlü bir eksikliğe düçâr olmuşlardır, geri çekilme ve hezîmet neticesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Şimdilerde, elde ettikleri hürriyetten faydalanıp ona merhaba demeye başladılar. Bunu da hayâtın kalıba dökülmesinde ve şekillenmesinde dünyânın bir etkisi olmaksızın elde ettiler. Yine gelecek kaygısının şekillendirmeleri de yoktur. O hâlde ilk ve en büyük vazîfe, Müslümânların fikirlerinin ve `aklî seviyelerinin, öğrencilikten, tâbilikten ve kaybolmuşluktan önderliğe yükseltilmesidir.

Bu anlayışa ulaşmanın keyfiyeti hakkında konuşalım: Müslümânlar iki fikir arasındadırlar: Bir fikir duruma, burada uluslararası entrikalar var ve bundan kurtulmak imkânsızdır, şeklinde bakıyor. `İlmî yöndeki bütün eksikliklerinin sebebini buna bağlıyorlar. Fakat diğer fikir ise, etrafı kuşatan entrikaları temel almayı/kalkış noktası yapmayı çalışmaya engel olarak görüyor. Müslümanlara düşen vazîfe, önderlikteki haklarını elde etmek ve bunun için olanca güçleriyle çalışmak ve bunu ziyâdeleştirmektir.

Ben bu son anlayışa katılıyorum. Entrika fikrine ise, katılmıyorum.

Hindistân’da yeni bir Endülüs tablosu ortaya çıkıyor. Çünkü bazı İslâmî şehirlerin isimleri değiştirildi, buna bağlı başka tezahürler de bilinmekte… Size göre, Müslümânların Hindistân’da, gelecekte alacağı şekil nedir? Muhtemelen bu şekil tekrarlanacak mı? Demek istiyorum ki: Müslümânlara saldırı var, başka bölgelerde de, meselâ Bosna-Hersek, Çeçenistan’dan ve çağdaş trajediler olan diğer yerlere kadar. “İnsânlık risaleti”ni taşımalarından dolayı Müslümânlar bunlara karşı direnebilir mi?

Müslümânların şerefli bir hayâta ve onlara lâyık olan bir hayata dönmelerinin tek yolu, rasûllerin halefleri gibi, dünyâyı ıslâha me´mûr olanlar gibi, onlara düşen ülkelerdeki mevcûd boşlukları doldurmaktır. Bu boşluk, sahîh, ihlâslı ve Allâhu Te`âlâ’ya haşyet duyan, insanlığa saygılı önderliktir. Bunun için ba`zı kardeşlerimiz ki ben de bu cümledenim, bu insânlık risâletini taşımak üzere ortaya çıktı. Bu boşluğu doldurmak, insânların kişiliğindeki insânlık saygısını haber vermek ve diriltmek için ayağa kalktık. Şimdi insânlığın küçük düşürülmesinin derecesi o kadar büyümüştür ki, Hindistân’da istenilen mikdârda çeyizi getirmiyorlar diye, gelinleri bile yakabiliyorlar. “Daily” gibi bazı ulusal gazetelerde, “Dehli”de, istenilen çeyizleri getirmemeleri, kıymetsiz bir çeyiz ve az bir zînet eşyâsıyla gelmeleri sebebiyle her on iki saatte bir gelinlerin yakıldığı yazılıyor. Şimdi Müslümânların önünde tek bir yol var: O da ayağa kalkmaları ve bu boşluğu doldurmalarıdır, önderlik boşluğunu. Diyânetlerinden, mezheblerinin çokluğundan sarf-ı nazarla insânlığa saygıyı insanlarda diriltmeleridir. Ya`nî: İnsâna insân olduğu için saygı duyulmalı. Eğer bu gerçekleşirse, Müslümânlar önderlik makâmına yerleşirler. Ve onlar sevgi ve saygıyı kazanırlar.

Müslümânların insânlık risâleti bir soykırım planı ile karşı karşıya iken bu mümkün mü? Müslümânlar başka bir Endülüs ile yüz yüze değiller mi?

Evet. Onlara göre Müslümânları ortadan kaldırma planları vardır. Ancak bu planlara, bu yolla mukâvemet edilir. Çünkü insân ne kadar bozulsa, ne kadar alçalsa, ne kadar nefsî ve ahlâkî hastalıklara mübtelâ olsa, yine de onda güzel bir yön vardır. İnsânın iğrendiği, diyânetin menfûr gördüğü hizbî ırkçılığa da varsalar, her hâl û kârda ihlâsın kıymetini, kurbân olmanın kıymetini takdir edip bilecektir. Kimin onun için kurbân olduğunu takdîr edecektir. Müslümânlar Allâhu Te`âlâ’nın izniyle şahsî maslahâtlarını, hizbî maslahâtlarını kurbân edebilirlerse, insânlığın maslahâtını tercîh etmeyi bu maslahâtların üstüne çıkarırlarsa, şübhesiz Allâh Tebârake ve Te`âlâ halkların gönlündeki bu boş yere onları oturtarak muzaffer edecektir. Ve onları takdîr edecek ve yüceltecektir.
Değişim hakkındaki görüşünüzde görünen o ki, netîce elde etmek için mukâvemetten uzak durmak. Müslümânların haklarını bu şekilde almaları mümkün mü?

Evet. Ben buna meylediyorum.


İslâm ve Şiddet


Çoğu düşmânlar İslâm’la savaşmak için, Müslümânlara tuzak-düzen kurmak için şiddetle savaş adı altında birleşiyorlar. Bu manzarayı nasıl görüyorsunuz?

Şiddetin açıklanması ve sınırlarının olması gerekir… Şiddet, mutlak bir şekilde ne inkâr edilir, ne de övülür. Şiddet: Bu tabîi bir şeydir. Ancak onun sınırları olması gerekir. Eğer bu sınırlar olmazsa şiddete dâir hüküm verilemez.

Şiddet her alanda, her `akîdede, her medeniyette ve şeyde vardır.

Belki de toplumlarda değişimi ihdâs etmek için silâhlanmayı yol edinen ba`zı İslâmî cemâ`atler için bu sınırların çizilmesi gerekir?

İmkân nisbetinde bundan vazgeçilmeli. Çünkü sayısal nisbet -meselâ Hindistân’da- Müslümânlar ile Hindûlar arasındaki mesâfe çoktur, Müslümânlar şiddete sığınsalar -silâh taşısalar, Hindûlar sayıca çok olduğundan onlara gâlib gelirler.

Şu anda ihlâs, insânlığa saygı ve herkes için hayrı istemekten başka yol yoktur.

Batı’da Müslümânın adı şiddetle birlikte anılmaktadır. Kökten dincilerle savaşmak adı altında İslâm’la savaşıyorlar ve Müslümânlara baskı yapıyorlar. Bu konuda Müslümânlara nasıl bir tavsiyede bulunursunuz?

Bu Avrupa’nın ve İslâm düşmânlarının propagandasıdır. Ben Müslümânlara İslâm `akîdesinde ve Allâh Tebârake ve Te`âlâ’ya ihlâsda derinleşmelerini, bütün insânlık için hayrı istemelerini tavsiye ediyorum.. İnsânlığın geleceği için gayret etmek, insânî şeref için gayret etmek, işte yolu açacak ve engelleri ortadan kaldıracak budur. Müslümânlar târîh sürecinde hep bunu yaptılar.


İslâmî Cemâ`atlerin Vahdeti


Bu `asırda, bu dîn için çalışan İslâmî cemâ`atler çoğalmıştır… Bu cemâ`atlere karşı duruşunuz nedir? Zât-ı `âlinizin bunlardan ba`zısı ile ilişkisi olması, onların içinden sahîh bir yönelişi mümkün kılar mı?

Biz onlara sahîh mustakîm yolu gösteriyoruz. Onlara mülâhazalarımızı belirtiyoruz, onlar da değerlendiriyorlar. Hindistân’daki İslâmî cemâatler arasında herhangi bir rekabet yoktur.

`Arab ülkelerindekine gelince, bana mürâcaât edilen meselelerle nâdiren karşılaşıyorum. O durumda görüşümü belirtiyorum. Ama Hindistân kıt`asına gelince oradaki bütün İslâmî cemâatlerle ilişkilerimiz güzeldir. Bütün bu cemâatlerle de yardımlaşma içerisindeyiz.

Size göre bu vahdetin gerçekleşmesi için bir fırsat var mı veya bu İslâmî cemâatler arasında yoğun bir çaba ile ve çokça güç sarf etmekle ve onu sahîh bir yönelişe doğru çevirmekle bir intizâm sağlanabilir mi?

Evet. Eğer burada etkili, ihlâslı ve güvenilir kişiler olursa, onların da şahsî ya da cemâî hedefleri/talepleri olmazsa, bunda ümitliyim.

Bazı cemâatler, ıslâhât ve değişimleri yöneticinin yapmasını istiyorlar. Yöneticiyi beğenmiyorlar. Ve sonu gelmeyen tartışmalar uzayıp gidiyor, iki taraf arasında kavga devâm ediyor. Bu manzara ne zamana kadar sürecek.

Bütün bunlar için düzenlenmiş kâideler yok. Bu akl-ı selîme, selîm fıtrata ve ihlâsa, kurtuluşu hedeflemeye dayanmaktadır. Bu amacı gerçekleştirecek herhangi bir yol olabilir.

İslâmî ülkelerdeki Müslümân gençlerin siyâsî faâliyetlere katılmasının şekli nedir?

Bu gençlerin Kitâb ve Sünnet ışığında, (İslâmî) önderlerin târîhinin ışığında, yine çağdaş tecrübeler ışığında terbiyesine ve onların takip edecekleri yöntemi izah etmeye bağlıdır.

Müslümân gencin siyâsî katılımının İslâmî sınırlar içerisinde olması gerekir. İslâm’ın izin verdiği ve İslâm’ın da’vet ettiği çerçeveler içerisinde olmalıdır. Siyâsete çalışmalı ve onu icrâ etmeliler, fakat İslâmî sınırları aşmamalılar.

Peki, bu İslâmî sınırlar nedir ve onların yöneticilerle olan ilişkileri ne olmalıdır?

Belki bu sınırların çizilmesi mümkündür. Bu alanda çalışan `âlimler tarafından ta`yîn edilmesi mümkündür.


İslâmcılar ve Yönetim


Şimdi bazı İslâmcılar yönetim hırsıyla (iktidar peşinde) olmakla suçlanmaktadır. Bazı İslâmcıların yönetime tâlib/hırslı olmalarının İslâmî davete zarar verdiği görüşünde olanlar var. Siz ne diyorsunuz?

Bu konuda benden yayılmış, çokça nakledilen bir söz vardır. O da: Bana göre, iktidâr sahiplerine îmânı ulaştırma çabası, doğrudan îmân sahiplerini iktidâra ulaştırma çabasından daha efdaldir.İslâmî davet sahipleri kendilerini ve bedenlerini iktidâr koltuğuna ulaştırmakla uğraşacaklarına, gayret etsinler, çalışsınlar îmânı, îmânî şuûru ve îmânî gayreti iktidâr sahiplerine ulaştırsınlar. Onlar İslâm’ı korurlar, İslâm’ı benimserler, İslâm’ı savunurlar. İslâmî davet sahipleri, iktidâra gelmek, yönetimi ele geçirmek, yönetimi işgal etmek yerine, yöneticileri İslâm’a yardım etmeye ve onu korumaya sevk etmek ve hazır hâle getirmeye çalışmalılar.

Peki, bu yol geçmişte ve çağdaş târîh sürecinde fâideli olabildi mi? Yani dikkate alınabilecek canlı bir tecrübe var mı?

Evet. Fâideli olmuştur. İkinci binin müceddidi Şeyh Ahmed es-Sirhindî14 muhteşem bir misâldir. Hindistân’ın en büyük imparatoru Sultân Celâle’d-Dîn Ekber15 dönemini yaşamıştır. (Ekber Şah) siyâsî ve şahsî sebeplerle Îrân’dan gelmişti. Bu İmparator, gerçekten zekice hazırladığı entrikalar netîcesinde, Brahmanların kendisine yardım etmemesi durumunda Moğol iktidârının Hind kıtasında kalamayacağına kanâat getirmişti. Bundan dolayı kendisi tarafsızlığa yöneldi. Hiçbir dînin tarafgirliğini yapmadı, hiçbir dîni de tercîh etmedi. Öte yandan da Brahmanizmi siyâsî, dînî ve kültürel olarak destekleyip yayıyordu. Dînlerin birliği fikrini ortaya attı. Müslümânların bütün ayrıcalıklarını kaldırdı. Hattâ ineğin kesilmesini bile yasakladı. Bir insân ineği keserse kendisi öldürülüyordu. Domuz etini mübâh kıldı.”İslâm’da Fikir ve Davet Erleri”16 kitâbımda (Urduca 4. ciltte, Arabca 3. cilde) açıkladığım diğer şeyler buna eklenebilir. Şeyh Ahmed es-Sirhindîyöneticileri, yönetimi istemediğine, yönetim kendisine sunulsa bile kabul etmeyeceğine, rü´yâsında görse bile ondan korktuğuna iknâ etmişti. Başlarında İmparator olmak üzere Müslümanların yönetmesini istediğini, ancak İslâm Şerî`atına saygıda kusûr edilmemesini, Müslümânların Şerî`at ahkâmıyla özgürce amel edebilmelerini ve dînî hürriyetlerinin bahşedilmesini istedi. Burada aslâ herhangi bir çatışma yoktu. İmparatorluk erkânına ve vezîrlerine gidiyor ve mektuplaşıyordu. Bunun sonucunda da herhangi bir çatışma ortaya çıkmadı.

Sultân Celâleddin Ekber’in oğlu Cihângîr17 geldiğinde, Şeyh es-Sirhindî’ye saygıda kusûr etmedi. Bazı siyasi gezilerinde Şeyh’in kendisine yoldaşlık etmesini istedi ve onun ba`zı öğretilerinden de etkilendi. Ondan sonra gelen Tâc Mahal’in bânîsi Cancihan (Şâh Cihân)18 dîn bakımından öncekinden daha güzel biriydi. Ondan sonra gelen Âramziye Bâramgîr (Evrengzib Âlemgîr)19 ki, büyük edebiyatçı-tarihçilerden biri olan arkadaşımız Üstâz `Ali et-Tantâvî, onun hakkında, Raşîd Halîfeler’den biri olarak kabul edilmelidir, diyor.

İşte bütün bunlar, Şeyh es-Sirhindî’nin çarpışmanın önünü alması ve ondan kaçınması hikmetinin bir netîcesiydi. Sadece, bolca nasîhat ediyor, onlarla mektuplaşıyor ve devlet erkânıyla ilişkide bulunuyordu. Onlarda İslâmî gayreti teşvik ediyor ve harekete geçiriyordu. Tedrîcen bunu başardı. Bununla beraber tedrîcilikle büyük bir başarı elde etti.

Şeyh es-Sirhindî’nin bu zengin tecrübesinin çağdaş yöneticilerle birlikte gerçekleşmesini mümkün görüyor musunuz? Ayrıca uluslararası baskıların oluşturduğu uluslararası devletler ortamının, yöneten ile yönetilen arasındaki ilişki tarzında yeni bir etkiye tahammül edebileceğini düşünüyor musunuz?

Bu mümkün. Müslümanların bunda başarıya ulaşabilmesi mümkün.

Değişim ameliyesi âdetâ İslâmî davet sahipleri arasındaki bir kısım ihtilâflarla bağlantılı. Onlardan bazıları davette muayyen bir yöntemi seçerler. En büyük maslahâtı gerçekleştirmek yolunda bazı hurâfe ve bidatlere göz yumarlar. Bazıları ise bunu görmezden gelmez. Size göre bu meselenin çehresi ve çözümü nasıl gözüküyor?

Ben, hikmetle ve yumuşaklıkla olması şartıyla bid’atlarden, hurâfelerden ve benzerlerinden nehyetmeyi ehemmiyetli görüyorum.

Bazıları Afgan cihadının semeresinin şimdiki durumda ortadan kalkmış olarak görüyor. Sizin görüşünüz nedir?

Bana gelince, bunu sarahaten söyleyemesem de, bende öyle görüyorum. Fakat ben yine de bunda mütereddidim.


Barış Çağrıları


Dünyâ barışından çokça söz ediliyor. Hâssaten son günlerde. Bir barış akımı var. İsrâîl ´Arab devletleriyle beraber barış meselesini (gündeme) getiriyor. İsrâîl düşmânı bu barış çağrısında ciddi mi sizce?

Dünyâ barışını hiç kimse inkâr etmiyor. Fakat ona çağıranlar samîmî olurlarsa, herhangi bir topluluğun ve siyâsî gâyenin tarafgîrliğini yapmaksızın tarafsız olurlarsa, şüphesiz güven ve saygı kazanırlar. Ama İsrâîl, bütün İslâm `Âlemi’ne karşı en büyük tehlikedir. Çünkü o, çok ince ve korkunç bir plana sahip. Elbette İsrâîl, dünyâyı yönetmenin ve dünyâda tasarruf etmenin sadece kendi hakları olduğuna, dünyâyı İsrâîl kalıbıyla şekillendirmeye inanan sapık bir dîne mensup.. Onlar halkların ahlâkını ifsâd etmek için romanlar yoluyla, edebiyât yoluyla, tiyatro yoluyla, radyo yoluyla ve daha değişik vesilelerle tahrikte bulunuyorlar. Ve bugün Amerika’nın güvenini kazanmış durumdalar. Burada, Amerika ile İsrâîl arasında bir yardımlaşma var. Çünkü ikisinin de hedefleri birdir.

Amerika kendi konumunda ve İsrâîl de kendi konumunda, her ikisi de ancak sadece İslâm’dan sakındırıyorlar. Çünkü İslâm evrensel bir davettir. Çünkü ilkesel ve ahlâkî bir meseledir. Komünizmin Rusya’da çökmesinden sonra onların korkabilecekleri bir tehlike ve İslâm’dan başka büyük bir hesaplaşmaları kalmamıştır.

İşte İsrâîl ve Amerika’nın buluştukları nokta budur.. Ve onlar şimdi Müslümanları manevî, ahlâki ve itikâdî yönden ortadan kaldırmak için planlarını uygulamaktadırlar. Çünkü onlar İslâm’dan korkuyorlar.





Dipnot:



1 Nedvetu’l-`Ulemâ, Seyyid Ahmed Han’ın modernist Aligarh Mektebi’nin modernizmine karşı, Diyobend Medresesi’nden de farklı olarak çağdaş dünyânın ihtiyâclarını da göz önüne alan İslâmî eğitim kurumu olarak 1311 H./1893-1894 M.’de Mevlânâ Şiblî Nu`mânî ve bir kısım `ulemâ tarafından Leknev’de kurulmuştur. Müslümân `ilim adamı yetiştirmek, hâssaten de yeni nesillerin yetişmesi amacıyla eğitim-öğretim fa`âliyetlerine büyük önem veren bu hareket, kısa zamanda ilk mekteb seviyesinden üniversiteye kadar ta`kîb edilecek bir müfredât hazırlamıştır. Müslüman `ilim adamı yetiştirmek için de "Dâru’l-`Ulûm" adıyla bir mü´essese kurmuştur (1316 H./1898 M.). Hindistân'da "Nedvî", Nedvetu'l-`Ulemâ adıyla bilinen `ilim teşkilâtı bünyesinde yetişen ve bu teşkilâtta görev alan `âlimlere verilen lakabtır.

2 İslâmî edebiyât düşüncesini canlandırmak ve geliştirmek için Ebu’l-Hasen en-Nedvî’nin öncülüğünde Müslümân edebiyatçıları bir çatı altında toplamak gayesiyle 1980 yılında kurulmuştur. 1986’dan beri Türkiye temsilciliğini `Ali Nar yapmaktadır.

3 Şeyh `Ali et-Tantâvî, 1327 H./1909 M.-1420 H./1999 M. Suriyeli `âlim. Çok sayıda kitâbı vardır: Ebû Bekr es-Siddîk, Ahbâru `Umer, İ`lâmu’t-Târîh, Hikâyât Mine’t-Târîh, Fusûlun İslâmiyye, Fî Sebîli’l-İslâh bazılarıdır.

4 Türkçe’ye, Müslümânların Gerilemesiyle Dünyâ Neler Kaybetti? ismiyle çevrildi., Terc: Mehmet Süslü, 1978 Çağ Yay., Kitabevi Yay. 1995, İstanbul. Diğer bir tercüme, İbrahim Düzenti, I.I.S.O. Yayını, 1965

5 eş-Şeyh Halil bin Muhammed el-Huseyn el-Ensârî el-Yemânî (1304 H.-1368 H.) , `Allâme muhaddis Huseyn bin Muhsin el-Ensârî el-Yemânî’nin (1245 H.-1327 H) torunu. Arabca öğretimiyle ilgili birkaç küçük risâle dışında te´lîfi yoktur.

6 Seyyid Takiyyu’d-Dîn Hilâlî el-Merâkeşî (1311 H.- 1407 H.) muhaddis, meşhur dilci ve edîb. Bazı eserleri: ez-Zendu’l-Bârî ve’l-Bedri’s-Sârî fî Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, el-İlhâm ve’l-İn`âm fî Tefsîri’l-En`âm, Hâşiyetun `Alâ Keşfi’ş-Şubuhât li Muhammed bin Abdi’l-Vehhâb, Fadlu’l-Kebîri’l-Müte`âlî vs.

7 eş-Şeyh Muhammed bin İlyâs el-Kândehlevî (1303 H.-1364 H.), Hindistân merkezli Cemâ’atu’t-Teblîğ’in kurucusu.

8 eş-Şeyh Muhammed Yûsuf bin İlyâs el-Kândehlevî (1335 H.-1385 H.). Cemâ`atu’t-Teblîğ’in ikinci reisi. Diğer eseri, Tahavi’nin Me`ânî’l-Âsâr şerhi olan Emâniyyu’l-Ahbâr’dır.

9 mâm Buhârî Hz. `Alî’den merfû`an rivâyet etmiştir. Ancak oradaki lafız şöyle: “ حدِّثوا الناس بما يعرفون؛ أتحبون أن يكذب الله ورسوله”: İnsânlara bildikleri şeylere göre konuşun. Yoksa Allâh ve Rasûlü’nün yalanması hoşunuza gider mi?. Aynı söz bazı zayıf senedlerle İbn `Abbâs’a –radıya’llâhu `anhumâ- da nisbet edilmiştir.

10 İslâm’ın Siyâsî Yorumu ismiyle Türkçe’ye çevrilmiştir. Kitâb Mevdûdî’nin –r.a.- Kur’ân’a Göre Dört Terim ismiyle Türkçe’ye de çevrilen kitâbına ve Seyyid Kutub’a –r.a.- tenkîd mâhiyetindedir. Terc.: Hasan Basri, Bedir Yay., 1986 ve 2007 İstanbul. Benzer bir tenkîdi Vahidu’d-Dîn Han, et-Tefsîru’s-Siyâsi li’d-Dîn, Dâru’r-Risâleti’r-Rabbâniyye, 1991, Kâhire, isimli kitâbında yapmıştır.

11 Mevdûdî ile Ebu’l-Hasen en-Nedvî arasındaki mezkûr ihtilâf ile ilgili, en-Nedvi’nin talebesi Yûsuf Karaca’nın açıklamaları için bkz. bölüm sonuna.

12 Türkçe’de ilk çevirisi, Hatıralarım, ismiyle Düşünce Yayınları’nda, İstanbul 1981, çıktı, daha sonra İşaret Yayınları’nda, İstanbul-1987, Çeviren: M. Beşir Eryarsoy. Hatıralarım/Müslüman Kardeşler, Beka Yay., İstanbul 2007, aynı çeviri.

13 Bu kitâb, 1370 H. Leknev, Hindistân’da Muhammed el-Ğazzâlî’nin önsözüyle basılmıştır.

14 İmâm Rabbânî Ahmed Fâruk es-Sirhindî (Serhendî) (971 H./1563 M.-1034 H/1624 M.). İmâm Rabbânî, sadece Ekber Şâh’ın yeni şirk dînine karşı mücâdele vermemiş, aynı zamanda tasavvuf yoluyla bulaşan hurafe ve bid’atlerle de mücâdele etmiş, vahdet-i vücûd düşüncesini tenkîd etmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün Nakşîbendîlik yolunu etkilemiştir. Türkçe’ye de çevrilen Mektûbat isimli eserinin yanında, İsbâtu’n-Nubuvve, Te’yîd-i Ehli’s-Sunne, Risâle-i Silsile-i Hadîs, Mebde û Me`âd v.s. diğer eserleridir.

15 Bâbür hükümdarı Ebu’l-Feth Celâlüddin Muhammed Ekber Şah (1542-1605) Annesi Îrân asıllıdır. 1556 yılında, henüz ondört yaşındayken Celâleddin Ekber Şah adıyla tahta çıktı Ekber Şah, Hindistan’ı tek bir merkezî idâre altına toplamayı başardı. Ekber Şâh, Hindistan’da bulunan İslâm, Hindûluk, Budistlik Sihlik, Cayinizm, Hıristiyanlık, Zerdüştîlik gibi dinleri “Din-i İlahi” adı altında birleştirmeye çalıştı.

16 Türkçesi İslâm Önderleri Târîhi ismiyle 8 c. hâlinde neşredilmiştir. (Terc.: Yusuf Karaca, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1992) İmâm Rabbânî bölümü, Türkçe’sinde de 4. cildedir.

17 Selîm Cihângîr Şâh (1569-1627), 4. Bâbür hükümdârı, Ekber Şâh’ın oğludur. 1605’de tahta geçince babasının Müslümanlara karşı uyguladığı ağır baskıyı kaldırdı. Ancak Şiîlerin ve hasetçilerin iftirâlarına aldanarak, İmâm-ı Rabbânî hapsettirdi. İki yıl sonra hatâsını anlayıp hapisten çıkardı. İmâm Rabbânî’nin Cihangir Şaha yazdığı mektuplar, Mektûbât isimli eserinde mevcûddur. Şâh’ın, Tüzük-i Cihângîrî ismi ile yazdığı hâtırâtı, kıymetli bir eserdir.

18 Şah Cihân Şihâbuddîn Muhammed (1591-1666), Şâh Cihângîr’in oğlu, 5. Bâbür hükümdârı.

19 Muhyiddîn Muhammed Birinci Âlemgîr Şah (1618-1707), Şâh Cihân’ın oğlu. İmâm Rabbânî’nin oğlu Muhammed Mâsum Fârûkî’nin terbiyesinde yetişti. İslâmî idârenin en parlak zamanı onun zamanıdır. Fetâvâ-i Âlemgiriyye ya da Fetâvâ-i Hindiyye’yi hazırlatan odur. Ruk’at-ı Âlemgîrî Farsça nesîr kitâbı vardır.

Dipnot:



1 Nedvetu’l-`Ulemâ, Seyyid Ahmed Han’ın modernist Aligarh Mektebi’nin modernizmine karşı, Diyobend Medresesi’nden de farklı olarak çağdaş dünyânın ihtiyâclarını da göz önüne alan İslâmî eğitim kurumu olarak 1311 H./1893-1894 M.’de Mevlânâ Şiblî Nu`mânî ve bir kısım `ulemâ tarafından Leknev’de kurulmuştur. Müslümân `ilim adamı yetiştirmek, hâssaten de yeni nesillerin yetişmesi amacıyla eğitim-öğretim fa`âliyetlerine büyük önem veren bu hareket, kısa zamanda ilk mekteb seviyesinden üniversiteye kadar ta`kîb edilecek bir müfredât hazırlamıştır. Müslüman `ilim adamı yetiştirmek için de "Dâru’l-`Ulûm" adıyla bir mü´essese kurmuştur (1316 H./1898 M.). Hindistân'da "Nedvî", Nedvetu'l-`Ulemâ adıyla bilinen `ilim teşkilâtı bünyesinde yetişen ve bu teşkilâtta görev alan `âlimlere verilen lakabtır.

2 İslâmî edebiyât düşüncesini canlandırmak ve geliştirmek için Ebu’l-Hasen en-Nedvî’nin öncülüğünde Müslümân edebiyatçıları bir çatı altında toplamak gayesiyle 1980 yılında kurulmuştur. 1986’dan beri Türkiye temsilciliğini `Ali Nar yapmaktadır.

3 Şeyh `Ali et-Tantâvî, 1327 H./1909 M.-1420 H./1999 M. Suriyeli `âlim. Çok sayıda kitâbı vardır: Ebû Bekr es-Siddîk, Ahbâru `Umer, İ`lâmu’t-Târîh, Hikâyât Mine’t-Târîh, Fusûlun İslâmiyye, Fî Sebîli’l-İslâh bazılarıdır.

4 Türkçe’ye, Müslümânların Gerilemesiyle Dünyâ Neler Kaybetti? ismiyle çevrildi., Terc: Mehmet Süslü, 1978 Çağ Yay., Kitabevi Yay. 1995, İstanbul. Diğer bir tercüme, İbrahim Düzenti, I.I.S.O. Yayını, 1965

5 eş-Şeyh Halil bin Muhammed el-Huseyn el-Ensârî el-Yemânî (1304 H.-1368 H.) , `Allâme muhaddis Huseyn bin Muhsin el-Ensârî el-Yemânî’nin (1245 H.-1327 H) torunu. Arabca öğretimiyle ilgili birkaç küçük risâle dışında te´lîfi yoktur.

6 Seyyid Takiyyu’d-Dîn Hilâlî el-Merâkeşî (1311 H.- 1407 H.) muhaddis, meşhur dilci ve edîb. Bazı eserleri: ez-Zendu’l-Bârî ve’l-Bedri’s-Sârî fî Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, el-İlhâm ve’l-İn`âm fî Tefsîri’l-En`âm, Hâşiyetun `Alâ Keşfi’ş-Şubuhât li Muhammed bin Abdi’l-Vehhâb, Fadlu’l-Kebîri’l-Müte`âlî vs.

7 eş-Şeyh Muhammed bin İlyâs el-Kândehlevî (1303 H.-1364 H.), Hindistân merkezli Cemâ’atu’t-Teblîğ’in kurucusu.

8 eş-Şeyh Muhammed Yûsuf bin İlyâs el-Kândehlevî (1335 H.-1385 H.). Cemâ`atu’t-Teblîğ’in ikinci reisi. Diğer eseri, Tahavi’nin Me`ânî’l-Âsâr şerhi olan Emâniyyu’l-Ahbâr’dır.

9 mâm Buhârî Hz. `Alî’den merfû`an rivâyet etmiştir. Ancak oradaki lafız şöyle: “ حدِّثوا الناس بما يعرفون؛ أتحبون أن يكذب الله ورسوله”: İnsânlara bildikleri şeylere göre konuşun. Yoksa Allâh ve Rasûlü’nün yalanması hoşunuza gider mi?. Aynı söz bazı zayıf senedlerle İbn `Abbâs’a –radıya’llâhu `anhumâ- da nisbet edilmiştir.

10 İslâm’ın Siyâsî Yorumu ismiyle Türkçe’ye çevrilmiştir. Kitâb Mevdûdî’nin –r.a.- Kur’ân’a Göre Dört Terim ismiyle Türkçe’ye de çevrilen kitâbına ve Seyyid Kutub’a –r.a.- tenkîd mâhiyetindedir. Terc.: Hasan Basri, Bedir Yay., 1986 ve 2007 İstanbul. Benzer bir tenkîdi Vahidu’d-Dîn Han, et-Tefsîru’s-Siyâsi li’d-Dîn, Dâru’r-Risâleti’r-Rabbâniyye, 1991, Kâhire, isimli kitâbında yapmıştır.

11 Mevdûdî ile Ebu’l-Hasen en-Nedvî arasındaki mezkûr ihtilâf ile ilgili, en-Nedvi’nin talebesi Yûsuf Karaca’nın açıklamaları için bkz. bölüm sonuna.

12 Türkçe’de ilk çevirisi, Hatıralarım, ismiyle Düşünce Yayınları’nda, İstanbul 1981, çıktı, daha sonra İşaret Yayınları’nda, İstanbul-1987, Çeviren: M. Beşir Eryarsoy. Hatıralarım/Müslüman Kardeşler, Beka Yay., İstanbul 2007, aynı çeviri.

13 Bu kitâb, 1370 H. Leknev, Hindistân’da Muhammed el-Ğazzâlî’nin önsözüyle basılmıştır.

14 İmâm Rabbânî Ahmed Fâruk es-Sirhindî (Serhendî) (971 H./1563 M.-1034 H/1624 M.). İmâm Rabbânî, sadece Ekber Şâh’ın yeni şirk dînine karşı mücâdele vermemiş, aynı zamanda tasavvuf yoluyla bulaşan hurafe ve bid’atlerle de mücâdele etmiş, vahdet-i vücûd düşüncesini tenkîd etmiştir. Kendisinden sonra gelen bütün Nakşîbendîlik yolunu etkilemiştir. Türkçe’ye de çevrilen Mektûbat isimli eserinin yanında, İsbâtu’n-Nubuvve, Te’yîd-i Ehli’s-Sunne, Risâle-i Silsile-i Hadîs, Mebde û Me`âd v.s. diğer eserleridir.

15 Bâbür hükümdarı Ebu’l-Feth Celâlüddin Muhammed Ekber Şah (1542-1605) Annesi Îrân asıllıdır. 1556 yılında, henüz ondört yaşındayken Celâleddin Ekber Şah adıyla tahta çıktı Ekber Şah, Hindistan’ı tek bir merkezî idâre altına toplamayı başardı. Ekber Şâh, Hindistan’da bulunan İslâm, Hindûluk, Budistlik Sihlik, Cayinizm, Hıristiyanlık, Zerdüştîlik gibi dinleri “Din-i İlahi” adı altında birleştirmeye çalıştı.

16 Türkçesi İslâm Önderleri Târîhi ismiyle 8 c. hâlinde neşredilmiştir. (Terc.: Yusuf Karaca, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1992) İmâm Rabbânî bölümü, Türkçe’sinde de 4. cildedir.

17 Selîm Cihângîr Şâh (1569-1627), 4. Bâbür hükümdârı, Ekber Şâh’ın oğludur. 1605’de tahta geçince babasının Müslümanlara karşı uyguladığı ağır baskıyı kaldırdı. Ancak Şiîlerin ve hasetçilerin iftirâlarına aldanarak, İmâm-ı Rabbânî hapsettirdi. İki yıl sonra hatâsını anlayıp hapisten çıkardı. İmâm Rabbânî’nin Cihangir Şaha yazdığı mektuplar, Mektûbât isimli eserinde mevcûddur. Şâh’ın, Tüzük-i Cihângîrî ismi ile yazdığı hâtırâtı, kıymetli bir eserdir.

18 Şah Cihân Şihâbuddîn Muhammed (1591-1666), Şâh Cihângîr’in oğlu, 5. Bâbür hükümdârı.

19 Muhyiddîn Muhammed Birinci Âlemgîr Şah (1618-1707), Şâh Cihân’ın oğlu. İmâm Rabbânî’nin oğlu Muhammed Mâsum Fârûkî’nin terbiyesinde yetişti. İslâmî idârenin en parlak zamanı onun zamanıdır. Fetâvâ-i Âlemgiriyye ya da Fetâvâ-i Hindiyye’yi hazırlatan odur. Ruk’at-ı Âlemgîrî Farsça nesîr kitâbı vardır.