31 Mayıs 2012 Perşembe

Kürtajı Savunmak, 34 Canı Unutmak !

Hayrettin Karaman bugün Yeni Şafak gazetesinde kürtaj ile ilgili bir yazı yazdı. Aynı gazete bir yazarını da kapı dışarı ederek farklı bir kürtaj tekniğini kullandı ! Aferin yeni Pravdamıza !

Kürtaj ile ilgili özetle:

"Kürtaj cinayettir ve haramdır
Dindeki hükmü bakımından kürtaj, ananın veya bir başkasının maddî veya manevî müdahalesi ile cenînin rahimde veya dışarı çıkarılarak öldürülmesidir.
Cenîn, hâmileliğin ilk gününden itibaren hâmile kadının rahmindeki çocuktur.
Özellikle cerrahi tıbbın gelişmesinden önce ilkel yöntemlerle yapılan cenîn katli günümüzde, ameliyat ortamında ve -genellikle- doktorlar tarafından yapılmaktadır."

Detaylı olarak bütün yazıyı aşağıda okuyabilirsiniz...


http://www.gazeteoku.com/yazar/hayrettin-karaman/2677/kurtaj-cinayettir-ve-haramdir

Bugün parçalanmış cesetler ve kanlı bebek görüntüleri eşliğinde bu vahşet en haklı bir şekilde eleştiriliyor. Ama yeni diktatörümüz 34 adet "PKK figüranı" ve "Ahmet mi Mehmet mi ne bilelim", "parasını verdik ya özürse bu özür değil mi" diye öldürülen insanları gündemden düşürmek için akla ziyan bir taktikle "her kürtaj bir Uluderedir" saçmalamasını gözümüze sokmayı başardı.
Bugün kürtajı tartışıyoruz, kürtajın İslam hukuku açısından olabilirliğini, olamazlığını, vahşetini...
Aferin bize...
Ondan sonra da bu çılgın girdapda debelenmemiz istendi, tamam, öyle olsun, biz de bu debelenmeden eteklerimizdekini dökelim o zaman...

Bosna'da Srebreniska'da sadece toplu katliamlar yaşanmadı, aynı zamanda inanılmaz derecede bir vahşilikle müslüman hanımlar tecavüzlere uğradı. Bir çoğu maalesef hamile bile kaldılar. Böyle bir durumda oradaki hanımlar çıkış yolları arayıp durdu. İslam alimleri bu konuda ikiye ayrıldılar:
1. Bu çocukları kürtaj ile alabilirsiniz. Çünkü bunlar zalimlerin tohumlarından ortaya çıkmıştır. Bir müslüman hanım bu zilleti, o çocuğu besleyerek, büyüterek yaşayamaz.
2. Evet, büyük bir zillet olsa da o çocuklar, kürtaj yasağı dolayısı ile alınmamalı, doğmalarına izin verilmeli ve İslam kültürü ile yetiştirilip birer asker olarak onlara kurşun niyetine kullanılmalı. (Sanki oyuncak bebekden bahsediliyor) Bu fikri savunan alimler doğacak insanların duygulardan müteşekkil olduklarını herhalde hesaba katıyor olmalılar !
Batı kültürü ile yakın bir ilişki içerisinde olan Bosna'daki mağdur kadınlar ağırlıklı olarak çocuklarını doğurmak durumu ile karşı karşıya kaldılar. Böyle bir tercihde bulundular... ama...

Yıllar sonra Irak işgal edildiğinde, batı kültürüne uzak olan o iffetli müslüman hanımlar yine tecavüzlere uğradılar ve müslümanların zilleti dolayısı ile hamile kalanlar oldu. Ama oradaki iffetli hanımlar, bu çocukları doğurmaktansa, bu zilleti yaşamaktansa ölürüm daha iyi diyerek intihar ettiler.
Bazıları da kürtaj olarak bu doğacak çocukları dünyaya getirmediler.

Ben normal hayattaki tercihlerden bahsetmiyorum. Kimse de bana: Biz normal hayattan bahsediyoruz, o şartlar altında kürtajın yasaklığını tartışıyoruz, demesin.
Zillet o kadar büyük ki artık yeryüzünün birçok yerinde müslüman iffetli hanımlara tecavüz olayı, normal bir vakıa haline gelmiş.
Suriye'de zindanda yatan müslüman hanımlar bir mektup yayınlamıştı müslüman erkeklere: Ey eteklerini giymiş müslüman erkekler ! Eteklerinizi çıkartın ! Erkek olun ! Sizden bizi kurtarmanızı istemiyoruz. Sizden bizi bu hapishane duvarları ile beraber öldürmenizi, yakıp yıkmanızı istiyoruz. Biz bu zilleti taşıyamayız.! Biz bu zalimların, alçakların, hainlerin, pisliklerin çocuklarını doğurmak istemiyoruz! Gelin ve bu duvarları yıkın üzerimize!"

Bu yüzden günümüz yeni diktatörünün bu gündem değiştirmesi sonucunda 34 kişinin acısını unutturmaya kimse çalışmasın. Onlar kürttür, bizden değildir yaklaşımına asla ama asla yeltenilmesin.
Daha dün, 28 Şubat mağduru olduklarından dolayı, Nazlı Ilıcak'a, Cengiç Çandar'a, Mehmet Barlas'a kucak açan günümüz çağdaş Pravdası Yeni Şafak, Uludere olayı yüzünden vicdanlı yazılar yazdığından dolayı bir gazeteciyi gazetenin bağrından koparmıştır.
Sayın ve çok kıymetli başbakanımız ne demişti ! Her kürtaj bir Uluderedir.
Yeni Şafak'ın rahminden koparılarak hayat hakkı tanınmayan yazara, teknik bir kürtaj yapılmamış mıdır! Neden peki? Uludere'de yaşanan vahşeti vicdanlı bir şekilde ele aldığı için.
Hadi Ahmet Altan gavur! O, tu kaka ! Ali Akel de mi tu kaka! Hakan Albayrak da mı tu kaka !

Odunlardan müteşekkil insanları yanında bulunduranlar herhalde yavaş yavaş odunlaşacaklarını unutmasınlar. Hadi unutuyorlar diyelim, bağırarak, çağırarak, insanların duygularını anlamamazlıktan gelerek müslüman kalacaklarını sanıyorlarsa münafikun suresinin 4. ayeti kerimesini hatırlasınlar.


MÜNAFİKUN 4. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır. Onlardan sakın. Allah onların canlarını alsın. Nasıl bu hale geliyorlar?


Yeni diktatörümüz, her gürültüyü kendi aleyhine mi sanıyor yoksa !

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Umre İle Alakalı Küçük Ama Faydalı Bilgiler


1. Organizasyonu tercih ederken önceden sorularınızı belirleyin, Mekke'deki oteli, Medine'deki oteli, iletişim sorumluluklarını muhakkak sorun.
2. Organizasyona (eğer dünyayla bağlantınızı kesmeyecekseniz) otellerin odalarında kablosuz internet olup olmadığını sorun, kalacağınız oteli gerekirse aratın var mı yok mu emin olun, süprizle karşılaşmayın
3. Mekke ve Medine'de muhatap olacağınız kişilerin telefonlarını alın, gittiğinizde bu muhataplara kendi cep telefonlarınızı yada orada alacağınız suud hatlı telefonlarınızın numaralarını verin.
4. Gitmeden önce telefonlarınız teknik kapasitesi yüksekse (Iphone 4S gibi) Türkiye'deki muhataplarınızın skype ağını ve WatsApp ağını kurun. Oralarda inanılmaz derecede işinize yarayacaktır.
5. Sakın ola ki otelin interneti ya da ücretsiz çeken bir internet ağı bulmadan iletişime geçmeyin, fatura yüksek gelir.
6. Mekke Harem'de 10. kapıya gittiğinizde ücretsiz bir ağ bulabilirsiniz, belli zamanlarda kalitesi gayet iyi.
7. Hem Mekke'de hem Medine'de çalışan, kalan Türk varsa onlarla irtibata geçin, bazen organizasyon yetersiz kaldığında bu Türkler çok yardımcı olurlar.
8. Mekke içinde ya da Medine'de taksiye binecekseniz 20 Riyal'den fazla vermeyin, pazarlık yapın, biri gitmez ise diğeri gidecektir, unutmayın.
9. Umreye giderken muhakkak güneş gözlüğü alın, pişman olmazsınız.
10. Paralarınızı boynunuza alacağınız ve gömleğinizin altında kalacak şekilde güvenil hale getirin. İpi sağlam olsun. Eğer eşinizle gidiyorsanız, onların daha kapalı olması hasebi ile paralarınızı onların elbiselerinin altındaki boyunluklu muhafazaya koymanız daha iyidir.
11. Terlik almayı unutmayın, rahat ve ucuz olsun. Hareme girdiğinizde terlikleri koyabilecek yerler var, koyduğunuz yerleri unutmayın.
12. Mekke Harem'de ve Medine Harem'de giriş kapı numaraları var. O numaralar sizin için çok önemli, iki ya da daha fazla kişi gittiğinizde bu yerler giriş ve çıkışlarınızda belirleyeceğiniz yerler olsun.
13. Mekke'de yemek yiyebileceğiniz yerler son derece sınırlı, Aziziye'de çok kaliteli bir türk lokantası var ve yemeklerinizi mümkün mertebe Türk aşcının yaptıkları yemekleri yeyin. Arapların yemek kültürü maalesef yok denecek kadar az.
14. Yanınızda zemzem getireceksiniz muhakkak, küçük şişelere de zemzem doldurun, yanınızda bunları götürebilirsiniz.
15. Mekke'de sebze ve meyve hali var, Medine'de hurma alacağınıza Mekke'de bu halde almanız hem fiyat olarak hem de kalite olarak fark edecektir. 
17. Kabe'nin olduğu yerde "ZEMZEM TOWERS" adı verilen bir ucube göreceksiniz, adını değiştirdim, adı: "FİRAVUN TOWERS" dir. Zemzem ismini kullanmayalım. Bu ucubeyi yapana da küfredebilirsiniz, caizdir ! İbretlik olması bakımından resmini burda paylaşıyorum.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Kızlara Ölüm: Beatrice'ten Sonra Birinci Yüzyıl

Kitabın Adı: Beatrice'den  Sonra Birinci Yüzyıl
Yayınevi: YKY
Yazarı: Amin Maalouf
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 02 Mayıs 2012 – İstanbul


Batı her zaman senin bildiğin gibi barış ve adalet diyarı değildi, kadın ve erkek haklarının, doğanın üstüne titrenmiyordu. Senden bir önceki kuşaktan olan ben, bambaşka bir Batı tanıdım. Şunu unutma ki, yüzyıllar boyunca, Yerkürenin dörtbir yanında izler bıraktık, imparatorluklar kurduk, uygarlıklar yıktık, Amerika'daki kızılderelileri yok ettik, sonra onların yerine çalışanlar diye takalar dolusu zenci getirdik, afyon zorlamak için Çinlilerle savaştık, evet, dünyada bir kasırga gibi estik, çoğunlukla yararlı ama her zaman yıkıcı bir kasırga.
Peki burada? Kendi yerimizde ne yaptık? Birbirimizi durmadan boğazladık, top ateşine tuttuk, zehirli gazlarla öldürdük, öfkeyle, yirminci yüzyılın ortalarına kadar. Sonra bir gün, doymuş, uslanmış, yorgun, biraz yaşlanmış bir halde en rahat koltuğa kurulduk. "Şimdi herkes durulsun" diye haykırıyoruz. Ama hayır, gördüğün gibi, herkes bizimle aynı zamanda durulmuyor. Her yerde biraz Alsace-Lorraine'ler, din, mezhep kavgaları var, bunlar da bizimkiler kadar saçma, bizimkiler kadar ölümcül, deliliğin geçmesi gerek.
Dünyaya karşı sabırlı olalım (sh. 80-81)


İrfan'ın Yorumu: 
Amin Maalouf romanlarına kaldığımız yerden devam ediyoruz. Şu bir gerçek ki farklı bir denemede roman gerçekleştirmiş üstad. Yine insanlığın hastalıklarından pek göze çarpmayan kız, erkek ayrımına çarpıcı bir bakış getiriyor. Hz. Peygamber'den önceki cahiliye dönemlerinde kız çocuklarını diri diri gömerlermiş. Neden? Erkek cinsiyetinin kız cinsiyetine bir üstünlüğü mü vardı? İslam geldiğinde bu saçma sapan cahiliye anlayışını yerle yeksan etti. İşte kitap erkek cinsinin tercihe şayan olması gerektiği anlayışının sonuçlarını gözler önüne seren bir serüvene bizleri ortak ediyor. Sevdiği kızı Beatrice eşliğinde...
Diğer romanlara nazaran farklı bir çizgi içerisinde olsa da yine de okuduğunuza pişman olmayacaksınız.
Denemelerinde söylediğim şeyi burda da tekrar etmekte fayda var: Sen roman yaz!

Kitabın Arka Kapağı
Dünya bir felakete doğru dolu dizgin koşuyor. Kötüye kullanılan bilim insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Yeni doğan çocuklar büyük oranda erkek, çünkü "oğlan" olsun istiyordu herkes. Buyrun, bilim dilekleri yerine getirdi sonunda. İşin sonu nereye varacak? Kadınlar yeryüzünde silinip gidecek mi? Bir grup aydının kurduğu "Bilgeler Şebekesi" insanları uyarmaya, zararın bir yerinden döndürmeye uğraşıyor ama boşuna. Şimdiye dek Kuzeyliler tarafından "uzaktaki bir başka dünya" olarak değerlendirilen Güney ülkelerinde şiddet tırmanıyor, yavaş yavaş tüm dünyaya yayılıyor. Bunlara tanıklık eden, insanlığın düştüğü korkutucu durum karşısında el ele mücadele veren bir gazeteciyle bir böcekbilimci; onlardan doğacak bir kız çocuğu: Beatrice... Bu Beatrice'in yüzyılı, gerileme ve bıkkınlık çağı.

Kitabın Özeti
Erkek çocuk doğumuna yol açan bir ilacın bilim adamları tarafından bulunmasıyla beraber bu ilaçlar dünyanın farklı yerlerinde el altından piyasaya sürülüyor. Paris te yaşayan bir böcekbilimci ve gazeteci karısının öyküsü anlatılıyor. Gazeteci dünyanın farklı yerlerine yaptığı ziyaretler sırasında bu ilaçlardan haberdar oluyor. Gazetede bu konuyla ilgili yazı yazmak isteyince istediği ilgiyi göremiyor ve bir süre sonra işinden ayrılıyor. Bu zaman zarfında eşine söz verdiği gibi gazeteciliğe ara verip bir kız çocuğu dünyaya getiriyor. Kızın adını Beatrice koyuyorlar.
Çocuk dünyaya geldikten sonra kadın mesleğine hızlı bir dönüş yapıyor ve kaldığı yerden ve daha yoğun bir şekilde ilaçlar üzerine yazılar yazmaya başlıyor. İlaç etkisini ilk olarak Doğu ve Afrika ülkelerinde gösteriyor. Özellikle Afrika kıtasında ciddi boyutlarda tehlikeli hale geliyor. Bu zaman zarfında karakterler bu durumla savaşmak için bir dernek kuruyorlar ve çeşitli faaliyetlerde bulunup insanları uyarmaya çalışıyorlar. Yıllar geçtikçe ilacın etkisi kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlayınca Afrika da bazı ayaklanmalar başlıyor. Ve fazlasıyla büyüyor. Olayın vehameti o zaman anlaşılıyor. Olaylar hızla gelişmeye başlıyor. Yazar olayları kızının yaşına göre kronolojik bir şekilde aktarıyor.


Kitaptan Alıntılar
Aşırı bitkin düştüğü bir gün şöyle demişti: "Kamuoyunu uyuyan, iri bir insan gibi düşünmek gerek. Zaman zaman, sıçrayarak uyanıyor, kulağına bir düşünce fısıldamak için o andan yararlanılmalı, ama en basit, en belirgin düşünceyi seçmeli çünkü hemen gerinir, arkasını döner, esner, tekrar uykuya dalar ve sen onu ne engelleyebilir ne de uyandırabilirsin. O zaman sapkınca yatağa sarılsın diye beklemeye başlarsın." (sh. 82)


Hristiyan olmak ve anadilimin İslam'ın kutsal dili olan Arapça olması, benim kimliğimi oluşturan temel çelişkilerden biridir. Bu dili konuşmak, onu her gün dualarında kullanan ve büyük bir çoğunluğu benim kadar iyi bilmeyen insanlarla aramda bir bağ oluşturuyor. Orta Asyaya gittiğiniz ve Timur zamanından kalma bir medresenin kapısında yaşlı bir ulemaya rastladığınızda, onun kendini bir dostluk ortamında hissetmesi ve asla bir Rusla ya da İngilizle yapamayacağı kadar içten konuşması için ona Arapça seslenmeniz yeterli. (sh. 20)


 Clarence şuna dikkatimi çekmişti: Otoriter bir rejime karşı çıkan bir Avrupalı'ya "başkaldıran" deniyordu. Ama Clarence bir yazısında "başkaldıran bir Afrikalı" yazdığında, yayın yönetmeni, deyimi yerinde bulmayıp, bir biçim ya da imla yanlışı düzeltir gibi, danışmaya bile gerek duymadan onu "karşı çıkan" diye değiştirmişti. Aynı düşünce biçiminde, Kuzey'e yerleşmiş bir Güneyli bir çalışana "göçmen" denirken, Güney'e yerleşmiş bir Kuzeyli çalışana ise "sürgün" adı veriliyordu. Karıştırmayalım! (sh. 144)