30 Mart 2013 Cumartesi

Mezartaşı Güzellemeleri


Artık buraya takılıyorum... Beni  hesaptan düşün
Bir sabah bir uyandım, dünya yok
Dün gece 2,30 sularında suları kesildi ömrün.
Delil yetersizliğinden beraat edince çok sevindi. Kalp yetersizliğinden gitti
Karnında fazla su vardı,
Adalelerinde kireçlenme,
Böbreklerinde kum,
Kanında da demir fazlalığı
Beton gibiydi, ama öldü              
Çapkın bir adamın mezar taşı, Artık karısı geceleri nerede olduğunu biliyor.       
Kredi borcuna girenin mezar taşı...Allah taksitlerin affetsin
Politikacının mezar taşı...İnsanlar ölünce en son kalbi durur,Onun dili durdu
Doktor hatasından ölen hastanın mezar taşı      
Sevgili doktorum. Seni ikinci yaşamımda...Dört gözle bekliyorum
Mutsuz bir kocanın mezar taşı Bu onun ikinci ölümü, Birincisi onun evlendiği gündü
Futbolcunun mezar taşı... Hiç istemediği bir deplasmana gitti  ama dönemedi      
Vatanseverin mezar  taşı; Kişi başına düşen milli gelir artsın diye yaşamına son verdi
Kim demiş kırmızı ışıkta geçilmez diye? Rahmetli  geçerdi.
Hayatımı kaybettim, hükümsüzdür
Rahmetli  kayıkçıydıSon yolculuğunu imamın kayığıyla yaptı
Yaşam tehlikeli bir şey...Sonu  ölmekle bitiyor
Düşünüyordu...O halde yok edilmeliydi
‘’Atın ölümü arpadan olsun’’ derdi...Bira içerken öldü
Herkese Kansız herif derdi...Kan Kaybından gitti
Kendine ait bir toprağı olsun isterdi...Sonunda muradına erdi
Azrail mirasçıların sabrını ölçtü...96 yaşında öldü

Ahmet Abi'nin Ardından


Ahmet Hocamın Ardından
          Buhari’nin “Tecrid-i Sarih” derlemesinin 3.cildinde o yıllara ait bir notuma rastladım. Bu not beni 1983 yılına götürdü. O yıllar Askeri darbeden sıkılmış haldeydik. Hem mahallede, hem de üniversitede içinde bulunduğumuz grupla birbirine benzer şeyler yapılır ama hep bir şeyler eksik kalırdı. Bu nedenle bir arkadaş gurubuyla, diş hekimliğinde okuyan yeni evlenmiş birinin evinde toplanır, bir gecede bir cilt Tecrid-i Sarih okurduk. Şimdilerden bakınca, bu hadis okumaları meğerse Allah’ın âlim bir kulunun hayatımıza girmesine davet niteliğindeymiş…

 Böyle toplandığımız gecelerden birine o da davet edilmişti. Saçları genç yaşta dökülmüş bu zatta en belirgin olan şey, gözlerimizin içine sevgi dolu bakışlarıydı. Gömleği eski, muhtemelen bir takım elbiseye ait çizgili pantolonu yıpranmıştı. Dersi sessizce izliyor yaptığımız acemice yorumları güzel bir çaba olarak görüyor, telaşımıza ise imrenerek bakıyordu. “Gusül de suyu vücuda akıtmak mı yoksa vücudu suyla ovmak mı gereklidir?” babındaki hadise sıra geldiğinde, bir arkadaşımızın “Tabi ki suyu akıtmak lazım zira kürek kemiklerimizin arasına elimizi değdiremeyiz” demişti. Bunun üzerine hoca sanki müdahale etmese yapılan çabalar boşa gidecekmiş gibi aceleyle “Bir dakika” demiş ve devam etmişti “Eğer Resulullah (sav) vücudumuzu suyla ovuşturarak gusül almamızı söylüyorsa biz de karateciler gibi aylarca uğraşıp sonunda sırtımızdaki o yere dokunuruz.” Sözü üzerine şu notu almıştım:
          “İşte, bu benim hocam.”
           Ve artık derslerimize yeni bir heyecan gelmiş. Hadisleri sanki Resul’ün(sav) halkasında dinler olmuştuk. Hadislerde gördüklerimizi hayatımızda tatbik etme gayretiyle uyguladığımız bazı sünnetler namazımızı farklılaştırmış, bu nedenle çevremizde mezhepsiz ilan edilip ciddi uyarılara muhatap olmak bile iştahımızı kaçıramamıştı.  Hatta bir kış günü Bayrampaşa minibüslerinin kalkışını bile engelleyen kar yağışı azmimizi kıramamış, bir saatten fazla yürüyerek “Buhari” dersine yetişmiştik. O ise bu kar yağışından sonra kimse gelmez derken salonun tamamının gençlerle dolduğunu görünce gözleri yaşlarla dolmuştu.
          Verdiği bütün derslere “Kim bu derste bir yanlışımı görüp düzeltmez, benim ahirette zor durumda kalmama rıza gösterirse iki elim onun yakasındadır” uyarısıyla başlardı. Hâlbuki dinlediğim birçok “üstat” sözünün kesilmemesini sessizce dinlenmesini özellikle tembihlemişti.                                                                 
           Kendisini övüp gönendirmeye kalkanlara sert ikazlarda bulunmasına anlam veremez. İçimden “Seni seviyorlar bunu ilan etmelerinde ne mahzur var” diye geçirirdim. Ama bugün hocaların etrafındaki şakşakçıların verdiği zararları görünce hocamı rahmetle anıyorum…
          Hadis okumanın, sade bir hayatı, cömertliği, fedakârlığı, adil olmayı, diğerkâmlığı ve etrafındaki zulümlere engel olma gayretini beslemesi gerektiğini onun örnekliğinden öğrendim.
           Hocam dersin sonunda meyve aldırması âdetindendi. Bunu parası varsa kendi karşılar yoksa havlu altı yapardı. “Havlu altı” eyleminde ortaya bir havlu konur parası olan da olmayan da elini havlunun altına koyup elindekini bırakırdı. Bu metotla aramızda kimin verip kimin vermediği bilinmez, parası olmayanlar ezilmez, para koyanlar da başa kakamazdı. Hatta parası olmayanlara “Havlunun altına elinizi boş koyun, ama dolu çıkarın.” diye tembihlerdi.
         Dersin sonunda sayımıza göre alınan elmaları dağıtırken adeta çocuklaşır. Elmalar gelince bize sırtını döner ve poşetin içinden her hangi bir elmayı tutar bunun kimin olduğunu sorardı. Biz de bir isim söyler o elma ona verilirdi. Böylece herkese farklı boyutta ve renkte verilmesine rağmen kimsenin gözü diğerinin elmasında kalmazdı. Bunun nedeni dağıtan elin adil olmasıydı. Bu günlerde insanların adil dağıtan bir ele ne kadar çok ihtiyacı var değil mi?
           Maaşının büyük bir kısmıyla eserlerin Arapça orijinal metnini alırdı. Her talip olana Arapça öğretir devam etmeyenlere gönül koymaz tekrar başlamak istendiğinde aynı heyecanla öğretmeye devam ederdi. O dinin, kaynaklarından öğrenileceğini ve aslına uygun yaşantı sürüleceği ümidini yeşertenlerdendi. “Önce doğruları, sonra yanlışları daha sonra doğruların niye doğru, yanlışların niye yanlış olduğunu hep beraber öğreneceğiz” sloganı ise heyecan vericiydi…
            Eksikliğini en çok hissettim yer ise herkese değer verip ümit var olmasıydı. O yaptığımız densizliklere rağmen bizi azarlamaz adeta üzerimize titrer, asla kaldıramayacağımız yükler yüklemezdi. Ailemize ve akrabalarımıza daha yakın davranmamızı salık verir. Bize fetva ve garanti vermez. İslam dairesinin içinde kalmamızı tembihlerdi. Kuran ve Sünnetin hayata dair bir ölçü olduğunu söyler bunların mecburi kurallar gibi anlatılmasına ve anlaşılmasına karşı çıkardı…
           Dini, karşısındakinin kaldırabileceği kadar ve kavrayabileceği tarzda örneklerle anlatması onun entelektüel değil Arif olduğunun alametiydi. Mesela annenizle size “Darül Harb” i anlatsa ders çıkışında kendinizi annenizle bu meseleyi enine boyuna tartışır bulurdunuz.
         Velhasıl dostlar hocalığın yanında gerektiğinde babam, lüzumunda ağabeyim ve hayatıma değer katıp içimde tertemiz ümitler yeşerten, Resulullah’ın ümmeti olma kıvancını yaşatan mümin bir dostu kendisine daha doyamadan 28 Mart 1985’te kaybetmenin hüznü hala alışılır gibi değil…
           Allah mekânını, çok sevdiği ve yürekten bağlı olduğu Resulullah’a komşu eylesin. Âmin
   
                                                                                                              Şevket HÜNER / 27.03.2013       

İrfan'ın Yorumu. Şevket Abi'nin rahmetle andığı bu zatı tanımadım. Kendisinin hayırla anıldığına bakılırsa iyi ve güzel bir müslüman, hayırlı bir insan imiş. Allah rahmeti ile kendisini kabul buyursun. Beni bu vefat etmiş insanı değerli kılan en önemli unsur ise, derslerinde: "Kim bu derste bir yanlışımı görüp düzeltmez, benim ahirette zor durumda kalmama rıza gösterirse iki elim onun yakasındadır sözü" ve; Şevket abinin ifadesi ile: "Hadis okumanın, sade bir hayatı, cömertliği, fedakârlığı, adil olmayı, diğerkâmlığı ve etrafındaki zulümlere engel olma gayretini beslemesi gerektiğini onun örnekliğinden öğrendim" sözleridir.
Mekanın cennet olsun Ahmet Abi...
                                                   

18 Mart 2013 Pazartesi

ölüm

Doğan Cüceloğlu'nun eğitimindeki katılımcılarla bir konuşmasından:

Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?

Bir katılımcı: Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarıyla yok.

Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz?

Cevap neredeyse otomatik olarak çıkar: Ölüm!

Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?

Katılımcılar burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır...

Cüceloğlu: Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?

Katılımcılar: Hayır

Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?

Bir katılımcı: Var.

Cüceloğlu: Yarın?

Bir katılımcı: Evet.

Cüceloğlu: 30 yıl sonra?

Bir katılımcı: Olabilir.

Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?

Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.

Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? Var mıdır böyle bir garanti?

Bir katılımcı: Yoktur Hocam.

Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?

Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlar.

Bir katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?

Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

Bir katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.

Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma ya da gerginlik yaratır mıydı?Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir "Seni gerçekten çok seviyorum" demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?

Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir.

Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim" diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı?BUNA ZAMANIMIZ GERÇEKTEN KALDI MI?

14 Mart 2013 Perşembe

Ölüm Ötesi Bir Paragraf


Kurnazlık, safderunluğu kısa vadede yener;

Orta vadede akıl ve samimiyet galebe eder.

Uzun vadede ise meşhur bir filozofun da keşfettiği üzere herkes ölmüş olacak.

Bu dünyanın problemlerini öteki tarafa götüremeyiz

Ama öteki tarafta nasıl karşılanacağımız tamamen bu meseleyle ilgili.

“Nerden biliyorsun” diyeceksiniz; çok iyi yerden haber aldım; kesin!

Ahmet Turan Alkan

13 Mart 2013 Çarşamba

Özlü Sözler


Her genç kız babasına aşıktır. 

Arap atasözü (Beşir Eryarsoy'dan alıntı)


Manası: 
Genç kızın babasına aşık olması demek: Babasının en ideal erkek olduğu, dolayısı ile kendisi ile mutlu olacağı erkeğin babasının ahlakı ile ahlaklanmış bir erkek olması gerektiğini, babasındaki güzel ahlakın evleneceği erkekde de olması gerektiği ve bu özelliklere sahip bir erkek ile evlenilebileceği anlatılmaktadır. 

12 Mart 2013 Salı