29 Nisan 2013 Pazartesi

Hudeybiye Barışından Sonra...


İlim adamları dedi ki: 
Bu barışın tamamlanmasının sonucunda ortaya çıkan maslahata gelince bunun ortaya çıkan gözkamaştırıcı neticeleri ve sonunda Mekke'nin fethedilmesi, Mekke halkının tamamen İslama girmesi, insanların da Allah'ın dinine büyük büyük kalabalıklar halinde girmesi gibi birbiri ardınca gelen pek çok faydaları olmuştur. 

Çünkü barıştan önce müslümanlarla karışmıyor ve onların arasında Nebi'nin durumu olduğu gibi ortaya çıkmıyor, bunları kendilerine etraflıca anlatacak kimselerle oturup kalkmıyorlardı. Hudeybiye barışı gerçekleştikten sonra müslümanlarla karışmaya başladılar, Medine'ye geldiler. 

Müslümanlar da Mekke'ye gittiler ve kendi yakınları ile arkadaşları ile ve iyiliklerini istediği kimselerle oturup kalktılar. Mekkeliler de kendilerinden Nebinin hallerini bütün detayları ile apaçık mucizeleri ile nübüvvetin birbirini güçlendiren pekiştiren alametleriyle onun güzel sireti yaşayışıyla, pek güzel yolu ile alakalı hususları etraflı bir şekilde onlardan dinlediler ve bizzat kendileri de bunların bir çoğunu gözleri ile gördüler. Bundan dolayı nefisleri hep imana meyledip durdu. 

Nihayet onlardan pek çok kimse Mekke fethedilmeden önce elini çabuk tutarak İslam'a girdi. Böylelikle bunlar Hudeybiye barışı ile Mekke'nin fethi arasında müslüman oldular. 

Geri kalanlarının ise İslam'a olan meyilleri daha da arttı. Mekke fethedildiği günü önceden İslami eğilimlerine hazırlık dönemi dolayısıyla hepsi de müslüman oldu. 

Çöllerde yaşayan Kureyş dışındaki araplar ise müslüman olmak için Kureyş'in İslam'a girmesini bekliyordu. Kureyş İslam'a girince çölde yaşayan Araplar da müslüman oldu. 

Yüce Allah da: "Allah'ın yardımı ve fetih geldiği, insanları Allah'ın dininde büyük büyük kitleler halinde girdiklerini gördüğün zaman..." (Nasr, 1-2) buyurdu. 

Kaynak: Müslim Şerhi, Nevevi, 6. cild

İrfan'ın Yorumu:
Hudeybiye barış antlaşması sırasında Hz. Ömer'in isyanı dolayısı ile Hz. Peygamber Hz. Ömer'e sabretmesini salık vermiş ve Fetih Suresi'nin inmesinden sonra da müjdeyi vermişti. Yani bu barış antlaşması bir fethi de beraberinde getiriyordu.

Bugün ülkemizde barış süreci, çözüm süreci devam ediyor. Bu süreci insanlar farklı farklı okuyabiliyorlar. Bizim için iyi görünmeyen şeyler hayır olabilir, bizim için iyi görünenler de şer olabilir. Bugün bu sürece karşı çıkanlar da var, destekleyenler de var, tarafsız kalanlar da var... Çözüm süreci başladığından beri yani yaklaşık üç aydan beri Türkiye Cumhuriyeti ordusundan herhangi bir asker ölmedi, PKK tarafında da herhangi bir gerilla ölmedi. Bugün batıda yaşayan insanlar doğuya gidemez ve oradaki insanlarla bir araya gelemezlerdi. 
Her halde soruyu şöyle sormak doğru olur:

Silahların, çatışmanın, ateşin, kinin, kavganın sonucunda gerçeklikten uzak duyguların öne çıktığı bir ortamda iki farklı ırk kendi arasında ne konuşabilir? Hangi inanç sahibi olursa olsun hangi ortamda muhatabımıza hangi şartlarda nasıl neyi anlatabiliriz?

Çok değerli bir abimizin İslam tebliği ile ilgili bir sözü aklımdan çıkmıyor.
Siz muhatabınıza İslam'ı tebliğ ettiğiniz anda muhatabınızın durumunu da göz önünde bulunduruyor musunuz? Eğer bunu gözönünde bulundurmuyorsanız siz ne kadar doğru söz söylerseniz söyleyin muhatabınız bunu anlayacak bir ortamda değilse siz İslam'ı tebliğ etmiş olmazsınız. Ancak kendinizi kandırmış olursunuz.

Örneğin, muhatabınız karısı ile kavga etmiş olabilir, karnı aç olabilir, işinden çıkartılmış olabilir, psikolojik durumu iyi olmayabilir. Siz ona İslam'ı anlattığınızda onun kafasındaki problemler dolayısı ile sizi anlamamış olabilir.

Buradan şuna gelmek istiyorum: Kürt ırkından herhangi birisinin yanına gittiğinizde siz müslüman olsanız dahi eğer Türk iseniz size karşı bir önyargısı varsa bunu nasıl kırabilirsiniz? Sanırım sakin bir ortam önemli bir kırılma noktası olsa gerek...

27 Nisan 2013 Cumartesi

İki Yetkili



İrfan'ın Yorumu:

Bu iki yetkili İstanbul'da iki yetkili.
Bu iki yetkilinin çocukluklarındaki iki resmini de yanyana görmek isterdim.
Farklı duygular uyandırıyor insanda...
Farklı duygular işte...
Mahcup görüntüleri de sizin dikkatinizden kaçmamıştır.
Her halde çocukluklarında da çok mahcup görüntülü resimleri vardır.
Siz de benimle aynı kanaattesiniz değil mi?
Çok tatlılar ya ?!

26 Nisan 2013 Cuma

Müslüman Hükümetimiz'den İki Enstantane !


İrfan'ın yorumu:
Müddessir Suresi 2. ayet-i kerimesinde "KALK ve UYAR" der rabbimiz. İlk muhatap Rasul (sav)'dir. Kalkmıştır o Rasül ve uyarmaya başlamıştır. Ama yalnız değildir, yanlarındaki bir avuç iman etmiş müslümanlarla "kalk"mış ve "uyar"mıştır. 
Kimleri mi? Mekke'deki Ebu Cehil'leri, Ebu Leheb'leri, müşrikleri yani. 
Kalkmışlar, uyarmaya ve Rablerini yüceltmeye başlamışlar. En büyüğün Allah olduğunu unutanlara hatırlatıp, uyarı mekanizmasını çalıştırmışlardır. 
Onlar bu işi yaptıklarına göre bize pek bir şey kalmamış olmalı (!) diye düşünürken bir de ne görelim. Ülkemizde iktidara gelen muhafazakar-müslüman (!) ileri gelenlerimizin emniyet güçleri selam alamaz hale gelmiş. Bir bakmışsın aynı hükümütemizin güzide (!) maliye bakanı vergiler ile ölüm gerçeğini aynı kefeye koymuş. 
Ben derim ki: Evet kalkalım
Ben derim ki: Evet uyaralım
Ben derim ki: İlk önce kimden başlasak acaba ?


22 Nisan 2013 Pazartesi

Senin Bütün Şekerlerini Yedik Kızım

https://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=VpBULU7e8n0

İrfan'ın yorumu:
Yorum yapmıyorum, sadece gülümsüyorum. Blogumda pek video yayınlamam ama bu beni bayağı tebessüm ettirdi, sizi de tebessüm ettirsin diye yayınlıyorum.

Sözün En Güzeli İle...



(Resulüm)Yine de sen kullarıma söyle,
Sözün en güzeliyle konuşsunlar;
Çünkü Şeytan insanların aralarını açmak için
Her zaman fırsat kollamaktadır.
Şeytan gerçekten de insanın apaçık düşmanıdır!
(İsra suresi / 53. ayet)

20 Nisan 2013 Cumartesi

Sözünde Durmayanlarla İlgili Bir Hatırlatma




Rasulullah (s.a.v) buyurdu ki:

"Allah kıyamet gününde ilkleri ve sonrakileri bir araya getirip toplayacağı zaman sözünde durmayan herkes için bir sancak yükseltilecek ve: İşte bu filan oğlu filanın sözünde durmayışının alametidir, denilecek" 





Hadis'in tam metni ve kaynak aşağıdadır:
4504-9/1- Bize Ebu Bekr b. Ebu Şeybe tahdis etti, bize Muhammed b. Bişr ve Ebu Üsame tahdis etti. (H.) Bana Züheyr b. Harb ve Ubeydullah b. Said -yani Ebu Kudame es-Serahsi- tahdis edip (Ebu Usame ile) dedi ki: Bize Yahya -ki o el-Kattan'dır- tahdis etti, hepsi Ubeydullah'dan rivayet etti. (H.) Bize Muhammed b. Abdullah b. Numeyr -lafız ona ait olmak üzere- de tahdis etti, bize babam tahdis etti, bize Ubeydullah, Nafi'den tahdis etti, o İbn Ömer'den şöyle dediğini rivayet etti: (Rasulullah): "Allah kıyamet gününde ilkleri ve sonrakileri bir araya getirip toplayacağı zaman sözünde durmayan herkes için bir sancak yükseltilecek ve: İşte bu filan oğlu filanın sözünde durmayışının alametidir, denilecek" buyurdu. [1]



[1] Ebu Bekr b. Ebu Şeybe ve Muhammed b. Abdullah b. Numeyr'in rivayetlerini Müslim yalnız başına rivayet etmiştir; (T), 7862, 7996, 8100; Züheyr b. Harb'ın rivayetini Buhari, 6177 -muhtasar olarak-; (T), 8166'da rivayet etmişlerdir. 

19 Nisan 2013 Cuma

Sen, Evet Sen, Sana Söylüyorum: Üslubuna Dikkat Et !


Üslup meselesi


Üslup, edebiyatçının karakteridir, parmak izidir. Nurullah Ataç'a göre, 'sanatçının ta kendisidir.' (Karalama Defteri, Hür Yayınları, Ocak 1962, Sayfa 59)

Üslup olmadan sanat olmaz. Üslubunu bulamamış, oluşturamamış biri, 've diğerleri' olarak kalır, kalmalıdır. Kabul ediyorum; üslupsuzluk da bir üsluptur. Fakat bir işe yaramaz.

Üslup, sadece yazdıklarımızdan oluşan veya oradan çıkarılan bir şey olamaz. Duruş ve yaşayış da üslubun ayrılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla, 'üslup sahibi bir yazar' ifadesi, yalnızca yazılanları kapsamaz. Kısaca, 'meziyet ve şahsiyet' diyebiliriz.
Hüseyin Kazım Kadri, 'dostlarınızdan bir vefasızlık görürseniz, onları sakın kırmayın; üslup ile geri çekilin' der. Bir de dize: 'Bir çiçeğin açarkenki üslubu.'
Bu iki alıntıdan anladığım, üslubun, kibarlık, nezaket, zarafet, incelik gibi anlamlara da geldiğidir. Yani sadece 'yazma şekli' veya 'yaklaşım biçimi' değildir.
Üslup sahibi bir yazar, şair veya eleştirmen, emeğe hürmet eder, kıyıcı olmaz, insanları kırarak ilerlemez. Bir olumsuzluğa, yetersizliğe işaret edecekse, bunu, rencide etmeden, insaflı, merhametli bir şekilde yapar. İnsaf ehli olur. Hiçbir isme ve metne, açık aramak için yaklaşmaz. İtirazı varsa, bunu, bağırarak yapmaz. 'Eşyayı dahi incitme' nasihati her daim aklındadır.
Elbette eksiklikler, yanlışlıklar ve başka şeyler söylenecektir, söylenmelidir. Yetersize yeterli demek, ahlaklı bir davranış biçimi olmasa gerek. Fakat bunu yaparken, açık bulmanın sevinciyle karşımızdakini mahcup etmemeli, önyargılı olmamalı, her daim iyi niyetimizi korumalıyız.
Unutmayalım: 'Kötü bir üslup, en basit hakikatlerin bile hazmını zorlaştırır.'
***
Buraya kadar yazdıklarımız, sadece edebiyat değil, siyaset dahil, hayatın her alanı için geçerlidir. Çünkü üslup, bir hayat tarzıdır, edadır, usûldür, yoldur; velhasıl davranışlarımızın bütünüdür.
Bugün, siyasette bir üsluptan bahsedebilir miyiz? Hitabet sanatının inceliklerini ne kadar görebiliyoruz?
Kürsüde etkili olmak, insanları ayağa kaldırmak, güzel konuşmak mıdır?
Karşılıklı acımasızlık, hatta zırar, neyin eseridir? 'Karşı tarafın' en küçük bir hatasını yahut eksiğini bile basın toplantısı eşliğinde açıklamak…
Mesela Halk Partili bir vekil, 'AKP'ye diz çöktüreceğiz' demişti. Bu nedir? Yunan birlikleri Anadolu'ya girdi de haberimiz mi yok?
Aynı şekilde, eski bir bakanın ağzından çıkan 'oyna bakalım' sözünü hatırlayın. Böyle bir şey olabilir mi?
Konuşmalarını her fırsatta Şeyh Edebali'nin nasihatleriyle süsleyenler, onun şu sözünü bilmezler mi? 'Usûl bil, adap bil, sınır bil.'
Sadece bu örnek bile, 'yolu bilmek ile yolda yürümek arasındaki büyük farkı' göstermeye yetiyor.
***
Evet, insanlık ince işçilik ister.
'Her şey incelikten, insan kalınlıktan kırılır.'
Bana kalırsa, mütedeyyin camianın çözmesi gereken sorunlardan biri de üslup meselesidir. Acilen, ihtiyaçtan. Tek kelimeyle; kırıcıyız.
Yazdık, yine yazalım: Ahlakın yanına nezaketi, maneviyatın yanına samimiyeti koymamız gerekiyor.
En sıcak örnek: Nezaket olmayınca, hasta çocukları bile ağlatabiliyoruz.
Bir de hatırlatma: 'Elinle yaptığın hayrı dilinle ziyan etme' nasihati de üslup bahsine dahildir.
Bütün bu yazdıklarımızı, kullanımdan düşmek üzere olan bir atasözümüz özetlesin: Tatlı söz, can azığıdır.

İBRAHİM TENEKECİ / YENİ ŞAFAK GAZETESİ

Suriye Zindanlarında Ne Oldu ? SALYANGOZ

Kitabın Adı : Salyangoz (Suriye Zindanları) Bir Casusun Günlüğü
Yayınevi: Mana Yayınları
Yazarı: Mustafa Halife
Kitabı Bitiriş Tarihi: 18 Nisan 2013 Perşembe

Helikopter sesi... Ne zaman helikopter sesi duyulsa hapishanedeki herkes titriyor, geriliyor. Hatta bazı jandarmalar ve gardiyanlar bile geriliyorlar. Bu helikoptere "ölüm kuşu" diyorlar. Ya da "gökten inen ölüm meleği."... (Sh. 77)

İrfan'ın yorumu
Mustafa Halife'nin yazdığı bu kitap derinden sarsıyor insanı. Biz müslümanların kulaklarına her daim çalınan bir söz vardı: Suriye'de zindana düşdüğünde artık gökyüzünü göremezsin. Ziyarete gitmek isteyen akrabaları da zindana alındığından artık onların tek yardımcıları kalmıştır. Allah.
Bugün Suriye'de inanılmaz bir savaş var. Bu savaş tam anlamı ile iman ve küfür savaşı. Bu savaşın haklılığını kitabı okuduğunuzda iliklerinize kadar hissedeceksiniz.
Kitap Hafız Esad döneminde yaşanan bir hristiyanın gözünden anlatılıyor. Yanlışlıkla hapse düşen bir hristiyanın gözünden... Kitaptan iki alıntı yapacağım. Sabırla bu alıntıları okumanızı salık veririm. Okuyun ki kitap elinize geçtiğinde kendinizi hazırlayasınız diye. Okumak istediğinizde psikolojiniz bozulacaktır, midenize kramlar girecek, gözlerinizden yaşlar boşanacaktır. Ama gerçekleri gördüğünüzde de kalbinizden ne geçer bilinmez, bu da sizin kendi iç dünyanızla alakalı olacaktır. Şimdi iki alıntı...

Birinci Alıntı:

Koğuş
Bir aydan fazladır uzandığım bu köşede koğuştaki bir çok şeyi gözlemleme ve anlama fırsatı buldum. Koğuşun boyu onbeş metreye varıyor. Eni altı metre. Siyah demir bir kapısı var. Duvarların en üstünde tavana yapışık küçük pencereler var. Kalın demir parmaklıkları var. Pencerelerin genişliği elli santimetreyi geçmiyor. Uzunluğu ise bir metre. Koğuştaki en önemli şey tavandaki pencere. Tavanın ortasında dört metre boyunda, iki metre eninde yine demir parmaklıklarla örülmüş bir pencere. Mahkumlar bu pencereye "şerrake" diyorlar. Çatıdaki silahlı bekçinin gece gündüz koğuşta neler olduğunu gözlemesini sağlıyor. Sahra hapishanesindeki her koğuşun üstünde silahlı bir jandarma vartır. Günler bu hapishanede ikiye ayrılıyor. Oniki saat mecburi uyku, oniki saat mecburi oturuş. 

Her mahkumun üç tane battaniyesi var. Birini katlar, yere sererek kendine yatak yapar. Diğer ikisini ise üzerine örter. Giydiği kıyafetten başka kıyafeti olanlar onları katlayıp başlarının altına yastık yaparlar. Yoksa ayakkabılar yastık vazifesi görür. Benim gibi ayakkabısı ya da yedek giysisi olmayanlar ise yastıksız uyur.

Her mahkum kurallara uymak zorundadır. Akşam altıdan sabah altıya kadar hareket etmeden uyuması gerekir. Sabah altıdan akşam altıya kadar ise üç battaniyesini altına katlayarak yine hareket etmeden oturmak zorundadır.

Tuvalete gitmenin özel bir düzeni vardır. Çünkü bekçi herhangi bir saatte koğuşun içine baktığı zaman bir kişiden fazla kimseyi koğuşta yürürken görmemelidir. Koğuşun düzenini sağlamak koğuş liderinin sorumluluğundadır.

Herhangi bir ihlalde, mesela uyuyanlardan biri uykusunda hareket ederse ya da gece vakti iki kişi birbiriyle konuşursa veya birden fazla kişi koğuşta aynı anda yürürse, biri nöbetçinin hoşuna gitmeyecek şekilde oturursa nöbetçi hemen koğuş liderine seslenir:
- Koğuş lideri!
- Evet efendim.
- Şu köpeğe nasıl davranılacağı öğretilecek

İşte mahkumların eğitimi böyle verilir.

Her bekçi iki saat nöbet tutar. Eğitileceklerin sayısı bekçinin huyuna bağlıdır. Her bekçi kendisinden sonra gelene eğitileceklerin sayısını bildirir. Ertesi sabah herkes yanında bir sürü jandarma ve gardiyanla meydana gelen çavuşun yanına çıkar. Çavuş bağırır. 

- Koğuş lideri! Aşağılık herif! Koğuşunda otuzüç tane eğitilecek var. Hemen onları buraya çıkar. 
Fedailer öne çıkar. Eğitimin cezası standarttır.

BEŞYÜZ KIRBAÇ
(sh. 42-43)

İrfan'ın yorumu:
Yıllar boyu 12 saat yatacaksın ve kımıldamadan yatacaksın. Yıllar boyu oturacaksın ve kımıldamadan oturacaksın. En ufak bir ihlalde 500 kırbaç yiyeceksin. İşte Suriye zindanlarından en hafif bir enstantane. Bu zalimane hapis hayatına alıştınız diyelim. Bakalım ikinci alıntıya dayanabilecek misiniz? Ben okurken dayanamadım. Yazarken dayanabilir miyim bilmiyorum. Allah'ım sen yardım et. Allah'ım sen yardım et. Allah'ım sen yardım et.

-----

Koğuşumuzda iki aile var. Birinci aile dört kardeşden oluşuyor. İkinci aile ise üç kardeş ve babalarından oluşuyor. Sistemle İslami hareketler arasındaki olaylar başlayınca geniş çaplı tutuklamalar yapıldı. Örgüt mensubu olan üç kardeş, kaçmayı ve ortadan kaybolmayı başardılar. Eve yapılan baskın sırasında polisler sadece babayı buldular ve istihbarata götürdüler. Baba, iki ay boyunca istihbaratta rehin kaldı. Çocuklarının bulunduğu yeri söylemesini istiyorlardı. Ama o gerçekten de yerlerini bilmiyordu. Bir ay sonra babayı başkente gönderdiler ve orada sorguladılar ama nafile. Sonunda polisler bıktı ve babaya, çocukları emniyete teslim oluncaya kadar rehin kalacağını söylediler.

Baba, hapishanede kendisi gibi olan ve mahkumlar tarafından "örgüt rehini" ya da "rehin birliği" denilen kişilerle beraber kaldı.

Başkentteki hapishanede aylarca kaldı. Hapishane istihbaratlarda yer sıkıntısı yaşanınca diğerleri ile birlikte sahra hapishanesine gönderildi.

Babanın tutuklanmasının üzerinden üç yıl geçmeden  bütün çocukları da birer birer sahra hapishanesine geldiler. Hepsi arka arkaya tutuklanmışlardı. Mors alfabesi mesajı yoluyla aynı hapishanede olduklarını anladılar. Üçüncü kardeş de tutuklanmasına rağmen baba serbest bırakılmadı. 

Üç yıl sonra mahkeme sıraları geldi. O gün yargılanacak kişilerin sayısı elliyi geçiyordu. 

Kare şeklinde meydana sıralandılar. Her birinin elleri başlarının arkasına kilitlenmiş, başlar dizler arasında ve gözler kapalıydı.

Mahkeme onları isimleri ile çağırıyor. İsmi okunan ayağa kalkıyor ve "burada" diye bağırıyor. Bir saniyeden bile kısa süre içinde kendini mahkeme heyetinin önünde buluyor... Bir ya da iki dakika geçmeden mahkeme tamamlanıyor (!) Yine bir saniyeden kısa bir süre içinde yerine geçip aynı pozisyonda oturuyor.

Her şeye rağmen baba ve oğulları bu ortamda birbirlerini görüyor ve kulaktan kulağa iyi oldukları haberini alıyorlar. Sonra tek tek çağırılıyorlar.

Mahkeme bitince subaylardan biri dördünün de aynı soyadını taşıdığını fark ediyor. Mahkeme heyeti baba ve oğullarının tekrar getirilmesini istiyor.

Heyet, üç subaydan oluşuyor ve dinleniyorlar. Sıcacık odanın dört bir yanına dağılmış oturuyorlar. Sohbet edip aralarında şakalaşıyorlar. Bu dört kişinin odaya girdiği sırada hapishane müdürü odadakilere fıkra anlatıyor. Dört kişi odanın kapısının arkasında kısa bir süre duruyor. Oradakilerden kimse onlara dikkat etmiyor. Kahkahalarla gülüyorlar... Yorumlar yapıyorlar. Birkaç dakika sonra subaylardan biri onları görüyor (odada hala neşeli bir hava hakim) babaya:

- Hacı, sizin soyadlarınız aynı. Birbirinizle akrabalığınız var mı?
- Evet efendim evet. Bunlar benim oğullarım. Ben babalarıyım.

Diğer subay söze giriyor:
- Başka çocuğun var mı hacı?
- Hayır efendim, bütün çocuklarım bunlar.
- Yani bütün aile suçlu ve casus
- Hayır efendim... Biz kendi halinde insanlarız. Allah bize yeter O ne güzel vekildir.

Hapishane müdürü konuşmaya katılıyor ve babaya soruyor:
- Sen kaç yaşındasın?
- Vallahi tam olarak bilmiyorum efendim... Ama yetmişin üstünde olabilirim.
- Yetmişin üstü mü? Buna rağmen hâlâ dövecek, öldürecek gücün mü var?
- Hayır efendim... Biz kimseyi dövmedik ve öldürmedik... Ama yanımızdan geçen ateş bizi de yaktı.
- Senin için zor olmalı ihtiyar... Ne kadar zamandır hapistesin?
- Efendim... Altı- yedi yıl oldu. 
- İyi... Bunca yıl karını özlemedin mi?
- Efendim... Bunca yıldan sonra insan sadece iyi bir ölüm istiyor.

- Tamam anladık! Peki başka bir şey istemiyor musun? Senin için iyi olabilecek bir şey
- Evet efendim... Ben çok yaşlandım... Zor hareket ediyorum... Eğer bana hizmet etmeleri için oğullarımı yanıma koyarsanız büyük bir iyilik etmiş olursunuz.

O zaman hapishane müdürü çocukların bizim koğuşa nakledilmesini emrediyor. Mahkeme heyeti babayla konuşmaya devam ediyor:

- Hacı! Hakkınızda ne hüküm verilmesini bekliyorsun?
- Efendim! Allah'ın rahmeti geniştir. Siz daima adaletle hüküm verirsiniz!
- Şimdi beni iyi dinle. Siz dördünüz de bir ailedensiniz. Biz üçünüzün idamına karar verdik. İdam edilecek olanları ve yaşayacak olanı sen seç.
- Allah size uzun ömür versin efendim. Çocuklarınıza da uzun ömür versin. Eğer durum böyleyse Aslan adındaki oğlum yaşasın. Biz üçümüzün durumunu ise Allah bilir.
- Aslan hanginiz?
- İşte bu efendim. Ellerinizden öper.

- Niçin Aslan'ı seçtin?
- Efendim ben çok yaşlıyım Ömrümün sonuna geldim. Sad ve Said ise evlendiler ve çocuk sahibi oldular. Ama Aslan daha çok küçük. henüz evlenmedi. O daha gençliğin baharında. Çiçekleri koparmak haramdır.

- Tamam hacı tamam! Jandarma! Buraya gel. Bunları al ve aynı hücreye koy.

Bir müddet sonra idam listesi geldi. Koğuşumuzdan idam edilecekler listesi. Sad, Said ve Aslan.
Baba isimleri duyunca çılgına döndü.

Aslan uyuyordu. Sad ve Said yataklarından kalktılar. Aslan'ın yanına gittiler ve onu uyandırdılar. Bir Sad çağırıyordu bir Said:
- Aslan, kardeşim uyan. Kalk. Kardeşim kalk! Aslan. Kalk kardeşim. Allah'ın emri. Kaçışımız yok. Kalk.
- Ne oldu ağabey? Ne var?
- Bir şey yok. Ama kalk. Banyo yapıp abdest almalı ve namaz kılmalıyız. Sonra arkadaşlarla vedalaşacağız... (sh. 156-160)
....
...

İrfan'ın yorumu:
Artık buradan sonrasını yazamıyorum. Okuması bile beni sarsmışken tek tek kelimeleri yazmak bana çok ama çok ağır geldi. Ama babanın feryadı, isyanı, tevbesi, tekrar isyanı, tekrar tevbesi, sabrı ve çocukların abdest alıp namaz kıldıktan sonra şehadete yürümeleri...
Bu kitabı okuduğunuzda Suriye'de ne oldu da insanlar ayağa kalktı sorusunun bir cevabı da kafanızda bulmuş olacak?

13 Nisan 2013 Cumartesi

Âkil Bir Film: Five Minutes of Heaven

Filmin Adı: Cennette Beş Dakika
Orj. Adı: Five Minutes of Heaven



Barış süreci adı verilen dönemden geçerken âkil adamlar gündemdeki yerini net bir şekilde aldı.
İşte Âkil adamlar için akıl dolu bir film.
Britanya'da IRA döneminde bir cinayet ve sonra iç dünyasında insanların hesaplaşmaları



İrfan'ın Yorumu:

Şu bir gerçek ki Türkiye Cumhuriyeti devleti ile PKK arasında yıllardır süren mücadele sonunda bu topraklarda bu ülkenin vatandaşları epey bir acı çekti. Her iki taraf da farklı saiklerle savaşı sürdürdükçe sürdürdüler. Ama gelinen aşama bugün bu topraklarda artık hangi sebebler olduğunu her kesimin ve düşünce sahibinin kendine göre yorumladığı bir "barış havası" esiyor. Âkil adamlar da hükümet tarafından oluşturuldu ve bölge bölge bu "barış"ın gereklerini anlatıp duruyorlar. İşte bu film karşılıklı acı çekme ve bağışlama ile alakalı derinden sarsıcı bir etkiye, örnek diyaloglara sahip bir film. 
Bence âkil adamlar yola çıkmadan önce bu filmi izlese iyi olur...



Film ile ilgili bilgi alabileceğiniz adresler:

http://www.imdb.com/title/tt1238291/?ref_=fn_al_tt_1

12 Nisan 2013 Cuma

Arjantin'de Kaybolmak, Suriye'yi Anlamak

Filmin Adı: Kayıp Hayatlar
Orj. Adı: Imagining Argentina



Arjantin... Diktatörlük yılları...
İnsanlar evlerinden alınıyorlar...
Çocuklar okullarından alınıyorlar...
Sanatçılar tiyatro salonlarından alınıyorlar...
İşçiler çalıştıkları yerlerden... bahçelerinden... meskenlerinden...
Alınıyorlar, kayboluyorlar, öldürülüyor, yok ediliyorlar...
30 binden fazla insan sırra kadem basıyor...








İrfan'ın Yorumu:
Karınızın gözlerinizin önünde kaybolması, kızınızın ellerinizden alınması, ağır hakaretlere maruz kalması, tecavüzler ve nihai ölümler...
Suriye'de bunlar yıllardır oluyor. Ama şu bir gerçek ki diktatörlük olan bütün yerlerde maalesef zulmün fıtratı aynı. Çok uzaklardaki bu latin Amerika ülkesinde de acılar çekilmiş, çocuklar, kadınlar, insanlar kaybolmuş, helikopterden atılmış, kurşuna dizilmiş, ülke inim inim inlemiş. 
Acı çekerek izleyeceksiniz, gözleriniz yaşlara boğulacak belki. Ama zalim her yerde zalim farketmiyor bunu yüreğinizde hissedeceksiniz.



Film ile ilgili bilgi alabileceğiniz adresler:

http://www.imdb.com/title/tt0314197/?ref_=fn_al_tt_1

http://www.sinemalar.com/film/3848/kayip-hayatlar

YUH


İSTİLA


Kuran, okuyanın gündemini değiştirir ve farklı bir bakış açısı sunar. Mesela Al-i İmran suresi sonrasında bu fotoğrafa baktığımda gün geçtikçe artan gökdelenleri, hayatımızı istila etmek isteyenlerin Truva atları olduğunu gördüm. Sanki bunların ta içimize nüfuz etmesi için kendi imkânlarımızla bir de köprü inşa ettirmişiz. Böyle düşününce günden güne ilerleyen istilayı görüp irkildim. Al sancak gözüme farklı gözüktü. Resimde görüldüğü gibi tevhid gereği dün

yadaki her canlılıkla barışık yaşayan İslam ümmetinden olanların sınırları yeşille barışık ve en büyük yükseltileri minarelerdir. Tabiat ile mücadele eden İstilacılar ise yeşili yok edip sınırlarımızı betonarme ve çelik konstrüksiyon üzerinden griye boyamak isterler.
          Eskiden yönümüz ve yollarımız bütün ümmetle birlikte aynı yöne yani Kâbe’ye dönükmüş. Ne zaman ki kıblemiz Batı olmuş, imkânlarımızla yaptırdığımız “E” ile başlayan bütün yollar bizi Avrupa’ya bağlamış. Ardından batılılar İslam coğrafyasını istila etmek için bu yolları kullanır olmuş. Şuan “Gökdelen Plaza-Avm-Kalıcı Konutlar” adlı tabiatı yok edip her yeri betonlaştırarak şehri istila planı bütün hızıyla sürüyor. “Müta-it, arsa spekülatörü, tefeci” adlı şeytan üçgeniyse önce bir yeri imar ediyor gibi görünüyor sonra buraları özelleştirme adıyla küçük bir bedelle satın alıp İslam toprağını istila edenlere yardımcı oluyor.
          Bu kadar yatırım İslam ümmeti için mi yapıldığını sanıyorsun? Fotoğrafa dikkatle bakarsan, köprünün gökdelenler tarafında, gelecek nesillere İslam’ı hatırlatacak en ufak bir işaret olmadığını görürsün. Batı şehirlerinin hangi dine mensup olduğu belli iken İstanbul’un dinden izole edilen yeni yetme çehresine ne diyorsun? Artık İslam şehirlerini Cengiz han istila etmiyor, yeniden(!) inşa yalanıyla, Katar, Dubai gibi imaj şehirler örneğinde görüldüğü üzere yüksek teknoloji sahibi batılılar, yerli işbirlikçileri eliyle istila ediyorlar.
Resulullah’ın koyun güttüğü tepeyi düzleyip zemzem kuyularının 120 mt yanına “Zemzem Towers” diken çağdaş Ebrehelerin Kâbe’yi istila etmeye filleriyle değil teknolojileriyle geldiğini gördüğünde “Fil” suresini okurken neyi tefekkür edeceksin? Üstelik bu putu inşa edenin haçlıların en büyük düşmanı(!) olarak öldürülen(!) Usame’nin ailesi yani “Ladin aile şirketi” olduğunu biliyor musun? Çocukların, umre ziyaretinde Zemzem denince Hacer’in kucağındaki Hz. İsmail ile yaşadığı acziyete karşı sunulan büyük nimeti tefekkür edemeyecek. Bunun yerine bu ucubede kalmayı düşünecek olması da zihinlerin istilası değil midir? Yoksa sen de Kâbe’ye yukarıdan bakan bu kibir abidesinde devre mülk edinip istilaya destek verenlerden misin?  
        Şimdi bunları okuyunca, istilacıların aklına kazıdığı “Don Kişottun yeldeğirmenleri ile savaşı” gelecek ve bıyık altından güleceksin. O zaman beraberce Kuran okumaya ne dersin?
         Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır…(Bakara / 249)  Hani herkes en güçlünün yanında yer almak ister ya, sen de en güçlü olan ve asla yenilmeyen Allah’ın yanında yer almalısın. Allah’ın yanında yer almak, sayınız az da olsa Hakkın yanında istilacılara karşı direnmeniz demektir. Artık sayınızın kaç olduğuyla değil, hangi safta durduğunuzla ahiretteki yerinizi daha dünyada iken belirleyeceksiniz. Tabi aramızda dünyaya meyletmiş muhafazakârlar çıkıp, istilacıların ne kadar büyük teknolojilere sahip olduğundan bahsedip gönlüne korku salmak isteyince, Allah, Kuran okuyan sana kendi sesinle seslenecek ve diyecek ki;
        O inananlar ki başka insanlar tarafından, "Bakın, size karşı bir ordu toplanmış, onlardan kendinizi koruyun!" şeklinde uyarılmışlardı, ama bu, onların sadece imanını arttırdı ve "Allah bize kâfidir; O, ne mükemmel bir koruyucudur!"dediler; (Âli İmran/ 173)
       “Büyük(!) ve yenilmez(!) teknolojileriyle istila edecekleri zaman onlara karşısında kimse duramaz”  yalanlarıyla yüreklere korku salmak isteyen yerli işbirlikçilere karşı, müminler birlikte direnerek, حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيل (Hasbunellahu ve ni'mel vekil) "Allah bize kâfidir; O, ne mükemmel bir koruyucudur! ) diye zikredince imanları kavileşirmiş.
         Bu ayete göre istilaya karşı beraberce direnenlerin zikri ile Müslümanların kalbine korku salan istila yanlısı yerli işbirlikçilere inanıp sinip kalmışların zikri aynı değildir. Ama Kuran’ın bütün uyarılarına rağmen  حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيل zikrini eline tespihi alıp, istilaya aldırış etmeden hayattan çekilip çokça söylediğinde cennete girme hayalinde ısrar edenlerin, Kuran’ı Arapça hatmedip ölülerine hediye etmelerinde bir beis yoktur.
          Merak edenler için حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيل zikriyle istilaya direnenlerin sonu ne mi olmuş?               
         Ve Allah'ın lûtfü ve nimeti ile (savaştan) bir zarara uğramadan döndüler: Çünkü onlar, Allah'ın rızası için çabalıyorlardı. Allah, yüceliğinde ve lütfunda sınırsız olandır.  (Âli İmran / 174) Her seferinde kazanmışlar, yani dünyada istilaya karşı şerefli bir mücadelenin yanında yer alanlar Rablerinin lütfuyla sevinmişler.
           Bu bir cihad çağrısı değil, Resulullah’ın (sav) asla terk etmediği bir sünnete davettir… Ebû Saîd el-Hudrî (rah), Resulullah (sav)i şöyle buyururken işittim dedi:Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”  (Müslim, Tirmizî, Nesâî ) Hadise göre istilayı önlemek için önce elimizle, yetmez ise dilimizle ona da gücünüz yetmiyorsa hiç olmazsa “Yuh” dememiz gerekmez mi? Bakıyorum da ikbal endişesiyle satın alınmış eller ve diller felç olunca, Müslümanlar istilacılara bir “yuh” demeyi bile istikrarı bozma girişimi görüp sinip kalıyorlar. Ne yazık ki İslam ümmeti Allah’ın zatını ve sıfatlarını zikretmenin eylemsel karşılığını unutunca, zikretmek kuytuya çekilip elindeki tespihle çok sayıda kuru tekrarlarla ile oyalanmak olmuş…


                                                                                                        Şevket HÜNER/ 09.04.2013

İrfan'ın Yorumu
Olur ya kimse yuh diyemez diye ben bir yuh çekeyim dedim. Ama yazıya bir mim koymak gerekir sanırım. Madem yazıyı çok beğendim ve buraya aldım, yazıda mim koyduğum yeri de burda belirtmez isem çatlarım. "Üstelik bu putu inşa edenin haçlıların en büyük düşmanı(!) olarak öldürülen(!) Usame’nin ailesi yani “Ladin aile şirketi” olduğunu biliyor musun?" Kanaatimce haçlıların en büyük düşmanlarından birisiydi zaten Usame. Bu vurguda ünlem işareti olmasa gerek. Vurguda Usame'ye değil de Ladin ailesine atıf yapılıyorsa bu ünlemin de ona uygun konması gerekir kanaatindeyim. Başarı Allah'tandır. Vekil olarak O yeter.

11 Nisan 2013 Perşembe

Bir Çocuğun Allah'ı Arayışı : Life of Pi

Filmin Adı : Pi'nin Yaşamı


İrfan'ın yorumu:

Bir çocuk binlerce tanrıya inanır, sonra Hz. İsa'yı tanır, daha sonra da müslümanların ilahını.
Ama kafası karışıktır. Ailesi de kafasını iyice karıştırmaktadır. Fakat yaşadığı olaylar ve süpriz sonu ile mükemmel görüntü ve efektlerle enfes bir film olmuş.
Bir kaplan ve çocuğun denizde hayatta kalma mücadelesi, peki gerçekte ne oldu, ailesine ne oldu, yaşadıkları ne idi?
Biraz da sizin kafanız karışsın ama görüntü kalitesi gerçekten harika...




Film ile ilgili bilgi alabileceğiniz adresler:

http://www.sinemalar.com/film/199532/pinin-yasami
http://www.imdb.com/title/tt0454876/?ref_=sr_1

10 Nisan 2013 Çarşamba

Boşu Boşuna mı Yaratıldık ? Boşu Boşuna mı Yaratıldı Her Şey ?


"Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişip durmasında elbette akıl sahipleri için deliller vardır. Onlar ki ayakta iken, otururken, yanları üstünde (yatar) iken daima Allah'ı anar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler ve: Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen münezzehsin. Bizi ateş azabından koru. Rabbimiz şüphe yok ki sen kimi ateşe sokarsan onu hakir kıldın demektir, zulmedenlerin de hiçbir yardımcıları yoktur. Rabbimiz biz: Rabbinize iman edin diye imana çağıran bir davetçiyi işittik ve iman ettik. Rabbimiz günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Ruhumuzu da iyilerle birlikte al. Rabbimiz bize peygamberlerin aracılığı ile vaadettiğini de ver. Kıyamet gününde bizi rüsvay etme. Şüphe yok ki sen vaadinden dönmezsin derler.

Nihayet rableri dualarına: İçinizden gerek erkek gerek kadın olsun (salih) işleyenin amelini karşılıksız bırakarak boşa çıkarmayacağım. Kiminiz kiminizdensiniz. Artık hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda işkence görenlerin, savaşan ve öldürülenlerin elbette günahlarını örteceğim ve andolsun ki onları -Allah'tan güzel bir mükafat olmak üzere- altından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Mükafatların en güzeli Allah nezdindedir diye karşılık verdi." (Ali İmran, 190-195)

9 Nisan 2013 Salı

Bazen bir resim anlatır anlatmak isteneni, bazen yanındaki yazı

İnsanoğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş...
Hep şikayetçi, hep bıkkınmış
Bir gün melekler mutluluğu saklamaya karar vermişler
Saklayalım, zor bulsunlar
Zor buldukları için belki kıymetini bilirler diye başlamışlar tartışmaya...
Sorun büyükmüş
Mutluluğu saklamak kolay değilmiş çünkü
Kimisi: Everest'in tepesine saklayalım demiş, kimisi:
Atlas okyanusunun dibine demiş.
Tac Mahal'in kubbesi, Mekke'nin sokakları, İtalyan sofrası...
Bir hastanenin yenidoğan odası, dondurma külahı, şarap şişesi...
Sigara paketi, lale bahçesi...
Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş.
Derken meleklerden biri:
"İçlerine saklayalım" demiş.
Kimsenin aklına gelmez içine bakmak.
İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış.
Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor, kolay kolay gülmüyor insanın yüzü.
Emekte ve insanın içinde saklı mutluluk.
Ne başkasının ekmeğinde, ne başkasının evinde, ne de başka bir şeyde
Bu yüzden gözünüz hep içerde olsun. Siz dışını boşverin, içine bakın.

İrfan'ın yorumu:
İlginç bir dönemden geçiyoruz. Barış sözcükleri ve barış süreci gibi sözcükler her tarafta yaygın. Ülke yıllardır çözemediği, birileri tarafından bilerek çözülmeyen bir meseleyi çözmek için neredeyse elbirliği içine girmiş.
İki ana muhalefet partisi ise direniyor...

Barış
İslam kelimesinin bu anlama geldiğini de biliyoruz değil mi?
Adil, kalıcı, hakkaniyetli bir barış.
Hudeybiye barışı geliyor aklıma, o barışa karşı direnen sahabelerin tutumları, Hz. Peygamber'in çaresizliği, eşinin onun yanında yer alması, sahabelere karşı çözüm pratiği...

Yukarıdaki enteresan hikayede "içine bakın" diyor ya kaybolan mutluluğu bulmak için, fıtrata dönüş zaten içe bakmak değil mi?
İçe bakmak fıtrat değil mi?
Fıtrat ise İslam değil mi?
Barış da İslam değil mi?

Bu topraklarda yaşayıp da karışık duygular içerisinde olmak yok mu? 
Kavgaya çağıran değil barışa çağıran olmak ümidi ile...

1 Nisan 2013 Pazartesi

Çok Korktum Çok !

Filmin Adı: Lanet
Orjinal Adı: Sinister

Site Adresi: http://www.sinemalar.com/film/194874/sinister

IMDB Adresi: http://www.imdb.com/title/tt1922777/?ref_=sr_1


Bir film izleyeyim de biraz korkayım dedim. İzlemeseydim keşke diycem bir türlü. Ama çok korktum çok. Uzun zamandır bir film bu şekilde beni germemiş ve hoplatmamıştı desem yeridir.
Hoplamak isteyen ve korkmak isteyen varsa buyrun bu filmi bir izlesin.
Filmin sonunda ne oluyor diye soranlara, söylemem :)

Konusu:
Bir gerçek suç yazarının yeni taşındığı evde, içerisinde evde çekilmiş korkunç görüntülerin olduğu bir kutu film makarası bulması sonucunda kendisini ve ailesini korkunç bir kabusun ortasında bulmasını konu alıyor.