30 Haziran 2012 Cumartesi

Ben ben miyim? Sen sen misin: Sisle Gelen Yolcu

Kitabın Adı: Sisle Gelen Yolcu
Yayınevi: Doğan Kitap
Yazarı: Jean-Christophe Grange
Kitabı Bitiriş Tarihi: 29 Haziran 2012


İrfan'ın Yorumu:
Jean-Christophe Grange, Türk okuyucular tarafından da tanınıp sevilerek okunan bir yazar. Biraz gerilim, biraz korku, az biraz bilim kurgu, macera... Bütün bunları bir araya getirip de güzel bir kurgu ile süsleyince, okuyucuyu bıktırmayan bir yazım tekniğini de kullandıktan sonra, 677 sahife olmasına rağmen leblebi çekirdek yer gibi yiyebileceğiniz bir kitap. Biraz kafa dağıtmak, kafanın da dinlenmesi için böyle bir tercih şahsen benim için ideal. 
Diğer kitapları da aynı stil olan yazarın bu kitabı da sizi alıp götürüyor, sonu kestirilemeyen, kestirmek isteyip de bulamadığınız, tahminlerle boğuştuğunuz bir eser.
Konusuna gelince, aşağıda kısaca Doğan Kitap internet sitesinden alınmış yazı kafi gelir sanırım. 





Kitap Hakkında:

Benliğin karanlık sularında dolaşan “bavulsuz yolcu”

Tren raylarında bulunan, hafızasını yitirmiş bir adam… Aynı yerde, bir bakım çukurunda çırılçıplak bir ceset... Ve olay üzerine polis tarafından çağrılan psikiyatr Mathias Freire… Polis, hafızasını yitirmiş adamı sorgulamak isterken, Mathias kendisinde de aynı kişilik hastalığı olduğunu fark eder. Acaba aranan seri katil kendisi midir?

Sadece Fransa’da 300 binden fazla satan ve şimdiden 10 dile çevrilen Sisle Gelen Yolcu, tüm romanlarında ısrarla “kötülük”ün kaynağını arayan Jean-Christophe Grangé’nin kurduğu kabus dolu bir labirent. Grangé, romanını tasarlamak için her romanında olduğu gibi bu romanında da titiz bir araştırma süreci yaşamış. Bir psikiyatri hastanesinde bir süre kalmış ve hastalarla uzun sohbetler etmiş. Marsilya’daki evsizlerin arasına, heyecan verici tasvirlerle anlattığı tekinsiz bir dünyaya dalmış.

Romanın ana karakterini bu araştırmalar sonucunda yaratmış Grangé. Mathias Freire, Bordeaux’da işi dışında özel bir hayatı olmayan, bir ihtisas hastanesinde görev yapan genç bir psikiyatr. Nöbetçi olduğu bir gece, tren raylarında bulunan, hafızasını yitirmiş bir adam getirilir hastaneye. Ertesi gün ise bölgede bir ceset bulunur. Cesedi bulunan kişi genç bir uyuşturucu bağımlısıdır ve vücudunda hiçbir darp izi yoktur. Mathias hastasıyla özel olarak ilgilenir. Yaptığı hipnoz sonucu hastası, geçmişiyle ilgili bazı bilgileri hatırlar. Ancak doktorun araştırmaları, hastasının verdiği bilgilerin tamamen düzmece olduğunu gösterir. Mathias, adamın psişik bir kaçış içinde olduğu, büyük bir travmadan sonra esas benliğinden kurtulmaya çalıştığı ve bu yüzden bilinçsizce yeni bir kimlik yarattığı görüşündedir. Ancak an gelir, kendisinin de, hastası gibi psişik bir kaçış yaşadığını keşfeder ve asıl kimliğini bulmaya karar verir. Mathias’da da hafıza kaybı vardır; kendine geldiği zamanlarda, başka bir kişiliktir. Ve “bavulsuz yolcu” olarak, kendi geçmişini araştırmak üzere yola düşer.

Hikâyelerinde biraz efsane unsuru, biraz western, biraz tarih olmasını sevdiğini belirten Grangé, “hayatını bırakıp kaçma eğilimini”, büyük bir terslik yaşadığımızda, kendimizi ailevi ya da mesleki baskı altında hissettiğimizde hepimizin yaşayabileceği bir itki olarak değerlendiriyor.
Jean-Christophe Grangé
Jean-Christophe Grangé
Yazar Hakkında
Fransız yazar Jean-Christophe Grangé 1961’de Paris’te doğdu. Serbest gazeteci olarak çeşitli haber ajansları ve gazeteler için çalıştı. "Paris-Match" için gezi-macera röportajları, "Figaro Magazine" için bilimsel röportajlar hazırladı. Leyleklerin göçü üzerine hazırladığı yazı dizisinden esinlenen "Leyleklerin Uçuşu" adlı ilk romanı 1994’te yayımlandı. Bu kitap sekiz bölümlük bir TV dizisi haline getirildi. Fransa’da 450 000 adet satan ve dünyada 20 dile çevrilen "Kızıl Nehirler" yazarın ikinci romanı. Grangé’nin üçüncü romanı "Taş Meclisi" ise eylül 2000’de çıktı ve yalnız Fransa’da kısa sürede 150 000 adet sattı. Mathieu Kassovitz tarafından filme çekilen ve başrollerini Jean Reno ve Vincent Cassel’in oynadığı "Kızıl Nehirler" Hollywood’u keşfetmek için iyi bir koz.




25 Haziran 2012 Pazartesi

Sıra Bana Ne Zaman Gelecek: Gece ve Sis


Filmin Adı: Gece ve Sis

Orjinal Adı: Nuit et Brouillard

Yönetmen: Alain Resnais
Yapım Yılı: 1955 / Fransa
Oyuncular: Michel Bouquet


"Bir zamanlar, bir yerlerde ve sadece bir kereliğine bunlar yaşandı, diyoruz. Etrafımızda olanları görmezlikten geliyoruz."


İrfan'ın Yorumu:
Soykırım filmleri dendiğinde her halde dünyada sadece yahudilere olan soykırım akla geliyor. Sanki daha önce hiç soykırım olmamış, sanki daha önce insanlar toplu olarak katledilmemiş, sanki günümüzde Srebrenikalar, Hamalar yaşanmamış ve sanki Filistin'de yahudi mezalimi hiç olmamış ve olmuyormuş gibi... Roger Garaudy'nin öldüğü şu sıralarda bu eski film okumuş olduğum bir kitap vasıtası ile elime geçti. Evet Almanlar yahudilere inanılmazı yaşatmışlar. Ama bu acılar ve benzerleri sadece yahudilere has değil ki. Filmi izlediğimizde insanlık olarak toptan bu acıların nasıl bir şey olduğunu hissetmeniz açısından önem arzetmektedir. Eski, tarihi bir film. Ama savaş bittikten hemen sonraları çekilmesi, görüntülerin çarpıcılığı bu belgesel filmin etkisini kat be kat artırıyor.
Kim olursa olsun "bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin" düsturu kulaklarımızda en net bir şekilde inliyor.
Bu filmi özellikle God on Trial filmi ile birlikte izlemek herhalde bakış açınızı da netleştirecektir.

Konusu:
1955 yılında savaş-sonrası Auschwitz'de geçen film, renkli ve siyah beyaz görüntüleri birlikte içeriyor. "Hiroşima Sevgilim"e benzer bir şekilde, haber görüntüleri ve fotoğraflar, öyküyü anlatmakta Resnais'e yardımcı oluyor. Hikâye sadece Holocaust (Yahudi soykırımı) değil, aynı zamanda insanoğlunun hayvani zalimliği. "Nuit et brouillard", yedinci sanatın en gerçekçi ve etkileyici 'belge-film'lerinden.

Bilgi alınabilecek internet adresi:
http://www.sinemalar.com/film/113268/gece-ve-sis

23 Haziran 2012 Cumartesi

Eritre ! Ah Eritre ! Cânım Eritre !


UNUTULAN DAVA ERİTRE !




İrfan'ın Yorumu: 

Eritre Islah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Adem Ebu Haris yakınlarda Türkiye'yi ziyaret etti. Bir vesile ile kendisiyle de tanışma fırsatı buldum. Kendisi Eritre ülkesi ve oradaki müslümanlarla ilgili bilgiler verdi. Aynı zamanda Kanal 5 adlı televizyonda bir röportajı yayınlandı, Milli Gazete'ye de mülakat verdi. Garip-Der'i ziyareti edip aynı zamanda İslam Dünyası adlı dergiye de röportajlarda bulundular. Ve anlattıkları bizleri hem üzdü hem de umutlandırdı. Üzdü, çünkü Eritre neresi dendiğinde doğru dürüst bir cevap veremedik, orada müslümanların yaşadığından ve bir mücadelenin içerisinde bulunduğundan haberimiz maalesef yoktu. Umutlandık, Adem Ebu Haris kardeşimiz Türkiye'deki müslümanların yanına gelip bizlere ümmet şuurunu hatırlattı. 
Eritre hakkında çok bilgimiz yok!
Müslümanlara yapılan zulümlerden haberimiz yok!
İnsan tacirlerinden, organ kaçakçılarından haberimiz yok!
İsrail'in oradaki emellerinden haberimiz yok!
Yoklar yoklara karışmış, haber yok, bilgi yok, irtibat yok, yardımlaşma yok!!
Aşağıda hem Adem Ebu Haris kardeşimizin Eritre ile ilgili hazırlamış oldukları ve orayı tanıtan bir yazı bulacaksınız. 



Kanal 5'de yayınlanan röportaj linkleri


Osmanlı Devleti'nin Çöküşünden Beri Halkın Yaşadığı Zorluklar
1432-2011

ERİTRE'YE GENEL BİR BAKIŞ
- Eritre kelimesi antik Yunancadan Kızıl Deniz için türemiş bir kelimedir (Senyos Artrios)
- Eritre, Kızıldeniz'in doğu sahilinde yer almaktadır ve etrafını kuzey batıdan ve batıdan Sudan, güneyden Etiyopya, güneydoğudan da Cibuti ile çevrelenmiş bir üçgen şeklindedir.
- Yüzölçümü 124 km karedir. Kızıldeniz'de 126 tane adası olup, 1080 km sahile uzantısı vardır.
- Nüfusu yaklaşık 4,5 milyondur ve % 75'i müslümandır.
- En önemli şehirleri: Başkent Asmara, ana liman Masu, ikinci liman Asab, Karn, Nefka, Mandefra, Ağradat, Barnato, Tesneye, Um Hacer, Addi Kıh.
- Eritre, sahabenin (ra) bi'setin 5. yılında Habeşistan'a ilk hicretleri sırasında ayak bastıkları ilk devlettir. Eritre'nin müslümanlarla bağlantısı hilafet devleti Emevilerle H. 80'den Abbasilere, sonra da 1558-1856 yıllarında Osmanlılarla sürmüştür.
- Stratejik konumu: Kızıldeniz'in güneyinde yer alan Babu'l Mendeb boğazının yakınında kalmaktadır. Bu stratejik konum onu tamahkârların ilgi odağı yaptı ve sömürgecilerin eziyetlerine maruz bıraktı.
- İtalyan sömürgesi (1883-1941)
- İngiliz sömürgesi (1941-1952)
- Birleşmiş Milletler kararıyla Etiyopya ile federal sisteme geçiş. (1952-1962)
- Etiyopya'nın sömürgesi (1962-1991)
- Eritre 30 yıl süren mücadele sonrası referandum yoluyla 1993'de bağımsızlığını kazandı. Eritre'de azınlık diktatörlüğü hüküm sürüyor, halka ve etrafındakilere terörizmin tüm şekillerini uyguluyor. Müslümanların canlarını, ırzlarını, dinlerini, topraklarını, yaşamlarını hedef alıyor. Kamu özgürlüklerinin, insan haklarının, dini hürriyetin en fazla çiğnendiği bir ülke olarak biliniyor.

Eritre ve Osmanlı Devleti (1557-1856)
Miladi 15. asrın ortalarında Etiyopya'da müslümanlar ve hristiyanlar arasında çok şiddetli savaşlar patlak verdi. Müslümanlar İmam Ahmed Karan kumandasında bir takım zaferler elde ettiler. Etiyopya kralı, hristiyanlara maslahatı için müslümanların karşı safında yer alan Portekiz filosundan yardım istedi. Bu durumda müslümanlar, Sinan Paşa kumandasında gönderilen deniz filosundan yardım istemek zorunda kaldılar. Portekiz ve Osmanlı donanmaları arasında Kızıldeniz sahilinde Masu limanında bir savaş başladı. Nihayetinde Osmanlı filosu, Portekiz filosunu bozguna uğrattı. Onu Kızıldeniz sularından kovdu. Bu 1557 yılında vuku buldu ve bu tarihten itibaren 1865'e kadar Eritre ve sahilleri Osmanlı Devleti hükmünde kaldı.
Bu dönemde Eritre halkı güvenlik, istikrar, büyüme ve refah açısından altın çağını yaşadı. Eritre halkının yaşadığı zorluklar Osmanlı Devleti'nin düşüşünden günümüze kadar devam etmiştir. Öyleki, batının sömürge ve işgaline maruz kaldı. İtalya, sonra İngiltere sonra da Etiyopya...
Eritre'nin ölüm, terörizm, yurttan çıkarılma ve soykırımın her türlüsünü tattıkları işgal, bir asırdan fazla devam etti. Bağımsızlıktan sonra Isaias Afewerki'nin başkanlığındaki haçlı diktatörlük rejimi Eritre halkının hürriyet, adalet, güven ve istikrar konusundaki tüm hayallerini ve emellerini öldürdü.
Öyle ki, ölüm, hapishane, ülkeden kovulma gibi eziyetin her türlüsüne maruz kaldılar. Ki bu durumda özgürlük ve haysiyet adına yeniden direnişi ilan ettiler. Eritre halkı tarihin yeniden eskiye dönmesini temenni ederek sorular sormaya başladılar.
Tarih tekrar tekerrür edecek mi?
Sinan Paşa'nın torunları, Habeşistan kralı Necaşi'nin torunları, Peygamber efendimiz (sav)in ilk müezini Bilali Habeşi neredeler?
Eritre halkı müslümanların destek ve savunucularına bakarak soruyorlar.
Türkiye'nin tarihi konumlarında özel bir yeri var mı? Cevap verecek birisi var mı?

Eritre'de Şu Anki Durum
Siyasi Alan:
Eritre, siyasi haklar, insan hakları konusunda en kötü 42 ülkeden birisi olarak yer alıyor. Ne yazık ki, Afewerki rejimi bağımsızlıktan bu yana gücü ve ülkedeki siyasi çalışmaları ele geçirmiş durumdadır. Eritre'de iktidar partisi Demokrat ve Adil Halk partisinin dışında başka bir partiye izin verilmiyor, ülke içinde ona açıkça muhalefet edecek bir partinin varlığına izin verilmiyor. Buna aykırı düşündüğünden şüphelenilen herkes tutuklandı. Devlet başkanı seçilmeden geliyor, tüm yetkileri ele geçiriyordu.
O, hem devlet başkanı, hem başbakan, hem parlamento başkanı, hem iktidar partisinin başkanı, hem de tüm askeri ve güvenlik birimleri ona baş eğmiş durumdadır. Ayrıca rejim iki grup üzerine tesis edilmiştir. Hristiyanlar % 25'lik nüfuslarıyla Eritre'de azınlık olmalarına rağmen, ülkenin % 90'lık mevkilerini onlar temsil etmektedir.
Aşağıda müslümanların ve hristiyanların devletin yüksek görevlerinde aldıkları vazifelerin yüzdeleri bulunmaktadır.

Vazife Türü                                                       Hristiyanların Oranı         Müslümanların Oranı

Bakanlıklar ve devletteki yüksek idareler             % 96                                      % 4
Bölgelerdeki yüksek idari vazifeler                       % 93                                      % 7
Askeri rütbeler                                                       % 92                                      % 8
Devlet görevlerindeki genel ortalama                    % 94                                      % 6

Ekonomik Alan
Eritre ekonomisi tüm alanlarda korkunç bir çöküşe tanık olmaktadır. Ülke, temel ürün eksikliği ve fiyatlarda korkunç bir artışa tanıklık etmektedir. Bu durumda, UNDP'den yayınlanan insani gelişme raporlarına göre kişi başına senelik gelir 284 USD'dir ve bu da günlük bir USD'den daha azdır. 182 ülke arasında 165 inci olarak insani gelişmesi düşük ülkeler arasında yer almaktadır. Nüfusunun üçte biri beslenme sıkıntısı çekmektedir. Enflasyon oranı yükselmektedir. Öyle ki IMF, Eritre'yi enflasyon oranı % 25,6 oranında yükselerek dünyada en hızlı yükselen ülke olarak sınıflandırdı. Eritre ekonomisi, yetkinin otoritesinden ve ithalatın her türünün yasak olmasından dert yanmaktadır.
Amerika Kültür Mirası Vakfı (The Heritage Foundation) ekonomik ve ticari hürriyet alanında Eritre'yi dünyada sondan bir önceki sırada zikrediyor.

Basın Alanı
"Sınır Tanımayan Muhabirler", merkezi New York'ta olan "Gazetecileri Koruma Komitesi" gibi basın hürriyetini takip sahasında aktif olarak çalışan uluslar arası örgütlerin ifadesi ile Eritre'deki basın hürriyeti Afrika kıtasındaki en kötü durumdadır. Eritre'de bir tane dahi bağımsız gazete yoktur.
Ülkede Arapça ve Tigrinya olmak üzere iki dilde yayınlanan "Modern Eritre", İngilizce basılan "Eritrea Profile" ve iktidar partisinin yayınladığı "el-Emene" adındaki üç gazete dışında başka gazete yayınlanmamaktadır.
İktidar partisi, ülkedeki radyo ve televizyonlara da tam bir baskı uygulamaktadır. Gazeteciler, tutuklanma tehlikesi ile yüz yüze kalmaktadır. "Sınır Tanımayan Muhabirler" ve "Gazetecileri Koruma Komitesi" gibi basın hürriyetinin yaşadığı sıkıntıları senelik rapor olarak yayınlayan örgütler, Eritre'nin Afrika'da yer alan gazeteciler için en büyük hapishane olduğunu söylüyorlar. Basın hürriyeti sahasında en alt sıradaki ülkeler listesinde 173. sırada yer almaktadır. 30 gazeteci tutuklu bulunmaktadır. Çeşitli medya kanallarında tutuklu bulunan gazetecilerin bir kısmının şüpheli bir şekilde öldüğü haberleri yayınlanmakta ve tekrarlanmaktadır.

Eğitim Alanı
Afewerki rejimi, Arapça'nın dışlanması ve uzaklaştırılması için eğitim dilini yerel dilleri ile olması taktiğini izledi. Hükümet raporları 1999'da okulların % 70'inin eğitim dilinin Arapça'dan, yerel dillere çevrildiğini duyurdu. Bu durumda okulu bırakma oranlarını artırdı. Bazı bölgelerde % 30 oranına ulaştı. Eritre müslümanları arasındaki ortak payda, dinlerinin ve kültürlerinin dili olan Arapça dili bu siyaset ile yok ediliyor ve müslüman çocuklar eğitimden mahrum ediliyordu. Müslümanlar arasındaki okuma yazma bilmeyenlerin oranı % 70'den fazladır. Afewerki rejimi eğitimdeki bu savaş çerçevesinde İslami enstitüleri ve okulları yasakladı, onların, davetlerini yapmalarını engelledi. Öyle ki onların tamamını kapattı. Ayrıca, 1994'den bu yana düzenli olarak gönderilen Ezher'den gelen heyetleri karşılamayı da reddetti.

Sağlık Alanı
Eritre'de yetersiz beslenmeden kaynaklanan hastalıklar yayılıyor. Uluslararası Gıda Politikası Araştırma Enstitüsü'nde yer alan uluslar arası gıda göstergelerine göre yetersiz beslenmeden şikayetçi 88 ülke arasında 87. sırayı almaktadır. Yetersiz beslenmekten kaynaklanan hastalıklar hükümetin sağlığı gözetmeye verdiği zayıf ihtimamdan dolayı yayılmaktadır. UNICEF raporlarına göre Eritre'de 85.500'e yakın çocuk kötü beslenmeden kaynaklanan hastalıklara yakalanmıştır. Hükümetin gayri safi milli gelirden sağlık konusunda yaptığı  harcamalar % 4.2 oranına ulaşmıştır. Bu da askeri ve silahlanma alanında yaptığı harcamalarla kıyaslandığında düşük bir orandır. Ayrıca uluslararası verilere göre AİDS'e yakalanma oranı % 7 oranındadır.

Keyfi Tutuklamalar ve Dini Baskılar
İnsan haklarının çiğnenmesi, gelişigüzel tutuklamalar konusunda Eritre rejimi kayıtları, insan hakları örgütleri raporlarına göre diğer ülkeler arasında en kötü durumda olanıdır. Afewerki hapishanelerinde 20.000, Eritre hapishanelerinde ise 3.000 tutuklu bulunmaktadır. Bunlardan bazıları Hristiyanlar ve 17.000'i ise müslümanlardır. Yönetim onların mahkeme önüne çıkmalarına, avukat edinmelerine izin vermiyor. Ne tutuk yerleri biliniyor ne de yakınlarının onları ziyaret etmelerine izin veriliyor. Onlardan hapishanelerdeki kötü  durum ve tıbbi bakım yokluğu nedeniyle hayatını kaybedenlerin yanı sıra, onlarcası idam edildiler.
Afewerki hapishanelerinde yüzlerce tutuklu 15 seneden fazladır kalmaktadır. Ayrıca bazıları çeşitli üsluplarla ve yollarla işkence görmektedirler. Bunların bazıları yüksek sıcaklıkların olduğu bölgelerde metal konteynırlarda hapsedilmek, kalıcı sakatlıklara sebebiyet verecek şekilde kelepçelenmesidir.
Hapsedilmişlerin listesinde, vaizler, öğretmenler, iktidardaki partiye muhalif siyasiler, eski bakanlar, gazeteciler, muhalefete sempati duymakla itham edilen vatandaşlardan bulunmaktadır. Eritre'de hapishanelerde bulunanların sayısı gizli olarak tutuklananların yanı sıra 490'a ulaşmaktadır.
Eritre'deki iktidar halk partisi halkın silahlı mücadelesinden bu yana bölücü bir yöntem gözetmiştir. Eritreli müslümanların aleyhinde dini ve kültürel dilleri olan Arapça ile savaşıp, onları siyasi rollerden dışlayarak kültürel ve sosyal homojenleşme çalışmaları yaptılar. Eritre, dini baskılar ile işgal edilen ülkeler arasında birinci merkezdedir. Eritre'deki dini özgürlük aleni bir şekilde çiğnenmeye devam ediyor ve uluslararası raporlar onu, endişe uyandırıcı devletler arasında zikrediyor.
Müslümanlar Eritre'de baskılardan yana acı çekiyorlar. Yönetim dini enstitüleri kapatıyor, buralarda 350 olan vaiz ve öğretmenleri tutukluyor.
Ayrıca Afewerki rejimi Mandakara şehrindeki Hadiş Adiy bölgesinde bulunan bazı camileri 28 Mart 2004'de yerle bir etti. 4 tane tarihi eser statüsündeki camiyi ve ona bağlı Kur'an-ı Kerim ezberleme kurslarını imha etti.

Yıktığı camiler
1904'de inşa edilen Emevi Camii, 1925 yılında inşa edilen Şeyh Nuri camii, 1934'de inşa edilen Şeyh İdris Kahsayi Camii, 1950'de inşa edilen Şeyh Hacı Hasan camii, 2006'da yıkılan Masu el Arık camii, Um Birmi Camii askeri karargaha çevrildi ve camii görevlileri tutuklandı.
Afewerki rejimi müslümanların duygularını sporcu heyete hediye olarak haç dağıtarak proveke ettiler. Bir keresinde de rejime ait şirketler tarafından yapılan, üzerinde ayakkabıların altında kalacak şekilde cami resimlerinin olduğu resimler dağıttılar.

Mülteciler
Eritreli mültecilerin sorunu dünyadaki mülteci sorununun en girifti olarak bilinmektedir. 40 sene boyunca uygun ve münasip bir çözüm bulunamadı. Bağımsızlıktan sonra Afewerki rejimi uygun şartların bulunamaması sebebi ile onların dönüşlerine engel çıkardı. Bu da onların içerisinde bulunduğu zor durumları arttırıp, Sudan'ın batısında ve ortasında yer alan mülteci kamplarında bulunan mültecilerin sayısı 750.000'e ulaştı. Ne var ki, Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin 6 sene önce uyguladığı kesinti maddesi onların pek çoğunu etkiledi. Bu durum, gıda desteği, sağlık gözetimi ve eğitimden onları mahrum etti. Bu da onların yaşam koşullarının karmaşıklığını arttırmıştır.
Eritre rejiminin uyguladığı siyaset sebebiyle Sudan ve Etiyopya sınırında mülteci ve sığınmacıların karşılaştıkları zorluklar arttı. Eritre halkının  değişik tabakalarından kaçanların sayısı 300'ü geçti. Son yıllarda 60'dan fazla diplomat ve farklı rütbelerden 600 asker kaçtılar.
Ayrıca son yıllarda Sudan ve Etiyopya topraklarına kaçan mültecilerin sayısı 275.000'e ulaştı. Buna ilaveten 750.000 mülteci Sudan'ın doğusundaki mülteci kamplarında 30 seneden fazla zor hayat şartlarında, yiyecek, ilaç ve eğitim sınırının altında yaşamaktadır.

Komşu Ülkelerin İşlerine Müdahaleler
Afewerki, iktidarı ele geçirdiğinden beri Suriye, Suudi Arabistan, yerel ve uluslararası örgütlere olmak üzere tüm Arap ülkelerine karşı medya kanalı ile yaptığı provakatörce açıklamalar ile düşmanca bir politika izlemiştir. Sonra Afewerki sözlü aşamadan hemen fiili aşamaya geçti. Eritre halkını Sudan, Yemen, Etiyopya ve Cibuti ile arkasında binlerce ölü ve hayatlara kasteden bir yıkım bırakan gereksiz savaşlara sürükledi. Komşu ülkelerdeki muhalif hareketlere karşı Eritre'de üsler kurdu.
- Sudan muhalefetine karşı doğu ve batıda silahlı eğitim kampları kurdu ve onlara lojistik destek sağladı.
- Etiyopya muhalefetine karşı silahlı eğitim kampları kurdu ve onlara lojistik destek sağladı.
- Somali örgütlerine karşı silahlı eğitim kampları kurdu ve onlara lojistik destek sağladı. Ayrıca onlardan bir kısmına sahip olma karşılığında Somali sularındaki korsanlara teknik ve lojistik destek sağladı.
- Yemen (Husiler) muhaliflerine karşı silahlı eğitim kampları kurdu, ona imkanlar verip, lojistik destek sağladı.
- Cibuti topraklarının bir kısmını işgal etti, BM'nin uyarılarına rağmen geri çekilmedi.

Güvenlik Konseyi'nin 1907 Sayılı Kararı
Afewerki rejiminin Cibuti ile tartışmalı olan topraklardan çekilmeyi reddetmesi ve BM'den çıkan 1882 sayılı karara göre Somali silahlı kuvvetlerine silah yardımı yapmayı durdurmayı reddetmesi sonucu, 23 Aralık 2009'da Güvenlik Konseyi 1907 sayılı kararı yayınladı. Bu karar, Eritre'ye silah satımını Somali'deki silahlı muhaliflere silah sağladığı nedeniyle yasaklıyor. Onların arasında "Mücahit Gençler Hareketi" vardır. Ayrıca bu karar hükümet ve ordudaki bireylerinin bankalardaki paralarını dondurma kararı aldı. Yasak metinleri ihlal eden herkes yolculuk yasağı koyduldu ve Somali ve Eritre arasında sefer yapan gemi ve uçaklar teftiş edilmektedir.
Avrupa Birliği, Kanada ve Avusturya bu kararları uygulamayı onayladılar. Bu durumda ABD, hükümet liderlerinin yasaklılar listesinde olduğunu yayınladı.

Eritre'deki İsrail Varlığı
Eritre halkının bağımsızlık için İsrail'in katı tutumu karşısında direnişine rağmen Afewerki rejimi İsrail ile ilişkilerini resmi boyuta taşıdı. Isaias Afewerki ilk yurt dışı ziyaretini Ocak 1993'de İsrail'e giderek yaptı. Şimon Peres ziyaretin arkasından "İsrail, Kızıldeniz bölgesinde önemli bir dost kazandı" dedi.
Şubat 1993'de ise Isıas Afewerki İsrail'i yeniden ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında İsrail başbakanı İzak Rabin ile buluştu ve iki ülke arasında bir takım antlaşmalar imzaladı. İsrail, bu antlaşmalar gereğince Dehlek ve Fatıma adalarında askeri üs bulundurması karşılığında Eritre'ye tarım, askeri ve özel emniyet güçlerinin eğitimi, deniz kuvvetlerinin inşası alanlarında yardımlar sundu. İsrail üsleri burada Babu'l Mendeb ve Kızıldeniz'e uzaman Arap devletlerini gözlemektedir. İsrail konsolosluğu Eritre'de resmi olarak 27.04.1993'de açıldı. İki ülke arasında üst düzey diplomatik ilişkiler vardır.  Eritre'de bir takım yahudi şirketleri değişik yatırım alanlarında ticaret yapmaktadırlar.

Eritre Muhalefeti
1993'ün Mayısı uluslararası toplum, bağımsızlık için Eritre halkının oyları ile yapılan referandumdan sonra Eritre'nin bağımsız bir devlet olduğunu ilan etti. Bu 40 seneden fazla devam eden mücadele ve direnişlerin sonrasında gerçekleşmiştir. Eritre'nin tüm şehir ve köylerinde halkın sömürgecilerin elinden çektiği acı azaptan kurtulmasının ve bağımsızlığının sevinci adına yapılan gösteriler her yanı kaplamıştı. Zannettik ki, halkın maslahatlarını gözetecek ve yıllardır sömürgecilerin çizmelerinin altında yaşadıkları azabın yerini alacak akılcı bir hükümetin gözetiminde güvenlik ve istikrar hüküm sürecek!
Bu mutluluk uzun sürmedi, Eritre halkı bağımsızlık yalanlarını ortaya çıkardı. Onların rüyaları özgürlük şafağının kapkaranlık bir diktatörlük gecesine dönüştüğü bir kabus oldu. Sıkıntı fasıllarından bir fasıl başladı.
Sadece bununla da kalmadı, Eritre örgütlerinden özgürlük ve bağımsızlık için mücadele veren yol arkadaşlarını da inkar ettiler. Arkadaşlarını kovdular, öldürdüler, hapishanelere koydular.
Bu şartlar altında Eritre örgütlerinin elinde cihad ve mücadeleye devam etmek adına yeniden toplanmak ve ilk noktaya geri dönmek dışında başka bir şek kalmamıştı. Bunları da, bu zalim ve bozuk rejimden kurtulmak, yüzlerin tekrar gülmesi, saldırı ve zorbalıktan çok fazla zarar görmüş bölgelerde güvenlik ve istikrarı sağlamak için yapacaklardı.
Mevcut rejime muhalif çalışmalar en kapsamlı şekilde neticelendi. Birliği, birbirlerini tutmaları ve programlarındaki organizenin kemikleşmesi sayesinde Eritre örgütlerinin hepsi "Eritre Demokrat İttifakı" olarak isimlendirildi. "Eritre Demokrat İttifakı"  bünyesinde en azından programın en alt seviyesini beraberce yürütmeye söz vermiş 11 örgüt bulunmaktadır. Bölgesel ve uluslar arası düzeyde karşılaştıkları sıkıntı ve zorluklara rağmen hala ciddiyet ve sabırla çalışmaktadırlar. "Eritre İslami Reform Hareketi", Eritre rejiminin karşısında en bariz muhalif örgüt olarak bilinmektedir.

Eritrean İslamic Islah Movement
www.islaher.org
ktranet@gmail.com


20 Haziran 2012 Çarşamba

Cihada Destek mi? O nedir?


Kitabın Adı: İslam Cihadına Katkıda Bulunmanın 39 Yolu
Yayınevi: Şehadet Yayınları
Yazarı: Muhammed bin Ahmed es-Salim
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 19 Haziran 2012 – İstanbul


Ey izzetli kardeşim! Allah için söyle! Müslüman bacılarımızın namuslarının kirletildiği, müslümanların evlerinin başlarına yıkıldığı, çocuk-yaşlı, kadın-erkek denilmeden öldürüldükleri, çocukların yetim, kadınların dul kaldığı şu günümüzde cihaddan başka yol var mıdır? Ümmetin kurtuluşu, izzete kavuşması ve kâfirlerin boyunduruğundan kurtulması ancak, Allah yolunda cihad etmeye bağlıdır. (sh. 13)
EY PEYGAMBER! MÜ'MİNLERİ CİHADA TEŞVİK ET! (ENFAL, 65)


İrfan'ın Yorumu:
Muhammed bin Ahmed es-Salim, mütevazi çalışmasında cihadın ne olduğunu, cihada katılmanın ve cihadı desteklemenin mahiyetini kendi çerçevesi içerisinde okuyucuya aktarmaya çalışmış. Ayetler ve hadislerle cihadın mahiyetini, cihada katkıda bulunmanın gereklerini elinden geldiğince basit, anlaşılır ve somut örnekleme yöntemi ile izah etmek için çaba sarfetmiş.
Etrafımız ateş çemberi içerisinde... Suriye'de yaşananlar insanların, devletlerin, toplumların, cemaatlerin, alim ve alim geçinenlerin ve gerçekten ben müslümanım diyenlerin imtihan yeri olmuş nerdeyse. Burnumuzun dibinde yaşanan katliamlar, ırza geçmeler, haksızlıklar, zulmün her tür versiyonu evet inanamayacaksınız ama burnumuzun dibinde gerçekleşiyor.
İşte kitap bu sıcak gelişmelerin ışığında Türkiye'deki vicdan sahibi insanlar ve müslümanlar için bir bilgilendirme amacı da güdüyor.
Soru çok net? Cihad nedir ve cihadı desteklemek nasıl olmalıdır? Yazar kendi çalışmasında bu sorulara elinden geldiğince samimi bir cevap arayışı içerisinde, tavsiye ve telkinde bulunma gayretinde. Faydalı olması ümidi ile...



Kitaptan Alıntılar
Cihada katkıda bulunmanın ve Allah'ın dinine hizmet etmenin bir diğer yolu ise, mücahitlere düşman karşısında yardım etmesi ve ayaklarını sabit kılması, kafirleri mağlup etmesi, mümin esirleri hürriyetlerine kavuşturması, yaralılarına şifa vermesi, şehitlerini şehit olarak kabul etmesi, komutanlarını ve askerlerini muhafaza etmesi, gazilerin ve mücahitlerin geride bırakmış oldukları ailelerine yardım etmesi, gözetmesi, sabır ve sebat vermesi, müminleri vahdete kavuşturması ve İslam sancağının yükselmesi için Allah (subhanehu ve teala)ya dua etmektir. (sh. 59


Ya Rabbi! Bizlere fayda verecek ilimler öğret! Bizlere öğrettiğin ile bizleri faydalandır.
Ya Rabbi! Bizlere hakkı hak, batılı da batıl olarak göster ve hakka tabi olmakla bizi rızıklandır.
Ya Rabbi! Bizlere senin yolunda cihad etmeyi nasib et ve bizleri de şehidler kervanına ilhak eyle!
Ya Rabbi! Bizleri, senin rızan için yaşayan ve hayatını, sana itaat yolunda geçiren kimselerden eyle! (sh. 102)

19 Haziran 2012 Salı

Ben Derim Kardeşim: SİZ ANLADINIZ !


Masmavi Bir Devrim



             Bir gün Aksaray’dan Fındıkzade’ ye doğru o tatlı rampayı çıkarken birden mayolu bir kadın görüntüsü bütün ufku kapladı. Gözlerime inanamadım… Fe subhanallah… Vâesefa
            Bu, mayolu kadın resmini teşhircilik gören inançlı kesime uygun(!) hale getirilmiş büyük boy bir tanıtım kampanyası… Resmedilen tesettürlü(!) mayo sahibi Türban Şoray, hali vakti yerinde bir liberal muhafazakârın ya kerimesi ya da zevcesi… Kotrasıyla kendi başına açık denize açılacak kadar öz güven sahibi bu mavi mayolu hatun kişi demirlediği bir koyda Akdeniz’in mavi sularında serinlemeye hazırlanıyor… Fondaki denizin maviliğiyle mayonun renk tasarımındaki uyumu birazdan buluşulacak berrak tuzlu sularda bir balık estetiğinde kaybolunacağı izlenimi veriyor… Artık liberal muhafazakârlığın muktedir olduğu ülkemin mesture kızları, tek başına üniversitelere girebildikleri gibi güzel koylarda da arzı endam edebilecekler… Bu turuncu değil tam manasıyla masmavi bir devrim…
           Ayrıca reklâm, iktidarca semirtilmiş ünlü liberal muhafazakâr bir ailenin kızının paparazziler tarafından gizlice çekilmiş fotoğrafı kıvamında servis edilmiş. Buradan da zihnimde masmavi devrimin sonucunda ileride ülkemin bir milyon tirajlı muhafazakâr gazetelerinin magazin eklerinin nasıl şekilleneceğini görüyor gibi oluyorum…
          Sağ üst köşede mail adresiyle verilen iki yunus logolu marka ise tanıdık. Haşema… Neyin kısaltılmasın biliyor musunuz? Hakiki Şeriat Mayosu… Zamanında gittikçe kadın mayosuna benzeyen erkek mayolarını bel ila diz kapağı arasına uzatarak inançlı erkeklerin denize girmesi amaçlanarak kurulmuş bu müessesenin 2012 yılında ulaştığı vizyon…
        
         Bu yazıyla bu markayı karalamaya çalışmıyorum. Sadece doğru bir isimle başlanan eylemlerin isminden bağımsız olarak sapmalarının dini terimlerin içinin nasıl boşalttığını ve dinin nasıl  ‘Protestanlaştırdığını’ görmenizi arzu ediyorum...
         Karşı olduğum esas husus ise; bu tanıtım kampanyasında ülkemin pastanelerinin yeni ürünü olup iştah kabartan “muhafazakâr pasta”sından pay kapma çabasının bir dini hassasiyet görüntüsüyle sunulmaya çalışılması…
        Bu masmavi devrim aslında “üç harfli” lerin devrimidir.
        Korkmayın…
        Ürkmeyin lütfen…
        Cin demek istemedim…
        Gerçi yapılan cin fikirlilik ama… Neyse…
       Anlayan idrak sahiplerine sivrisinek saz, anlamayıp mışıl mışıl uyuyan muhafazakârlara ramazan boyunca davullar çalınsa az…
        Öte yandan bu ahlaki bir erozyondur deyip de ‘Tema Vakfının’ iştigal sahasına girmek de istemiyorum. Zira bu, binlerce meşe fidanı dikilerek önlenebilecek bir erozyon değil.
        Bu yazıyı kaleme alırken televizyondaki bir kanaldan Türkçe öğretilerek yurdumuza getirilmiş olan dünya gençlerine beraberce söylettirilen Olimpiya dağından yankılanan masmavi devrimin nameler işitme ufuklarımı kaplıyor…
         Gördüm nurlu geleceği rüyamda bir gece,
         Işıklar yağıyordu her yer sessizce
         Ahenkle işleyen saat gibiydi
         Bir bir silinip gitmişti karanlık geceler
         Yeni bir dünya… Yeni bir dünya…
         Yeni bir dünya kuruyorlardı…


                                                                                           Şevket HÜNER / 17.06.2012

12 Haziran 2012 Salı

Kefenim Hazır mı?




Mehmet usta çıraklarına kumaş kesmeyi öğretirken
İçeriye Gülsüm nene girer ve der ki;
—Geçende de geldim yoğudun…
—Şu benim “Ahretlik bohçayı” hazır ediver gari…
—Alem de gidem ben…
—Dur bire Gülsüm ana erken daha naaptın sen
—Vaktidir gari Mehmet usta
—Gözüm görürken elim tutarken…
—Alem de gidem de rahat edem…
—Hay Allah bre Gülsüm ana
Gülsüm nene karşıdakileri üzdüğünü görünce ölüm üzerinden bir metafor yapar
—Hade hazır ediver sen benim bohçayı…
—Kocaya kaçıyom ben senin anlayaceğin…
—Ey bakalım otur sen
—Çay mı söyleyeyim kahve mi?
—Çay söyle kahve çarpıntı yapıyor.

Sonra beyaz renkli bir top kefen kumaşı masaya atılır
Besmele çekilerek tahta metreyle ölçülmeye başlar…

O sırada Gülsüm nene gözlerini oradan kaçırarak uzaklara dalar gider…




Kefen dokuz metre olana kadar tahta metreyle ölçülür.
Kesmek için makası uzatan acemi çırak uyarılır
— Makassız bu sefer… Bak ta bak…
Mehmet usta bezi ağzıyla yırtıp eliyle ayırırken çırağa diğer ders verilir
— Kefeni makas kesmez elinle yapacaksın…
Sarılı kefenin üzerine kokulu sabunlar konurken…
— “Bu yıkanınca güzel koksun diye konur” diye ders devam eder…
— “Bu pamuğu napıyorlar biliyon mu?” lafı Fatiha okuyan ustanın sesiyle bastırılır.
Sonra bir bez torbadan bir avuç lavanta çıkarılıp tezgâha konur…
Çıraklar ise o sırada masanın üzerine eski bir koli getirmektedirler…
Hazırlanan “Ahret bohçası” koliye bir gelinin çeyizi sandığı ciddiyetinde dizilir…
Gülsüm nene çayını içerken Mehmet usta ona bir çiçekli pazen kesivermiştir.
Mehmet usta bir elinde koli bir elinde çiçekli pazenle gelir ve yanına oturur
—Evet, buyur Gülsüm ana işte emanetin…
Gülsüm nene gülümseyerek koliye dokunur ve sorar
—Bu mu şimdi?





O sırada kolinin üzerine Mehmet usta çiçekli pazendi koyar
—Bunu da al bak bu çok güzel allı güllü yeni geldi
—İlk evvel bundan kendine bir şalvar yapıver
— “Te üstünde paralanana kadar giy bunu” der ve koliyi göstererek
— “En sonda bunu”… Diyerek üzülerek koliyi işaret eder
— Allah geçinden versin…

Gülsüm nene sevinerek çayını bırakıp o eskimiş para çantasına davranır.
—Sağol kaç para etti?
—Almıyoz bundan para be Gülsüm ana… Unuttun zaar…
—Almeyonuz mu?
—Yok, adet böyle…
— “İyi madem” diyen Gülsüm nene ağlamaklı dua eder ve telaşla kalkar
— “Allah sana ve torunlarına uzun ömür versin”…




Sonra oradan “Ahret bohçası” elinde çook uzaklara doğru gider ve ufukta kaybolur…




Dostlar bizimde nenelerimiz dedelerimiz böyle Ahret bohçalarını alıp gittiler
Şu sıralarda anne ve babalarımız da onların ardı sıra gidip duruyor…
Onların arkasından böyle baka kalmadan onları koruyup kollayın…
Sevin, gönlünü alın, kıymetleyin… “Öf” bile demeyin
İyi ki varsın… Allah başımızdan eksik etmesin… Diye dualar edin.
Onlara evlerinizde ve gönüllerinizde yer açın…

Bir taraftan da sizin bu gezegende kalıcı olduğunuzu zannettirenlerle mesafeli olun…
Dünyanın bir ağaç altında gölgelenmek kadar olduğunu unutturanları unutun…

Ne yazık ki Gülsüm nenenin zamanının gelenekleri yok artık…
Bize üzülerek Ahret bohçası hazırlayıp dua alacak esnaflar da yok…
Hele bu dünya meşgalesinin sonunun olduğunu bize hatırlatan bohçalarda yok…
Kabristanlar ise şehrimizin dışında tefekkürümüzden çok uzakta…

İktidar sahibi dostlar…
Mal mülk sahibi dostlar…
Başarıları dünyayı sarmış iş adamı dostlar…
Yüksek duvarlar içinde depreme dayanıklı kalıcı(!) konutlarda oturan dostlar…
Sadece kendi çapındaki kişilerin dışındakilerle muhabbeti kesen dostlar…
Geğirinceye kadar yenilen sofralarında misafir bulundurmayı unutan dostlar…
Asgari ücretle eleman çalıştırıp zekâtıyla övünen dostlar…
İslami mücadeleyi ve tebliği bir kenara bırakıp “Demokrasi havarisi” kesilen dostlar…
Biran o ciddi(!) meşgalelerinizi bırakıp… Kuran’a kulak verin;

Gökyüzü parçalanıp yarıldığında ve Yıldızlar dağılıp savrulduğunda, Denizler birbirine kaynayıp karıştığında ve kabirler alt üst olduğunda, her insan, (sonunda) ilerisi için ne hazırladığını ve (bu dünyada geride) ne bıraktığını anlayacaktır.                                                          Ey insan! Nedir seni lütuf sahibi Rabbinden uzaklaştıran”(İnfitar / 1–6)

                                                                                                        Şevket HÜNER / 29.05.2012        

Fenerbahçeli Putperestlere Reddiye


İrfan'ın Yorumu: 
Bir Fenerbahçe taraftarı olarak bu yazıdan sonra Fenerbahçe takımının taraftarı olmaya devam edecek miyim? Evet. 
Bir Fenerbahçe taraftarı olarak putperestliğin her türlü varyasyonuna sahip aşağıdaki sözleri içimize sindirecek miyiz? Hayır. Ve bu Hayır öyle bir Hayır ki, bütün benliğimizle, hücrelerimize işlercesine hayırlı bir Hayır!
Fenerbahçe taraftarlarına değil, tüm taraftarlara duyurulur:
Şevket Hüner'den, hayatın içerisinde gözden kaçırılmaya çalışılan putperestliğe reddiyede gözden kaçanları, önemsenmeyen sözleri, hareket ve davranışların sonuçları ile karşı karşıya kalmaya hazırsanız, buyrun :



Birgün tv kanallarında gezinirken Fb tv’de “Fenerbahçeli olmak” diye bir yapımda söylenenler kanımı dondurdu. Adeta  Fenerbahçelilik adı altında şekillendirlen sahte bir dine davet ediliyormuşum gibi hissettim... Kan beynime hücüm etti... O yayında ne mi diyorlardı?
Fenerbahçeli olmak, nefes almak gibi, yaşamak gibi, canım gibi...
Fenerbahçeli olmak, çubuklu formayı görünce gözlerinin dolmasıdır.
Fenerbahçeli olmak, onu derinden ve her şeyden üstün tutarak yaşamaktır.
Fenerbahçeli olmak, bütün hayatını Fenerbahçe'ye göre planlamak demektir.
Fenerbahçeli olmak hiçbir maddiyat beklemeden yeryüzündeki tek taraflı en büyük aşkın
Fenerbahçe   olduğuna inanmaktır
Fenerbahçeli olmak, aynı düşünceye sahip olan kişilerle hayatı paylaşmaktır...
Fenerbahçeli olmadan bu sevgiyi anlamanın imkansızlığını fark etmektir...
Fenerbahçeli olmadan hayattan zevk alınamayacağına herşeyden iyi bilmektir...
Fenerbahçeli olmak, niye’sini bir türlü söyleyemeden kendini bu yola adamaktır.
Fenerbahçeli olmak,İnatçı olmaktır, dimdik durmaktır
Fenerbahçeli olmak
Her ülkeye şehirde Fenerbahçe logolu ürünleri giyerek göğsünü gere gere dolaşmaktır…
Fenerbahçeli olmak
Çocuklarınla Feneriuma gidip aynı tişörtü alıp giymek ve sokakta birlikte yürümektir...
           Bu ifadelerde de görüleceği üzere hayatın bütününden koparak sadece bir sembole yoğunlaşmak ve hayatı bunun üzerinden değerlendirmek putperestliktir. Ama günümüzde putperestlik, markalı yaşamak şeklinde yumuşatılmış bir ifadeyle servis edilmektedir. Hâlbuki değersiz olan bir nesneye değer atfedip onun etrafında insanları toplamak ve bunun üzerinden sorgulanamaz maddi ve manevi güçler edinmek eski bir tezgâhın yeni bir versiyonudur.
Burada Fenerbahçe markası üzerinden bir araya gelmek, birilerinin topluma ait kaynakları hesap vermeden sömürmesine imkân tanımaktır. Taraftarlık üzerinden, asla hak etmediğimiz şartlarda yaşamayı güzel gösteren zalim iktidarların sürmesine malzeme olmaktır. Dünyadaki pek çok rengi var edip hayatı bu renklerle süsleyen yaratıcıyı görmeyip yaşamın merkezine iki rengi oturtmaya çalışmak, özgür ve eşit olmayı bırakıp köleleşmektir. "Yirmi beş milyon taraftardan biriyim." demek, yaratılıştaki farklılıkları göz ardı ederek bir kalabalığın içinde kaybolmaktır. Kaybolmuş insanların kendilerine ait bir kimliği olmaz. Başkaları elinde ipleri olur. Kuklaya dönerler. Aidiyet hissinin insan oynadığı bir oyundur bu. Bu şekilde bir şey olmanın, bir yere ait olmanın, bir grup içinde anılmanın verdiği psikolojik destek, zaman içerisinde kişiyi nereye konursa orada savaşan kurşun askere çevirir. Bu konuda Kur'an'da "Belki kendilerine yardım edilir diye Allah'tan başka tanrılar edindiler. (O tanrılar) Kendilerine yardım edemezler. Tersine kendileri onlar için hazırlanmış askerlerdir." (Yasin / 74, 75) denilmiştir. Kişi kurşun asker olduğunda kendine yardım edemez. Öyle sanır. Aslında yardım gören ise merkeze konulan puttur. Bunun arkasında da her zaman birilerinin menfaatleri saklanmıştır.
Allah’a kul olmaya davet edilenler, merhamet adalet ve paylaşma üzerinden cem edilenlerdir. Bunların dünyada da ahirette de dostları olan Allah onları terk etmeyecektir. Bir amblem etrafındaki kurşun askerler ise ne dünya da ne de ahirette bir sevgi ve ilgi göremeyip yapayalnız, kullanılmış bir kenara atılmışlığın şaşkınlığında bocalayacaklardır…
Ne yazık ki günümüzde markalaştırma adı altında bizi sömürenler içimizden çıkarılan liberal muhafazakârlardır. Hâlbuki markalı yaşamak Allah’a değil insanlara kul olmaktır. Bu çok büyük bir çelişkidir. Zira bu sahte marka ilahları, taraftarlarının üzerinden nemalanırlar. Allah ise kendisine kul olanları rızıklandırıp onları özgür ve eşit kılandır.
            Her put, arkasında gizemli ya da yarı açık bir düşünce taşır. Bu düşünce, saf anlamıyla bazen bir ideolojiyi içerebileceği gibi, süslenmiş ilkeler adı altında bir menfaat beklentisini de barındırabilir. Hatta bu sembolün oluşmasına kaynaklık edenler incelendiğinde ekonomik, sosyal ya da siyasi bir arka plan ile karşılaşılır…
          Allah dışında bir şeyin dokunulmaz ya da sorgulanamaz kılınması onu putlaştırır ve bir şekilde bize emretmesine yol açar. Buradaki emir; dünya görüşü, hayat algısı ve otorite edinmek türünden bütün davranışlara kaynaklık edip yönlendiren bir güç ya da güç telakkisidir. Nitekim bu otorite, güvenlik ve özgürlük alanlarını belirleyen bir kabul / iman zemininde hareket ettiği için bağımlılık oluşturur ve kişiyi köleleştirir. Şahsi isteklerine, Kuran’ın öngördüğü ahlaki ölçülerin üstünde yer veren insanlar, put edinerek kendilerini kaçınılmaz biçimde hiçliğe götürecek bir hayat tarzı benimsemiş; boş, anlamsız ve değersiz bir yaşam modeli seçmiş olurlar. Üstelik semboller konuşmadığı için onları konuşturan birilerinin çizdiği çerçeveyi ise kendi kaderleri sanarak aldanırlar…
          Risaletin öncesi Mekke’de yaşayan pek çok insan putçuluğun arkasındaki bu düzeni fark etmesi zaman almıştır. Zira Kureyş’in milli menfaatleri, ailelerin geçimi veya neredeyse tamamı akraba olan insanlardan oluşan yönetimin çıkarlarına hizmet eden putçuluğun gerçek yüzünün ortaya çıkarılması zaman almıştır… (Sözün gücü / Musa Şimşekçakan)
         "Ama hala Allah'a rakip gördükleri varlıklara inanmayı tercih eden ve onları (yalnızca) Allah'a özgü (olması gereken) bir sevgi ile seven insanlar var: Hâlbuki imana ermiş olanlar, Allah'ı her şeyden daha çok severler. Zulüm yapmaya şartlanmış olanlar, azaba uğratıldıkları zaman görecekleri gibi, bütün kudretin yalnızca Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın cezalandırmada ne çetin olduğunu da keşke görselerdi!" (Bakara / 165)
            Allah, insanları eşit, özgür ve ümitvar kılar. Yaratılmış her şeyi insanın önünde secde ettirir. Amaç her durumda insanın şerefini korumaktır. Allah’ın sevgi ile emrettiği her hüküm insanın hayrınadır. Buna karşılık kutsanmış oldukları için sorgulanamayan markalar ise insanı bağımlı kılar, günden güne ümitsizliğe terk eder, adaletten ve eşitlikten uzaklaştırır. Emir almaya alıştırır. Sahte kutsallar üzerinden emir verenler ise bizim üzerimizden rant devşirip hesapsızca hepimize ait varlıkları sömürenlerdir. Allah’ı sevmek adaleti, merhameti, eşitliği ve karşılıksız vermeyi sevmektir. Bir amblemi sevmek ve onun etrafında kenetlenmek ise başarı uğruna adaletsizliği, eşitsizliği, bencilliği ve sömürüyü hoş görmeye yol açabilir.
"İbrahim, onlara dedi ki: 'Siz dünyada Allah’ın yanı sıra edindiğiniz putları aranızdaki sevginin sebebi (kaynağı) saydınız. Sonra kıyamet gününde kiminiz kiminizi inkâr edip tanımayacak; kiminiz kiminize lânet edecektir. Barınağınız cehennem olacaktır. Yardımcılarınız da olmayacaktır.' " (Ankebut / 25)
İnsanları birbirine sevdiren Allah’tır. Bütün sevgi bağlarını Allah var etmiştir. Taraftarlık veya markalı birliktelikler, Allah’a ait bu bağların yerine oturur. Yalan üzerinden hareket ederler. Allah’tan gayri kurulan bütün beraberlikler ve taraftarlıklar dünyayı yaşanmaz bir cehenneme çevirdiği tarihle sabittir. Sonunda dünyada kardeşlikten ve adaletten uzaklaştıran her türlü rekabet ve hırs kişiyi ahirette de yalnız ve çaresiz bırakacaktır.
"Allah’a çağıran, sâlih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet / 33)
Müslümanlar sadece Allah’a teslim olurlar. Daima iyilik üzere bir araya gelir ve arkalarında güzel ve doğru bir örneklik bırakırlar. Markalara teslim olup rekabet üzerinden bir araya gelenler ise suç örgütlenmelerine dönüşmeleri kaçınılmazdır.
Bu anlamda ben, her türlü marka ve amblem üzerinden rekabete dayalı bütün taraftarlıkları reddediyor ve bunları kör bir taassup olarak nitelendiriyor,
Taklit ve taassuba dayalı birlikteliklerden uzak durduğumu ilan ediyor,
Bir takımı hayatın merkezine koymaktan, başkalarının emrine girip kuklaya dönüşmekten, arzu ve heveslerin iktidarına hizmet etmekten Rabbime sığınıyor,
Kim olursa olsun, kendileri dışında herkesi değersizleştirenleri ve önümüze putları koyarak bizi kurşun askerlere çevirmeye çalışanları ve çıkarları uğruna her şeyi yapmaya hazır bekleyenleri Rabbime şikâyet ediyorum.
Yüksek dikkatlerinize ve ilginize arz ederim…
                                                                                         Şevket HÜNER / 07.06.2012