2 Ocak 2023 Pazartesi

SEÇ BEĞEN: Rahel Tanrı'yla Hesaplaşıyor

 YAZAR:               

Stefan Zweig

KİTABIN ADI:    

Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor / Rahel


Rechtet Mit Gott

1. Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor / 2. Üçüncü Güvercinin Hikayesi / 3. Ölümsüz Kardeşin Gözleri

ÇEVİREN:           

Gülperi Sert

YAYINCI:            

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

TARİH:                

27/11/2022

 

NOTLAR:

 

Üçüncü Güvercinin Hikayesi: Birinci Dünya Savaşı’nda

Ölümsüz Kardeşin Gözleri: Savaş bittikten sonra

Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor ise: Kendi köklerini ifade etmeyi arayan bir bilincin sonunda ortaya çıkmıştır.

Kitaptaki üç öyküde de insanlar huzuru, barışı, Tanrı’yı ve kendilerini arıyorlar, bu arayış sırasında kendi yaşamlarını sorguluyorlar. Üç öyküde de barış özlemini dile getiren yazar, savaşın, şiddetin, gücün ve öldürmenin acımasızlığına vurgu yapıyor. Üç öykünün ikisi Kutsal Kitap’tan, üçüncüsü bir Hint efsanesinden alınma. (Önsözden)

Tüm eserlerinde hümanist bir karakter hakimdir, kendisi de düşünce özgürlüğünden yanadır, fundamentalistlere ve diktatörlere karşıdır ancak hayatı boyunca herhangi bir siyasi ya da sosyal hareket içinde bırakın yer almayı, sadece yakınlaşmayı bile reddeder. 1933’de Almanya’da Hitler diktatörlüğünü ilan ettiğinde, Avusturya’da da hava bozulmaya başladığında, Tüm Avrupa’nın ve dünyanın üzerine yaklaşmakta olan korkunç savaşın gölgesi çöktüğünde, Zweig kendini tek başına çölde hümanizmi haykıran biri gibi tedirgin ve çaresiz hisseder. O dönemde olayların dışında kalmak, taraf tutmamak her geçen gün zorlaşır ve Zweig faşizmin yolundaki Avusturya’yı terk etmek, vatanındaki ve Almanya’daki iktidara karşı açık açık karşı gelmek konusunda çok uzun süre tereddüt eder. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi onu derinden sarsar; ideallerinin, hümanizmin, barış ve halkların kardeşliği konusundaki çabalarının boşa çıktığını görür. Sürgündeki diğer yazarlar gibi Hitler diktatörlüğüne karşı yazmayı ve konuşmayı reddeder. (İrfan’ın Notu: Neden?) Köklerinden uzakta, tüm ümidini kaybetmiş bir halde 1942 yılının 22 Şubat’ını 23 Şubat’a bağlayan gece Petropolis’te (Brezilya) hayatına son verir. Karısı Lotte ölüm yolculuğunda Zweig’a eşlik eder. Yazar arkasında bıraktığı mektupta bilinci yerinde ve isteyerek ölüme gittiğini yazar. Düşünsel vatanım dediği Avrupa’nın çöküşüne tanık olmaya daha fazla dayanamamıştır. Vatansız biri olarak yıllarca oradan oraya gitmekten yorulmuştur. Stefan Zweig 20. yüzyılın zorba iktidarından kaçan entelektüellerin sembolü olmuştur. (Önsözden)

 

 

 

İntihar Mektubu:

"Özgür iradem ve açık bir bilinçle bu yaşamdan ayrılırken, son bir sorumluluk yerine getirilmeyi bekliyor: Bana ve işimi yapmama huzurlu bir ortam sunan harika ülke Brezilya’ya içten teşekkürlerimi sunmak. Her yeni günle bu ülkeyi daha çok sevmeyi öğrendim, ruhsal anavatanım Avrupa kendi kendini yok ettikten ve ana dilimin dünyası yok olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde hayatımı bu kadar severek yeniden kuramazdım. Ama altmışıncı yaştan sonra tam anlamıyla yeniden başlamak çok özel bir güç gerektiriyor. Ve benim gücüm yıllar süren vatansız yolculuklardan sonra iyice tükendi. Bu nedenle hayatımı doğru zamanda ve doğru bir şekilde sonlandırmamın iyi olacağına inanıyorum. Ki hayatım boyunca tinsel uğraşım en büyük haz kaynağım ve kişisel özgürlüğüm en yüce değerim oldu. Bütün dostlarımı selamlarım! Hepsine uzun geceden sonra gelen tanın kızılllığını görmek nasip olsun! Ben, her zamanki sabırsızlığımla önden gidiyorum.” (İnternetten)

(İrfan’ın notu: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük bir ders alarak Avrupa ülkelerinin bir araya gelerek kurdukları şu anki Avrupa Birliği teşkilatının durumu hakkında nasıl bir değerlendirme içerisinde olurdu? Bu konu tartışmaya ve konuşulmaya değer olduğu kanaatindeyim)

 

Rahel Tanrı’yla Hesaplaşıyor

Kudüs’ün inatçı ve dönek halkı ettiği yeminini yine unutmuştu, bir kez daha Tyr ve Ammon’un tunçtan putlarına kanlı armağanlarını getirmişlerdi. Yükseklerde ve taş sunaklarda tütsü yakarak günaha girmeleri yetmezmiş gibi bir de Tanrı’nın kendi evine, kulu Süleyman’ın onun için yaptırdığı mabede Baal’ın putunu koymuşlar ve bu kutsal mekan tütsü ve kan kokuncaya kadar yerleri kurban kanına bulamışlardı.

Tanrı, mabedinin ortasında kendisiyle alay edildiğini görünce öfkesi ateşlendi. Sağ elini kaldırdı, gürlemesiyle tüm gökler parçalandı. Sabrı tükenmişti, bu günahkar şehirde taş üzerine taş bırakmayacak, halkını yerle bir edecekti… (sh. 1-2)

Öfkeli Yakup, korkudan kendinden geçmiş beni ayaklarının dibinde kanlar içinde gördüğünde Ya Rab, merhamete geldi. Havaya kaldırdığı balta düştü ellerinden, eğildi, öptü dudaklarımdaki kanı. Ve sadece bana merhamet etmedi, babam Lavan’a da merhamet etti, benim için affetti onu da ve kovmadı Lea’yı çadırından… (sh. 15)

Ve Rahelde, sabrı sonsuz olan Rahel de çaresizliğini haykırdıktan sonra Tanrı’nın böyle sonsuzca susmasına dayanamadı. Bir kez daha başını kaldırdı. Görünmeyene dikti bakışlarını, bir kez daha ellerini havaya kaldırdı, ağzından çıkan sözler öfkesinin çaktığı alev gibi kırmızıydı:

“Beni duymadın mı, her zaman, her yerde olan Tanrım, beni duymadın mı? Her şeyi duyan Tanrım, yoksa cahil bir kulun olan ben mi açıklamalıyı sana? O vakit dinle, inatçı Tanrım -Yakup, kızkardeşimin (İrfan’ın notu: Ablası Lea). (İrfan’ın ikinci notu: İngilizcede yalan, yalancı: Lie, liear. Lea’nın Yakup’u aldatması, yalan söylemesi ile ilgisi olabilir mi bugünün İngilizcesinde, bakılması gerek) rahmine tohumlarını ektiğinde kıskanmıştım ben de, tıpkı şimdi benim çocuklarım Senin yerine başka tanrılara tütsü yaktığında Senin kıskandığın gibi- Fakat güçsüz bir kadın olan ben bile öfkemin üstesinden gelmiştim, Senin için, merhametli olduğunu sandığım Senin için merhamet etmiştim Lea’ya ve Yakup da bana merhamet etmişti, şunu gör artık Tanrım: Biz insanlar hepimiz, yoksul ve fani, kıskançlığın kötülüğünü yendik -fakat Sen, her şeyi yaratan ve her şeye son veren, her şeye kadir olan Sen, her şeyin başı ve sonu olan sen, sınırsız güce sahip olan sen, bizlerin sadece birer damlası olduğumuz Okyanus olan Sen- sen merhamet etmek istemiyor musun? Biliyorum benim çocuklarımın halkı çok inatçıdır ve senin kutsal boyunduruğuna isyan ediyorlar, fakat sen Tanrıysan, her şeyin Efendisiysen o zaman hoşgörünün onların kibrinden, merhametinin onların hatalarından daha büyük olması gerekmez mi?...” (sh. 16-17).

(İrfan’ın notu: Şu bir gerçek ki yazar için merhamet evet çok ama çok önemli. Ve şu da bir gerçek ki Allah Teala gerçekten kullarına karşı çok merhametlidir. Yazarın, merhameti, güçlü olan otorite sahiplerine bir gönderme yaptığı da gözlerden kaçmamalı).

 

Üçüncü Güvercinin Hikayesi

“Barışı bulmak için dünyamızın üzerinde uçup durmuş, fakat ne tarafa doğru uçtuysa sadece bu yıldırımları ve insanların şimşeklerini görmüş, dünyanın her yerinde savaş varmış…” (sh. 24)

“Bugüne kadar hiç kimse görmedi onu, barışı ararken yolunu kaybeden efsanevi güvercini, fakat o hâlâ başlarımızın üzerinde uçuyor, korku içinde, kanatları yorgun… O güvercin, kanatlarının üzerinde tüm karanlık düşüncelerimizi taşır, korkularında tüm dileklerimizi…” (sh. 25)

(İrfan’ın notu: Bu kısacık hikayede yazar kendiyle özdeş bulduğu güvercin gibi dünyanın farklı yerlerine barışı ararcasına yaptığı yolculuklara gönderme yapmış… Maalesef tarihler 2022 yılının sonlarını gösterdiği şu zaman diliminde bile insanlık hâlâ barışa aç, barışa susamış vaziyette.”

 

(Virata) Ölümsüz Kardeşin Gözleri

“Seneca dört ana erdem tanımlar:

1. Ölçülülük

2. Cesaret (acılara katlanma gücü)

3. Basiret (ve akla uygunluk)

4. Adalet

Bütün erdemler birbirine eşittir, aynı değerdedir ve biri olmadan insan eksik kalır. Erdem, ölümlülerin sahip olabildiği tek ölümsüzlüktür.” (Çevirenin notu) (sh. 27)

“Henüz yüce Buddha dünyaya gelmeden ve müritlerini bilginin ışığıyla aydınlatmadan çok önce Birwagha ülkesinde Kral Rajputa’nın yanında Virata adında bir soylu yaşardı, Şimşek Kılıç derlerdi ona, çünkü o bir savaşçıydı ve herkesten daha cesurdu; attığı ok, fırlattığı mızrak hedefini asla şaşırmayan, kılıç tutan kolu şimşek gibi inen bir avcıydı. Alnı açık, yüzü aydınlıktı, gözlerini hiçbir soru karşısında kaçırmazdı: Ellerini asla öfkeyle yumruk yapmaz, sesi asla öfkeli çıkmazdı. Kendisi büyük bir sadakatle krala, köleleri de ona saygıyla hizmet ederlerdi. Çünkü nehrin beş kolunda ondan daha adil bir insan yoktu: İnananlar, evinin önünden geçerken saygıyla eğilirlerdi, çocuklar onu gördüklerinde gözlerinin içine bakıp gülümserlerdi…” (sh. 28)

(İrfan’ın notu: Yukarıda alıntıladığım paragrafta erdemli birisinin belli başlı özellikleri yer almaktadır:

Cesur olmak, alnı açık, yüzü aydınlık olmak ki kendisinden emin olan kişilerin temel özelliğidir- hiçbir soru karşısında kaçamak cevap vermemek veya kaçınmamak, öfkelenmemek, bağırıp çağırmamak, adaletli olmak… Günümüze uyarladığımızda liderlere ve yalakalarına bakınca ne kadar büyük bir eksikliği yaşadığımız gözler önünde)

Savaşı, krallığa karşı isyanı önleyen Virata bu isyanda ağabeyini de öldürmüştür…

“Virata şöyle dedi:

O zaman izin ver yüce kralım, yerinde kalsın bu kılıç (ona hediye edilen çok değerli bir hediye). Çünkü bir daha asla elime kılıç almayacağım diye büyük yemin ettim. Çünkü ben ağabeyimi öldürdüm bugün, aynı ananın rahminde olduğum, aynı ananın elinde yetiştirdiği, beraber oynadığım ağabeyimi.

Şaşkınlıkla baktı kral. Sonra şöyle dedi:

O halde kılıç olmadan savaşcıların başına geç ki bileyim güvende olduğumu…” (Sh. 33)

“Fakat Virata bir kez daha yerlere kadar eğildi ve şöyle karşılık verdi:

Görünmez olan bana bir işaret gönderdi ve yüreğim ne istediğini anladı. Ben ağabeyimi öldürdüm ve gördüm ki birini öldürmek aslında kardeşini öldürmek demektir. Ben savaşta ordularımızı yönetemem, çünkü kılıç güç demektir, güç de adaletin düşmanıdır. (İrfan’ın notu: Bu son cümle tartışmaya açık bir cümle. Çünkü kılıç güç demekse sistem eğer çok güçlü olursa o güç aynı zamanda adaletin de gölgesini oluşturur kanaatindeyim. Ama dediğim gibi tartışmaya açık.) … Sonsuz dönüşümün içinde kısadır insan hayatı, izin ver, bundan böyle adil biri olarak yaşayayım.”

“Düşmanlarımın karşısında hep yiğit, cesur biri olarak gördüm seni ve krallığımdaki hizmetkarlarım arasında adildin hep. Madem ki savaşta yanımda olmayacaksın, o zaman başka bir yerde hizmet etmeni isterim bana. Suç nedir bildiğin ve suçu ölçüp tartabildiğin için yargıçlarımın başına geçmelisin ve sarayımın merdivenlerinde vermelisin hükmü, vermelisin ki gerçek korunsun bu duvarlar arasında, hak hukuk ve adalet olsun topraklarımda.” (sh. 34)

İrfan’ın notu: Kitapta bir yerde (sh. 29’da kral ile ilgili bir parantezi de burada zikredelim ki ileride neler olabilecek değerlendirme konusu olsun: “Çünkü kral sert bir hükümdardı, adalet konusunda da pek katıydı ve zalimce vergi toplardı).

“O günden sonra Virata sarayın gölgesi altında pembe merdivenlerin tepesinde gün doğumundan gün batımına kadar kral adına adalet dağıtmaya başladı.

(İrfan’ın notu: Türk hukuk sisteminde kullanılan bir klişe var: ‘Türk Milleti adına’. Bu şimdilik burada kalsın. Bu arada ara bir not: Bu hikayeyi okurken neden 15 Temmuz darbe girişimi, Tayyib Erdoğan, Fetö yapılanması ve benzeri şeyler aklımdan geçti bilmiyorum. Konuşmaya değer aslında. Çünkü hikayede krala isyan eden kralın karısının kardeşi yani kayınbiraderi, yani etle tırnak gibi olmuş gibiler).

Fakat karar vermeden önce iyice düşünür, her şeyi hassas bir terazide tartar gibi hesaplardı; bakışlarıyla suçlunun içini görür, sorgularıyla tıpkı bir porsuğun toprağı kazması gibi suçlunun ruhunun derinliklerini didik didik ederdi. Verdiği hükümler sertti, katıydı ancak kararı aynı gün vermezdi, kararı açıklamadan önce hep bir gün beklerdi; ev halkı, onun üst kata çıkıp, kimseyle konuşmadan tek başına, günün ilk ışıkları vuruncaya kadar saatlerce huzursuzca gidip geldiğini, verdiği kararın adil olup olmadığını düşünüp tarttığını duyardı. Hükmünü açıklamadan önce ellerini ve alnını suyla yıkardı ki kararı, tutkusunun ateşinden daha yüksek olsun. Kararını açıkladıktan sonra suçluya dönüp kararı adil bulup bulmadığını sorardı, çok nadiren kararına itiraz eden olurdu…” (sh. 35)

(İrfan’ın notu: Adalet terazisinin ne kadar hassas olduğunu ta o zamanlardan günümüze yansımasının idealize edildiği önemli bir not).

“Adil mi? Adaleti neyle ölçersin sen ey yargıç? Kim seni kırbaçladı ki, kırbaçlanmanın ne olduğunu  bilesin? Nasıl oluyor da toprak altında geçireceğim yılları gün ışığında geçirecekmişim gibi parmaklarınla sayabiliyorsun? Sen hiç zindana atıldın mı? Ömrümün kaç baharını benden aldığını biliyor musun? Hiçbir şey bilmiyorsun sen, adil bir insan değilsin sen, çünkü ancak darbe yiyen bilir onun ne olduğunu, darbeyi vuran değil, sadece acı çeken bilir acının ne olduğunu.”  (sh. 39)

(İrfan’ın notu: Cezaevinde iken konuştuğumuz konulardan birisi de şu idi:  Adalet sisteminin daha iyi işleyebilmesi için savcıların, hakimlerin, yargıçların, avukatların ve adalet mekanizmasında adalete etki eden tüm bürokratik unsurların gerçeğe daha yakın karar alabilmeleri için cezaevi deneyimlerinin az ya da çok olarak yaşamalarını konuşmuştuk. Evet özellikle yargıçların. Aldıkları, alacakları kararların insan hayatı ve çevresine olan etkilerini kısmen de olsa anlayabilmeleri için bunun gerekliliği üzerinde derin analizlerde bulunmuştuk).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder