Filmin Adı: Hırsızlar Şehri
Orjinal Adı: The Town
Bilgi Adresi: http://www.sinemalar.com/film/45293/Hirsizlar-Sehri/
Filmin Özeti: Doug ve ekibinin banka soygununda üzerlerine kimse yoktur; hem acımasız hem de dikkatlidirler. Soydukları son bankanın müdiresiyle aynı mahallede oturduklarını öğrendikten sonra kaçınılmaz olan gerçekleşir ve Doug, kadına âşık olur. Claire, onun soyguncu olduğundan şüphelenmezken Doug'ın kardeşi kadar yakın suç ortağı Jem, kuşku içindedir. Doug, iki taraftan birine ihanet etmeden bir seçim yapamayacaktır.
İrfan'ın Yorumu: Hırsızlık filmleri daima ilgimi çekmiştir. Zeka pırıltılı taktikler, ince planlar vs. Bu filmde bu tür ince planlar pek göze çarpmıyor, ama hırsız ve kurban arasındaki aşk farklı bir tutum sergilemiş. Çatışma sahneleri de güzel olmuş.
31 Aralık 2010 Cuma
Derinliği Olan Bir Roman: Kayıp Gül
Kitabın Adı: Kayıp Gül
Yayınevi: Timaş Yayınları
Yazarı: Serdar Özkan
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 03 Haziran 2010 – İstanbul
İrfan'ın Yorumu: Hani lokumluk bir öykü-roman olan bir kitap. Derinliği olan cümleler içeriyor. Sevgi temelli bir kitap. Hiç sıkılmadan maceraya kendinizi hazırlayın ve güllerin arasında kaybolun. Kendinizi bulduğunuzda pişman olmayacaksınız... Aşağıda kısa bir özetini bulacaksınız.
Kitabın Özeti:
Dünya üzerindeki insanların farklılıklarının olduğuna fakat benzerliklerinin daha çok olduğuna vurgu yapıyor yazar. Yazarın önce insanız kavramından yola çıkarak kaleme aldığı kitap, Diana adında ABD vatandaşı bir genç kızın ikiz kardeşini aramak üzere İstanbul’a gelmesiyle başlıyor. Konusunun global olması sebebiyle Amerika, Avrupa ve Türkiyenin bir çok kentinde geçen olaylar zinciriyle roman devam ediyor. İnsanların kültür farklılıkları nedeniyle birbirlerine acımasızca davrandığı dünyada daha çok hoşgörüyle yaklaşılması gerektiğini vurgulayan hoş bir kitap.
Düşlerimizin peşinden gitmeliyiz diyen genç bir romanla karşı karşıyayız. Yaşadığı çevrede büyük beğeni toplayan Diana’nın hayatına tanık oluyoruz bu romanda. Genç kızın hayatı annesinin ölümüyle aniden değişiyor. Annesinin vasiyeti üzerine hiç tanımadığı ikizini aramaya başlıyor. Bu da yabancısı olduğu bir dünyaya adım atmasını sağlıyor. Güllerin ya da düşlerin dünyasına…
Gerçek dünyayla masalsı dünya arasında bir yolculuk olarak yorumlanabilecek bu ilk romanı, başkalarının hayatımız üzerindeki etkisini ve iç dünyamızı yalın bir dille sorguluyor. Genç yazarı Serdar Özkan da, Amerika’da başlayıp Türkiye’de bitirdiği hikâyesinde düşlerle gerçek kadar, delilikle bilgeliğin, karanlıkla aydınlığın karşılığını ya da yakınlığını sergilemeyi amaçlıyor.
Yayınevi: Timaş Yayınları
Yazarı: Serdar Özkan
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 03 Haziran 2010 – İstanbul
İrfan'ın Yorumu: Hani lokumluk bir öykü-roman olan bir kitap. Derinliği olan cümleler içeriyor. Sevgi temelli bir kitap. Hiç sıkılmadan maceraya kendinizi hazırlayın ve güllerin arasında kaybolun. Kendinizi bulduğunuzda pişman olmayacaksınız... Aşağıda kısa bir özetini bulacaksınız.
Kitabın Özeti:
Dünya üzerindeki insanların farklılıklarının olduğuna fakat benzerliklerinin daha çok olduğuna vurgu yapıyor yazar. Yazarın önce insanız kavramından yola çıkarak kaleme aldığı kitap, Diana adında ABD vatandaşı bir genç kızın ikiz kardeşini aramak üzere İstanbul’a gelmesiyle başlıyor. Konusunun global olması sebebiyle Amerika, Avrupa ve Türkiyenin bir çok kentinde geçen olaylar zinciriyle roman devam ediyor. İnsanların kültür farklılıkları nedeniyle birbirlerine acımasızca davrandığı dünyada daha çok hoşgörüyle yaklaşılması gerektiğini vurgulayan hoş bir kitap.
Düşlerimizin peşinden gitmeliyiz diyen genç bir romanla karşı karşıyayız. Yaşadığı çevrede büyük beğeni toplayan Diana’nın hayatına tanık oluyoruz bu romanda. Genç kızın hayatı annesinin ölümüyle aniden değişiyor. Annesinin vasiyeti üzerine hiç tanımadığı ikizini aramaya başlıyor. Bu da yabancısı olduğu bir dünyaya adım atmasını sağlıyor. Güllerin ya da düşlerin dünyasına…
Gerçek dünyayla masalsı dünya arasında bir yolculuk olarak yorumlanabilecek bu ilk romanı, başkalarının hayatımız üzerindeki etkisini ve iç dünyamızı yalın bir dille sorguluyor. Genç yazarı Serdar Özkan da, Amerika’da başlayıp Türkiye’de bitirdiği hikâyesinde düşlerle gerçek kadar, delilikle bilgeliğin, karanlıkla aydınlığın karşılığını ya da yakınlığını sergilemeyi amaçlıyor.
Heyecanlı Bir Kitap: İhanet Noktası
Kitabın Adı: İhanet Noktası
Yayınevi: Altın Kitaplar
Yazarı: Dan Brown
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 25 Nisan 2005 – İstanbul
İrfan'ın Notu: Bu kitabı yıllar önce okumuştum. Dan Brown bilindiği gibi çok meşhur bir roman olan Da Winci Şifresi yazarı. O kitabı da çok beğenmiştim. Aynı yazarın yakın zamanlarda okuduğum "Kayıp Sembol" kitabını pek beğenmemiştim. Bu kitap heyecan dozunu iyi ayarlamış ve teknolojik olarak gelişmeleri ikna edici bir şekilde anlatıyor. Kitabın özetini aşağıda bulabilirsiniz. Kitap, defalarca okunacak kitaplar statüsünde yer alan bir edebi eser olarak görülemez, ama heyecan fırtınası yaşamak isteyenler birkaç günde bitirebilecekleri bir kitap. Tavsiye ederim...
Kitabın Özeti:
ABD başkan adaylarından olan Senatör Sexton ile kızı Rachel Sexton bir restoranda buluşurlar. Rachel Sexton ve babasının ilişkileri çok iyi değildir, hatta birbirlerini pek sevmezler. Senatör eşini aldatmış ve eşinden ayrılmıştır. Rachel, ABD Başkanına bağlı bir istihbarat teşkilatında başkan adına çalışıyordu. Senatör kızından bu görevini bırakmasını istiyordu. Çünkü kızının rakibi adına çalışması seçim kampanyası için olumsuz bir durum teşkil ediyordu. Zaten babasını pek sevmeyen Rachel ise teklifi geri çevirdi. Görüşme sırasında Rachel’in çağrı cihazına acil bir not geldi. Not çalıştığı Ulusal Keşif Ofisi (UKO)’nden gelmişti. Rachel’in ofisteki görevi, ofise gelen istihbarat bilgilerini değerlendirerek başkan için özetler oluşturmaktı. Babasına bir mazeret uydurarak ofisin yolunu tuttu.
Rachel’in çağrı cihazına düşen acil not UKO direktörü William Pickering tarafından gönderilmişti. Direktör Rachel’e başkan tarafından acil olarak çağrıldığını söyledi. Rachel’i başkanla görüşmesine götürmek üzere bir helikopter hazır bekliyordu. Beyaz Saray’ın UKO binasına çok yakın olmasına rağmen yolculuk için bir helikopter seçilmesi Rachel’i çok şaşırttı. Fakat helikopter Beyaz Saray’a değil, eski bir NASA fırlatma üssü olan Wallops Adasına gidiyordu. Rachel, başkanın babasının seçim kampanyası ile ilgili olarak görüşeceğini tahmin ediyordu. Zaten Pickering de böyle olabileceğini söylemişti. Eğer başkanın gerçekten böyle bir niyeti varsa hiç düşünmeden reddedecekti. Başkan’ın görüşme için burayı seçmesi Rachel’i yine şaşırtmıştı. Başkan ve Rachel Sexton, başkanın Hava Kuvvetleri Bir uçağında görüştüler.
Başkan Rachel’e, NASA’nın Yer Gözetleme Sistemi (YGS)’nden ve çok önemli bir keşif yaptığından bahseder. YGS Projesi, dünyayı incelemek üzere NASA tarafından geliştirilmiş, fakat başarısızlığa uğramış bir projedir. Fakat şimdi YGS insanlık tarihi için çok önemli bir keşfe imza atmıştır. Başkan daha fazla ayrıntıya girmedi. Tüm açıklamaların bizzat NASA tarafından yapılacağını söyledi.
Rachel bir jet uçağına bindirildi. Hâlâ nereye gittiğini bilmiyordu. Kuzey Kutbuna gittiklerini uçakta pilottan öğrendi. Rachel’i Milne Buzul Katmanında NASA yetkilileri karşıladı. NASA burada habiküre denilen küre biçiminde bir çadır kurmuştu. NASA Müdürü Lawrance Ekstrom Rachel’e YGS’nin çok önemli bir keşifte bulunduğunu söyledi. Ekstrom, Rachel’in orada bulunmasından pek hoşnut değildi. Ekstrom, YGS’nin verileri doğrultusunda Kuzey Buz Denizinde yaptıkları araştırmalar neticesinde bir göktaşı bulduklarını söyledi. Göktaşından alınan kesitlerde dünyada bilinmeyen ve başka bir gezegende yaşadığı tahmin edilen böcek fosilleri vardı. Habikürede NASA personeli ve Rachel haricinde dört tane de tanınmış sivil bilim adamı vardı. Bunlar Michael Tolland, Corky Marlinson, Waille Ming, Dr. Mangor’du. Başkanın amacı, keşfin seçim kampanyası için bir malzeme olmadığını göstermek amacıyla tarafsız bilim adamları tarafından doğrulanması ve daha sonra kamuoyuna duyurulmasıdır. Bunun için de belgesel program yapımcısı olan ve çok sevilen Michael Tolland seçilmiştir. Başkan, Senatör Sexton’un seçim kampanyası nedeniyle, Beyaz Saray çalışanları arasında bile itibar kaybetmekteydi. NASA tarafından yapılan keşfin Rachel Sexton tarafından Beyaz Saray personeline duyurulması inandırıcılık için çok iyi bir seçimdi. Başkan Rachel’den sadece, personele bir konuşma yaparak keşfi duyurmasını istemişti. Rachel teklife çok sıcak bakmıyordu. Fakat başkan onu ikna etmeyi başardı.
Başkan NASA’ya çok inanıyor ve NASA’ya çalışmaları için sürekli çok büyük ödenekler aktarıyordu. Fakat NASA son yıllarda yaptığı çalışmalarda sürekli başarısızlığa uğramış, bu durum da halkın gözünde başkanın ve NASA’nın itibar kaybetmesine neden olmuştu. Senatör Sexton ise, seçim kampanyalarında bu durumu çok iyi kullanmış ve NASA’yı çok zor duruma sokmuştu. NASA’ya harcanan paraların ekonomiyi kötüye götürdüğünü, bunun yerine uzay çalışmalarının rekabete açılması, sivil şirketlerin de uzay çalışmaları yapabilmesi gerektiğini söylüyordu.
Beyaz Saray çalışanları başkanın oval ofisinde toplandılar. Rachel canlı olarak oval ofise bağlandı ve NASA’nın keşfinden bahsetti. Bu konuşmanın ardından başkan bir ulusa sesleniş konuşması ile buluşu kamuoyuna duyuracaktır. Bu sırada, habikürede bulunan bilim adamlarından Dr.Mangor göktaşına son bir kez bakmak üzere göktaşının yanına gelir. Fakat çok şaşırtıcı bir şey olur ve Dr.Mangor su yüzeyinde canlı bioorganizmalar görür.
Habikürede bunlar yaşanırken, çok özel donanımlara ve eğitilmiş askerlere sahip Delta Gücü timi, habikürede yaşananları izlemektedir. Delta Gücü, insan damarlarında bile dolaşabilecek kadar küçük mikrobotlar ile habiküreyi gözetlemektedir. Dr.Mangor, su yüzeyinden canlı organizmayı almak isterken, Delta Gücü mikrobot aracılığıyla bilim adamının altındaki buz parçasını kırar ve Dr.Mangor havuzun içine düşer. Bir süre sonra diğer bilim adamları ve Rachel de göktaşının bulunduğu yere gelirler ve durumu fark ederler. Onlar da su yüzeyinde canlı organizmalar görürler. Aralarında yaptıkları tartışmalarda göktaşı ile ilgili şüpheler oluşur. Michael Tolland, su yüzeyindeki canlı organizmalarla ilgili bilgileri faks aracılığıyla ABD’deki ekibinden ister. Keşif ile ilgili sorunlar olduğunu gören Delta Gücü, Rachel ve arkadaşlarını öldürmeye çalışır ve Dr.Ming ölür. Rachel ve diğerleri ise kaçmayı başarırlar. Delta Gücü bilim adamlarını yakalamak için çalışır. Fakat Rachel ve arkadaşları mucizevi bir şekilde kaçmayı başarırlar ve bir gemi tarafından kurtarılırlar.
Rachel, göktaşı ile ilgili bilgilerin bulunduğu faksları babasına gönderir ve hayatının tehlikede olduğunu bildirir. Bu sırada Delta Gücü hâlâ onları takip etmektedir. Başkanın, NASA’nın önemli keşfini halka duyurmasıyla seçim kampanyası dibe vuran Senatör Sexton için bu fakslar kurtarıcı olacaktır. Kızının tehlikede olması onu çok fazla ilgilendirmemektedir. Bir basın duyurusu ile basın toplantısı düzenleyeceğini ve keşfin gerçek olmadığını delilleri ile birlikte açıklayacağını bildirir. Senatörün yardımcısı ve en büyük destekleyicisi olan Gabriel Ashe, senatörün bu kadar ileriye gidebilecek olmasına ve böyle bir adam için çalıştığına inanamaz. Bu sırada Delta Gücü askerleri ile Rachel ve arkadaşları arasındaki kovalamaca devam etmektedir. Rachel, Michael ve Marlinson, Michael’in araştırma gemisine ulaşırlar. Burada da yaptıkları incelemelerde aldatıldıklarını kesin olarak anlarlar. Göktaşı, Milne Buzul Katmanına NASA tarafından götürülmüştür. Bu sırada, Delta Gücü onları bulmuştur. Rachel ve arkadaşları, Delta Gücü askerlerinin başında Pickering’i görünce dehşete kapılırlar. Sahte keşif Pickering tarafından planlanmıştır. Pickering’in amacı, seçimi kaybetmek üzere olan başkana yardımcı olmaktır. Çünkü başkanın seçimi kaybetmesi aynı zamanda NASA’nın da sonu olacaktır.
Senatör ve yardımcısı Gabriel geçmişte bir ilişki yaşamışlardır. Başkanın danışmanlarından bir bayan, Gabriel’e ellerinde bu ilişkiye ait fotoğraflar olduğunu ve senatörü durdurması gerektiğini, aksi halde senatörün başkan seçilmesi halinde uzay araştırmaları ile ilgili ciddi yanlışlar yapacağını söyler, uzay araştırmalarının sivil şirketlere verilmesi durumunda ne gibi felaketler yaşanacağını anlatır. Gabriel söylenenlere pek inanmaz ama yine de araştırmak ister. Gizlice senatörün ofisine girer ve faksları alır. Senatör ile konuşmak için evine gittiğinde, senatörün yalnız olmadığını anlar. Senatör 4-5 kişilik bir grupla görüşmektedir. Gizlice konuşmaları dinler ve dehşete kapılır. Senatörün konuştuğu kişiler uzay araştırmaları ile ilgilenen şirketlerin yetkilileridir. Senatörün uzay ile ilgili vaatleri karşılığında, büyük paralarla senatörün seçim kampanyasını desteklemektedirler.
Senatör Sexton, faksları koyduğu ve mühürlediği zarflarla basının karşısına çıkar. Delta Gücünün elinden kurtulmayı başaran Rachel de basın toplantısının yapılacağı yere gelir. Rachel babasına, NASA’nın ve başkanın masum olduğunu, sahte keşfin Pickering tarafından tezgahlandığını anlatır. Basın açıklamasından vazgeçmesini ister. Fakat babası açıklamayı yapmayı kafasına koymuştur. Bu sırada genç bir kadın muhabir, senatörün konuşma yapacağı kürsüye mikrofonunu bırakır. Fakat bu telaş içerisinde, Sexton’un zarflarını yere düşürür. Muhabir yerden zarfları toplar ve sinirlenen senatöre uzatır. Senatör Sexton, NASA’nın keşfinin sahte olduğunu belirterek konuşmasına başlar ve zarfları basın mensuplarına dağıtır. Fakat zarflardan senatör ve Gabriel’in ilişkilerinin yer aldığı fotoğraflar çıkar. Gabriel Ashe, muhabir kılığında basın toplantısına katılmış ve kürsüye mikrofon bırakırken zarfları değiştirmiştir. NASA’yı ve başkanı kurtarmak pahasına kendisini feda etmiştir. Tabi bu durum senatörün de sonu olmuştur.
Yayınevi: Altın Kitaplar
Yazarı: Dan Brown
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 25 Nisan 2005 – İstanbul
İrfan'ın Notu: Bu kitabı yıllar önce okumuştum. Dan Brown bilindiği gibi çok meşhur bir roman olan Da Winci Şifresi yazarı. O kitabı da çok beğenmiştim. Aynı yazarın yakın zamanlarda okuduğum "Kayıp Sembol" kitabını pek beğenmemiştim. Bu kitap heyecan dozunu iyi ayarlamış ve teknolojik olarak gelişmeleri ikna edici bir şekilde anlatıyor. Kitabın özetini aşağıda bulabilirsiniz. Kitap, defalarca okunacak kitaplar statüsünde yer alan bir edebi eser olarak görülemez, ama heyecan fırtınası yaşamak isteyenler birkaç günde bitirebilecekleri bir kitap. Tavsiye ederim...
Kitabın Özeti:
ABD başkan adaylarından olan Senatör Sexton ile kızı Rachel Sexton bir restoranda buluşurlar. Rachel Sexton ve babasının ilişkileri çok iyi değildir, hatta birbirlerini pek sevmezler. Senatör eşini aldatmış ve eşinden ayrılmıştır. Rachel, ABD Başkanına bağlı bir istihbarat teşkilatında başkan adına çalışıyordu. Senatör kızından bu görevini bırakmasını istiyordu. Çünkü kızının rakibi adına çalışması seçim kampanyası için olumsuz bir durum teşkil ediyordu. Zaten babasını pek sevmeyen Rachel ise teklifi geri çevirdi. Görüşme sırasında Rachel’in çağrı cihazına acil bir not geldi. Not çalıştığı Ulusal Keşif Ofisi (UKO)’nden gelmişti. Rachel’in ofisteki görevi, ofise gelen istihbarat bilgilerini değerlendirerek başkan için özetler oluşturmaktı. Babasına bir mazeret uydurarak ofisin yolunu tuttu.
Rachel’in çağrı cihazına düşen acil not UKO direktörü William Pickering tarafından gönderilmişti. Direktör Rachel’e başkan tarafından acil olarak çağrıldığını söyledi. Rachel’i başkanla görüşmesine götürmek üzere bir helikopter hazır bekliyordu. Beyaz Saray’ın UKO binasına çok yakın olmasına rağmen yolculuk için bir helikopter seçilmesi Rachel’i çok şaşırttı. Fakat helikopter Beyaz Saray’a değil, eski bir NASA fırlatma üssü olan Wallops Adasına gidiyordu. Rachel, başkanın babasının seçim kampanyası ile ilgili olarak görüşeceğini tahmin ediyordu. Zaten Pickering de böyle olabileceğini söylemişti. Eğer başkanın gerçekten böyle bir niyeti varsa hiç düşünmeden reddedecekti. Başkan’ın görüşme için burayı seçmesi Rachel’i yine şaşırtmıştı. Başkan ve Rachel Sexton, başkanın Hava Kuvvetleri Bir uçağında görüştüler.
Başkan Rachel’e, NASA’nın Yer Gözetleme Sistemi (YGS)’nden ve çok önemli bir keşif yaptığından bahseder. YGS Projesi, dünyayı incelemek üzere NASA tarafından geliştirilmiş, fakat başarısızlığa uğramış bir projedir. Fakat şimdi YGS insanlık tarihi için çok önemli bir keşfe imza atmıştır. Başkan daha fazla ayrıntıya girmedi. Tüm açıklamaların bizzat NASA tarafından yapılacağını söyledi.
Rachel bir jet uçağına bindirildi. Hâlâ nereye gittiğini bilmiyordu. Kuzey Kutbuna gittiklerini uçakta pilottan öğrendi. Rachel’i Milne Buzul Katmanında NASA yetkilileri karşıladı. NASA burada habiküre denilen küre biçiminde bir çadır kurmuştu. NASA Müdürü Lawrance Ekstrom Rachel’e YGS’nin çok önemli bir keşifte bulunduğunu söyledi. Ekstrom, Rachel’in orada bulunmasından pek hoşnut değildi. Ekstrom, YGS’nin verileri doğrultusunda Kuzey Buz Denizinde yaptıkları araştırmalar neticesinde bir göktaşı bulduklarını söyledi. Göktaşından alınan kesitlerde dünyada bilinmeyen ve başka bir gezegende yaşadığı tahmin edilen böcek fosilleri vardı. Habikürede NASA personeli ve Rachel haricinde dört tane de tanınmış sivil bilim adamı vardı. Bunlar Michael Tolland, Corky Marlinson, Waille Ming, Dr. Mangor’du. Başkanın amacı, keşfin seçim kampanyası için bir malzeme olmadığını göstermek amacıyla tarafsız bilim adamları tarafından doğrulanması ve daha sonra kamuoyuna duyurulmasıdır. Bunun için de belgesel program yapımcısı olan ve çok sevilen Michael Tolland seçilmiştir. Başkan, Senatör Sexton’un seçim kampanyası nedeniyle, Beyaz Saray çalışanları arasında bile itibar kaybetmekteydi. NASA tarafından yapılan keşfin Rachel Sexton tarafından Beyaz Saray personeline duyurulması inandırıcılık için çok iyi bir seçimdi. Başkan Rachel’den sadece, personele bir konuşma yaparak keşfi duyurmasını istemişti. Rachel teklife çok sıcak bakmıyordu. Fakat başkan onu ikna etmeyi başardı.
Başkan NASA’ya çok inanıyor ve NASA’ya çalışmaları için sürekli çok büyük ödenekler aktarıyordu. Fakat NASA son yıllarda yaptığı çalışmalarda sürekli başarısızlığa uğramış, bu durum da halkın gözünde başkanın ve NASA’nın itibar kaybetmesine neden olmuştu. Senatör Sexton ise, seçim kampanyalarında bu durumu çok iyi kullanmış ve NASA’yı çok zor duruma sokmuştu. NASA’ya harcanan paraların ekonomiyi kötüye götürdüğünü, bunun yerine uzay çalışmalarının rekabete açılması, sivil şirketlerin de uzay çalışmaları yapabilmesi gerektiğini söylüyordu.
Beyaz Saray çalışanları başkanın oval ofisinde toplandılar. Rachel canlı olarak oval ofise bağlandı ve NASA’nın keşfinden bahsetti. Bu konuşmanın ardından başkan bir ulusa sesleniş konuşması ile buluşu kamuoyuna duyuracaktır. Bu sırada, habikürede bulunan bilim adamlarından Dr.Mangor göktaşına son bir kez bakmak üzere göktaşının yanına gelir. Fakat çok şaşırtıcı bir şey olur ve Dr.Mangor su yüzeyinde canlı bioorganizmalar görür.
Habikürede bunlar yaşanırken, çok özel donanımlara ve eğitilmiş askerlere sahip Delta Gücü timi, habikürede yaşananları izlemektedir. Delta Gücü, insan damarlarında bile dolaşabilecek kadar küçük mikrobotlar ile habiküreyi gözetlemektedir. Dr.Mangor, su yüzeyinden canlı organizmayı almak isterken, Delta Gücü mikrobot aracılığıyla bilim adamının altındaki buz parçasını kırar ve Dr.Mangor havuzun içine düşer. Bir süre sonra diğer bilim adamları ve Rachel de göktaşının bulunduğu yere gelirler ve durumu fark ederler. Onlar da su yüzeyinde canlı organizmalar görürler. Aralarında yaptıkları tartışmalarda göktaşı ile ilgili şüpheler oluşur. Michael Tolland, su yüzeyindeki canlı organizmalarla ilgili bilgileri faks aracılığıyla ABD’deki ekibinden ister. Keşif ile ilgili sorunlar olduğunu gören Delta Gücü, Rachel ve arkadaşlarını öldürmeye çalışır ve Dr.Ming ölür. Rachel ve diğerleri ise kaçmayı başarırlar. Delta Gücü bilim adamlarını yakalamak için çalışır. Fakat Rachel ve arkadaşları mucizevi bir şekilde kaçmayı başarırlar ve bir gemi tarafından kurtarılırlar.
Rachel, göktaşı ile ilgili bilgilerin bulunduğu faksları babasına gönderir ve hayatının tehlikede olduğunu bildirir. Bu sırada Delta Gücü hâlâ onları takip etmektedir. Başkanın, NASA’nın önemli keşfini halka duyurmasıyla seçim kampanyası dibe vuran Senatör Sexton için bu fakslar kurtarıcı olacaktır. Kızının tehlikede olması onu çok fazla ilgilendirmemektedir. Bir basın duyurusu ile basın toplantısı düzenleyeceğini ve keşfin gerçek olmadığını delilleri ile birlikte açıklayacağını bildirir. Senatörün yardımcısı ve en büyük destekleyicisi olan Gabriel Ashe, senatörün bu kadar ileriye gidebilecek olmasına ve böyle bir adam için çalıştığına inanamaz. Bu sırada Delta Gücü askerleri ile Rachel ve arkadaşları arasındaki kovalamaca devam etmektedir. Rachel, Michael ve Marlinson, Michael’in araştırma gemisine ulaşırlar. Burada da yaptıkları incelemelerde aldatıldıklarını kesin olarak anlarlar. Göktaşı, Milne Buzul Katmanına NASA tarafından götürülmüştür. Bu sırada, Delta Gücü onları bulmuştur. Rachel ve arkadaşları, Delta Gücü askerlerinin başında Pickering’i görünce dehşete kapılırlar. Sahte keşif Pickering tarafından planlanmıştır. Pickering’in amacı, seçimi kaybetmek üzere olan başkana yardımcı olmaktır. Çünkü başkanın seçimi kaybetmesi aynı zamanda NASA’nın da sonu olacaktır.
Senatör ve yardımcısı Gabriel geçmişte bir ilişki yaşamışlardır. Başkanın danışmanlarından bir bayan, Gabriel’e ellerinde bu ilişkiye ait fotoğraflar olduğunu ve senatörü durdurması gerektiğini, aksi halde senatörün başkan seçilmesi halinde uzay araştırmaları ile ilgili ciddi yanlışlar yapacağını söyler, uzay araştırmalarının sivil şirketlere verilmesi durumunda ne gibi felaketler yaşanacağını anlatır. Gabriel söylenenlere pek inanmaz ama yine de araştırmak ister. Gizlice senatörün ofisine girer ve faksları alır. Senatör ile konuşmak için evine gittiğinde, senatörün yalnız olmadığını anlar. Senatör 4-5 kişilik bir grupla görüşmektedir. Gizlice konuşmaları dinler ve dehşete kapılır. Senatörün konuştuğu kişiler uzay araştırmaları ile ilgilenen şirketlerin yetkilileridir. Senatörün uzay ile ilgili vaatleri karşılığında, büyük paralarla senatörün seçim kampanyasını desteklemektedirler.
Senatör Sexton, faksları koyduğu ve mühürlediği zarflarla basının karşısına çıkar. Delta Gücünün elinden kurtulmayı başaran Rachel de basın toplantısının yapılacağı yere gelir. Rachel babasına, NASA’nın ve başkanın masum olduğunu, sahte keşfin Pickering tarafından tezgahlandığını anlatır. Basın açıklamasından vazgeçmesini ister. Fakat babası açıklamayı yapmayı kafasına koymuştur. Bu sırada genç bir kadın muhabir, senatörün konuşma yapacağı kürsüye mikrofonunu bırakır. Fakat bu telaş içerisinde, Sexton’un zarflarını yere düşürür. Muhabir yerden zarfları toplar ve sinirlenen senatöre uzatır. Senatör Sexton, NASA’nın keşfinin sahte olduğunu belirterek konuşmasına başlar ve zarfları basın mensuplarına dağıtır. Fakat zarflardan senatör ve Gabriel’in ilişkilerinin yer aldığı fotoğraflar çıkar. Gabriel Ashe, muhabir kılığında basın toplantısına katılmış ve kürsüye mikrofon bırakırken zarfları değiştirmiştir. NASA’yı ve başkanı kurtarmak pahasına kendisini feda etmiştir. Tabi bu durum senatörün de sonu olmuştur.
29 Aralık 2010 Çarşamba
Kimin Eli Kimin Cebinde: Mösyö Hanefi Avcı'nın Yazamadıkları
Kitabın Adı: Mösyö Hanefi Avcı’nın Yazamadıkları
Yayınevi: Karakutu
Yazarı: Mehmet Baransu
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 29 Aralık 2010 – İstanbul
Kitabın tanıtım bülteninden aldığımız alıntı ile başlayalım:
Hanefi Avcı'nın işkence suçundan Sıkı Yönetim Mahkemesi'nde kaç yıl ceza aldıgı, 'DEV-SOL'cu Bedri Yagan'ın öldürüldügü operasyonun savcılık ve polis tutanakları ile Adli Tıp raporları.
İlk kez belgeleriyle bu kitapta.
Jitem, Fethullah Gülen'e suikast düzenleyecek miydi? Bu bilgiyi gazetecilere sızdıran kimdi? Avcı, Cemaat'i neden hedef aldı, askerlerin Fatih - Çarşamba'yı bombalayacağını nasıl ögrendi? Oktay Ekşi ve Mehmet Ali Birand nasıl kullanıldı? Avcı, Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a nerede 'altın vuruş' yaptı? Ergenekon operasyonuna engel olmaya çalışan Emniyet Müdürü'nün ismi neydi? Uyuşturucu baronu Habip Kanat'ın parası ünlü bir iş adamında mı? Avcı'nın mafyası kimlerden oluşuyor? 17 Ağustos depreminde Avcı kimin evindeydi?
Yayınevi: Karakutu
Yazarı: Mehmet Baransu
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 29 Aralık 2010 – İstanbul
Kitabın tanıtım bülteninden aldığımız alıntı ile başlayalım:
Hanefi Avcı'nın işkence suçundan Sıkı Yönetim Mahkemesi'nde kaç yıl ceza aldıgı, 'DEV-SOL'cu Bedri Yagan'ın öldürüldügü operasyonun savcılık ve polis tutanakları ile Adli Tıp raporları.
İlk kez belgeleriyle bu kitapta.
Jitem, Fethullah Gülen'e suikast düzenleyecek miydi? Bu bilgiyi gazetecilere sızdıran kimdi? Avcı, Cemaat'i neden hedef aldı, askerlerin Fatih - Çarşamba'yı bombalayacağını nasıl ögrendi? Oktay Ekşi ve Mehmet Ali Birand nasıl kullanıldı? Avcı, Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a nerede 'altın vuruş' yaptı? Ergenekon operasyonuna engel olmaya çalışan Emniyet Müdürü'nün ismi neydi? Uyuşturucu baronu Habip Kanat'ın parası ünlü bir iş adamında mı? Avcı'nın mafyası kimlerden oluşuyor? 17 Ağustos depreminde Avcı kimin evindeydi?
Tüm belge ve bilgileriyle bu kitapta.
Enis Berberoğlu, Avcının ağına nasıl takıldı? Avcı, Oramiral Güven Erkaya'nın kızını nasıl dinletti? Org. Çevik Bir hangi mankenle ilişkideydi, bu birliktelikte Avcı hangi roldeydi? Org. Çevik Bir, Gata'yı ararken ismini neden gizledi ve Gata'da diyalog kurdugu doktorun özel muayenehanesine neden gitti? PKK'lı Sabri Ok ve Org. Çevik Bir konuşmaları Avcıda mı saklı? 'Gardaş, Gata Komutanının da yolsuzlugu var? ' diyen kişi kimdi? Avcı, Mhp lideri 'Devlet Bahçeli' rüşvet alıyor iddiasında bulundu mu? Abdullah Çatlı ve Turgay Ciner Avcı'nın torbasına nasıl girdi?
Tüm belge ve bilgileriyle bu kitapta.
Kayserili Ermeni Mustafa kim, Avcıyla baglantısı ne? Hanefi Avcı'nın tutuklanmasına neden olan arkadaşı Nejdet Kılıç Emniyet'e ne satmaya çalıştı? Sahte kimlikli Faysal Esen'i polisten kim kurtardı? 'Süleyman Üger'in üzerine gidin. Avcı zıplayacak mı, zıplamayacak mı? ' diyen polis şefi kim? Devrimci Karargâh Örgütü'nün perde arkası...
Tüm belge ve bilgileriyle bu kitapta.
Hizbullah iddianamesinden Velioglu'nun ismini kim çıkardı? Avcı, Hizbullahçıları nasıl korudu, hangi belgenin altına imza attı? Hizbullah'ın yakalanan arşivinin imha edilmesi emrine ragmen bir kopyasını son anda alan polis kimdi? Hizbullah gerçegi ortaya çıkınca, Avcı olayı kapatmak için hangi isimleri deşifre etmek zorunda kaldı?
Daha fazlası Mösyö'de saklı.
İrfan’ın Yorumu:
Mehmet Baransu Taraf gazetesinde gerçekten kendinden çok söz ettiren başarılı bir gazeteci. Bulduğu, ulaştığı ya da kendisine ulaştırılan belgeleri kamuoyunun gündemine getirmesi, bu konudaki cesareti takdire şayan. Daha önceki kitabı olan Karargah’ı da büyük bir dikkatle okumuştum. Hanefi Avcı’nın kitabını okuduktan sonra belli bir kanaate sahip olabilmek için iki kitap daha okumam gerektiği kanısındaydım. Bunlardan birincisi Şamil Tayyar’ın “Çelik Çekirdek” kitabı ve diğeri de Mehmet Baransu’nun “Mösyö” kitabıydı. İkisini de okudum. Şamil Tayyar’ın zoraki eklemlediği Hanefi Avcı bölümünü pek yeterli bulmasam da kitabı başarılı bir yakın tarih derin yapılanma serüveni olarak okudum. Ama Mehmet Baransu’nun "Mösyö"sü bayağı doyurucu.
Türkiye gerçeğini bilenler açısından hiç de yabancı olmayan olaylar silsilesi esasında kitap. Kimin eli kimin cebinde sözü vardır ya aynen öyle. Mafya babaları, mafya ile iş tutan emniyet yetkilileri, derin devletin sivil otoriteye karşı başkaldırı oyunları, bunların çıkar çatışmaları, uyuşturucu trafiği, Ergenekon – PKK ortaklığı, derin devletin ve gizli başka mihrakların taşeron örgüt kurmaları, darbe girişimcileri ve bunların tezgahından geçen işkence hatıraları… Bütün bu karmaşanın içinde bir emniyet yetkilisi: Hanefi Avcı… Cemaat…
Hanefi Avcı’nın kitabını okuduğumda kafasının karışıklığını belirtmiştim. Tutarsızlıkları da çok göze çarpıyordu. Bu kitap, kafa karışıklığının sebeblerini irdeleyerek tutarsızlığının delillerini elinden geldiğince sunmaya çalışmış. Fakat kitabı bitirdiğimde bende farklı bir tat bırakmadı değil. Bunu da burda paylaşmakda bir beis görmüyorum. Kitap başarılı mı diye sorarsanız kanaatimce istenen etkiyi gösterebilecek yeterlilikte fakat yazarının üslubunu biraz sert bulduğumu ifade edebilirim. Bu üslup sertliğini Hanefi Avcı ile beraber yapılan röportajda çok daha belirgin görebiliyorum. Bunu anlamaya çalışıyorum, haklı sebebler bulabiliyorum.
Enis Berberoğlu, Avcının ağına nasıl takıldı? Avcı, Oramiral Güven Erkaya'nın kızını nasıl dinletti? Org. Çevik Bir hangi mankenle ilişkideydi, bu birliktelikte Avcı hangi roldeydi? Org. Çevik Bir, Gata'yı ararken ismini neden gizledi ve Gata'da diyalog kurdugu doktorun özel muayenehanesine neden gitti? PKK'lı Sabri Ok ve Org. Çevik Bir konuşmaları Avcıda mı saklı? 'Gardaş, Gata Komutanının da yolsuzlugu var? ' diyen kişi kimdi? Avcı, Mhp lideri 'Devlet Bahçeli' rüşvet alıyor iddiasında bulundu mu? Abdullah Çatlı ve Turgay Ciner Avcı'nın torbasına nasıl girdi?
Tüm belge ve bilgileriyle bu kitapta.
Kayserili Ermeni Mustafa kim, Avcıyla baglantısı ne? Hanefi Avcı'nın tutuklanmasına neden olan arkadaşı Nejdet Kılıç Emniyet'e ne satmaya çalıştı? Sahte kimlikli Faysal Esen'i polisten kim kurtardı? 'Süleyman Üger'in üzerine gidin. Avcı zıplayacak mı, zıplamayacak mı? ' diyen polis şefi kim? Devrimci Karargâh Örgütü'nün perde arkası...
Tüm belge ve bilgileriyle bu kitapta.
Hizbullah iddianamesinden Velioglu'nun ismini kim çıkardı? Avcı, Hizbullahçıları nasıl korudu, hangi belgenin altına imza attı? Hizbullah'ın yakalanan arşivinin imha edilmesi emrine ragmen bir kopyasını son anda alan polis kimdi? Hizbullah gerçegi ortaya çıkınca, Avcı olayı kapatmak için hangi isimleri deşifre etmek zorunda kaldı?
Daha fazlası Mösyö'de saklı.
İrfan’ın Yorumu:
Mehmet Baransu Taraf gazetesinde gerçekten kendinden çok söz ettiren başarılı bir gazeteci. Bulduğu, ulaştığı ya da kendisine ulaştırılan belgeleri kamuoyunun gündemine getirmesi, bu konudaki cesareti takdire şayan. Daha önceki kitabı olan Karargah’ı da büyük bir dikkatle okumuştum. Hanefi Avcı’nın kitabını okuduktan sonra belli bir kanaate sahip olabilmek için iki kitap daha okumam gerektiği kanısındaydım. Bunlardan birincisi Şamil Tayyar’ın “Çelik Çekirdek” kitabı ve diğeri de Mehmet Baransu’nun “Mösyö” kitabıydı. İkisini de okudum. Şamil Tayyar’ın zoraki eklemlediği Hanefi Avcı bölümünü pek yeterli bulmasam da kitabı başarılı bir yakın tarih derin yapılanma serüveni olarak okudum. Ama Mehmet Baransu’nun "Mösyö"sü bayağı doyurucu.
Türkiye gerçeğini bilenler açısından hiç de yabancı olmayan olaylar silsilesi esasında kitap. Kimin eli kimin cebinde sözü vardır ya aynen öyle. Mafya babaları, mafya ile iş tutan emniyet yetkilileri, derin devletin sivil otoriteye karşı başkaldırı oyunları, bunların çıkar çatışmaları, uyuşturucu trafiği, Ergenekon – PKK ortaklığı, derin devletin ve gizli başka mihrakların taşeron örgüt kurmaları, darbe girişimcileri ve bunların tezgahından geçen işkence hatıraları… Bütün bu karmaşanın içinde bir emniyet yetkilisi: Hanefi Avcı… Cemaat…
Hanefi Avcı’nın kitabını okuduğumda kafasının karışıklığını belirtmiştim. Tutarsızlıkları da çok göze çarpıyordu. Bu kitap, kafa karışıklığının sebeblerini irdeleyerek tutarsızlığının delillerini elinden geldiğince sunmaya çalışmış. Fakat kitabı bitirdiğimde bende farklı bir tat bırakmadı değil. Bunu da burda paylaşmakda bir beis görmüyorum. Kitap başarılı mı diye sorarsanız kanaatimce istenen etkiyi gösterebilecek yeterlilikte fakat yazarının üslubunu biraz sert bulduğumu ifade edebilirim. Bu üslup sertliğini Hanefi Avcı ile beraber yapılan röportajda çok daha belirgin görebiliyorum. Bunu anlamaya çalışıyorum, haklı sebebler bulabiliyorum.
Acının içinden geliyor Mehmet Baransu. Gerçekleri tüm çıplaklığı ile belgeleri ile görmek ve bunu ispatlamakla beraber acısını çeken kesimin duygularını da yakından biliyor. Onların acısı ve nefreti onu da çevrelemiş. Peki bir gazeteci duygularına hakim olmalı mıdır? Mehmet Baransu duygularına hakim olsa belki daha farklı bir tatta kitap olurdu, bilemem. Ama Hanefi Avcı tarafından işkencelerden geçirilen, taşakları sıkılan insanlara dokunuyor Mehmet Baransu. Onlar da Mehmet Baransu’ya dokunuyor, hissediyor, acısını yüreğinde taşıyor Mehmet Baransu. Bunu anlıyor ve kitabına yansıyan bu sert üslubu anlayışla karşılıyorum.
27 Aralık 2010 Pazartesi
Bu çocuk büyüyor: Rasim Ozan Kütahyalı Evlendi
Rasim Ozan Kütahyalı, günümüzün en dobra delikanlısı, aynı şekilde sözlerini esirgemeyen Nagehan Alçı ile evlendiler. Rasim Ozan ile ilgili değerlendirmelerimi burayı takip edenler bilirler. Gökten üç elma düştü: Birisi ergenekonun, diğeri darbelerin, üçüncüsü de...
Bize düşen dua: Allah bu evliliği hayırlara vesile kılsın, demektir.
İşte gazetelere yansıyan, şatafatsız bir düğün haberi:
Taraf gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı ile Akşam gazetesi yazarı Nagehan Alçı hayatlarını birleştirme kararı aldı. Bunu da Taraf gazetesinin yazarı Rasim Ozan Kütahyalı köşesinden açıkladı..
KÖŞESİNDEN AÇIKLADI
Taraf gazetesinde Rasim Ozan Kütahyalı'nın bugünkü köşe yazısı yayımlanmadı. Onun yerine "Yazarımız yıldırım nikah hazırlığında olduğundan bugünkü yazısını yayımlayamıyoruz" yazdı.
Bize düşen dua: Allah bu evliliği hayırlara vesile kılsın, demektir.
İşte gazetelere yansıyan, şatafatsız bir düğün haberi:
Taraf gazetesi yazarı Rasim Ozan Kütahyalı ile Akşam gazetesi yazarı Nagehan Alçı hayatlarını birleştirme kararı aldı. Bunu da Taraf gazetesinin yazarı Rasim Ozan Kütahyalı köşesinden açıkladı..
KÖŞESİNDEN AÇIKLADI
Taraf gazetesinde Rasim Ozan Kütahyalı'nın bugünkü köşe yazısı yayımlanmadı. Onun yerine "Yazarımız yıldırım nikah hazırlığında olduğundan bugünkü yazısını yayımlayamıyoruz" yazdı.
Derin Devlete Bir Bakış: Çelik Çekirdek
Kitabın Adı: Çelik Çekirdek Türkiye’de Derin Devletin Tarihi
Yayınevi: Timaş
Yazarı: Şamil Tayyar
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 26 Aralık 2010 – İstanbul
Kitap ile ilgili, Timaş’ın internet sayfasında Emrullah Bayrak ile Şamil Tayyar’ın yapmış olduğu bir değerlendirme yazısı var. Kitap ve Şamil Tayyar’ın görüşlerini çok da güzel özetlemiş. Aynen almayı uygun gördüm. Bununla birlikte şu eleştiriyi yapmayı uygun görüyorum: Çelik Çekirdek kitabında Hanefi Avcı ile ilgili çok kısa olarak da değindi meseleler var, şu an okuduğum Mehmet Baransu’nun Mösyö kitabı sanki daha doyurucu gibi geliyor. Şamil Tayyar kitabına bu bölümü almasaydı daha iyi ederdi demeden geçemiyorum. Çünkü, Hanefi Avcı olayı ve kitabı Simonlar, başlıbaşına bir kitabı hak edecek derinliğe ve öneme sahip. Bununla beraber Çelik Çekirdek kitabı derin devletin tarihsel sürecini okuyucuyu hiç sıkmadan, belgelere boğmadan, çok yüzeysel gibi görünen ifadelerle ama aynı şekilde derinliğini muhafaza ederek yazılmış bilgilendirici bir kitap. Kitabı okurken 293. Sahifede başlayan “2009 Kırılma Evresi” başlıklı yazıdan başlayarak 296. Sahifeye kadar süren bir değerlendirme yazısı var ki enfes olmuş. Bunlardan iki değerlendirme noktasını alıp diğer değerlendirmelerini ve kitabı şiddetle tavsiye ederim:
“… İç politikada irtica öncelikli iç tehdit olmaktan çıkarılacak, öncelikli hedef terörle mücadele olacaktır.
Geçmişte olduğu gibi sanal düşman üretip onun üzerinden strateji izlenmeyecek…”
EMRULLAH BAYRAK/ ANKARA - CİHAN
'Operasyon Ergenekon', 'Kıt'a Dur', 'Gölge İktidar', 'Pusu' isimli kitapların yazarı gazeteci Şamil Tayyar, bu kez objektifini derin devletin tarihsel dönüşümüne ve yarınına çevirdi Sultan III. Selim'den bugüne kadar tüm derin devlet operasyonlarının ele alındığı 'Çelik Çekirdek' adlı kitap, Timaş Yayınları'ndan çıktı. Tayyar, kitabın son 50-60 sayfalık bölümünde Hanefi Avcı'nın yazdığı 'Haliç'te yaşayan Simonlar; Dün Devlet Bugün Cemaat' adlı kitaba cevap verdi. Kendisine yönelik operasyondan korkan Hanefi Avcı'nın, zırh oluşturmak kaygısıyla böyle bir kitap işine giriştiğini, İstanbul'da 3 gazetecinin kitaba destek verdiğini ifade etti. Derin devletin ve bürokratik iktidarın 200 yılı aşan geçmişinin anlatıldığı 'Çelik Çekirdek'in yazarı ve Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar, Cihan'a kitabının öyküsünü anlattı.
Yaklaşık bir yıldır üzerinde çalıştıkları projeyle, derin devlet ve bürokratik vesayete tarihsel bir perspektiften bakmaya çalıştıklarını söyleyen Tayyar, 'Çelik Çekirdek' adını bir yapının merkezindeki yoğunlaşmayı ifade etmek, derin devleti tarif etmek için koyduklarını belirtti. Kitap çalışması bitme aşamasındayken Hanefi Avcı'nın kitabının piyasaya çıktığını hatırlatan Şamil Tayyar, Ergenekon, Balyoz soruşturmaları gibi konularda çok ağır ithamların gündeme getirilmesi sebebiyle bu iddialara açıklık getirmek istediğini söyledi.
Bu süreçte sorumluluk almış bir gazeteci olarak okuyucudan da bu yönde talepler gelmesi nedeniyle kitabın son 50-60 sayfalık bölümünde Avcı'nın iddialarına cevap vermeye özen gösterdiğini kaydeden Tayyar, Hanefi Avcı'nın farklı bir özelliğini fark ettiklerini ve bunu okuyucunun ilgisine sunduklarını söyledi. Hanefi Avcı'nın haksız bir şöhrete kavuştuğunu, 'Efsane' isminin aslında hak etmeden kendisine verildiğini ve buna neden olan Susurluk komisyonundaki rolünün de yeniden sorgulaması gerektiğini düşündüklerinin altını çizen Tayyar, "Özü itibariyle bu kitap derin devlet, bürokratik vesayetin doğuşunu anlatan kitap. III. Selim'den bunu başlatıyoruz. Ağırlıklı olarak hep İttihat Terakki'ye vurgu yapılır. Kendi saltanatını korumak, devletin yeniden yükselmesine yönelik hem istihbarat, hem operasyon bakımından yaptığı çalışmaların zaman içerisinde devlet içerisinde küçük iktidar adacıkları oluşturduğunu ve bununda bugünkü çete tipi devlet içi kümeleşmeleri, hukuk dışı organizmaları doğurduğunu görüyoruz. Bugün olanları geçmişten bağımsız olarak değerlendirmek bizi çok yanlış ve farklı sonuçlara götürebilir. Bugünü daha iyi anlayabilmek için okurlara dünü anlatma yolunu tercih ettik." dedi.
"DERİN DEVLET'E FİKRİ OLARAK KARŞI DEĞİLİM"
Prensip olarak derin devletin olması gerektiğini düşünenlerden birisi olduğuna dikkat çeken Şamil Tayyar, buna fikri olarak çok karşı olmadığını kaydetti. Bugün en gelişmiş demokratik ülkelerde bile, bir derin devlet yapılanmasının olduğunun görüldüğünü dile getiren Tayyar, şöyle devam etti: "Ancak burada bizim bu kavrama yüklediğimiz anlam son derece önemli. Eğer biz bunu, bürokratik vesayetin güçlendirilmesi ve varlığını korumaya yönelik, milletle kavgalı ve devleti bu özel sınıfın gücü haline getirmek için böyle bir yapılanmaya gidersek, o zaman bu savunulabilir bir durum olmaz. Tümüyle milletten kopuk ve devleti kendi özel imtiyazları için korunak haline getiren kesimin gücünü artırır. Türkiye'deki yanlış da buradan kaynaklanıyor. Askeri ve sivil elit bürokrasi, devlet imkanlarını millet üzerinde sopa olarak kullanmış ve milletin yetkilerini gasp etmiştir. Derin devlet aslında devletin kendi varlığını korumaya yönelik bir refleksini ifade eder. İşte ülke işgal edilir ya da işgal aşamasındadır, o devletin varlığını koruması ve geleceğe taşıyabilmesi için 'derin devlet' ortaya çıkar. Bizde ise tam tersine devlet gücünü eline geçirmiş sivil ve askeri elit bürokrasi, ne zaman ki milletten gasp ettiği yetkileri devretmek durumunda kalır ve milli irade güçlenirse bu gücü hemen devreye sokmaktadır. Türkiye'deki çelişki bu. Yoksa gerçekten devlet varlığını korumaya yönelik olsa, bence doğrusu da budur. Örnek vermek gerekirse bugün Amerika'da hangi başkan o koltuğa oturursa otursun, belli güvenlik konularda ve ulusal konularda izledikleri yöntem üç aşağı beş yukarı birbirine benzer. Öyle çok farklılıklar, köklü değişiklikler olmaz. Ama o iradeyi oluşturan bir tarihsel perspektif vardır. Avrupa'da da keza bu böyledir. Onun için Türkiye'nin kendi 'çarpık derin devlet' kavramının artık değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle son yıllarda yapılan hamlelerle de Türkiye'nin giderek demokratikleştiğini ve bu yanlış derin devlet yapısının da bozulması yönünde çok ciddi bir mesafe kat edildiğini görüyorum. Eğer bu süreç böyle devam ederse işte adını koyduğumuz 'Çelik Çekirdek'in parçalanacağını ve buradan doğacak enerjinin Türkiye'nin gelişmesine ve demokratikleşmesine katkı sunacak büyük bir sinerjiyi de doğuracağını düşünüyorum."
"ATATÜRK 1930'DAN SONRA GERÇEK MANADA İKTİDAR DEĞİLDİ"
Atatürk'ün 1930'dan sonra gerçekten iktidar sahibi olup olmadığına yönelik bir soruya üzerine Tayyar, Mustafa Kemal'in başta çok muktedir ve güçlü olduğunu vurguladı. Ama zaman içerisinde bu gücünü kaybetmeye başladığının altını çizen Tayyar, çünkü Cumhuriyetin İttihat ve Terakki'den beslenen derin devletinin Atatürk'ün gücünü büyük ölçüde törpülediğini söyledi. Hatta Atatürk'ün 1930 yılından itibaren gerçek manada iktidar olmadığının da söylenebileceğini dile getiren Tayyar, bunda derin devlet ile koalisyon kuran İsmet İnönü'nün de çok ciddi bir rolü olduğunu savundu. İttihat ve Terakki'deki Talat Paşa'nın rolünü bugünkü CHP'deki Önder Sav'a benzeten Tayyar, Atatürk'ün yıldızının hiçbir zaman Talat Paşa ve Enver Paşa ile barışmadığına dikkat çekti. Tayyar, bugün cunta geleneğinin gerisindeki fikir adamlarının Atatürk'ü İttihat ve Terakki'yle ilişkilendirerek yaptıkları yorumların ise bu yönden bakıldığında çok mesnetsiz olduğunu belirtti. Tarihe bakıldığında Mason localarının bu tür gizli örgütlenmelerde çok ciddi payı ve rolü olduğunun görüleceğini dile getiren Tayyar, Atatürk'ün bu yüzden Mason localarını kapattığını; ancak ölümünden sonra yeniden faaliyete başladıklarını ifade etti. Tayyar, bu locaların Türkiye'de her zaman iç siyasetle yakından ilgili olduklarını vurguladı.
"MUMCU VE AĞAR'I ERGİN SAYGUN İKNA ETTİ"
'Çelik Çekirdek' adlı kitapta Tayyar, Türkiye'de çok tartışılan birçok döneme de ışık tutuyor. 27 Nisan E-Muhtırası'yla ilgili dikkat çekici iddialar ortaya atan Tayyar, sözlerine Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'ın bir gecede Meclis'e girme kararından vazgeçtiklerini hatırlatarak başladı. "Eğer bir siyaset, bir gecede tam tersi yönde değişiyor ve farklı yoldan akmaya başlıyorsa burada bir müdahale var demektir." diyen Tayyar, bu müdahalenin hangi odaklar tarafından gerçekleştirdiği konusunda ise kamuoyunda bir algının bulunduğunu ama çok somutlaşmadığını söyledi.
Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun'un hem Erkan Mumcu'nun hem Mehmet Ağar'ın ikna edilmesinde önemli rolü olduğu yönünde bir takım bilgilere ulaştıklarını açıklayan Tayyar, "Onu söyleyebilirim. O nedenle bu kitap yayınlandıktan sonra Mumcu, Ağar ve Saygun'un kamuoyunu bilgilendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Çok yakın bir zamanda eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın Erkan Mumcu ile yaptığı telefon konuşmasının kayıtları da düşmüştü. Daha önceki 'Gölge İktidar' adlı kitabımda da bir başka generalin Mumcu'yu aradığı iddiasını gündeme getirmiştim. Gördüğümüz tablo şudur: Mumcu ve Ağar'ı ikna etmeye çalışan iradenin, AK Parti'nin kapatılacağı ve kadrolarının ceza evine atılacağı tezini çok ağırlıklı olarak işlediği yönündedir. O günleri hatırlarsak; bazı yazarlar bu dehşet senaryosunu çok sıkça dile getirmişti. Yine MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin çok yakınındaki bir isim de bunu kamuoyunda çok fazlaca dile getirenlerden birisiydi. 'Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ceza evine atılacak, bunlar hakkında kapatma davası açılacak vs gibi' çok ağır iddialar dile getirilmişti. Sanıyorum henüz daha o zaman kamuoyunda bunlar somutlaşmadan önce Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'a bunlar ifade edilmiş, siyasette bunlara yeniden iktidar imkanının doğacağı vadedilmiştir ve bundan dolayıda tavır değiştirdiklerini düşünüyorum." diye konuştu.
"DEMİREL, GÜREŞ VE ÇİLLER'İN İFADESİNE BAŞVURULMALI"
Türkiye ne zaman problemlerini çözme konusunda kronik bir çözüm ortaya koysa, hemen faili meçhullerin devreye girdiğini anlatan Şamil Tayyar, 1993 yılının Türkiye'nin en karanlık yıllarından biri olduğunu vurguladı. Şimdi bunların önemli bir kısmının devletin içindeki unsurlar tarafından yapıldığı konusunda hiç bir şüphe olmadığının altını çizen Tayyar, şöyle devam etti: "Ergenekon soruşturma sürecinde geriye doğru sorgulama yapma gereği duyuldu ve Diyarbakır'da açılmış bir soruşturma var. Onun üzerinde de askeri kanattan ciddi bir baskı var. Eğer bu karanlık olayların üzerine gidilirse bir kaç kişiyle sınırlı kalmaz. Bugün orgenerallik rütbesi takmış kişileri de içine alacak şekilde büyüyebilir. Bu nedenle devlet, kendini sanık koltuğuna oturtmamak için her türlü karartmayı yapıyorlar. Bunların üzerine gidilirse Gaffar Okan, Eşref Bitlis cinayetleri çözülebilir. Bunların çözülmemesi için öcüler ortaya çıkartıyoruz. Bunlardan biri İran. Bugün Hanefi Avcı'nın kitabında da ortaya çıktı, bu işleri İran yaptı diye. Bu dosyaları kapatmak için kullanabiliyorlar. Türkiye yakın tarihi ile yüzleşmeden demokratikleşmesi zor. Balyoz ve Ergenekon davalarında soruşturma sürecinde gelinen nokta çok önemlidir. Gelinen nokta çok önemlidir. Bundan sonra faili meçhul cinayetlerin eskisi kadar kolay gerçekleşmeyeceğini, gerçekleşse bile eskisi gibi kolay kabul edilmeyeceğini gösteriyor. Ergenekon soruşturmasıyla halk sorgulamaya başladı. Türkiye gerçekten uyanmaya başladı. Ahmet Özal'ın iddiaları, Arif Doğan'ın açıklamaları gün yüzüne çıkmaya başladı. Türkiye'nin her şeye rağmen ileride olduğunu düşünüyorum. Dünü kurtarmasak bile geleceği kurtaracağımıza inanıyorum."
Emekli Koramiral Atilla Kıyat'ın "Faili meçhuller devlet politikasıydı" yönündeki açıklamalarını da değerlendiren Tayyar, "Üzerine gidilmesi gereken ciddi bir iddia. Eğer bu soruşturma ciddi şekilde yapılacaksa dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, Tansu Çiller'in, Doğan Güneş'in de ciddi şekilde ifadesine başvurulmalı. 3-5 alt subay sorgulanarak ortaya çıkartılacak bir hadise değildir. En üst düzeyde askerlerinde bilgilerine başvurulmalıdır." şeklinde konuştu.
"SELİMİYE KIŞLASI CUNTACI FAALİYETLERİN MERKEZİ OLDU"
'Çelik Çekirdek' adlı kitapta Selimiye Kışlası'nın tarihteki önemi de anlatılıyor. III. Selim'in, iktidara geldikten sonra askeri değiştirmeye çalıştığını dile getiren Tayyar, "Asker çok güçlüydü. Selim şunu fark etti: 'Askeri düzeltmezsem benim de kellem gidecek.' Alternatif bir ordu getirdi. Ciddi kavgalar yaşandı. O tarihten itibaren Selimiye Kışlası'nın böyle cuntacı faaliyetlerin merkezi haline geldiğini görüyoruz. Selimiye Kışlası'nın o anlamda tarihsel bir misyonu vardır. Sadece Ankara karargahtan planlanmış darbe planlarının, organizasyonlarının başarıya ulaşma şansı az. İstanbul'daki Selimiye Kışlası bunun için çok önemli. Talat Aydemir Ankara kökenli bir plan yapmıştır ama İstanbul yalnız bıraktığı için tek başına girişmiş ve başarısız olmuştur. Bugüne geldiğimizde Balyoz darbe planının Selimiye'de hazırlandığını görüyorsunuz. Bu kez de Ankara destek vermediği için başarısız olduğunu görüyoruz. Darbelerin başarılı olması için Ankara ve İstanbul'un işbirliği yapması gerektiğini görüyorum. Yakın tarihle günümüzdeki darbeler benzer. Kırılma noktası Abdulhamit'in tahtan indirildiği dönem. 1960 yılında kurulan Tahkikat Kurulu'na bağlarlar darbeyi ama 1952 yılına kadar gitmektedir. Darbecilerin hatıralarına baktığımız zamanda 1955 yılına kadar uzandığını görürüz. Önceden hazırlandı ve devamı geldi. Bir de darbelerden hemen önce sıkı yönetimi ortaya çıkarmaktır. Sıkı yönetim ile birlikte darbe zemini daha kolay oluşturulur. Sıkı yönetimi, darbeye giden ara istasyon olarak görüyorum." dedi.
"HANEFİ AVCI, HEP BAŞKANI VEDAT AYDIN'IN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYINA KARIŞTI MI?" 'Çelik Çekirdek'in son bölümü ise Hanefi Avcı'nın ortaya attığı iddialara ayrıldı. Avcı'yı kamuoyuna tanıtan olayın Meclis Susurluk komisyonuna verdiği ifadeler olduğunu hatırlatan Tayyar, insanların dillendiremediği şeyleri dillendirdiği için 'efsane' gibi bakıldığını söyledi. "Orada verdiği ifadesiyle olayların üzerine gidilmesini mi amaçladı yoksa Susurluk'u perdelemeye mi çalıştı?" diye soran Tayyar, şöyle devam etti: "Susurluk'ta 6 kişi tutuklandı, en fazla cezayı İbrahim Şahin aldı. O dönemde Hanefi Avcı ısrarla JİTEM'in ismini ortaya attı. Ama JİTEM'i gündeme getirmesi çok ilginçti. Susurluk'la beraber en çok konuşulan JİTEM ve Ergenekon'du. Avcı Susurluk'u perdelemeye çalıştı. MİT müsteşarı, Avcı hakkında DGM'de dava açtı. Davalarda vahim iddialar vardı. Emekli Jandarma Albay Zahit Engin, Hanefi Avcı'nın Cem Ersever ile birlikte Diyarbakır HEP Başkanı Vedat Aydın'ın öldürülmesi olayına karıştığını, bu konuda üç tane tanık göstereceğini ifade ediyor. Albay Engin, Avcı'nın Yeşil ile ilgili ilişkileri konusunda vahim iddiaları var. 1989 yılında 2 numaralı DGM'de ifade veren Mustafa Deniz Cem Ersever'le birlikte öldürülmüştür ve Yeşil'i en iyi bilen biri Avcı'dır. Mustafa Deniz ifadesinde diyor ki 'önce Cem Ersever'in ekibinde sonra Hanefi Avcı ile beraber çalıştığını' söylüyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Avcı iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Son kitabımda birçok mühimmatla yapılan eylemlerle eski halini birleştiğimde olumlu bir şey şekillenmiyor. AK Parti'nin kapatılma konusunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda delil olarak saklanan, şu anda Konya Emniyet Müdürü olan Hüseyin Namal'ın istihbarat şefi olduğu dönemde tarikatlarla ilgili 81 ile yolladığı belgelerde vahim iddialar var. Hanefi Avcı'nın Susurluk'taki çıkışını olayı örtmeye yöneliktir. Nitekim bu son kitabında Ergenekon ve Balyoz gibi bir çok önemli belgeye dayalı mühimmat ve silaha dayalı operasyonları aklama çabasıyla, geçmiş dönemde yaptıklarını birleştirdiğimde Hanefi Avcı'nın açıkçası zihnimde oluşturduğu imaj çok olumlu değil. Hüseyin Namal'ın İstihbarat Daire Başkanı olduktan sonra Eskişehir'e giderek Hanefi Avcı ile görüştüğü, Avcı'nın bu son kitabı yazdıktan sonra İstanbul'da önemli bir MİT yöneticisiyle görüştüğü yönünde çok ciddi bilgiler var, bunları biz kitabımızda aktardık. O nedenle Hanefi Avcı'nın ben çok masum olduğu kanaatini taşımıyorum."
"HANEFİ AVCI, KİTABINI, KENDİNE ZIRH OLUŞTURMAK KAYGISIYLA YAZDI"
Albay Dursun Çiçek imzalı 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın uygulama alanının Erzincan-Erzurum hattı olarak gösterildiğini dile getiren Tayyar, yapılanlara bakıldığında planın uygulandığı intibasının olduğunun görüldüğünü ifade etti. Eğer operasyon devam edebilseydi AK Parti kadrolarının önemli bir kısmının bugün içeride olabileceğini vurgulayan Tayyar, çok ciddi ve büyük bir operasyon planlandığını ama bunun akamete uğradığını belirtti.
Hanefi Avcı'nın son kitabında Erzincan'daki bu olup bitenlerin de görmezden gelindiğini ve bunun bir başka amaca hizmet ettiğini gösterdiğini anlatan Şamil Tayyar, "Kitapta o ifadelere yer vermesini de ben açıkçası şuna bağlıyorum: Başlangıçta bu yapının içinde olduğunu düşünmüyorum ama kendisinin dinlendiğini fark edip bazı emniyet müdürü arkadaşları gibi kendisine yönelik büyük bir operasyon yapılabileceği kuşkusuna kapıldığını, bunu önlemeye çalıştığını, bazı kişilerle pazarlık yaptığını, bunu başaramayınca kendisine korunak olarak bir zırh oluşturmak kaygısıyla böyle bir kitaba sonradan cemaatle ilgili bölümün eklendiğini düşünüyorum. Çünkü o bölümde çok fazlaca bilgi ve kurgu hatası var. Eğer kendisinin doğrudan yazdığı ve uzunca süre çalıştığı proje olsaydı, bu kadar yanlışın yan yana gelmemesi gerekirdi diye düşünüyorum. Ayrıca o anılarını anlattığı birinci bölüm ile cemaat yapılanmasına ilişkin iddialarına yer verdiği bölüm arasında üslup olarak da ciddi farklar var. Farklı kalemlerden çıktığı iddiası söz konusu. Bu konuda İstanbul'da görev yapan üç gazetecinin ismi geçiyor. 'Onların Avcı ile birlikte çalıştığı ve Avcı'nın bu kitap organizasyonunu yönlendirdiği' şeklinde çok önemli bir takım bulgular var. Zaman içerisinde onların da isimleri deşifre edilebilir. Ama Hanefi Avcı'nın ciddi bir destek gördüğü anlaşılıyor. Zaten kendisiyle daha sonra yapılan röportajlarda da o ikinci bölümle ilgili içeriğe çokça vakıf olmadığı anlaşılıyor. Çünkü kendi kaleminden çıkmadığı ihtimalini güçlendiren bir durumdur bu. O konulara açıklık getiremiyor. O nedenle bir proje kitabı olarak karşımızda. Zaten bu kadar ciddi desteklenmesi ve haber yapılması da bunun çok somut ve açık bir işaretidir." şeklinde konuştu.
"ÇELİK ÇEKİRDEK PARÇALANMAK ÜZERE"
Referandum sonrası politik arenada 'Çelik Çekirdek'te bir değişim yaşanacağını düşündüğünü ve hatta başladığını dile getiren Tayyar, "O bizim çetelerin toplamı olarak tarif edilen Çelik Çekirdek'in parçalanmak üzere olduğunu düşünüyorum." dedi. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin yeniden yazılacağını anlatan Tayyar, artık öyle tehditler sıralandırılmayacağını ve sanal düşman üretip onun üzerinden strateji üretilmeyeceğini söyledi. Toplumsal barışı sağlamaya yönelik uluslararası alanda bir bölgesel güç, küresel bir oyuncu olarak devreye girebilecek, ayakları sağlam yere basan, daha demokrat, kişi başına milli gelirin daha fazla düştüğü, refah seviyesi daha yüksek bir ülke olarak Türkiye'nin gelecekte yer alacağını düşündüğünü ifade eden Tayyar, şöyle devam etti: "Referandum o açıdan çok önemli bir merhaledir ve bu aşıldı. Eğer iktidar partisi hata yapmazsa, 8 yıldır sürdürdüğü politikalara bundan böyle yine aynı kararlılıkla devam ederse, Türkiye'nin daha da şeffaflaşacağını, tümden ortadan kalkmayacağını ama önemli ölçüde bu çetelerden müteşekkil derin yapının büyük ölçüde tasfiye olacağını düşünüyorum. Ama yarın Ergenekon ile ilgili mahkemelerden kamuoyunu çok tatmin edici sonuçlar çıkmazsa, hiç kimse bundan incinmesin yada kötü düşüncelere kapılmasın. Ben her şeye rağmen mahkeme kararları ne olursa olsun gerçek amacın oluştuğunu düşünüyorum. Bir, darbe anayasal bir suçtur; iki, bu darbecilik faaliyet içine kim girerse girsin, bir gün hesabını vermek zorundadır. O nedenle artık masa başında oturup böyle kırmızı ve mavi çizgilerle Sarıkız, Ayışığı gibi darbe senaryoları yazmanın bundan sonra daha da zorlaşacağını, buna rağmen aklına estirip bu tür planlar içerisine girenlerin de hesabını vereceğini düşünüyorum."
Yayınevi: Timaş
Yazarı: Şamil Tayyar
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 26 Aralık 2010 – İstanbul
Kitap ile ilgili, Timaş’ın internet sayfasında Emrullah Bayrak ile Şamil Tayyar’ın yapmış olduğu bir değerlendirme yazısı var. Kitap ve Şamil Tayyar’ın görüşlerini çok da güzel özetlemiş. Aynen almayı uygun gördüm. Bununla birlikte şu eleştiriyi yapmayı uygun görüyorum: Çelik Çekirdek kitabında Hanefi Avcı ile ilgili çok kısa olarak da değindi meseleler var, şu an okuduğum Mehmet Baransu’nun Mösyö kitabı sanki daha doyurucu gibi geliyor. Şamil Tayyar kitabına bu bölümü almasaydı daha iyi ederdi demeden geçemiyorum. Çünkü, Hanefi Avcı olayı ve kitabı Simonlar, başlıbaşına bir kitabı hak edecek derinliğe ve öneme sahip. Bununla beraber Çelik Çekirdek kitabı derin devletin tarihsel sürecini okuyucuyu hiç sıkmadan, belgelere boğmadan, çok yüzeysel gibi görünen ifadelerle ama aynı şekilde derinliğini muhafaza ederek yazılmış bilgilendirici bir kitap. Kitabı okurken 293. Sahifede başlayan “2009 Kırılma Evresi” başlıklı yazıdan başlayarak 296. Sahifeye kadar süren bir değerlendirme yazısı var ki enfes olmuş. Bunlardan iki değerlendirme noktasını alıp diğer değerlendirmelerini ve kitabı şiddetle tavsiye ederim:
“… İç politikada irtica öncelikli iç tehdit olmaktan çıkarılacak, öncelikli hedef terörle mücadele olacaktır.
Geçmişte olduğu gibi sanal düşman üretip onun üzerinden strateji izlenmeyecek…”
EMRULLAH BAYRAK/ ANKARA - CİHAN
'Operasyon Ergenekon', 'Kıt'a Dur', 'Gölge İktidar', 'Pusu' isimli kitapların yazarı gazeteci Şamil Tayyar, bu kez objektifini derin devletin tarihsel dönüşümüne ve yarınına çevirdi Sultan III. Selim'den bugüne kadar tüm derin devlet operasyonlarının ele alındığı 'Çelik Çekirdek' adlı kitap, Timaş Yayınları'ndan çıktı. Tayyar, kitabın son 50-60 sayfalık bölümünde Hanefi Avcı'nın yazdığı 'Haliç'te yaşayan Simonlar; Dün Devlet Bugün Cemaat' adlı kitaba cevap verdi. Kendisine yönelik operasyondan korkan Hanefi Avcı'nın, zırh oluşturmak kaygısıyla böyle bir kitap işine giriştiğini, İstanbul'da 3 gazetecinin kitaba destek verdiğini ifade etti. Derin devletin ve bürokratik iktidarın 200 yılı aşan geçmişinin anlatıldığı 'Çelik Çekirdek'in yazarı ve Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar, Cihan'a kitabının öyküsünü anlattı.
Yaklaşık bir yıldır üzerinde çalıştıkları projeyle, derin devlet ve bürokratik vesayete tarihsel bir perspektiften bakmaya çalıştıklarını söyleyen Tayyar, 'Çelik Çekirdek' adını bir yapının merkezindeki yoğunlaşmayı ifade etmek, derin devleti tarif etmek için koyduklarını belirtti. Kitap çalışması bitme aşamasındayken Hanefi Avcı'nın kitabının piyasaya çıktığını hatırlatan Şamil Tayyar, Ergenekon, Balyoz soruşturmaları gibi konularda çok ağır ithamların gündeme getirilmesi sebebiyle bu iddialara açıklık getirmek istediğini söyledi.
Bu süreçte sorumluluk almış bir gazeteci olarak okuyucudan da bu yönde talepler gelmesi nedeniyle kitabın son 50-60 sayfalık bölümünde Avcı'nın iddialarına cevap vermeye özen gösterdiğini kaydeden Tayyar, Hanefi Avcı'nın farklı bir özelliğini fark ettiklerini ve bunu okuyucunun ilgisine sunduklarını söyledi. Hanefi Avcı'nın haksız bir şöhrete kavuştuğunu, 'Efsane' isminin aslında hak etmeden kendisine verildiğini ve buna neden olan Susurluk komisyonundaki rolünün de yeniden sorgulaması gerektiğini düşündüklerinin altını çizen Tayyar, "Özü itibariyle bu kitap derin devlet, bürokratik vesayetin doğuşunu anlatan kitap. III. Selim'den bunu başlatıyoruz. Ağırlıklı olarak hep İttihat Terakki'ye vurgu yapılır. Kendi saltanatını korumak, devletin yeniden yükselmesine yönelik hem istihbarat, hem operasyon bakımından yaptığı çalışmaların zaman içerisinde devlet içerisinde küçük iktidar adacıkları oluşturduğunu ve bununda bugünkü çete tipi devlet içi kümeleşmeleri, hukuk dışı organizmaları doğurduğunu görüyoruz. Bugün olanları geçmişten bağımsız olarak değerlendirmek bizi çok yanlış ve farklı sonuçlara götürebilir. Bugünü daha iyi anlayabilmek için okurlara dünü anlatma yolunu tercih ettik." dedi.
"DERİN DEVLET'E FİKRİ OLARAK KARŞI DEĞİLİM"
Prensip olarak derin devletin olması gerektiğini düşünenlerden birisi olduğuna dikkat çeken Şamil Tayyar, buna fikri olarak çok karşı olmadığını kaydetti. Bugün en gelişmiş demokratik ülkelerde bile, bir derin devlet yapılanmasının olduğunun görüldüğünü dile getiren Tayyar, şöyle devam etti: "Ancak burada bizim bu kavrama yüklediğimiz anlam son derece önemli. Eğer biz bunu, bürokratik vesayetin güçlendirilmesi ve varlığını korumaya yönelik, milletle kavgalı ve devleti bu özel sınıfın gücü haline getirmek için böyle bir yapılanmaya gidersek, o zaman bu savunulabilir bir durum olmaz. Tümüyle milletten kopuk ve devleti kendi özel imtiyazları için korunak haline getiren kesimin gücünü artırır. Türkiye'deki yanlış da buradan kaynaklanıyor. Askeri ve sivil elit bürokrasi, devlet imkanlarını millet üzerinde sopa olarak kullanmış ve milletin yetkilerini gasp etmiştir. Derin devlet aslında devletin kendi varlığını korumaya yönelik bir refleksini ifade eder. İşte ülke işgal edilir ya da işgal aşamasındadır, o devletin varlığını koruması ve geleceğe taşıyabilmesi için 'derin devlet' ortaya çıkar. Bizde ise tam tersine devlet gücünü eline geçirmiş sivil ve askeri elit bürokrasi, ne zaman ki milletten gasp ettiği yetkileri devretmek durumunda kalır ve milli irade güçlenirse bu gücü hemen devreye sokmaktadır. Türkiye'deki çelişki bu. Yoksa gerçekten devlet varlığını korumaya yönelik olsa, bence doğrusu da budur. Örnek vermek gerekirse bugün Amerika'da hangi başkan o koltuğa oturursa otursun, belli güvenlik konularda ve ulusal konularda izledikleri yöntem üç aşağı beş yukarı birbirine benzer. Öyle çok farklılıklar, köklü değişiklikler olmaz. Ama o iradeyi oluşturan bir tarihsel perspektif vardır. Avrupa'da da keza bu böyledir. Onun için Türkiye'nin kendi 'çarpık derin devlet' kavramının artık değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle son yıllarda yapılan hamlelerle de Türkiye'nin giderek demokratikleştiğini ve bu yanlış derin devlet yapısının da bozulması yönünde çok ciddi bir mesafe kat edildiğini görüyorum. Eğer bu süreç böyle devam ederse işte adını koyduğumuz 'Çelik Çekirdek'in parçalanacağını ve buradan doğacak enerjinin Türkiye'nin gelişmesine ve demokratikleşmesine katkı sunacak büyük bir sinerjiyi de doğuracağını düşünüyorum."
"ATATÜRK 1930'DAN SONRA GERÇEK MANADA İKTİDAR DEĞİLDİ"
Atatürk'ün 1930'dan sonra gerçekten iktidar sahibi olup olmadığına yönelik bir soruya üzerine Tayyar, Mustafa Kemal'in başta çok muktedir ve güçlü olduğunu vurguladı. Ama zaman içerisinde bu gücünü kaybetmeye başladığının altını çizen Tayyar, çünkü Cumhuriyetin İttihat ve Terakki'den beslenen derin devletinin Atatürk'ün gücünü büyük ölçüde törpülediğini söyledi. Hatta Atatürk'ün 1930 yılından itibaren gerçek manada iktidar olmadığının da söylenebileceğini dile getiren Tayyar, bunda derin devlet ile koalisyon kuran İsmet İnönü'nün de çok ciddi bir rolü olduğunu savundu. İttihat ve Terakki'deki Talat Paşa'nın rolünü bugünkü CHP'deki Önder Sav'a benzeten Tayyar, Atatürk'ün yıldızının hiçbir zaman Talat Paşa ve Enver Paşa ile barışmadığına dikkat çekti. Tayyar, bugün cunta geleneğinin gerisindeki fikir adamlarının Atatürk'ü İttihat ve Terakki'yle ilişkilendirerek yaptıkları yorumların ise bu yönden bakıldığında çok mesnetsiz olduğunu belirtti. Tarihe bakıldığında Mason localarının bu tür gizli örgütlenmelerde çok ciddi payı ve rolü olduğunun görüleceğini dile getiren Tayyar, Atatürk'ün bu yüzden Mason localarını kapattığını; ancak ölümünden sonra yeniden faaliyete başladıklarını ifade etti. Tayyar, bu locaların Türkiye'de her zaman iç siyasetle yakından ilgili olduklarını vurguladı.
"MUMCU VE AĞAR'I ERGİN SAYGUN İKNA ETTİ"
'Çelik Çekirdek' adlı kitapta Tayyar, Türkiye'de çok tartışılan birçok döneme de ışık tutuyor. 27 Nisan E-Muhtırası'yla ilgili dikkat çekici iddialar ortaya atan Tayyar, sözlerine Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'ın bir gecede Meclis'e girme kararından vazgeçtiklerini hatırlatarak başladı. "Eğer bir siyaset, bir gecede tam tersi yönde değişiyor ve farklı yoldan akmaya başlıyorsa burada bir müdahale var demektir." diyen Tayyar, bu müdahalenin hangi odaklar tarafından gerçekleştirdiği konusunda ise kamuoyunda bir algının bulunduğunu ama çok somutlaşmadığını söyledi.
Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun'un hem Erkan Mumcu'nun hem Mehmet Ağar'ın ikna edilmesinde önemli rolü olduğu yönünde bir takım bilgilere ulaştıklarını açıklayan Tayyar, "Onu söyleyebilirim. O nedenle bu kitap yayınlandıktan sonra Mumcu, Ağar ve Saygun'un kamuoyunu bilgilendirmesi gerektiğini düşünüyorum. Çok yakın bir zamanda eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın Erkan Mumcu ile yaptığı telefon konuşmasının kayıtları da düşmüştü. Daha önceki 'Gölge İktidar' adlı kitabımda da bir başka generalin Mumcu'yu aradığı iddiasını gündeme getirmiştim. Gördüğümüz tablo şudur: Mumcu ve Ağar'ı ikna etmeye çalışan iradenin, AK Parti'nin kapatılacağı ve kadrolarının ceza evine atılacağı tezini çok ağırlıklı olarak işlediği yönündedir. O günleri hatırlarsak; bazı yazarlar bu dehşet senaryosunu çok sıkça dile getirmişti. Yine MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin çok yakınındaki bir isim de bunu kamuoyunda çok fazlaca dile getirenlerden birisiydi. 'Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ceza evine atılacak, bunlar hakkında kapatma davası açılacak vs gibi' çok ağır iddialar dile getirilmişti. Sanıyorum henüz daha o zaman kamuoyunda bunlar somutlaşmadan önce Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar'a bunlar ifade edilmiş, siyasette bunlara yeniden iktidar imkanının doğacağı vadedilmiştir ve bundan dolayıda tavır değiştirdiklerini düşünüyorum." diye konuştu.
"DEMİREL, GÜREŞ VE ÇİLLER'İN İFADESİNE BAŞVURULMALI"
Türkiye ne zaman problemlerini çözme konusunda kronik bir çözüm ortaya koysa, hemen faili meçhullerin devreye girdiğini anlatan Şamil Tayyar, 1993 yılının Türkiye'nin en karanlık yıllarından biri olduğunu vurguladı. Şimdi bunların önemli bir kısmının devletin içindeki unsurlar tarafından yapıldığı konusunda hiç bir şüphe olmadığının altını çizen Tayyar, şöyle devam etti: "Ergenekon soruşturma sürecinde geriye doğru sorgulama yapma gereği duyuldu ve Diyarbakır'da açılmış bir soruşturma var. Onun üzerinde de askeri kanattan ciddi bir baskı var. Eğer bu karanlık olayların üzerine gidilirse bir kaç kişiyle sınırlı kalmaz. Bugün orgenerallik rütbesi takmış kişileri de içine alacak şekilde büyüyebilir. Bu nedenle devlet, kendini sanık koltuğuna oturtmamak için her türlü karartmayı yapıyorlar. Bunların üzerine gidilirse Gaffar Okan, Eşref Bitlis cinayetleri çözülebilir. Bunların çözülmemesi için öcüler ortaya çıkartıyoruz. Bunlardan biri İran. Bugün Hanefi Avcı'nın kitabında da ortaya çıktı, bu işleri İran yaptı diye. Bu dosyaları kapatmak için kullanabiliyorlar. Türkiye yakın tarihi ile yüzleşmeden demokratikleşmesi zor. Balyoz ve Ergenekon davalarında soruşturma sürecinde gelinen nokta çok önemlidir. Gelinen nokta çok önemlidir. Bundan sonra faili meçhul cinayetlerin eskisi kadar kolay gerçekleşmeyeceğini, gerçekleşse bile eskisi gibi kolay kabul edilmeyeceğini gösteriyor. Ergenekon soruşturmasıyla halk sorgulamaya başladı. Türkiye gerçekten uyanmaya başladı. Ahmet Özal'ın iddiaları, Arif Doğan'ın açıklamaları gün yüzüne çıkmaya başladı. Türkiye'nin her şeye rağmen ileride olduğunu düşünüyorum. Dünü kurtarmasak bile geleceği kurtaracağımıza inanıyorum."
Emekli Koramiral Atilla Kıyat'ın "Faili meçhuller devlet politikasıydı" yönündeki açıklamalarını da değerlendiren Tayyar, "Üzerine gidilmesi gereken ciddi bir iddia. Eğer bu soruşturma ciddi şekilde yapılacaksa dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, Tansu Çiller'in, Doğan Güneş'in de ciddi şekilde ifadesine başvurulmalı. 3-5 alt subay sorgulanarak ortaya çıkartılacak bir hadise değildir. En üst düzeyde askerlerinde bilgilerine başvurulmalıdır." şeklinde konuştu.
"SELİMİYE KIŞLASI CUNTACI FAALİYETLERİN MERKEZİ OLDU"
'Çelik Çekirdek' adlı kitapta Selimiye Kışlası'nın tarihteki önemi de anlatılıyor. III. Selim'in, iktidara geldikten sonra askeri değiştirmeye çalıştığını dile getiren Tayyar, "Asker çok güçlüydü. Selim şunu fark etti: 'Askeri düzeltmezsem benim de kellem gidecek.' Alternatif bir ordu getirdi. Ciddi kavgalar yaşandı. O tarihten itibaren Selimiye Kışlası'nın böyle cuntacı faaliyetlerin merkezi haline geldiğini görüyoruz. Selimiye Kışlası'nın o anlamda tarihsel bir misyonu vardır. Sadece Ankara karargahtan planlanmış darbe planlarının, organizasyonlarının başarıya ulaşma şansı az. İstanbul'daki Selimiye Kışlası bunun için çok önemli. Talat Aydemir Ankara kökenli bir plan yapmıştır ama İstanbul yalnız bıraktığı için tek başına girişmiş ve başarısız olmuştur. Bugüne geldiğimizde Balyoz darbe planının Selimiye'de hazırlandığını görüyorsunuz. Bu kez de Ankara destek vermediği için başarısız olduğunu görüyoruz. Darbelerin başarılı olması için Ankara ve İstanbul'un işbirliği yapması gerektiğini görüyorum. Yakın tarihle günümüzdeki darbeler benzer. Kırılma noktası Abdulhamit'in tahtan indirildiği dönem. 1960 yılında kurulan Tahkikat Kurulu'na bağlarlar darbeyi ama 1952 yılına kadar gitmektedir. Darbecilerin hatıralarına baktığımız zamanda 1955 yılına kadar uzandığını görürüz. Önceden hazırlandı ve devamı geldi. Bir de darbelerden hemen önce sıkı yönetimi ortaya çıkarmaktır. Sıkı yönetim ile birlikte darbe zemini daha kolay oluşturulur. Sıkı yönetimi, darbeye giden ara istasyon olarak görüyorum." dedi.
"HANEFİ AVCI, HEP BAŞKANI VEDAT AYDIN'IN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYINA KARIŞTI MI?" 'Çelik Çekirdek'in son bölümü ise Hanefi Avcı'nın ortaya attığı iddialara ayrıldı. Avcı'yı kamuoyuna tanıtan olayın Meclis Susurluk komisyonuna verdiği ifadeler olduğunu hatırlatan Tayyar, insanların dillendiremediği şeyleri dillendirdiği için 'efsane' gibi bakıldığını söyledi. "Orada verdiği ifadesiyle olayların üzerine gidilmesini mi amaçladı yoksa Susurluk'u perdelemeye mi çalıştı?" diye soran Tayyar, şöyle devam etti: "Susurluk'ta 6 kişi tutuklandı, en fazla cezayı İbrahim Şahin aldı. O dönemde Hanefi Avcı ısrarla JİTEM'in ismini ortaya attı. Ama JİTEM'i gündeme getirmesi çok ilginçti. Susurluk'la beraber en çok konuşulan JİTEM ve Ergenekon'du. Avcı Susurluk'u perdelemeye çalıştı. MİT müsteşarı, Avcı hakkında DGM'de dava açtı. Davalarda vahim iddialar vardı. Emekli Jandarma Albay Zahit Engin, Hanefi Avcı'nın Cem Ersever ile birlikte Diyarbakır HEP Başkanı Vedat Aydın'ın öldürülmesi olayına karıştığını, bu konuda üç tane tanık göstereceğini ifade ediyor. Albay Engin, Avcı'nın Yeşil ile ilgili ilişkileri konusunda vahim iddiaları var. 1989 yılında 2 numaralı DGM'de ifade veren Mustafa Deniz Cem Ersever'le birlikte öldürülmüştür ve Yeşil'i en iyi bilen biri Avcı'dır. Mustafa Deniz ifadesinde diyor ki 'önce Cem Ersever'in ekibinde sonra Hanefi Avcı ile beraber çalıştığını' söylüyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Avcı iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Son kitabımda birçok mühimmatla yapılan eylemlerle eski halini birleştiğimde olumlu bir şey şekillenmiyor. AK Parti'nin kapatılma konusunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda delil olarak saklanan, şu anda Konya Emniyet Müdürü olan Hüseyin Namal'ın istihbarat şefi olduğu dönemde tarikatlarla ilgili 81 ile yolladığı belgelerde vahim iddialar var. Hanefi Avcı'nın Susurluk'taki çıkışını olayı örtmeye yöneliktir. Nitekim bu son kitabında Ergenekon ve Balyoz gibi bir çok önemli belgeye dayalı mühimmat ve silaha dayalı operasyonları aklama çabasıyla, geçmiş dönemde yaptıklarını birleştirdiğimde Hanefi Avcı'nın açıkçası zihnimde oluşturduğu imaj çok olumlu değil. Hüseyin Namal'ın İstihbarat Daire Başkanı olduktan sonra Eskişehir'e giderek Hanefi Avcı ile görüştüğü, Avcı'nın bu son kitabı yazdıktan sonra İstanbul'da önemli bir MİT yöneticisiyle görüştüğü yönünde çok ciddi bilgiler var, bunları biz kitabımızda aktardık. O nedenle Hanefi Avcı'nın ben çok masum olduğu kanaatini taşımıyorum."
"HANEFİ AVCI, KİTABINI, KENDİNE ZIRH OLUŞTURMAK KAYGISIYLA YAZDI"
Albay Dursun Çiçek imzalı 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nın uygulama alanının Erzincan-Erzurum hattı olarak gösterildiğini dile getiren Tayyar, yapılanlara bakıldığında planın uygulandığı intibasının olduğunun görüldüğünü ifade etti. Eğer operasyon devam edebilseydi AK Parti kadrolarının önemli bir kısmının bugün içeride olabileceğini vurgulayan Tayyar, çok ciddi ve büyük bir operasyon planlandığını ama bunun akamete uğradığını belirtti.
Hanefi Avcı'nın son kitabında Erzincan'daki bu olup bitenlerin de görmezden gelindiğini ve bunun bir başka amaca hizmet ettiğini gösterdiğini anlatan Şamil Tayyar, "Kitapta o ifadelere yer vermesini de ben açıkçası şuna bağlıyorum: Başlangıçta bu yapının içinde olduğunu düşünmüyorum ama kendisinin dinlendiğini fark edip bazı emniyet müdürü arkadaşları gibi kendisine yönelik büyük bir operasyon yapılabileceği kuşkusuna kapıldığını, bunu önlemeye çalıştığını, bazı kişilerle pazarlık yaptığını, bunu başaramayınca kendisine korunak olarak bir zırh oluşturmak kaygısıyla böyle bir kitaba sonradan cemaatle ilgili bölümün eklendiğini düşünüyorum. Çünkü o bölümde çok fazlaca bilgi ve kurgu hatası var. Eğer kendisinin doğrudan yazdığı ve uzunca süre çalıştığı proje olsaydı, bu kadar yanlışın yan yana gelmemesi gerekirdi diye düşünüyorum. Ayrıca o anılarını anlattığı birinci bölüm ile cemaat yapılanmasına ilişkin iddialarına yer verdiği bölüm arasında üslup olarak da ciddi farklar var. Farklı kalemlerden çıktığı iddiası söz konusu. Bu konuda İstanbul'da görev yapan üç gazetecinin ismi geçiyor. 'Onların Avcı ile birlikte çalıştığı ve Avcı'nın bu kitap organizasyonunu yönlendirdiği' şeklinde çok önemli bir takım bulgular var. Zaman içerisinde onların da isimleri deşifre edilebilir. Ama Hanefi Avcı'nın ciddi bir destek gördüğü anlaşılıyor. Zaten kendisiyle daha sonra yapılan röportajlarda da o ikinci bölümle ilgili içeriğe çokça vakıf olmadığı anlaşılıyor. Çünkü kendi kaleminden çıkmadığı ihtimalini güçlendiren bir durumdur bu. O konulara açıklık getiremiyor. O nedenle bir proje kitabı olarak karşımızda. Zaten bu kadar ciddi desteklenmesi ve haber yapılması da bunun çok somut ve açık bir işaretidir." şeklinde konuştu.
"ÇELİK ÇEKİRDEK PARÇALANMAK ÜZERE"
Referandum sonrası politik arenada 'Çelik Çekirdek'te bir değişim yaşanacağını düşündüğünü ve hatta başladığını dile getiren Tayyar, "O bizim çetelerin toplamı olarak tarif edilen Çelik Çekirdek'in parçalanmak üzere olduğunu düşünüyorum." dedi. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nin yeniden yazılacağını anlatan Tayyar, artık öyle tehditler sıralandırılmayacağını ve sanal düşman üretip onun üzerinden strateji üretilmeyeceğini söyledi. Toplumsal barışı sağlamaya yönelik uluslararası alanda bir bölgesel güç, küresel bir oyuncu olarak devreye girebilecek, ayakları sağlam yere basan, daha demokrat, kişi başına milli gelirin daha fazla düştüğü, refah seviyesi daha yüksek bir ülke olarak Türkiye'nin gelecekte yer alacağını düşündüğünü ifade eden Tayyar, şöyle devam etti: "Referandum o açıdan çok önemli bir merhaledir ve bu aşıldı. Eğer iktidar partisi hata yapmazsa, 8 yıldır sürdürdüğü politikalara bundan böyle yine aynı kararlılıkla devam ederse, Türkiye'nin daha da şeffaflaşacağını, tümden ortadan kalkmayacağını ama önemli ölçüde bu çetelerden müteşekkil derin yapının büyük ölçüde tasfiye olacağını düşünüyorum. Ama yarın Ergenekon ile ilgili mahkemelerden kamuoyunu çok tatmin edici sonuçlar çıkmazsa, hiç kimse bundan incinmesin yada kötü düşüncelere kapılmasın. Ben her şeye rağmen mahkeme kararları ne olursa olsun gerçek amacın oluştuğunu düşünüyorum. Bir, darbe anayasal bir suçtur; iki, bu darbecilik faaliyet içine kim girerse girsin, bir gün hesabını vermek zorundadır. O nedenle artık masa başında oturup böyle kırmızı ve mavi çizgilerle Sarıkız, Ayışığı gibi darbe senaryoları yazmanın bundan sonra daha da zorlaşacağını, buna rağmen aklına estirip bu tür planlar içerisine girenlerin de hesabını vereceğini düşünüyorum."
22 Aralık 2010 Çarşamba
Tehlikenin Farkına Varıldı: 212 AVM Daha Güvenli
212 AVM Daha Güvenli
http://irfankavak.blogspot.com/2010/07/212-avm-tehlikesi.html
Evet bu adrese gittiğinizde ve Temmuz ayındaki haykırışım birilerinin dikkatini çekmiş olacak ki çok sert bir şekilde kaleme aldığım 212 AVM'ye gidiş güvenliği ile ilgili zaafiyet telafi edilmiş. Bu yüzden geç de olsa yapılan bu ana cadde üzerindeki trafik ışıklandırması beni pek memnun etti. Artık bunun üzerine fazla yorum yapmayayım değil mi? Çünkü zihniyet olarak oraya madem AVM açıyorsun, egoist bir tavır göstermeyerek insan güvenliğini önceliklemen lazım gelmez mi sorusunu hadi sormayayım?
http://irfankavak.blogspot.com/2010/07/212-avm-tehlikesi.html
Evet bu adrese gittiğinizde ve Temmuz ayındaki haykırışım birilerinin dikkatini çekmiş olacak ki çok sert bir şekilde kaleme aldığım 212 AVM'ye gidiş güvenliği ile ilgili zaafiyet telafi edilmiş. Bu yüzden geç de olsa yapılan bu ana cadde üzerindeki trafik ışıklandırması beni pek memnun etti. Artık bunun üzerine fazla yorum yapmayayım değil mi? Çünkü zihniyet olarak oraya madem AVM açıyorsun, egoist bir tavır göstermeyerek insan güvenliğini önceliklemen lazım gelmez mi sorusunu hadi sormayayım?
10 Aralık 2010 Cuma
Kafası Karışık Bir Polisin Kitabı: Haliç'de Yaşayan Simonlar, Dün Devlet Bugün Cemaat
Kitabın Adı: Haliç’de Yaşayan Simonlar, Dün Devlet Bugün Cemaat
Yayınevi: Angora
Yazarı: Hanefi Avcı
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 09/12/2010 – Antalya-İstanbul Uçağı
İlk önce internetten aldığımız bir alıntıyı alalım:
Hanefi Avcı, meslek hayatına 1976 yılında Mut ilçe Emniyet Komiserliği görevi ile başladı. Daha sonra İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü, KOM Dairesi Başkanlığı ve Edirne Emniyet Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Avcı, halen Eskişehir Emniyet Müdürü olarak göre yapmaktadır. 2006 yılında TASAM’ın Stratejik Vizyon Sahibi Bürokrat Ödülü’nü kazanmıştır. Avcı, Emniyette teknik-elektronik istihbaratın kurucusu olarak bilinir
Kitap iki bölümden oluşuyor. Devlet başlıklı ilk bölümde, yıllarca devlete hizmet etmiş bir güvenlik görevlisi olarak geçirdiği fikirsel dönüşümü, bu dönüşüme neden olan olayları okurlarla paylaşıyor. Bu fikirsel dönüşümün sonucunda Avcı artık, uzun yıllar mücadele ettiği, sisteme muhalif grupların demokratik ve sağlıklı bir sistemin olmazsa olmazı olduğuna, farklı fikir ve düşüncelerin topluma zarar değil, ancak bir zenginlik katacağına, güvenlik sorununa indirgenen Kürt sorununun ancak demokratik hak ve özgürlükler alanının genişletilerek siyasi yollarla çözümlenebileceğine ve ordunun batılı ülkelerde olduğu gibi siyasetin dışında kalarak güçlü bir ordu olabileceğine inandığını açık yüreklilikle ifade ediyor. Avcı, bu kitabı yazmaktaki önemli amaçlarından birinin, böyle köklü bir değişim yaşamasına neden olan mesleki tecrübelerini aktararak, çok geniş bir kriminal yelpazede çalışmış olmanın verdiği donanımla kendinden sonra geleceklere yol göstermek olduğunu belirtiyor.
Cemaat başlıklı ikinci bölümde ise Avcı devletin çeşitli kurumlarına nüfuz etmiş cemaat yapısının son zamanlarda meydana gelen olaylardaki (özel yetkili mahkemelerin sürdürdüğü tahkikatlardan, telefon dinlemelerine, vs.) rolünü ortaya koyuyor. Cemaatin polis, ordu, MİT, jandarma, yargı ve diğer devlet kurumları içerisinde ayrı bir hiyerarşik örgütleme kurarak ve bu teşkilatların sistemlerini bozarak çalışmalarını engellediğinden, üstüne üstlük bu teşkilatların personeli arasında ayrım, güvensizlik ve düşmanlık yaratarak kurumları içerden ve tamir olunmaz biçimde yaraladığından bahsediyor. Bugün özellikle özel yetkili mahkemelerce yürütülen tahkikatların, arka planda cemaatin talimatı ile Emniyet İstihbarat Şubesindeki unsurları ve cemaate bağlı savcılar desteği ve zorlaması ile yürütüldüğüne, yürütülürken hukuksuz işlemlerin yapıldığına dair ciddi emareler olduğunu iddia ediyor. Tüm bu iddialarını, delilleriyle sağlam bir zemin üzerine inşa ediyor.
Kitap ile ilgili ilginç olduğuna inandığım notları paylaşayım:
“Ben aslında bu psikolojiyi tanıyorum. Bir örgüte, ideolojik bir gruba ya da bir cemaate bağlandınmı, kişisel iradeni ve özgürlüğünü kaybedip o grubun liderliğinin iradesine kendini teslim ediyorsun. Yanlış ya da doğru bir şey kalmıyor, grubun amaçları her şeyi belirliyor, hak da adalet de izafi hale geliyor. Tıpkı Simon’daki gibi ideoloji karşısında gördüğün ya da bildiğin değil, sana anlatılan doğrudur, böyle bir ruh halinde haksızlığa uğradığını düşündüğün kardeşini bile korumazsın. Bugün de aslında geçerli olan durum bu. Ben içinde bulunduğum tarafın hak, adalet, iyilik, güzellik diyerek Simonlaşmayacağını zannediyordum, o yanlışa düşmek başkalarına mahsustu, bizde böyle bir şey sözkonusu bile olmaz sanıyordum, maalesef yanılmışım. Şunu artık bilmeliyiz ki karşımızda arkadaşlarımız, meslektaşlarımız yok, bir ideolojiye, bir gruba bağlanmış, o grubun disiplinine tabi olmuş örgüt mensupları var. Artık bunu kabullenmeliyiz.” (sh. 526)
“Bence olaylar tam olarak şu şekilde gelişiyor: Daha önceden temin edilmiş, muhtelif elemanları vasıtasıyla toplanmış askeri evraklar önce cemaatin imamları tarafından inceleniyor, sonra polisin ve hukukçuların imamları organizesinde bazı savcılar ve polislerin katıldığı toplantılarda plan yapılıyor, ardından dökümanda adı geçen kişi ve olaylar araştırılmaya başlanıyor. İstihbarat birimi bu olayı gizlice soruşturmaya, dinleme ve izleme faaliyetlerine başlıyor, toplanan bilgiler ışığında nasıl bir operasyon yapılacağı planlanıyor. Seçilen dökümanlar ya bir aramada nerde bulunması gerekiyorsa oraya konularak ya da meçhul bir kişi tarafından gönderilmiş gösterilerek sahte ihbarlarla ya da basında belli çevrelere verilip bu konuda haber yapılması sağlanarak meşru hale getiriliyor. En sonunda da bu kişiler belgeleri savcılıklara teslim edince hukuki hale gelmiş oluyor.” (sh. 531)
“… Bu olay hakkında hiçbir bilgiye sahip değilim ama bu şekilde olduğundan da hiç tereddüdüm yok, zira bunu gerçekleştirebilecek başka hiçkimse yoktur. Eğer ciddi olarak araştırılırsa iki telefondan bir tanesinin Emniyet tarafından dinlenmeye alındığı ortaya çıkacaktır.” (sh. 545)
Buradaki yazdıkları ile büyük bir güvenilirlik sarsıntısı oluşturuyor Hanefi Avcı. Ne demek “hiçbir bilgiya sahip değilim ama bu şekildedir. Hiçbir bilgiye sahip değilsen susmak ve o konuda yorum yapmamak daha doğru bir tutum olsa gerek.
İrfan’ın yorumu: Hanefi Avcı tutuklandığında bu konu ile ilgili kanaatimi yazmıştım (http://irfankavak.blogspot.com/2010/09/bir-seyler-ters-ama-nedir-hanefi-avc.html) ve nötr yaklaşmıştım. Rasim Ozan Kütahyalı’nın ve Ali Bayramoğlu’nun kanaatlerini daha doğru buluyorum. Kitap sanki ilk bölümü bittiğinde bitmiş gibiydi, ikinci bölüm yayınlanarak bitmiş aşa su katılmış izlenimi veriyor. İlginç iddialar var ve en enteresanı Cemaat olarak tasvir ettiği Fethullah Gülen camiasını büyük bir güç olarak vehmetmesi ve bütün olayları nerede ise oraya yıkması. Bu açıkçası pek inandırıcı gelmiyor. Kitabın birinci bölümünde gerçekten çok güzel tesbitler var, bir çok insanın da katılabileceği devlet eleştirisi ve örgütleri anlamaya yönelik eleştiriler kayda değer özelliklerde. Fakat ikinci bölümde cemaati öyle bir hale getiriyor ki nerdeyse ilah seviyesine çıkartıyor. Burada ilah seviyesine çıkartmaktan kastım, cemaatten habersiz hiçbir şey olamazmış, her şeyi görürmüş tavrı dolayısıyladır. Birinci bölümdeki tesbitler önemli ama aynı derece ikinci bölümdeki cemaat ve gücü ile ilgili tesbitleri zorlama gibi geliyor. Bu sebebten ötürü Şamil Tayyar’ın “Çelik Çekirdek” kitabı ile Mehmet Baransu’nun “Mösyö” kitaplarını da bir fikir vermesi açısından okumayı düşünüyorum.
Yayınevi: Angora
Yazarı: Hanefi Avcı
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 09/12/2010 – Antalya-İstanbul Uçağı
İlk önce internetten aldığımız bir alıntıyı alalım:
Hanefi Avcı, meslek hayatına 1976 yılında Mut ilçe Emniyet Komiserliği görevi ile başladı. Daha sonra İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü, KOM Dairesi Başkanlığı ve Edirne Emniyet Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Avcı, halen Eskişehir Emniyet Müdürü olarak göre yapmaktadır. 2006 yılında TASAM’ın Stratejik Vizyon Sahibi Bürokrat Ödülü’nü kazanmıştır. Avcı, Emniyette teknik-elektronik istihbaratın kurucusu olarak bilinir
Kitap iki bölümden oluşuyor. Devlet başlıklı ilk bölümde, yıllarca devlete hizmet etmiş bir güvenlik görevlisi olarak geçirdiği fikirsel dönüşümü, bu dönüşüme neden olan olayları okurlarla paylaşıyor. Bu fikirsel dönüşümün sonucunda Avcı artık, uzun yıllar mücadele ettiği, sisteme muhalif grupların demokratik ve sağlıklı bir sistemin olmazsa olmazı olduğuna, farklı fikir ve düşüncelerin topluma zarar değil, ancak bir zenginlik katacağına, güvenlik sorununa indirgenen Kürt sorununun ancak demokratik hak ve özgürlükler alanının genişletilerek siyasi yollarla çözümlenebileceğine ve ordunun batılı ülkelerde olduğu gibi siyasetin dışında kalarak güçlü bir ordu olabileceğine inandığını açık yüreklilikle ifade ediyor. Avcı, bu kitabı yazmaktaki önemli amaçlarından birinin, böyle köklü bir değişim yaşamasına neden olan mesleki tecrübelerini aktararak, çok geniş bir kriminal yelpazede çalışmış olmanın verdiği donanımla kendinden sonra geleceklere yol göstermek olduğunu belirtiyor.
Cemaat başlıklı ikinci bölümde ise Avcı devletin çeşitli kurumlarına nüfuz etmiş cemaat yapısının son zamanlarda meydana gelen olaylardaki (özel yetkili mahkemelerin sürdürdüğü tahkikatlardan, telefon dinlemelerine, vs.) rolünü ortaya koyuyor. Cemaatin polis, ordu, MİT, jandarma, yargı ve diğer devlet kurumları içerisinde ayrı bir hiyerarşik örgütleme kurarak ve bu teşkilatların sistemlerini bozarak çalışmalarını engellediğinden, üstüne üstlük bu teşkilatların personeli arasında ayrım, güvensizlik ve düşmanlık yaratarak kurumları içerden ve tamir olunmaz biçimde yaraladığından bahsediyor. Bugün özellikle özel yetkili mahkemelerce yürütülen tahkikatların, arka planda cemaatin talimatı ile Emniyet İstihbarat Şubesindeki unsurları ve cemaate bağlı savcılar desteği ve zorlaması ile yürütüldüğüne, yürütülürken hukuksuz işlemlerin yapıldığına dair ciddi emareler olduğunu iddia ediyor. Tüm bu iddialarını, delilleriyle sağlam bir zemin üzerine inşa ediyor.
Kitap ile ilgili ilginç olduğuna inandığım notları paylaşayım:
“Ben aslında bu psikolojiyi tanıyorum. Bir örgüte, ideolojik bir gruba ya da bir cemaate bağlandınmı, kişisel iradeni ve özgürlüğünü kaybedip o grubun liderliğinin iradesine kendini teslim ediyorsun. Yanlış ya da doğru bir şey kalmıyor, grubun amaçları her şeyi belirliyor, hak da adalet de izafi hale geliyor. Tıpkı Simon’daki gibi ideoloji karşısında gördüğün ya da bildiğin değil, sana anlatılan doğrudur, böyle bir ruh halinde haksızlığa uğradığını düşündüğün kardeşini bile korumazsın. Bugün de aslında geçerli olan durum bu. Ben içinde bulunduğum tarafın hak, adalet, iyilik, güzellik diyerek Simonlaşmayacağını zannediyordum, o yanlışa düşmek başkalarına mahsustu, bizde böyle bir şey sözkonusu bile olmaz sanıyordum, maalesef yanılmışım. Şunu artık bilmeliyiz ki karşımızda arkadaşlarımız, meslektaşlarımız yok, bir ideolojiye, bir gruba bağlanmış, o grubun disiplinine tabi olmuş örgüt mensupları var. Artık bunu kabullenmeliyiz.” (sh. 526)
“Bence olaylar tam olarak şu şekilde gelişiyor: Daha önceden temin edilmiş, muhtelif elemanları vasıtasıyla toplanmış askeri evraklar önce cemaatin imamları tarafından inceleniyor, sonra polisin ve hukukçuların imamları organizesinde bazı savcılar ve polislerin katıldığı toplantılarda plan yapılıyor, ardından dökümanda adı geçen kişi ve olaylar araştırılmaya başlanıyor. İstihbarat birimi bu olayı gizlice soruşturmaya, dinleme ve izleme faaliyetlerine başlıyor, toplanan bilgiler ışığında nasıl bir operasyon yapılacağı planlanıyor. Seçilen dökümanlar ya bir aramada nerde bulunması gerekiyorsa oraya konularak ya da meçhul bir kişi tarafından gönderilmiş gösterilerek sahte ihbarlarla ya da basında belli çevrelere verilip bu konuda haber yapılması sağlanarak meşru hale getiriliyor. En sonunda da bu kişiler belgeleri savcılıklara teslim edince hukuki hale gelmiş oluyor.” (sh. 531)
“… Bu olay hakkında hiçbir bilgiye sahip değilim ama bu şekilde olduğundan da hiç tereddüdüm yok, zira bunu gerçekleştirebilecek başka hiçkimse yoktur. Eğer ciddi olarak araştırılırsa iki telefondan bir tanesinin Emniyet tarafından dinlenmeye alındığı ortaya çıkacaktır.” (sh. 545)
Buradaki yazdıkları ile büyük bir güvenilirlik sarsıntısı oluşturuyor Hanefi Avcı. Ne demek “hiçbir bilgiya sahip değilim ama bu şekildedir. Hiçbir bilgiye sahip değilsen susmak ve o konuda yorum yapmamak daha doğru bir tutum olsa gerek.
İrfan’ın yorumu: Hanefi Avcı tutuklandığında bu konu ile ilgili kanaatimi yazmıştım (http://irfankavak.blogspot.com/2010/09/bir-seyler-ters-ama-nedir-hanefi-avc.html) ve nötr yaklaşmıştım. Rasim Ozan Kütahyalı’nın ve Ali Bayramoğlu’nun kanaatlerini daha doğru buluyorum. Kitap sanki ilk bölümü bittiğinde bitmiş gibiydi, ikinci bölüm yayınlanarak bitmiş aşa su katılmış izlenimi veriyor. İlginç iddialar var ve en enteresanı Cemaat olarak tasvir ettiği Fethullah Gülen camiasını büyük bir güç olarak vehmetmesi ve bütün olayları nerede ise oraya yıkması. Bu açıkçası pek inandırıcı gelmiyor. Kitabın birinci bölümünde gerçekten çok güzel tesbitler var, bir çok insanın da katılabileceği devlet eleştirisi ve örgütleri anlamaya yönelik eleştiriler kayda değer özelliklerde. Fakat ikinci bölümde cemaati öyle bir hale getiriyor ki nerdeyse ilah seviyesine çıkartıyor. Burada ilah seviyesine çıkartmaktan kastım, cemaatten habersiz hiçbir şey olamazmış, her şeyi görürmüş tavrı dolayısıyladır. Birinci bölümdeki tesbitler önemli ama aynı derece ikinci bölümdeki cemaat ve gücü ile ilgili tesbitleri zorlama gibi geliyor. Bu sebebten ötürü Şamil Tayyar’ın “Çelik Çekirdek” kitabı ile Mehmet Baransu’nun “Mösyö” kitaplarını da bir fikir vermesi açısından okumayı düşünüyorum.
8 Aralık 2010 Çarşamba
Tayyip Kitabı: Bir Liderin Doğuşu Recep Tayyip Erdoğan
Kitabın Adı: Recep Tayyip Erdoğan Bir Liderin Doğuşu
Yayınevi: Meydan
Yazarları: Hüseyin Besli ve Ömer Özbay
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 08/12/2010 - İstanbul
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yaşamının önemli bir kesiti 'Bir Liderin Doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan' adıyla kitaplaştırıldı. Meydan Yayınevinden piyasaya çıkan kitap Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yaşamındaki yol arkadaşlarından AK Parti İstanbul milletvekili Hüseyin Besli ile Şair-Yazar Ömer Özbay tarafından kaleme alındı. Kitapta Başbakan'ın gençlik yıllarından başlayarak Başbakanlık koltuğuna oturduğu güne kadar geçen siyasi yaşamı ele alınmıştır. Ayrıca ilk kez yayınlanan resim ve belgelerle zenginleştirilmiştir.
İrfan'ın Notu:
Kitapta ilgimi çeken birkaç notu paylaşmak istiyorum:
Bir kaza sonrası (Tayyip Öncesi): "Hastaneye vardığımızda, bir hastabakıcı: Emekli sandığımı, SSK mı diye sordu. SSK'lıyız deyince: Biz bakamayız, dedi. SSK hastanesine gideceksiniz. Ambulans bizi SSK hastanesine getirip bıraktı." (Sh. 36)
Şu anki sağlık sistemini, eczanelerden ilaç alımı sistemini düşündüğünüzde, o gün kaza da yapsanız ayrım yapıldığından dolayı yolda da ölebilirdiniz. Ve ben bunu büyük bir kazanım olarak buluyorum.
Yine Tayyip öncesi bir not: "Toplantıya katılan üyelerin tamamı söz alır, fakat bir sonuca varılamaz. Saat 20.00 sıralarında, Özdemir Bayraktar'ın teklifiyle, konu üzerinde görüş birliği sağlanıncaya kadar toplantıya devam etme kararı alınır ve ikinci tur görüşmelere başlanır" (sh.95)
Burda da yine görüyoruz ki Özellikle Kıbrız müzakerelerinden hatırladığım kadarı ile sonuç alınıncaya kadar toplantılar devam etmeli.
Erbakan'ın bilinen yüzüne örnek teşkil edilecek bir başka not: "Tayyip Erdoğan'ın, Genel merkezi endişeye sevk eden uygulamalardan biri ve belki de en önemlisi, İstanbul İl yönetiminde parti içi demokrasiyi sağlamış olmasıydı. Bu uygulamanın diğer il teşkilatları tarafından örnek alınması ve yaygınlık kazanması ihtimali Genel Merkez'in yönetim anlayışına ve Hoca'nın tartışılmaz otoritesine yöneltilmiş bir tehdit olarak algılanıyordu. Çünkü, Parti'nin (Refah Partisi, İ.K.) merkez liderliği, politik liderlikten çok nomenklatura bir hüviyete sahipti, kapalı, buyurgan ve seçkinciydi. Mutlak itaat dışında başka bir ilişki biçimine iyi gözle bakmadığı gibi, buna yeltenenleri de en ağır biçimde itham etmekten kaçınmazdı." (Sh. 97)
Numan Kurtulmuş'un başına gelenleri gördüğümüzde, bunu hiç kanıksamadığımı söyleyebilirim.
Hocanın diktatörlüğüne bir delil daha: "Hoca otoriter bir insandı, liderliği ise tartışılmaz... Sözünün üstüne kimse söz söyleyemezdi. Toplantılarda Hoca, herkes fikrini söylesin dediği zaman üç türlü görüş bildirme şekli vardı. Birincisi: Hocanın o konuda ne düşündüğünü bilir ya da tahmin eder, ona göre konuşur ve aferin alırdı. İkincisi: Hocadan sonra ancak konuşur ve onun dediklerini tekrarlar. Üçüncüsü ise: Hiç konuşmazdı. Dördüncü bir şık daha vardı ama riskliydi. Benim gibi, Tayyip bey gibi eleştirel yaklaşanların görüş bildirme tarzıydı ve tabii hiç hoş karşılanmazdı. (sh. 254)
Notlarımıza devam edelim:
“Yenilikçilerin, desteğini kazanmak istediği isimlerden biri de o sırada Fazilet Partisi İstanbul İl Başkanlığı görevini yürütmekte olan Numan Kurtulmuş’tur.
Konuyla ilgili daha önce yapılan temaslar sonuçsuz kalınca, Tayyip Erdoğan, kendisinden nihai bir görüşme talep eder. İstanbul’da Denge Şirketi’nde bir araya gelirler.
Numan Kurtulmuş, gelenekçilerle birlikte hareket etme konusunda kararlıdır ve kararını hiçbir şekilde değiştirmeyeceğini söyler.” (sh. 263)
Tayyip Erdoğan’ın gelişimini üç aşağı beş yukarı bütün Türkiye gibi biz de takip ettik. Kendisine uygulanan haksızlıkları yakinen tüm Türkiye’nin bildiği gibi biliyorum. Türkiye halkının önemli bir kesiminin kendisini sevdiği bir vakıa. Fakat şunu dile getirmek haksızlık olmaz herhalde. Kitap okuyucu açısından hiç sıkmadan ilerler. Fakat bir liderin doğuşunu, sanki sahabe hayatını anlatır gibi anlatması bana göre bir handikap. Fakat buna rağmen Tayyip Erdoğan yakın geçmişini tekrar okumak faydalı olur diyenlere tavsiye ederim.
Yayınevi: Meydan
Yazarları: Hüseyin Besli ve Ömer Özbay
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 08/12/2010 - İstanbul
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yaşamının önemli bir kesiti 'Bir Liderin Doğuşu: Recep Tayyip Erdoğan' adıyla kitaplaştırıldı. Meydan Yayınevinden piyasaya çıkan kitap Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yaşamındaki yol arkadaşlarından AK Parti İstanbul milletvekili Hüseyin Besli ile Şair-Yazar Ömer Özbay tarafından kaleme alındı. Kitapta Başbakan'ın gençlik yıllarından başlayarak Başbakanlık koltuğuna oturduğu güne kadar geçen siyasi yaşamı ele alınmıştır. Ayrıca ilk kez yayınlanan resim ve belgelerle zenginleştirilmiştir.
İrfan'ın Notu:
Kitapta ilgimi çeken birkaç notu paylaşmak istiyorum:
Bir kaza sonrası (Tayyip Öncesi): "Hastaneye vardığımızda, bir hastabakıcı: Emekli sandığımı, SSK mı diye sordu. SSK'lıyız deyince: Biz bakamayız, dedi. SSK hastanesine gideceksiniz. Ambulans bizi SSK hastanesine getirip bıraktı." (Sh. 36)
Şu anki sağlık sistemini, eczanelerden ilaç alımı sistemini düşündüğünüzde, o gün kaza da yapsanız ayrım yapıldığından dolayı yolda da ölebilirdiniz. Ve ben bunu büyük bir kazanım olarak buluyorum.
Yine Tayyip öncesi bir not: "Toplantıya katılan üyelerin tamamı söz alır, fakat bir sonuca varılamaz. Saat 20.00 sıralarında, Özdemir Bayraktar'ın teklifiyle, konu üzerinde görüş birliği sağlanıncaya kadar toplantıya devam etme kararı alınır ve ikinci tur görüşmelere başlanır" (sh.95)
Burda da yine görüyoruz ki Özellikle Kıbrız müzakerelerinden hatırladığım kadarı ile sonuç alınıncaya kadar toplantılar devam etmeli.
Erbakan'ın bilinen yüzüne örnek teşkil edilecek bir başka not: "Tayyip Erdoğan'ın, Genel merkezi endişeye sevk eden uygulamalardan biri ve belki de en önemlisi, İstanbul İl yönetiminde parti içi demokrasiyi sağlamış olmasıydı. Bu uygulamanın diğer il teşkilatları tarafından örnek alınması ve yaygınlık kazanması ihtimali Genel Merkez'in yönetim anlayışına ve Hoca'nın tartışılmaz otoritesine yöneltilmiş bir tehdit olarak algılanıyordu. Çünkü, Parti'nin (Refah Partisi, İ.K.) merkez liderliği, politik liderlikten çok nomenklatura bir hüviyete sahipti, kapalı, buyurgan ve seçkinciydi. Mutlak itaat dışında başka bir ilişki biçimine iyi gözle bakmadığı gibi, buna yeltenenleri de en ağır biçimde itham etmekten kaçınmazdı." (Sh. 97)
Numan Kurtulmuş'un başına gelenleri gördüğümüzde, bunu hiç kanıksamadığımı söyleyebilirim.
Hocanın diktatörlüğüne bir delil daha: "Hoca otoriter bir insandı, liderliği ise tartışılmaz... Sözünün üstüne kimse söz söyleyemezdi. Toplantılarda Hoca, herkes fikrini söylesin dediği zaman üç türlü görüş bildirme şekli vardı. Birincisi: Hocanın o konuda ne düşündüğünü bilir ya da tahmin eder, ona göre konuşur ve aferin alırdı. İkincisi: Hocadan sonra ancak konuşur ve onun dediklerini tekrarlar. Üçüncüsü ise: Hiç konuşmazdı. Dördüncü bir şık daha vardı ama riskliydi. Benim gibi, Tayyip bey gibi eleştirel yaklaşanların görüş bildirme tarzıydı ve tabii hiç hoş karşılanmazdı. (sh. 254)
Notlarımıza devam edelim:
“Yenilikçilerin, desteğini kazanmak istediği isimlerden biri de o sırada Fazilet Partisi İstanbul İl Başkanlığı görevini yürütmekte olan Numan Kurtulmuş’tur.
Konuyla ilgili daha önce yapılan temaslar sonuçsuz kalınca, Tayyip Erdoğan, kendisinden nihai bir görüşme talep eder. İstanbul’da Denge Şirketi’nde bir araya gelirler.
Numan Kurtulmuş, gelenekçilerle birlikte hareket etme konusunda kararlıdır ve kararını hiçbir şekilde değiştirmeyeceğini söyler.” (sh. 263)
Tayyip Erdoğan’ın gelişimini üç aşağı beş yukarı bütün Türkiye gibi biz de takip ettik. Kendisine uygulanan haksızlıkları yakinen tüm Türkiye’nin bildiği gibi biliyorum. Türkiye halkının önemli bir kesiminin kendisini sevdiği bir vakıa. Fakat şunu dile getirmek haksızlık olmaz herhalde. Kitap okuyucu açısından hiç sıkmadan ilerler. Fakat bir liderin doğuşunu, sanki sahabe hayatını anlatır gibi anlatması bana göre bir handikap. Fakat buna rağmen Tayyip Erdoğan yakın geçmişini tekrar okumak faydalı olur diyenlere tavsiye ederim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)