Kitabın Adı: Haliç’de Yaşayan Simonlar, Dün Devlet Bugün Cemaat
Yayınevi: Angora
Yazarı: Hanefi Avcı
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 09/12/2010 – Antalya-İstanbul Uçağı
İlk önce internetten aldığımız bir alıntıyı alalım:
Hanefi Avcı, meslek hayatına 1976 yılında Mut ilçe Emniyet Komiserliği görevi ile başladı. Daha sonra İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü, KOM Dairesi Başkanlığı ve Edirne Emniyet Müdürlüğü görevlerinde bulundu. Avcı, halen Eskişehir Emniyet Müdürü olarak göre yapmaktadır. 2006 yılında TASAM’ın Stratejik Vizyon Sahibi Bürokrat Ödülü’nü kazanmıştır. Avcı, Emniyette teknik-elektronik istihbaratın kurucusu olarak bilinir
Kitap iki bölümden oluşuyor. Devlet başlıklı ilk bölümde, yıllarca devlete hizmet etmiş bir güvenlik görevlisi olarak geçirdiği fikirsel dönüşümü, bu dönüşüme neden olan olayları okurlarla paylaşıyor. Bu fikirsel dönüşümün sonucunda Avcı artık, uzun yıllar mücadele ettiği, sisteme muhalif grupların demokratik ve sağlıklı bir sistemin olmazsa olmazı olduğuna, farklı fikir ve düşüncelerin topluma zarar değil, ancak bir zenginlik katacağına, güvenlik sorununa indirgenen Kürt sorununun ancak demokratik hak ve özgürlükler alanının genişletilerek siyasi yollarla çözümlenebileceğine ve ordunun batılı ülkelerde olduğu gibi siyasetin dışında kalarak güçlü bir ordu olabileceğine inandığını açık yüreklilikle ifade ediyor. Avcı, bu kitabı yazmaktaki önemli amaçlarından birinin, böyle köklü bir değişim yaşamasına neden olan mesleki tecrübelerini aktararak, çok geniş bir kriminal yelpazede çalışmış olmanın verdiği donanımla kendinden sonra geleceklere yol göstermek olduğunu belirtiyor.
Cemaat başlıklı ikinci bölümde ise Avcı devletin çeşitli kurumlarına nüfuz etmiş cemaat yapısının son zamanlarda meydana gelen olaylardaki (özel yetkili mahkemelerin sürdürdüğü tahkikatlardan, telefon dinlemelerine, vs.) rolünü ortaya koyuyor. Cemaatin polis, ordu, MİT, jandarma, yargı ve diğer devlet kurumları içerisinde ayrı bir hiyerarşik örgütleme kurarak ve bu teşkilatların sistemlerini bozarak çalışmalarını engellediğinden, üstüne üstlük bu teşkilatların personeli arasında ayrım, güvensizlik ve düşmanlık yaratarak kurumları içerden ve tamir olunmaz biçimde yaraladığından bahsediyor. Bugün özellikle özel yetkili mahkemelerce yürütülen tahkikatların, arka planda cemaatin talimatı ile Emniyet İstihbarat Şubesindeki unsurları ve cemaate bağlı savcılar desteği ve zorlaması ile yürütüldüğüne, yürütülürken hukuksuz işlemlerin yapıldığına dair ciddi emareler olduğunu iddia ediyor. Tüm bu iddialarını, delilleriyle sağlam bir zemin üzerine inşa ediyor.
Kitap ile ilgili ilginç olduğuna inandığım notları paylaşayım:
“Ben aslında bu psikolojiyi tanıyorum. Bir örgüte, ideolojik bir gruba ya da bir cemaate bağlandınmı, kişisel iradeni ve özgürlüğünü kaybedip o grubun liderliğinin iradesine kendini teslim ediyorsun. Yanlış ya da doğru bir şey kalmıyor, grubun amaçları her şeyi belirliyor, hak da adalet de izafi hale geliyor. Tıpkı Simon’daki gibi ideoloji karşısında gördüğün ya da bildiğin değil, sana anlatılan doğrudur, böyle bir ruh halinde haksızlığa uğradığını düşündüğün kardeşini bile korumazsın. Bugün de aslında geçerli olan durum bu. Ben içinde bulunduğum tarafın hak, adalet, iyilik, güzellik diyerek Simonlaşmayacağını zannediyordum, o yanlışa düşmek başkalarına mahsustu, bizde böyle bir şey sözkonusu bile olmaz sanıyordum, maalesef yanılmışım. Şunu artık bilmeliyiz ki karşımızda arkadaşlarımız, meslektaşlarımız yok, bir ideolojiye, bir gruba bağlanmış, o grubun disiplinine tabi olmuş örgüt mensupları var. Artık bunu kabullenmeliyiz.” (sh. 526)
“Bence olaylar tam olarak şu şekilde gelişiyor: Daha önceden temin edilmiş, muhtelif elemanları vasıtasıyla toplanmış askeri evraklar önce cemaatin imamları tarafından inceleniyor, sonra polisin ve hukukçuların imamları organizesinde bazı savcılar ve polislerin katıldığı toplantılarda plan yapılıyor, ardından dökümanda adı geçen kişi ve olaylar araştırılmaya başlanıyor. İstihbarat birimi bu olayı gizlice soruşturmaya, dinleme ve izleme faaliyetlerine başlıyor, toplanan bilgiler ışığında nasıl bir operasyon yapılacağı planlanıyor. Seçilen dökümanlar ya bir aramada nerde bulunması gerekiyorsa oraya konularak ya da meçhul bir kişi tarafından gönderilmiş gösterilerek sahte ihbarlarla ya da basında belli çevrelere verilip bu konuda haber yapılması sağlanarak meşru hale getiriliyor. En sonunda da bu kişiler belgeleri savcılıklara teslim edince hukuki hale gelmiş oluyor.” (sh. 531)
“… Bu olay hakkında hiçbir bilgiye sahip değilim ama bu şekilde olduğundan da hiç tereddüdüm yok, zira bunu gerçekleştirebilecek başka hiçkimse yoktur. Eğer ciddi olarak araştırılırsa iki telefondan bir tanesinin Emniyet tarafından dinlenmeye alındığı ortaya çıkacaktır.” (sh. 545)
Buradaki yazdıkları ile büyük bir güvenilirlik sarsıntısı oluşturuyor Hanefi Avcı. Ne demek “hiçbir bilgiya sahip değilim ama bu şekildedir. Hiçbir bilgiye sahip değilsen susmak ve o konuda yorum yapmamak daha doğru bir tutum olsa gerek.
İrfan’ın yorumu: Hanefi Avcı tutuklandığında bu konu ile ilgili kanaatimi yazmıştım (http://irfankavak.blogspot.com/2010/09/bir-seyler-ters-ama-nedir-hanefi-avc.html) ve nötr yaklaşmıştım. Rasim Ozan Kütahyalı’nın ve Ali Bayramoğlu’nun kanaatlerini daha doğru buluyorum. Kitap sanki ilk bölümü bittiğinde bitmiş gibiydi, ikinci bölüm yayınlanarak bitmiş aşa su katılmış izlenimi veriyor. İlginç iddialar var ve en enteresanı Cemaat olarak tasvir ettiği Fethullah Gülen camiasını büyük bir güç olarak vehmetmesi ve bütün olayları nerede ise oraya yıkması. Bu açıkçası pek inandırıcı gelmiyor. Kitabın birinci bölümünde gerçekten çok güzel tesbitler var, bir çok insanın da katılabileceği devlet eleştirisi ve örgütleri anlamaya yönelik eleştiriler kayda değer özelliklerde. Fakat ikinci bölümde cemaati öyle bir hale getiriyor ki nerdeyse ilah seviyesine çıkartıyor. Burada ilah seviyesine çıkartmaktan kastım, cemaatten habersiz hiçbir şey olamazmış, her şeyi görürmüş tavrı dolayısıyladır. Birinci bölümdeki tesbitler önemli ama aynı derece ikinci bölümdeki cemaat ve gücü ile ilgili tesbitleri zorlama gibi geliyor. Bu sebebten ötürü Şamil Tayyar’ın “Çelik Çekirdek” kitabı ile Mehmet Baransu’nun “Mösyö” kitaplarını da bir fikir vermesi açısından okumayı düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder