Kitabın Adı: Jerusalem
Yazarı: Markar Esayan
Kitabı okumayı bitiriş: 16 ŞUBAT 2016 / Salı
Kitapla ilgili Markar Esayan'ın Sabah gazetesinde yayınlanan röportajı:
Yazarı: Markar Esayan
Kitabı okumayı bitiriş: 16 ŞUBAT 2016 / Salı
Kitapla ilgili Markar Esayan'ın Sabah gazetesinde yayınlanan röportajı:
Markar Esayan'ın son romanı Jerusalem, Timaş Yayınları tarafından yayımlandı.
Esayan kitapta, çocukluğuna dair bir anıdan yola çıkarak çocukluğun bütün hayatı şekillendiren travmalarını ele alıyor.
Annesi Türk, babası Ermeni olan küçük bir çocuk... Kendi rızası alınmadan Kudüs'teki bir yatılı Ermeni okuluna gönderilir. Küçücük yaşında yuvasından koparılır, küçücük kalbi yalnızlığıyla tanışır. Ayrılığın acısını derinden hissederken, kişiliğinin farklı yönlerini keşfeder ve sıkı dostluklar kurar.
Kitapta anlatılan kişi bir çocuk, evet, ama yazarın hikayeyi ele alış biçimi konuyu bütün zamanlarla ve insanlarla ilgili hale getiriyor.
Kahramanımız, bir zamanlar onunla aynı okula gönderilmiş olan Esayan olmaktan çıkıyor, 'biz' oluyor. Bu haliyle roman yaşadığımız kimi toplumsal travmaların kaynağını açıklıyor: "Anne babasından sağlıklı bir şekilde kopamamış, büyümekte zorlanan bir topluma benziyor bizimkisi."
Esayan bu romanı yazmaya 11-12 yıl önce başlamış ama bir türlü tamamlayamamış.
Ancak geçtiğimiz yıl, pankreas kanserine yakalanan annesinin başında beklerken toplayabilmiş çocukluğuyla yüzleşme cesaretini. Ve fakat; kitap boyunca sevgi dolu sözcüklerle söz ettiği anneciği kitap bitmeden ölmüş; görememiş Markar'ın bu yüzleşmesini.
Esayan, kitabının pedagojik açıdan da önemli olduğunu düşünüyor.
Kitabını okuyan ebeveynlerin, 'çocukları insanlaşmaya aday ayrı bir varlık olarak görmekten vazgeçecekleri' konusunda umutlu.
- Sizin hikayeniz mi bu anlattığınız? - Hayır, otobiyografik bir roman değil bu. Benim hayatımla örtüşen tarafları var ama tamamen otobiyografik bir öykü değil.
- Ne demek oluyor bu? Hayatınızdan ilham aldınız ama onu anlatmadınız mı? - Doğrudan kendi hayatınızı yazmaya karar verebilir ve yazarken biraz estetize edersiniz. Benim yaptığım bu değil. Ben oradan esinlenerek bir kurgu roman yazdım.
- Tamam da niye özellikle o hikayeden esinlendiniz? - Çünkü bu aslında evrensel ve hayati bir hikaye. Ayrılık... Küçük yaşta aileden kopma, yaşanan travmalar... Ayrılık teması edebiyatın özüdür. Kutsal kitaptaki cennetten kovulma sahnesini hatırlayın.
- Ama aynı zamanda kavuşmaktan ve arzulamaktan da söz ediyor kitabınız. - Bu ikisi birbirini tamamlayan şeyler. Bir geriye dönüş, yuvaya dönüş, cennete dönüş, rahme dönüş, vatana dönüş... Kitabın ana temalarından birisi de bu elbette. Aşk, sevgiliye dönüş, Allah'a dönüş. Hep bir dönüş var. Bir yerde bir mükemmellik vardır. Biz başta onun içerisinde bir şekilde yer almışızdır, oradan doğmuşuzdur. Ama o bizden alınmıştır. Buna ayrılık deriz.
- Onu özleriz! - Ve eylemlerimiz oraya dönmek üzerinde şekillenir. Bütün yapıp etmelerimiz harını ordan alır. Ama bu durum aynı zamanda çok nevrotik bir şeydir. Çünkü aslında, belki de oraya dönemeyeceğiz. Ya da döndüğümüz yer ayrıldığımız yer olmayacak.
- Ayrılan kişilerle dönen kişiler de aynı olmayacak. - Evet, hikaye bu.
ROMAN KENDİSİNİ YAZMAMI İSTEDİ - Üçüncü romanınız bu. Diğer ikisinden önce başlayıp sonra bitirdiğiniz. Anladığım kadarıyla bir tür hesaplaşmaydı sizi bu romanı yeniden ele alıp bitirmeye zorlayan... - Haklısınız. 11-12 yıllık bir hikaye bu. Ama öte yandan romanın ele aldığı temel sorunun önemini de bu süre içerisinde anladım. Çok özel bir ilişkimiz oldu romanın hikayesiyle. Yüreğime kelimelerin teker teker damlamasını ve zamanı geldiğinde 'Artık beni yaz!' demesini bekledim.
- Nasıl geldi o zaman? - Geçen yıl annemi kaybettim. Annem pankreas kanseri oldu ve aniden hastalandı. 10 ay kadar bir mücadelemiz oldu hastalıkla. O süreçte ben romanı kaldığı yerden tekrar yazmaya başladım.
- Hatıralar geri geldi demek ki. - Evet! Bütün o çocukluktaki bastırdığımız, bastırmaya çalıştığımız o bütün canavarlar, bütün o kahramanlar geri geliyor.
- Romanınızın kahramanı 'büyüyünce Atatürk olmak isteyen' bir çocuk!.. - Enteresan değil mi? Bir Taraf gazetesi yazarının roman kahramanının Atatürk olmak istemesi. Valla, açıkçası benim bununla ilgili bir derdim yok. Tek derdim: Tarihin bütün yüklerinden arındırılması ve objektif bir dille ele alınması. Kutsallaştırılmadan ama değerini vermekten de kaçınılmadan anlaşılması.
'TANRI-YAZAR'LARI SEVMİYORUM - Roman kahramanınızın bir adı yok... - Üç romanımda da izlediğim ve inandığım bir usul var. Ben 'tanrı-yazar'a karşıyım. Bence yazar romanın içerisinde mümkün olduğu kadar yok olmalıdır. Bu postmodern romanın da önemsediği bir şey.
- Edebi akımların da ötesinde çok insani bir şey. - Didaktik, herşeye müdahale eden, satırlar arasından okuyucuya parmağını gösteren yazarlardan haz etmiyorum. Okurken de yazarken de sevmiyorum bu tarzı. Dolayısıyla romanımda da dikkatli davrandım. Açılış şartlarını ve karakterlerimi oluşturduktan sonra romanı onlarla birlikte yazdık. Onların tercih ve karakterlerinin romanda yer almasını önemsedim.
- Karakterin adsız olması, aynı zamanda bir kimlik krizine de karşılık gelmiyor mu bu durumda? - Ben aslında önceleri isim vermeyi düşündüm. Birkaç öneri hazırlayıp üzerinde düşündüm ama olmadı. Kahramanım, o isimleri kabul etmedi. Bunu da romandaki mahremiyeti korumak için yaptı.
- Türkiye'deki bazı sosyologlar mahrem teorileri attılar ortaya. İşte 'şimdi kuruldu', 'şimdi geldi', 'şimdi de göç ediyor' filan dediler. Onlardan mı etkilendiniz? - Ben açıkçası mahremin her zaman olduğuna ve hiçbir zaman bir yerlere gönderilemeyeceğine inananlardanım. Mahrem sonuçta insanın kendi kişiliğiyle ilgili. Dünyada 7 milyar insan var ve bunların hepsi ayrı birer 'mikrokozmoz.' Mahrem de bunun ana kuralı zaten.
Esayan kitapta, çocukluğuna dair bir anıdan yola çıkarak çocukluğun bütün hayatı şekillendiren travmalarını ele alıyor.
Annesi Türk, babası Ermeni olan küçük bir çocuk... Kendi rızası alınmadan Kudüs'teki bir yatılı Ermeni okuluna gönderilir. Küçücük yaşında yuvasından koparılır, küçücük kalbi yalnızlığıyla tanışır. Ayrılığın acısını derinden hissederken, kişiliğinin farklı yönlerini keşfeder ve sıkı dostluklar kurar.
Kitapta anlatılan kişi bir çocuk, evet, ama yazarın hikayeyi ele alış biçimi konuyu bütün zamanlarla ve insanlarla ilgili hale getiriyor.
Kahramanımız, bir zamanlar onunla aynı okula gönderilmiş olan Esayan olmaktan çıkıyor, 'biz' oluyor. Bu haliyle roman yaşadığımız kimi toplumsal travmaların kaynağını açıklıyor: "Anne babasından sağlıklı bir şekilde kopamamış, büyümekte zorlanan bir topluma benziyor bizimkisi."
Esayan bu romanı yazmaya 11-12 yıl önce başlamış ama bir türlü tamamlayamamış.
Ancak geçtiğimiz yıl, pankreas kanserine yakalanan annesinin başında beklerken toplayabilmiş çocukluğuyla yüzleşme cesaretini. Ve fakat; kitap boyunca sevgi dolu sözcüklerle söz ettiği anneciği kitap bitmeden ölmüş; görememiş Markar'ın bu yüzleşmesini.
Esayan, kitabının pedagojik açıdan da önemli olduğunu düşünüyor.
Kitabını okuyan ebeveynlerin, 'çocukları insanlaşmaya aday ayrı bir varlık olarak görmekten vazgeçecekleri' konusunda umutlu.
- Sizin hikayeniz mi bu anlattığınız? - Hayır, otobiyografik bir roman değil bu. Benim hayatımla örtüşen tarafları var ama tamamen otobiyografik bir öykü değil.
- Ne demek oluyor bu? Hayatınızdan ilham aldınız ama onu anlatmadınız mı? - Doğrudan kendi hayatınızı yazmaya karar verebilir ve yazarken biraz estetize edersiniz. Benim yaptığım bu değil. Ben oradan esinlenerek bir kurgu roman yazdım.
- Tamam da niye özellikle o hikayeden esinlendiniz? - Çünkü bu aslında evrensel ve hayati bir hikaye. Ayrılık... Küçük yaşta aileden kopma, yaşanan travmalar... Ayrılık teması edebiyatın özüdür. Kutsal kitaptaki cennetten kovulma sahnesini hatırlayın.
- Ama aynı zamanda kavuşmaktan ve arzulamaktan da söz ediyor kitabınız. - Bu ikisi birbirini tamamlayan şeyler. Bir geriye dönüş, yuvaya dönüş, cennete dönüş, rahme dönüş, vatana dönüş... Kitabın ana temalarından birisi de bu elbette. Aşk, sevgiliye dönüş, Allah'a dönüş. Hep bir dönüş var. Bir yerde bir mükemmellik vardır. Biz başta onun içerisinde bir şekilde yer almışızdır, oradan doğmuşuzdur. Ama o bizden alınmıştır. Buna ayrılık deriz.
- Onu özleriz! - Ve eylemlerimiz oraya dönmek üzerinde şekillenir. Bütün yapıp etmelerimiz harını ordan alır. Ama bu durum aynı zamanda çok nevrotik bir şeydir. Çünkü aslında, belki de oraya dönemeyeceğiz. Ya da döndüğümüz yer ayrıldığımız yer olmayacak.
- Ayrılan kişilerle dönen kişiler de aynı olmayacak. - Evet, hikaye bu.
ROMAN KENDİSİNİ YAZMAMI İSTEDİ - Üçüncü romanınız bu. Diğer ikisinden önce başlayıp sonra bitirdiğiniz. Anladığım kadarıyla bir tür hesaplaşmaydı sizi bu romanı yeniden ele alıp bitirmeye zorlayan... - Haklısınız. 11-12 yıllık bir hikaye bu. Ama öte yandan romanın ele aldığı temel sorunun önemini de bu süre içerisinde anladım. Çok özel bir ilişkimiz oldu romanın hikayesiyle. Yüreğime kelimelerin teker teker damlamasını ve zamanı geldiğinde 'Artık beni yaz!' demesini bekledim.
- Nasıl geldi o zaman? - Geçen yıl annemi kaybettim. Annem pankreas kanseri oldu ve aniden hastalandı. 10 ay kadar bir mücadelemiz oldu hastalıkla. O süreçte ben romanı kaldığı yerden tekrar yazmaya başladım.
- Hatıralar geri geldi demek ki. - Evet! Bütün o çocukluktaki bastırdığımız, bastırmaya çalıştığımız o bütün canavarlar, bütün o kahramanlar geri geliyor.
- Romanınızın kahramanı 'büyüyünce Atatürk olmak isteyen' bir çocuk!.. - Enteresan değil mi? Bir Taraf gazetesi yazarının roman kahramanının Atatürk olmak istemesi. Valla, açıkçası benim bununla ilgili bir derdim yok. Tek derdim: Tarihin bütün yüklerinden arındırılması ve objektif bir dille ele alınması. Kutsallaştırılmadan ama değerini vermekten de kaçınılmadan anlaşılması.
'TANRI-YAZAR'LARI SEVMİYORUM - Roman kahramanınızın bir adı yok... - Üç romanımda da izlediğim ve inandığım bir usul var. Ben 'tanrı-yazar'a karşıyım. Bence yazar romanın içerisinde mümkün olduğu kadar yok olmalıdır. Bu postmodern romanın da önemsediği bir şey.
- Edebi akımların da ötesinde çok insani bir şey. - Didaktik, herşeye müdahale eden, satırlar arasından okuyucuya parmağını gösteren yazarlardan haz etmiyorum. Okurken de yazarken de sevmiyorum bu tarzı. Dolayısıyla romanımda da dikkatli davrandım. Açılış şartlarını ve karakterlerimi oluşturduktan sonra romanı onlarla birlikte yazdık. Onların tercih ve karakterlerinin romanda yer almasını önemsedim.
- Karakterin adsız olması, aynı zamanda bir kimlik krizine de karşılık gelmiyor mu bu durumda? - Ben aslında önceleri isim vermeyi düşündüm. Birkaç öneri hazırlayıp üzerinde düşündüm ama olmadı. Kahramanım, o isimleri kabul etmedi. Bunu da romandaki mahremiyeti korumak için yaptı.
- Türkiye'deki bazı sosyologlar mahrem teorileri attılar ortaya. İşte 'şimdi kuruldu', 'şimdi geldi', 'şimdi de göç ediyor' filan dediler. Onlardan mı etkilendiniz? - Ben açıkçası mahremin her zaman olduğuna ve hiçbir zaman bir yerlere gönderilemeyeceğine inananlardanım. Mahrem sonuçta insanın kendi kişiliğiyle ilgili. Dünyada 7 milyar insan var ve bunların hepsi ayrı birer 'mikrokozmoz.' Mahrem de bunun ana kuralı zaten.
EDEBİYATTA BİR MAHREM SINIRI OLMALI - Ama şöyle de bir çelişki de yok mu? Bazıları 'mahremin açıklanması'nı romanın doğuş ve varoluş sebebi olarak görür. 'Evlerin çatılarını kaldırıp içine bakmak...' Oysa siz romanınızın içinde yeni mahremler kurmaktan söz ediyorsunuz. - Mahremiyeti porno kavramından yola çıkarak da açıklayabiliriz. İnsanlar hem yalnız yaratıklardır hem de yalnızlıkla savaşan varlıklardır. Sanatın da doğal itkisi içini açmaktır. Yalnızlığını paylaşmak, yalnızlığını paylaşarak çoğalmaktır. İnsan içini dökmek ister. O yüzden resim yapar, müzik yapar, anlatır, roman yazar. Diğer insanlar da öyle; kendimizi açmaya çalışarak yaşıyoruz. Burası önemli ama burda dahî bir mahrem sınırı olması gerekir. Çünkü mahrem bizim varlığımızın, özgünlüğümüzün, tekliğimizin sığındığı bir yer. Onun tamamen açılması ve her şeyin gösterilmesi işi bir pornoya dönüştürür. Farklılıkları eritip tektipleştirme olur. Durmamız gereken bir yer var. Ben bunun iyi ve gerekli bir şey olduğunu düşünüyorum.
İrfan'ın Yorumu:
Yıllardır ülkemizde var olan Ermeni sorununa farklı bakış getiren ve iki tarafı da anlama kaygısı güden bir yazar vardı. Tam bir Anadolu çocuğu olan Hrant Dink bir suikast sonucu öldü. Onu dinlediğinizde bir Ermeni vatandaşdan çok bir Anadolu insanını dinliyor ve içiniz ısınmıyor değildi. İşte aynı damarın diğer ferdi olarak gösterebileceğimiz Markar Esayan da öyle. Kitabı çıktığında merakla alıp okumaya başladım. Çok cana yakın, içten, romanında bile kırıp dökmeden soruları, sorunları ve arayışları olan çocuk kahramanın çocukca, masumca arayışlarını güzel bir dille anlatan romanı tavsiye ederim. Hele Kudüs'deki müslüman aile ve Ermeni çocukların ilişkilerini anlatan ve Ekrem'in tarihi dokuları bir tarihçi edasıyla anlatması, Osmanlı'nın oradaki dokunuşlarını belirtmesi... Takdire şayan....