Ahmet Altan / Taraf Gazetesi / 15-04-2011
Sen ki !
Oturduğum yerden baktığımda, karşımda Ayasofya ile Sultanahmet Camii’ni görüyorum.
Biri, klasik Yunan ve Roma kültüründen süzülmüş Hıristiyan bir imparatorluğun, diğeri geniş bir coğrafyanın dört bir yanından izler taşıyan Müslüman bir imparatorluğun mabedi.
Mirasçıları olduğumuz Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarının bize bıraktığı iki görkemli yapı.
Bin beş yüz yıllık bir medeniyete bakıyor pencerem.
Sandaletlerine altından kartallar işlenmiş erguvan rengi harmaniyeli Bizans imparatorları da, inci işlemeli kavukları, samur kaftanlarıyla Osmanlı padişahları da benim baktığım kıyılarda gezindi.
Yunan filozoflarını doğurmuş İyonya da benim toprağım, Mevlana’yı dünyaya armağan eden Konya da benim toprağım.
Homeros’un anlattığı Truva da benim toprağım, Evliya Çelebi’nin anlattığı Anadolu da benim toprağım.
Hazreti Meryem Efes’teki kulübedeydi.
Anibal bu topraklarda öldü.
Yunus burada doğdu, Pir Sultan burada can verdi.
Cihanın dört bir yanına dağılan dinler, yeryüzüne ayak izlerini bırakan kavimler buradan geçti.
Trabzon’daki Rum kilisesi, Van’daki Ermeni şapeli, Sıvas’taki Selçuklu camii, İstanbul’daki Yahudi sinagogu benim.
Cenevizliler Galata Kulesi’nin dibinde yaşıyordu, Barbaros gemilerini buraya yanaştırıyordu.
Ermeniler, Kürtler, Rumlar, Romalılar, Moğollar, Acemler, Araplar, Türkler bu topraklarda at koşturdu.
Dionysos ayinleri bu topraklarda yapıldı.
Ahiler bu topraklarda oturdu.
Semazenler bu topraklarda döndü.
Bektaşiler bütün âleme buradan güldü.
İncil’i İznik’te temize çektiler.
Kur’an’ı hattın en güzeliyle burada yazdılar.
Bahçelerinde asmalı çardaklar olan zaviyelerde tasavvufun derinliklerine daldılar.
Tekkelerde kendilerinden geçerek zikrettiler.
Şeyh Galip, şiirinin sesini burada buldu.
İsyanları gördük, savaşları gördük, cellatları gördük, canileri gördük, korsanları gördük, şairleri gördük, evliyaları gördük, velileri gördük, imparatorları gördük, padişahları gördük, düşmanlığı ve dostluğu gördük, efsaneleri ve gerçekleri gördük.
Sen, bu geçmişin çocuğusun.
Ruhunda, bütün cihanın ruhunu taşıyorsun.
Sesinde, bu seyyarenin sesi var.
Homeros seni anlattı, Yunus seni söyledi.
Şöyle bir başını kaldırıp baktığında binlerce yılı görüyorsun.
Kökleri binlerce yıla uzanmış, her bir dalında başka bir dinin, başka bir mezhebin, başka bir kavmin çiçeklerinin açtığı büyük bir ağaç gibisin.
Kimse sana yabancı değil.
Sen kimseye yabancı değilsin.
Kiliselerin çan sesleri de yankılandı bu topraklarda, müminleri her biri başka makamda Allah’ın huzuruna çağıran ezanlar da...
Kılıç şakırtılarını, top seslerini, en güzel şarkıları, en içten ayinleri bu topraklarda duydun.
Nasrettin’le güldün, Şeyh Bedrettin’le ağladın.
Zındık şeyhülislamlar, gizlice ibadet eden günahkârlar gördün.
Yaratılanı Yaratan’dan ötürü seven bir geçmişten geldin.
Sen, bu tarihin çocuğusun.
Meydan okumak yakışmaz sana.
Sen, meydan okunacak olansın.
Övünmek yakışmaz sana.
Sen, övülecek olansın.
Sen, “toprak vatanım, nev-i beşer milletim” diyen şairin çocuğusun.
Dünya senin vatanın, insanlar senin milletin. Dininle, dilinle, inancınla, tevekkülünle, bu dünyanın kulu ve efendisisin, ne başkasını kendinden, ne kendini başkasından ayırırsın.
Sen ki bu geçmişin çocuğusun...
Hüzün kadar vakar yaraşır sana, tevekkül kadar tevazu yaraşır.
Sen ki bu geçmişin çocuğusun, ne başını eğersin, ne başları eğdirirsin.
Dünya vatanın senin, insanlar kardeşin.
Çünkü sen bu geçmişin çocuğusun.
Sen ki !
Oturduğum yerden baktığımda, karşımda Ayasofya ile Sultanahmet Camii’ni görüyorum.
Biri, klasik Yunan ve Roma kültüründen süzülmüş Hıristiyan bir imparatorluğun, diğeri geniş bir coğrafyanın dört bir yanından izler taşıyan Müslüman bir imparatorluğun mabedi.
Mirasçıları olduğumuz Doğu Roma ve Osmanlı imparatorluklarının bize bıraktığı iki görkemli yapı.
Bin beş yüz yıllık bir medeniyete bakıyor pencerem.
Sandaletlerine altından kartallar işlenmiş erguvan rengi harmaniyeli Bizans imparatorları da, inci işlemeli kavukları, samur kaftanlarıyla Osmanlı padişahları da benim baktığım kıyılarda gezindi.
Yunan filozoflarını doğurmuş İyonya da benim toprağım, Mevlana’yı dünyaya armağan eden Konya da benim toprağım.
Homeros’un anlattığı Truva da benim toprağım, Evliya Çelebi’nin anlattığı Anadolu da benim toprağım.
Hazreti Meryem Efes’teki kulübedeydi.
Anibal bu topraklarda öldü.
Yunus burada doğdu, Pir Sultan burada can verdi.
Cihanın dört bir yanına dağılan dinler, yeryüzüne ayak izlerini bırakan kavimler buradan geçti.
Trabzon’daki Rum kilisesi, Van’daki Ermeni şapeli, Sıvas’taki Selçuklu camii, İstanbul’daki Yahudi sinagogu benim.
Cenevizliler Galata Kulesi’nin dibinde yaşıyordu, Barbaros gemilerini buraya yanaştırıyordu.
Ermeniler, Kürtler, Rumlar, Romalılar, Moğollar, Acemler, Araplar, Türkler bu topraklarda at koşturdu.
Dionysos ayinleri bu topraklarda yapıldı.
Ahiler bu topraklarda oturdu.
Semazenler bu topraklarda döndü.
Bektaşiler bütün âleme buradan güldü.
İncil’i İznik’te temize çektiler.
Kur’an’ı hattın en güzeliyle burada yazdılar.
Bahçelerinde asmalı çardaklar olan zaviyelerde tasavvufun derinliklerine daldılar.
Tekkelerde kendilerinden geçerek zikrettiler.
Şeyh Galip, şiirinin sesini burada buldu.
İsyanları gördük, savaşları gördük, cellatları gördük, canileri gördük, korsanları gördük, şairleri gördük, evliyaları gördük, velileri gördük, imparatorları gördük, padişahları gördük, düşmanlığı ve dostluğu gördük, efsaneleri ve gerçekleri gördük.
Sen, bu geçmişin çocuğusun.
Ruhunda, bütün cihanın ruhunu taşıyorsun.
Sesinde, bu seyyarenin sesi var.
Homeros seni anlattı, Yunus seni söyledi.
Şöyle bir başını kaldırıp baktığında binlerce yılı görüyorsun.
Kökleri binlerce yıla uzanmış, her bir dalında başka bir dinin, başka bir mezhebin, başka bir kavmin çiçeklerinin açtığı büyük bir ağaç gibisin.
Kimse sana yabancı değil.
Sen kimseye yabancı değilsin.
Kiliselerin çan sesleri de yankılandı bu topraklarda, müminleri her biri başka makamda Allah’ın huzuruna çağıran ezanlar da...
Kılıç şakırtılarını, top seslerini, en güzel şarkıları, en içten ayinleri bu topraklarda duydun.
Nasrettin’le güldün, Şeyh Bedrettin’le ağladın.
Zındık şeyhülislamlar, gizlice ibadet eden günahkârlar gördün.
Yaratılanı Yaratan’dan ötürü seven bir geçmişten geldin.
Sen, bu tarihin çocuğusun.
Meydan okumak yakışmaz sana.
Sen, meydan okunacak olansın.
Övünmek yakışmaz sana.
Sen, övülecek olansın.
Sen, “toprak vatanım, nev-i beşer milletim” diyen şairin çocuğusun.
Dünya senin vatanın, insanlar senin milletin. Dininle, dilinle, inancınla, tevekkülünle, bu dünyanın kulu ve efendisisin, ne başkasını kendinden, ne kendini başkasından ayırırsın.
Sen ki bu geçmişin çocuğusun...
Hüzün kadar vakar yaraşır sana, tevekkül kadar tevazu yaraşır.
Sen ki bu geçmişin çocuğusun, ne başını eğersin, ne başları eğdirirsin.
Dünya vatanın senin, insanlar kardeşin.
Çünkü sen bu geçmişin çocuğusun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder