Kitabın Adı: Masumiyet Müzesi
Yayınevi: İletişim Yayınları
Yazarı: Orhan Pamuk
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 22 Nisan 2011 Cuma – İstanbul
"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum. Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi? Evet, bunun hayatımın en mutlu anı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu... (sh. 11)
İrfan’ın Notu: Evet böyle başlıyor, Orhan Pamuk'un kitabı. Orhan Pamuk'un şu ana kadar iki kitabını okudum. Kar ve İstanbul... Bu kitabı açıkçası çok başarılı bulduğumu söyleyemem. Okurken sıkıldığım anlar çok oldu. Ne zaman bitecek diye kendi kendime söylediğim anlar da... Ama buna rağmen aşk romanları içerisinde farklı bir yere sahip olduğu aşikar. En önemli olarak gördüğüm, İstanbul sosyetesinin batı hegomonyası karşısında kendilerini batılı gibi gösterebilme çabasının komik enstantaneleri olmuştur. Bununla ilgili tesbit ettiğim birkaç kısmı aşağıda alıntıladım.
Arka Kapak Yazısı:
Nobel ödüllü büyük yazarımız Orhan Pamuk’un üzerinde altı yıldır çalıştığı harikulade aşk romanı bu sözlerle başlıyor...
Masumiyet Müzesi’ni okurken yalnız aşk hakkında değil, evlilik, arkadaşlık, cinsellik, tutku, aile ve mutluluk hakkındaki bütün düşüncelerinizin derinden etkilendiğini ve kitabın rengârenk dünyasından hiç ayrılmak istemediğinizi göreceksiniz. 1975’te bir bahar günü başlayıp günümüze kadar gelen İstanbullu zengin çocuğu Kemal ile uzak ve yoksul akrabası Füsun’un hikâyesi; hızı, hareketi, olaylarının ve kahramanlarının zenginliği, mizah duygusu ve insan ruhunun derinliklerindeki fırtınaları hissettirme gücüyle, elinizden bırakamayacağınız ve yeniden okuyacağınız kitaplardan biri olacak. Ülkemizde ve dünyada milyonlarca okurun sevgi ve hayranlığını kazanmış olan, kitapları elli sekiz dile çevrilen ve her yeni romanı büyük bir merakla bütün dünyada beklenen Pamuk, okurlarına unutulmaz rüyalar gibi, akıllardan hiç çıkmayacak sarsıcı bir hikâye anlatıyor.
Kitap’dan alıntılar:
• El sıkışıp öpüştüğümüz, şakalaştığımız kişilerden başımı kaldırdığımda, aralarında tepsiler içinde kanepeler sunan garsonların gezindiği davetlilerin rahatladığını, içkinin yavaş yavaş onları gevşettiğini, kahkahaların, kıkırdamaların yükselmeye başladığını görüyordum. Kadınların hepsi, aşırı boyalı ve çok şıktı. Pek çoğu bele oturan, üst kısmı iyice açık, ince elbiseler giydiği için üşüyorlarmış gibi gözüküyorlardı. Erkeklerin çoğu, bayramlıklarını giyen çocuklar gibi düğmelerini sıkı sıkıya ilikledikleri şık beyaz takımlarını giymişler, üç-dört yıl öncenin modası kalın, iri desenli rengarenk "hippi" kravatlarının hatırasıyla, Türkiye ortalamasına göre çok renkli sayılabilecek kravatlar takmışlardı. Birkaç yıl önce dünyada yaygın olan uzun favori, yüksek topuk ve uzun saç modalarının bittiğini, belli ki Türkiye'de pek çok zengin ve orta yaşlı erkek işitmemiş ya da buna inanmamıştı. Moda diye gereğinden fazla uzatılan, uçları iyice geniş tutulan kara favoriler ve geleneksel kara bıyıklar, uzun kara saçlarla birlikte özelikle genç erkeklerin yüzlerini oldukça kara gösteriyordu. Belki de bu yüzden, kırk yaşın üstündeki erkeklerin neredeyse hepsi, seyrek saçlarına biryantin sürmüştü. Biryantin ve diğer erkek parfümlerinin kokusu, kadınların sürdüğü diğer ağır kokular, herkesin hep birlikte fazla da keyif almadan tüttürdüğü sigara dumanları ve mutfaktan gelen kızarmış yağ kokusu belli belirsiz esen bahar rüzgarıyla birleşince, bana annemle babamın ben çocukken verdiği davetleri hatırlatıyor, orkestranın (Gümüş yapraklar) geceye hazırlık olarak yarı şaka yarı ciddi çaldığı asansör müziği de bana mutlu olduğumu fısıldıyordu.
...
"Böyle görmüş geçirmiş eski aileler hiç kalmadı Kemal Bey" dedi. "Siz iş alemindesiniz, benden daha iyi bilirsiniz, her yeri yeni para kazanmış görgüsüzler, karıları, kızları başı örtülü kasabalılar sardı. Geçende gördüm, adam Araplar gibi, kara çarşaflı iki karısın arkasına takmış Beyoğlu'na çıkarmış, dondurma yediriyor... Bu kızla evlenip, onunla hayatının sonuna kadar mutlu olmaya kesin kararlı mısın bakalım?". (sh. 123-124)
Bu bölümü alıntılamamdaki gaye, yukarda da yazarın belirttiği gibi, batı kültürünü kopyala yapıştır mantığı ile hayatlarına geçirmek isteyen, maske takan fakat asli unsur olan Avrupa'lıların bütün bu özentiye rağmen bir vize için çektirdikleri romanın ilerleyen bölümlerinde görülecektir. Aşağılık kompleksi taşıyan toplumların aşağılık hallerindendir bu çarpık durum.
• Berrin'in sol kaşı züppece bir şüpheyle yukarı kalkınca, Robert Kolej'den Mehmet'in çok güvenilir bir arkadaşım ve doğru dürüst bir insan olduğunu, evet, ailesinin çok dindar ve muhafazakar olmasına rağmen görücü usulüyle evlenmeye, hatta başörtülü annesinin kendisine İstanbullu ve okumuş da olsa, bir kız bulmasına yılarca karşı çıktığını ve kendi tanışıp arkadaşlık edeceği kızlardan biriyle evlenmek istediğini anlattım. "Ama şimdilik, kendi bulduğu modern kızların hiçbiriyle olmadı bir türlü." (sh. 127)
İlginçtir, en sosyetik kızların, Avrupa'da her türlü naneyi yemesine rağmen, Türkiye'deki alışılmış kalıpları aşamamaları...
Kesin evleneceği bir erkek yoksa, onunla cinsellik noktasında ileri gitmemesi...
Eğer nişanlanmış ise, bu cinsellikten kendi ahlaki görüşlerine göre mahsur görmemesi, ailelerinin de buna onay vermesi...
Bunlar Türk ve müslüman toplumun içinde yaşadıkları gelgitler.
Kitapla ilgili son söyleyebileceklerim ise: Füsun adlı bir kıza çılgınca bağlanmanın sonucunda, çok uzun süre hemen hemen ger gece evlenmiş bir kadının evine gitme bölümleri akla ziyan gibi geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder