Her hangi bir coğrafyada işlenen bütün zulümlerin zalim ve mazlum diye
sadece iki tarafı olduğu iddia edilir ve buna göre adalet zalimin cezalandırılmasıdır,
denilir. Böylece adalet, zulmü ortaya çıkmadan önlemek şeklinde değil, meydana
geldikten sonra cezalarla tekrar etmesini önlemek, yani caydırmak şeklinde uygulanır.
Fakat bilindiği gibi toplumun önünde rahatça suç işleyen bazı insanlar sahip
oldukları nüfuzlarıyla bu caydırıcı mekanizmanın da üzerine çıkarlar. Onları sorgulanamaz
ve dokunulamaz kılan şey nedir ve acaba bu nasıl önlenebilir?
Günümüzde zulümlerin böyle ulu orta rahatça işlenmesinin nedeni, zalimi
ve zulmünü görmezlikten, duymazlıktan gelen seyircilerin çokluğudur. Onlar olup
biteni bildikleri hâlde susarlar. Bu seyircilerin rumuzu üç maymundur. Başlarının
derde girmesini, istemezler. Ellerindekileri kaybetmek için şahit oldukları haksızlıkları
görmezlikten gelirler. Bundan dolayı, dünyanın her hangi bir yerinde insanlar
katlediliyorsa, saçı bitmemiş yetimin hakkı yeniyorsa, çocuklar organları için
kaçırılıyorsa, kadınlar topluca fuhuşa zorlanıyorsa, insanlar bir lokma ekmeğe muhtaçsa
bilinmeli ki o halkın çoğunluğu “üç maymun” u oynamaktadır.
“Onlar, sağır, dilsiz, kördürler
ve (artık) geriye dönüşleri de yoktur.” (Bakara /18) Kur’an bu üç
maymunla resmedilenin münafıklar olduğunu ilan eder. Onların kulakları, dilleri
ve gözleri vardır ama bunlarla şahit oldukları olaylara karşı görmeme, duymama
ve sessiz kalma eylemlerini hayat boyu sürdürdükleri için artık doğru yolu bulma
ihtimalleri yoktur…
Peygamberlik öncesi Mekke’de zulümler gözler önünde işleniyordu. Bu arada
zulümlerin tarafı olmayan Muhammed’e (sav) vahiy iniyor ve o da bütün
zalimlerin karşısına dikilip onları Kur’an ile uyarıyordu. O ve arkadaşları
alay, baskı ve işkencelere rağmen hak yolundan dönmediler. Üç yıl süren ambargo
karşısında Mekke, aç bırakanlar, açlığa karşı direnenler ve bunları seyredenler
diye üç sınıfa ayrıldı. Kur’an bu seyircilere, sessiz ve tarafsız kalmanın iyi
ve doğru insanlara zulmedilmesine destek vermekle aynı şey olduğunu anlattı.
Onları Rasulullah (sav) ile birlikte zulme karşı koymaya davet etti.
Hicret sonrası Medine’de, Müslümanların kuvvetli ve çok olmasına karşın münafıklar,
Aişe annemize iftira attılar. Bu iftira (ifk olayı) Rasulullah’ı (sav) ve
annemizi çok üzdü. Allah, bu iftirayı atanları ifşa edip onlara şöyle dedi: “Böyle
bir (söylenti) işittiğiniz zaman, (siz) mümin erkek ve kadınların, birbirleri
hakkında iyi zan besleyip de, ‘Bu düpedüz bir iftiradır.’ demeleri gerekmez
miydi?” (Nur/12) Ardından dört şahit getiremediği hâlde bu iftiraya
karşı sessiz kalanları sertçe uyardı. Bu şekilde sessiz kalmanın iftiraya
destek vermek anlamına geldiğini ve burada Allah’ın sert tenkidinin muhataplarının
sahabeler olduğunu bilen bizler acaba bu kadar açık işlenen zulümlere ses
çıkarmama cesaretini nereden alıyoruz?
Rasulullah’ın (sav)
sünnetinin bir kısmı da takrirdir. Yani sükût ettiği hâllerde sahabe farklı
davranabilirdi. Aslında sessizlik yerinde uygulandığında kişiler adına onların
özgürlük alanlarını genişleten bir işleve sahiptir. Fakat Rasulullah’ın (sav)
haksızlık karşısında asla susmadığı bilinir. Yani burada sünnet olan haksızlıklara
karşı durmaktır. (Yeri gelmişken bir yanlışı da düzeltelim. “Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır.”
sözü Resulullah’a ait değildir. Yani hadis değildir. Buna karşın bir kelamı
kibar, doğru ve güzel bir prensiptir.)
Ebû Saîd el-Hudrî (ra) Resulullah’tan
(sav) şöyle işittiği rivayet etmiştir: “Kim
bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet gücü yetmezse, diliyle
değiştirsin. Buna gücü yetmezse, hiç olmazsa kalbiyle inkâr etsin ki bu imanın
en zayıf derecesidir. Bilsin ki bunu da yapmayanın kalbinde hardal tanesi iman
yoktur.” (Müslim, Tirmizî, Nesâî )
Allah’ın hidayet ettiği kardeşim, sen de etrafındaki haksızlıklara, zulümlere,
hırsızlıklara ve kamu hakkının yenmesine bütün gücünle tepkini koy. Onları uyar
ve engelle. Vazgeçmezlerse onlara şahit olduğunu söyleyerek kıyameti kopar. Bu
yolda uğrayacağın zararların dünya hayatıyla sınırlı olduğunu unutma. Sen
kulağını tıkayan, gözünü kapayan, bildiği hâlde susan maymunların yoluna değil,
zulme ve haksızlığa başkaldırıp, bu hak yolda başına gelenlere sabretmiş Rasulullah’ın
(sav) sünnetine uymaya devam et…
Unutma ki, Allah Semi’dir. Yani
zalimin zulmünü, mazlumların çığlıklarını duyduğu hâlde duymazlıktan gelenleri
işitendir. Allah Basir’dir. Zalimin
mazluma yaptığını gördüğü hâlde görmemezlikten gelenleri görendir. Allah Âlim’dir. Zalimin mazluma çektirdiğini bildiği hâlde susup şahitlik
etmeyenleri bilendir. Allah, gördükleriyle
duyduklarıyla ve bildikleriyle şahitlik etmeyip zulme yataklık edenlerin
gözlerini kör, kulaklarını sağır ve kalplerini mühürleyendir. Allah, Tevrat’ın rehberliğine uymayan
ve Musa’nın (as) izinden gitmeyip zulmün tarafı olan İsrail oğullarını aşağılık
maymunlar kılandır.
Şevket HÜNER / 22.12.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder