İstanbul’da, Hizb-ut Tahrir tarafından “Demokratik Başkanlık Modeli mi, Raşidi Hilafet mi? ” başlıklı konferans düzenlendi. Yurtiçi ve yurtdışından konuşmacıların yer aldığı programda Hilafet’in son merkezi olması nedeniyle İstanbul’un önemine dikkat çekildi.
Programa Türkiye’den İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Mazlum-Der başkanı Cüneyt Sarıyaşar, İmkan-Der Genel Başkanı Murat Özer, Kalem-Der Başkanı Ahmed Kalkan ve Yeni Akit gazetesi yazarı Faruk Köse katıldı.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar’ın sunumu ile başlayan konferans, Mısır’dan Mühendis Şerif Zayid, Muhammed Hanefi Yağmur ve Lübnan’dan katılan Ahmed el-Kasas’ın konuşmaları ile devam etti. Dr. İyad Kuneybi ise, Ürdün Hükümeti’nin yurtdışı çıkış yasağı getirmesi nedeniyle programa tele-konferans yöntemiyle katıldı.
Hizb-ut Tahrir lideri Ata b. Halil Ebu’r Raşta tarafından gönderilen mesajda: “Hilâfet, imparatorluk veya krallık olmadığı gibi, cumhuriyet rejimine göre parlamenter veya başkanlık da değildir. Hilâfet, ne Allah’tan başkasının kanun koyduğu demokrasi veya diktatörlük, ne de beşeri sistemlerden herhangi birisi değildir. Hilâfet, kanları, namusları ve malları koruyup zimmete vefa gösterendir. Baskı ve zor kullanarak değil, rıza ve serbest irade ile biat alır. İnsanlar, korkarak ve endişe ile değil, güven içinde ona göçerler.” denildi.
Dikkat etmişsinizdir filmlerin adlarını dahi yazma ihtiyacı hissetmiyorum. Bence iki başarılı Kim Ki Duk filminden sonra iki başarısız filme imza atacağını zannetmemiştim. Ama filmlerin bir tanesini o kadar absürt ve ensest içerikliydi ki saçmalığın daniskası denilecek cinstendi. Tamamlayamadım bile... (Moebius)
Diğeri ise Kim Ki Duk tarafından zorlama bir film olmuş (The Bow) kanaatindeyim.
"Akıllı filmler çevir Kim" diyorum başka da bir şey demiyorum.
Kendine ait bir hayatı olmayan, diğer insanların yaşamına kendi yöntemleri ile ortak olan bir adam... Ve yardıma ihtiyacı olan genç ve güzel bir kadın... Tatile giden insanların evlerini kullanarak yaşayan ve karşılığını kendince bozulmuş ev aletlerini onararak ödeyen tuhaf bir adamın hikayesi... Yine böyle bir misafirliği sırasında evde yalnız olmadığını fark eder. Evde kocası tarafından işkence gören genç bir kadınla karşılaşan adam oldukça şaşkındır. İlk başta birbirlerinden çok farklı görünen bu iki insan giderek yakınlaşır ve aralarında sıradışı bir ilişki başlar. Bir yorum: film o kadar zekice ilerliyor ve bunu hiç seyirciye çaktırmadan yapıyor ki,hayran olmadan edemiyorsunuz.bu adam, bu kadar eve giriyor,nasıl yakalanmıyor?diyorsunuz.yakalanıyorlar ve duruma inanıyorsunuz.çamaşır makinesi icat edilmemiş mi? diye düşünüyorsunuz.adamın zevki ve borç ödeme yöntemi olduğunu anlıyorsunuz,yine inanıyorsunuz...gireceği evlere önceden broşür koyup,evde insan olup olmadığını anlama,oldukça iyi bir düşünceydi.bu şekilde,akla takılan bütün soruları da ağır ağır cevaplıyor film...adam,kadının moralini düzeltmeye çalışıyor.kazara bir ölümle kadın,adama teselli veriyor bu sefer.bu ve bunun gibi sahnelerle ise,birbirlerinin duygularının yerine geçişlerini seyrediyoruz.kadının adam yokken,onunla geçtiği evlerin hepsinden geçmesi,öpüştükleri yerde uyuması ve o,çamaşırları elinde yıkıyor diye,kadının da öyle yapmaya başlaması,etkileyici anlardandı...kadın konuşmuyor,konuşmuyor,finalde öyle bir yerde konuşuyor ki... tüm suskunluğunun karşılığını veriyor seyirciye.ve sonra afişteki resim geliyor gözlerimizin önüne.ne kadar anlamlı,duygu yüklü bir karedir o...sonrasında da aşıkların ayaklarına dönüyor kamera.tek baskülde,tek beden olmuşlar...arap müziğinin güzelliğiyle de,filmin artan etkisi,bize bir şölen sunuyor böylelikle...kim ki duk'un izlediğim ilk filmi...gerisi de kısa zaman içerisinde gelecektir kendi adıma.sessizliğin anlamına şahit olmanız adına kaçırmamanız gereken bir yapım
İrfan'ın Yorumu:
Holywood filmlerini izleyip de dünya sinemasına gözlerini kapadıysanız, ilk açacağınız ülkelerden birisidir Güney Kore sineması. Burada da öyle bir yetenek var ki, iki filmini izledim şu ana kadar, diyalog olmadan görüntülerle, doğal güzelliklerle ve diyalog dışındaki bütün unsurları çok iyi kullanarak yöneten Kim Ki Duk. Bu yönetmen hem çok yetenekli, hem konulara çok hakim, hem de seyirciyi nerde ne zaman vuracağını da iyi biliyor.
Çok güzel bir film... Kaçırmayın derim...
Film mevsimlerin isimlerinden oluşan 5 bölümden oluşur. Filmde mevsimler arasında 10-20 yıllık süreler geçirilerek çırak budist keşişin hayatı anlatılır. Filmde küçük keşişe verilen Budizm öğretisi üzerinden hayat dersleri verilirken, her bölümde çeşitli Budizm imge ve simgeleri kullanılır. Filmde çok az diyalog vardır.
İlkbahar
Filmin ilk sahnesi ilkbahar mevsimiyle beraber Kore dağları arasında yer alan bir gölde yüzen Budist manastırda başlar. Manastır odaları duvarsız kapılardan oluşmuştur. İçeride Buda heykelleri, tütsü ve duvarda Budizm ile ilgili resimler vardır. Çırak keşiş ve ustası günlerini dua ederek ve meditasyon yaparak bu manastırda geçirir. Küçük çırak köpek yavrusu ile oynar. İkisi beraber bir sandal ile göl kıyısına geçer yürüyüş yapar ve bitki toplarlar. Bir gün çırak keşiş bir balığı yakalar ve iple taşa bağlar. Balığın taştan dolayı yüzememesi çocuğu güldürür. Ardından benzer şekilde bir kurbağayı ve son olarak bir yılanı iple taşa bağlar ve eğlenir. Usta keşiş, çırak keşişi hayvanlara bu eziyeti yaparken gizliden izlemektedir. Gece çırak keşiş uyuduğu bir sırada ustası onun da sırtına iple bir taş bağlar. Sabah taşın ağırlığı ile uyanan çırak keşiş yürümekte zorlanır ve ustasından taşı çıkarmasını ister. Ustası "Hayvanlara yaptığın eziyeti sen de yaşayacaksın ve hayvanlardan birinin ölmesi halinde "bir ömür boyu yüreğinde taş taşıyacaksın" der. Çırak keşiş sırtında taşla hayvanları bulmak için ormana gider. İlk işkence yaptığı balık ölmüştür ve bu ölümden dolayı ağlar. İkinci olarak kurbağayı bulur ve hayvanın yaşadığını görünce sevinir ve taşı çözerek kurbağayı serbest bırakır. Son olarak yılanın bulunduğu yere gider ancak yılan da ölmüştür. Çırak keşiş büyük bir üzüntü ile ağlamaya başlar.
Yaz
Çırak keşiş artık genç bir erkektir ve bir yaz günü orman yolunda bir kadın ve kızı ile karşılaşır. (Anne ve kızın giydiği kıyafetler filmin modern zamanda geçtiğini gösterir). Çırak keşişi anne ve kızı sandala bindirerek manastıra ustasının yanına götürür. Anne, usta keşişten kızını iyileştirmesini ister. Usta keşiş teklifi kabul eder ve anne manastırdan ayrılır. Genç kadın hiç konuşmaz, günlerini manastırda dinlenerek ve ibadet ederek geçirir. Bu arada genç çırak keşiş kadından etkilenmeye başlar, bir gün genç kadın manastırda yatarken genç keşiş kadının üstünü örter ve ilk defa kadına dokunmak ister. Genç kadın aniden uyanır ve genç keşişe tokat atar. Genç adamın kadına olan ilgisi günler geçtikçe daha da artar. Genç keşiş ve kadın beraber ormana giderler ve birlikte olurlar. Sonraki günler manastırda da birlikte olurlar. Bir gece sandalda birlikte olurlar fakat ertesi sabah usta keşiş onları sandalda çıplak uyurken görür. Usta sandalın tapasını çıkararak içeriye su dolmasını sağlar ve gençleri komik bir şekilde cezalandırır. Kendisi affetmesini isteyen çırağına " Sahiplenme duygusu insanı katil eder" diye nasihat eder. Usta keşiş, genç kadına artık iyileştiğini söyler ve kadını evine yollar. Genç keşiş bu duruma dayanamaz ve bir Buda heykeli ile manastırda bulunan horozu yanına alarak manastırı terk eder.
Sonbahar
Yıllar sona bir sonbahar günü yaşlı keşiş yemeğini sardığı gazeteden otuz yaşındaki bir erkeğin karısını öldürdüğü haberini okur. Yaşlı keşiş habere konu olan kendi öğrencisinin tekrar manastıra geri döneceğini düşünerek hazırlıklar yapar. Elinde karısını öldürdüğü kanlı bıçakla manastıra dönen genç keşişin öfke ve nefreti sürmektedir. Yaşlı keşiş karısının başka bir erkeğe kaçtığı için öldüren çırağına "Çok mu acı çekiyorsun? Bilmiyor musun? Sen ne beğenirsen, herkes onu beğenir" der. Acı ve öfkesine dayanamayan genç keşiş bir gün manastır odasında Budist geleneklerine göre ağzı, gözü ve kulaklarını kağıtla kapatarak intihar girişiminde bulunur. Yaşlı keşiş durumu fark ederek öğrencisini kurtarır ve içindeki öfkesini dindirmek için ona bir ödev verir (Kalp Sutra). Yaşlı keşiş elindeki beyaz kedinin kuyruğu bir fırça gibi boyaya batırarak manastırın iskelesine Korece isimler yazar ve genç adamdan bunları bıçağı ile kazımasını ister. Bu arada iki dedektif göle gelir ve katil zanlısı genç adamı götürmek ister. Yaşlı keşiş dedektiflere beklemelerini ve genç adamın görevini tamamlamasını gerektiğini söyler. Genç adam durmaksızın iskeleye yazılan isimleri bıçağı ile kazır. Sabaha karşı yorgunluktan uyuduğunda, dedektiflerden biri ceketi ile genç adamın üstünü örter. Yaşlı keşiş ve iki dedektif ellerinde turuncu, yeşil, mavi ve pembe boyalar ile genç adamın kazıdığı isimleri boyar. Dedektifler genç adamı götürdükten sonra yaşlı keşiş sandala tahtalar dizer. Budist geleneklerine göre göz, kulak ve ağzını kağıtla kapatarak kendini sandalın içinde yakar.
Kış
Çırak keşiş artık orta yaştadır ve soğuk bir kış günü manastıra döner. Bütün sular ve göl buz tutmuştur. Donmuş göl üzerinde yürüyerek manastıra gider ve ustasının olmadığını fark eder. Gölün buz tabakası altındaki ustasının sandalını fark eder. Kazma ile buzları kırar ve ustasının sadece dişlerine ulaşır. Ustasının dişlerini kırmızı bir mendile sararak buzdan oyduğu bir Buda heykelinin ağzına yerleştirir. Manastırda Buda öğretileri ile yazılmış bir meditasyon kitabı bulur her gün egzersiz ve meditasyon yapar. Bir gün yüzünü bezle saklayan bir kadın kucağında küçük bir çocukla manastıra gelir. Kadın yüzünü sürekli gizler ve akşam çocuğu ile beraber manastırda kalır. Kadın çocuğunu manastırda bırakarak ayrılırken karanlıkta donmuş göl üzerindeki bir deliğe düşer ve boğulur. Orta yaşlı çırak keşiş ertesi sabah kadının cesedini donmuş gölün altında fark eder ve cesedi gömer. Sırtına bağladığı bir halat ile büyük bir sal taşı sürükler. Elinde bir Buda heykeli ve sırtındaki taşla ile dağa tırmanır. Çocukluğunda balık, kurbağa ve yılana işkence yaptığı yerlerden geçer. Dağın zirvesinden artık küçücük gözüken göle ve manastıra bakar. Buda heykelini zirvede bırakır.
...ve İlkbahar
Yeniden ilkbahar gelmiştir orta yaşlı keşiş artık usta bir Budist keşiş olmuştur. Kadının bıraktığı çocuk ise manastırda büyüyen ve Budizm öğrenen bir çıraktır. Küçük çocuk bir gün sandal ile karşı kıyıya geçer. Sırasıyla balık, kurbağa ve yılana işkence yapar. Her hayvanın ağzına taş koyarak bu hayvanların ölümüne neden olur. Hayvanlara bu işkenceyi yaparken zevkle güler. Manastırda oynarken bir kaplumbağaya da eziyet eder.
İrfan'ın Yorumu:
Budizm ve puta tapıcılığı bir kenara koyduğunuzda budist bir rahibin öğrencisini eğitmesi üzerine kurulu ve enfes doğal güzellikleri ile bezenmiş, diyalogları az ama mesajları çok harika bir Güney Kore filmi.
Kim Ki Duk yine enteresan bir filme imza atmış. Bir eğitmenin öğrencisini pratik olarak nasıl eğittiğini, zamana yansıyan bir sabırla onu tekrar tekrar kazanma çabası, insan fıtratının önüne geçilemez suça karşı tedbirleri vs. vs. Bu filmi izledikten sonra epey bir yorum konusu çıkacak gibi. Bence filmdeki din öğeli saçmalıkları bir kenara ittikten sonra cesaretle kontrollü bir şekilde izlenip değerlendirilebilecek bir film derim.
Bilgi alınabilecek bir site: http://www.beyazperde.com/filmler/film-215680/
Filmin Özeti: Hank Palmer parlak bir kariyeri olan, Chicago'da yaşayan bir avukattır. Önemli bir davasının arifesinde, annesinin kaybettiğinin haberini alır. Babasıyla çok uzun zamandır görüşmeyen Hank, aileden iletişimde olduğu tek insanı da kaybetmiştir. Üstelik doğup, büyüdüğü Carlinville kasabasından başka kimseyle de görüşmemiştir. Annesinin cenazesi için geri dönen Hank'ı, burada cenaze töreninden daha fazlası beklemektedir. Pek de sıcak karşılanmadığı kasabadan bir an önce uzaklaşmaya çalışırken kendisini, 42 yıllık yargıç olan babasını savunmak üzere mahkemede bulur... David Dobkin'in yönetmenliğini üstlendiği filmin başrollerinde Robert Downey Jr., Robert Duvall ve Vera Farmiga bulunuyor. İrfan'ın Yorumu Ülkemizde adaletin mumla arandığı bir dönemden geçiyoruz. Daha önce de sanki mumla aranmıyormuş gibi diye içinizden bana seslendiğinizi de düşünüyorum. Vakıa sizin içinizden geçenler de doğru. Film Amerikan adalet sisteminde sakıntılı bir öğrencilik yıllarından sonra başarılı bir avukat ile onun yargıç babası arasında geçen enteresan bir adalet arayışı ile alakalı. Her ne kadar aile sorunları da ön planda görünse de yargıç olan babasının işlemiş olduğu bir suçun bedelini ne pahasına olursa olsun ödeme azmi ve oğlunun babasını neye mal olursa olsun kurtarma arayışı görünmekte. Tabi 1400 küsür sene önce insanlığa gönderilmiş Kur'an ayetlerinde adaletin ne kadar önemli olduğu defalarca vurgulandığında ümmetin şu an içinde bulunduğu durum gerçekten içler acısı. Bir kavme olan kin adaletsizliğe sevketmemeli Anne baba ve akraba ilişkileri adaletsizliğe sevketmemeli Eş, dost vs. adaletsizliğe sevketmemeli Para, taltif, vs. adaletsizliğe sevketmemeli... Bu böyle devam edip gidebilir. Aslolan neye mal olursa olsun adalet, adalet, adalet. Adaleti bir nebze de olsa aramak için izlenmesi gereken bir film olarak kayıtlara geçirilebilir. Ama şu bir gerçek ki "12 Kızgın Adam" adlı şaheserin yanına yaklaşılamasa da içimizdeki adalet duygusunu tatmin eder mi. Buyrun izleyin...