26 Eylül 2012 Çarşamba

Suriye İçin Ne Dediler?

İrfan'ın Yorumu: 
Suriye meselesi yürekleri yaralamaya devam ediyor. Zalime karşı omuz omuza olması gereken müslümanların bu konuda söyleyecekleri sözler, alacakları tavırlar önemli. Tarih bu konuda zalimin yanında yer alanları zaten yazıyor. Bir de susanlar var...
Onlar susmaya devam etsinler.
Televizyonlarında din hakkında ahkam kesmeyi biliyorlar ama zalime karşı bir kelime etmeyi beceremiyorlar.
İslami kaynaklarda en itibarsız görüşleri bir çöpçü gibi eşeleyip eşeleyip ümmete yeni fikirlermiş gibi sunmayı beceren bu hoca(!)lara bizim elbette söyleyeceklerimiz var ve olacaktır da...
Ama konuşanlar, yazanlar, görüş beyan edenler de var. İşte Haksöz dergisinin 257-258. sayısında bir soruşturma var ve konu Suriye. Bu sayıyı alıp müslümanların ileri gelenlerinin kanaatlerini okuyabilirsiniz. Burada sadece bir kısmının bazı bölümlerini aldım.
Kanaat belirtenlerin tamamı ise: Abdurrahman Koç, Adnan İnanç, Ahmet Faruk Ünsal, Ahmet Kaya, Ahmet Varol, Ahmet Yıldız, Asım Gültekin, Bülent Yıldırım, Bünyamin Doğruer, Celal Sancar, Davut Güler, Ersoy Dede, Feriduddin Aydın, Fırat Toprak, Gülşen D. Özer, Harun Ünal, Hüsnü Yazgan, Kazım Sağlam, M. Fesih Kaya, Mahmut Kar, Mehmet Ballı, Mehmet Göktaş, Mehmet Şahin, Mustafa Özcan, Mustafa Sibel, Nehir A. Gökduman, Nuri Yılmaz, Osman Atalay, Ömer Ekşi, Ramazan Kayan, Ramazan Yazçiçek, Sait Şahin, Salih Serdar, Selahattin E. Çakırgil, Serdar Demirel, Süleyman Aslantaş, Turgay Aldemir, Yalçın İçyer, Yıldız Ramazanoğlu.
Bunlar fikir beyan edenler. Bir de fikrini bilemediklerimiz var: Mustafa İslamoğlu gibi. "Dilsiz şeytan" hadisinin sahihliğini bir araştırsın bu kıymetli hocamız ondan sonra da susmaya devam etsin!

Abdurrahman Koç / Garip-Der
"Türkiyeli müslümanlar olarak Suriye meselesine ilişkin bundan sonrası için zalime karşı tavrımızda asla değişiklik yapmadan karşı durmalı ve zalim kafirin helak olması için elimizden ne geliyorsa ardımıza koymamalıyız. Aksi taktirde duyarsız kalırsak Allah'a karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş olur ve bir ömür boyu vicdan azabı ile karşı karşıya kalırız..."

Adnan İnanç
"Suriye'de yaşananlar söz konusu olduğunda, İran'ın hangi gerekçelerle nasıl bir tavır geliştirmekte olduğu hususu da gündeme gelmektedir. Doğrusu şu sorunun önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum: Bugün İran'ı suçlamak en çok kimi memnun eder, kime fayda sağlar? Buradan İran'ın Suriye politikasını desteklediğimiz anlamı asla çıkarılmamalı. İran'ın Suriye politikasını kabul edmiyor, doğru bulmuyor ve tümden reddediyoruz. İran'ın öne sürdüğü kendine özgü gerekçelerini de kabul edilir bulmuyoruz..."

Ahmet Faruk / Mazlum-Der
"Suriye konusuna gelince, Suriye halkının birbuçuk yıl önce barışçı gösterilerle ortaya koyduğu taleplerin tamamı haklı, meşru ve saygıdeğer taleplerdir. Halkın istekleri kısaca, yeni anayasa, ceza yasasında değişiklik, siyasal katılım kanallarının açılması, özgür basın, genel af, siyasi, ekonomik ve bürokratik imtiyazların dar bir çevre tarafından kullanılmasına tepki, diasporada yaşayan iki milyon Suriyeliye dönüş hakkı, Hama katliamı sorumlularının yargılanması, serbest ve özgür genel seçimler, güvenlik saplantılı muhaberat ve ispiyonaj rejiminin tadili, kürtlerin vatandaşlık hakkı vs gibi akıl ve vicdan sahibi herkesin rahatlıkla destekleyeceği, arkasında duracağı taleplerdir..."

Ahmet Kaya / Fıtrat Haber
"Türkiye sınırları içinde yaşayan bütün İslami çevrelerin Suriye'deki katliama ve zulme karşı ortak bir ses olarak tavır koymasını sağlamaya çalışmak yapılacak en olumlu amel olacaktır. Daha çok gündemde tutmak, daha fazla ihtimam göstermek zorundayız. Acıları kendi acılarımız gibi hissetmek adına vicdanımızı daha çok muhasebeye tabi tutmalıyız..."

Ahmet Varol / Gazeteci-Yazar
"Bence İslami duyarlılıklarını, çizgilerini ve tavırlarını Kur'an-ı Kerim'in verdiği mesajlara ve ortaya koyduğu ilkelere göre belirleyenler Suriye direnişi karşısında iyi bir sınav vermişlerdir. Sınavı kaybedenler Kur'an'ın verdiği mesajları, önümüze koyduğu ilkeleri anlamak, o ilkelere göre tavır belirlemek yerine birilerinin siyasetlerini haklı çıkarma telaşı içine düşenlerdir."

Bülent Yıldırım / İHH
"Bütün gücümüzle Suriye halkının yanında yer almalıyız. Onlara her türlü yardım ve desteği sağlamalıyız..."

Kazım Sağlam / Medeniyet
"Her zaman ve her yerde mazlumun yanında, zalimin karşısında olmalıyız. Milli menfaatler, uluslararası ilişkiler, derin siyasi ve stratejik analizler yaparak zulmün karşısında susmak mümine yakışmaz, dolayısı ile bize de yakışmaz..."


25 Eylül 2012 Salı

Kardeşim Sen Özgürsün

Seyyid Kutub'un (Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun) yazdığı şiir...

Kardeşim! Sen parmaklıklar ardında da olsan özgürsün...

Kardeşim! Sen prangalara vurulsan da özgürsün...

Sen Allah'a bağlandığın zaman

Sana kölelerin tuzağı ne zarar verebilir ki!


Kardeşim! Karanlığın (küfrün) ordularını kökten sileceksin

Ve bununla yeryüzünde yeni bir fecir doğacak

Sen ruhunu bu fecrin doğuşuna teslim et





O zaman fecrin bizi uzaktan karşıladığını göreceksin!

***

Kardeşim! Muhakkak ki ellerinden kanlar akmıştır


Ve zillete makhum olmaktan yüz çevirmiştir

Muhakkak ki bir gün o şehadet aşıkları

Ebediyet kanı ile cennete yükselecektir

***

Kardeşim! Sana ne oluyor ki savaştan bıkmışsın

Ve omuzundan silahını atmışsın

Söyle bana! Kim fedakarlık edecek ve yaraları kim saracak

Ve yeniden sancağımızı kim dalgalandıracak

***


Kardeşim! Muhakkak ki ben bugün sarsılmaz dayanağa sahibim

Ve yerlerine dayanmış dağları,  kayaları parça parça ederim

Yarın bu silahımla siyonistlere karşı savaşacağım

Ta ki (küfrü) yeryüzünden yok edinceye kadar

***

Ben Rabb ve din için intikam alacağım

Yılmadan rasul ve sünnet üzerine devam edeceğim

Ya dünyayı kuşatacak zafer

Ya da Allah'a sunulacak şehadet!

***

Kesinlikle kardeşim! Ben savaştan yılacak değilim

Silahımı kenara da atacak değilim!

Şayet kardeşim ben ölürsem şehidim

Sen de övülmüş bir zaferle devam edersin

***

Muhakkak ki ben emin bir şekilde

Yıldızlara Rabbi olan Allah'a giden yol üzerindeyim

İster beni affedin, ister cezalandırın

Muhakkak ki ben verilen ahde eminim

***

Kardeşim! Yürü, tereddüt etmeden arkana bakma

Senin yolun kanla boyanmıştır


 Oraya buraya aldırış etme

Allah'dan başkasına boyun eğme

***

Kanadı kırık bir kuş değiliz ki

Bundan dolayı zelil görünüp öldürülelim

Adım adım çarpışmaya çağıran

Kanların sesini işitiyorum

***

Kardeşim! Benim üzerime ağlarsan

Benim kabrimi o içten damlalarla ıslatırsan 

Ufalanmış kemiklerden kendine meşale olmuştur

Ve ışığıyla yaklaşan zafere doğru ilerle



Kardeşim! Biz ölürsek sevdiklerimize kavuşacağız

Rabbimizin bahçeleri bizim için hazırlanmıştır

Muhakkak ki o cennetin kuşları etrafımızda kanat çırpacaktır

Ebedi diyar (Adn cennetleri) bizim için ne kadar hoştur

***

Kardeşim! Sen parmaklıklar ardında da olsan özgürsün

Kardeşim! Sen prangalara vurulsan da özgürsün

Sen Allah'a bağlandığın zaman

Sana kölelerin tuzağı ne zarar verebilir ki




24 Eylül 2012 Pazartesi

BALYO: Z


Filmin Adı: Z

Orjinal Adı: Z

Yönetmen: Costa Gavras
Yapım Yılı: 1969 / Fransa
Oyuncular: Yves Montand, Irene Papas



"Gerçekleri halka anlatmak, işte onları deli eden ve bize saldırmalarına sebeb olan şey"

İrfan'ın Yorumu:
Bu tarihler ilginç gerçekten. Balyoz Davası adı verilen davada, Türkiye tarihinde ilk kez darbe suçu ile yargılanan kelli felli paşalar, orgeneraller, korgerenaller, albaylar... Evet bu devasa ilah bozuntuları, yıllardır ülkede yaşayan halkı inim inim inleten, ben dedim oldu, mantığını güden yaratıklar kodesi boyladı. Ağır cezalar aldılar. Tam da bu sırada izlediğim bir film, politik filmler içerisinde kayda değer bir film. "Z"
Bu filmi izlediğinizde Türkiye'deki geçmişte yaşanan olayları daha iyi anlayacak, yorumlayacak ve Ergenekon gibi, Balyoz gibi, Kafes gibi davaların arka planını kavrayabileceksiniz. Bir film diktatöryal ve askeri vesayet rejiminin hakim olduğu ülkelere bu kadar mı şablon olarak oturur? El Cevap evet. Hele askerlerin savcı karşısındaki durumları ibretlik. Kenan Evren demişti, eğer yargılanırsam kendimi Taksim Meydanı'nda asarım diye. Büyük bir ihtimalle bu filmden etkilenmiş olmalı! Bakmayın filmin sonundaki iç burkan finale. Az değil 42 sene önceki dünyanın yansımasıdır. Öyle olmasa 1980 darbesi olur muydu, muhtıralar yenir miydi, Cumhurbaşkanlığı seçimi kaosa düşer miydi? Neyse bu kadar lak lak yeter, bulun bu filmi ve izleyin. Hele darbecilerin yargılandığı bu dönemde her ne kadar elinize içkinizi alıp boğaza nazır için demesem de, en azından çerezinizi alın ve keyifle izleyin derim ! 

Konusu:
Solcu milletvekiline bir suikast düzenlenir. Bu suikastı kim yapmıştır, olaylar çorap söküğü gibi gider. Bir de kendine güvenen yiğit bir savcının ellerine düşmüşse eğer dosya. Buyrun!

Bilgi alınabilecek internet adresi:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Z_(film)

13 Eylül 2012 Perşembe

Bırakın Bırakın Bırakın: Brake


Filmin Adı: Ölüme Çeyrek Kala

Orjinal Adı: Brake

Yönetmen: Gabe Torres
Yapım Yılı: 2012 / ABD
Oyuncular: Stephen Dorff



"Asla, ama asla sizin istediklerinizi söylemeyeceğim!"
İrfan'ın Yorumu:
11 Eylül saldırılarından sonra ABD'de paronayik seviyede birçok zırva tedbirler alınmıştı. Vatanseverlik yasası gibi. Bu tür yasalar insanların özgürlüklerini azaltmış, devletin kontrolünde de sınır tanımamıştı neredeyse. İşte film de bu tür paronayadan etkilenerek başkanın korunması temeli üzerine çekilmiş enteresan bir film. Tek kişilik ve kapalı bir mekanda çekilen filmlerin içerisinde kayda değer nitelikte. İzleyici sonunda şok oluyor olmasına ama o biraz da zorlamadan kaynaklanıyor.

Konusu:
Basit bir kaçırılma olayı, söz konusu kendini teröristler tarafından rehin alınmış bulan Gizli servis ajanı Jeremy Reins olunca çok daha tehlikeli ve heyecan verici bir hal alıyor. Bilinmeyen bir kronometrenin geri sayımı eşliğinde, Jeremy büyük bir felaketin eşiğindeki dünyaya kulak vermeye zorlanıyor. Sevdiklerini kurtarmak için tek yapabileceği ise korumaya yemin ettiği sırrı açıklamak.

Bilgi alınabilecek internet adresi:
http://www.sinemalar.com/film/194544/brake

11 Eylül 2012 Salı

Yusuf’u Kaybettim…



           Bazen her şeyi karanlık görmenin kasveti tüm vücudumu kaplar. İşte ruhumun böyle zifiri karanlıkta dolaştığı günlerin birinde telefonum çaldı. Arayan bir telefon şirketine ait, çok anlayışlı ve bana sanki bir müjde verecek gibi konuşan Yusuf adlı eleman halimden haberdar değildi. O anda ben onun için küçücük bir iş kabininde ekranına düşen numarama göre sadece eski abonelerden biriydim. Şirketi üzerinden kendisini tanıtıp, çok cazip(!) kampanyalarla beni ayartmaya çalışıyordu. İsteği eski abone olduğum telefon şirketine dönüp en az iki yıl süreli bir sözleşmeye geçmemdi. Bir ara unutmuş olmanın mahcubiyetiyle konuşmanın kayda alındığından bahsetti. Kendimi suçüstü yapılmış ve avukat edinme hakkı hatırlatılan biri gibi hissedince ben de kayıt ettirene bir mesaj göndermek istedim…
          Hangi okulu bitirdiğini sordum. Boğaziçi işletmeyi bitirmiş. Lisesini sordum büyük bir kıvançla Kabataş Lisesi dedi. Babasının mesleğini sordum zamanında saat tamirciliği yaptığını ve şimdi emekli olduğunu söyledi. Ben de mühendis olduğumu, babamın saat tamircisi olarak beni ne kadar zor şartlarda okuttuğundan söz ettim. O da bana hak verircesine babasının onu ve kız kardeşi Leyla’yı ne kadar zorluklarla okuttuğunu söyledi. Medeni halini sorunca da birisinin olduğundan fakat borçlar bitene kadar ciddi bir şey düşünemeyip ertelediklerinden bahsetti.
          Bir taraftan benim frekansımı yakaladığını düşünen bu genç diğer taraftan sadede gelip beni ikna etmeye çalışıyordu. Bana sorular sorarak yönlendirmeye başlamasına ramak kalmışken soruyu ben sordum. “Anlamadığım bir şey var. Her zorluğa katlanıp sizi en güzel okullarda okutmak için gece gündüz çalışan babanız sizin sabahtan akşama rakip şirketin müşterilerini ayartmak için uğraştığınızdan haberi var mı?”. Derin bir sessizlik oldu. Hemen toparlandı ve kekeleyerek bir şeyler söylemeye çalıştı. Ama nafile… Zira küçücük bir dünyalık karşılığında çoktan azgın bir kapitalistin oyuncağı olmuştu…
          Bir sahil kasabasına yerleştiği için uzun zamandır kendisinden haber alamadığım bir hemşerimle buluşmak heyecan vericiydi. Artık pastaneciliği bırakmış bu hacı abi sadece yazları dondurma satıyor ve emekli aylığıyla geçiniyormuş. Hoş beşten sonra parlak bir öğrenci olan Kenan adlı oğlunu sordum. İstanbul Erkek Lisesi sonrası tam burslu kazandığı Koç Üniversitesinin Hukuk bölümünü bitirmiş. Şimdi önde gelen bir Factoring firmasının hukuk müşaviriymiş. Ama medarı iftiharından kıvançla bahseden abi, yüzümün aldığı şekle bir anlam verememişti. Ben bu yüz ifadesiyle ona “Yani abi gece gündüz çalışarak okuttuğun sana emanet edilmiş bu cins kafayı bir tefecinin maşası etmenin ne anlamı vardı” demek istedim, ama diyemedim. Zira o oğlunun zor durumdaki esnafın çeklerini büyük bir komisyon keserek kıran kan içici tefecinin zulmünü, çekler ödenmeyince mahkemede temsil eden vekili olduğundan habersizdi. O kravatlı, takım elbiseli, temiz yüzlü oğlunun ofisinde çay içmiş hatta patronun oğlunun başarılarından söz etmesine doyamamıştı. Üstelik hac arkadaşının kızını da oğluna isterken oğlunun çalıştığı şirketi ve patronunu öve öve bitirememişti. Şu andaki tek duası ise oğlunun evliliğinin ilk şartı olarak istenen apartman dairesinin kredi taksitlerini ödemesi için bu şirkette çok uzun yıllar çalışması yönündeymiş.
           Evet, çilekeş bir nesil, çocuklarını bu ülkenin en önemli okullarında okutmak için yememiş içmemiş direnmişlerdi. Onlar tek sermayeleri olan ömürlerini, çocuklarının “Aydınlık yarınlarını” (!)  görmek için heba etmişlerdi. Üstelik bu çocukların bir kısmı da devletin önemli mevkilerini işgal eder oldular. Şimdilerde boş vakitlerini geçirdikleri cami bahçeleri, emekli maaş kuyrukları ve kahve köşelerinde bunları birbirlerine bıkıp usanmadan anlatıp duruyorlardı. Artık çocukları, onlar gibi üç kuruş için zor şartlarda gece gündüz çalışmayacak, aydınlık ofislerde(!) en güzel kıyafetlerle(!) sadece günün belli bir zamanı çalışıp refah(!) içinde yaşayacaklardı. Ama yanılmışlardı…
             Allah'tan başka (varlıkları ve güçleri) sığınak kabul edenlerin durumu, kendisine ağ ören örümceğin durumuna benzer: çünkü barınakların en zayıfı örümcek ağıdır. Keşke bunu anlasalardı! (Ankebut / 41)
          Kuran’ı ölülerine değil de birazda kendilerine okusalardı çocuklarına hizmetkâr değil rehber olurlardı. İşten güçten biraz kafalarını kaldırsalardı ilköğretime gönderirken bir gün çocukları için hazırlanan kalıcı(!) örümcek yuvalarını görüp önlem alırlardı. Heyhat, artık olanlardan haberdar olsalar bile onlara kulak verip bu tezgâhı bozacak çocukları yoktu. Zira onlar bu örümcek yuvalarını terk etmemeleri için borçlandırılmışlardı…
            İşte bunları düşünüp içimi karartıp dururken kulağıma gelen sevinç çığlıklarıyla bu hâlden sıyrıldım. Küçük kızım bu yıl ilköğretime başlayacağı için alınan kareli üniformasının eteklerini havada uçuşturarak etrafımda dönüp duruyordu. Bir yandan da sevincine iştirak etmem için pembe çantasını, kalemlerini, kokulu silgisini, boyalarını gösterip duruyordu…
Bunları görünce radyoda yayılan ezginin nameleri duyulmaz olmuştu. Kulaklarımda çınlayan Yunus’un manidar dizeleri ise en ince ayrıntısına kadar çaresizliği resmediyordu…
Yusuf’u kaybettim Kenan ilinde
            Yusuf bulunur, Kenan bulunmaz
            Bu aklı fikr ile Leyla bulunmaz
            Bu ne yâredir ki çare bulunmaz…
           Aşkın pazarında canlar satılır... Satarım canımı alan bulunmaz…     
                                                                                                      Şevket HÜNER / 02.09.2012

6 Eylül 2012 Perşembe

Uyumak İstemiyorum: Uyuyana Kadar


Kitabın Adı: Uyuyana Kadar
Yayınevi: Doğan Kitap
Yazarı: S. J. Watson
Kitabı Bitiriş Tarihi: 06 Eylül 2012

Şehir manzarasına baktım. Güneş gökyüzünde alçalmıştı, bulutların arasından zayıfça parlıyor, otlara uzun gölgeler yayıyordu. Çok geçmeden karanlığın bastıracağını anladım. Güneş en sonunda batacak, gökyüzünde ay yükselecekti. Bir gün daha sona erecekti. Kayıp bir gün daha... (sh. 65)

İrfan'ın Yorumu:
Jean Christophe Grange'nin "Sisle Gelen Yolcu" kitabında amnezi hastası yani unutkanlık hastalığına muzdarip bir erkek kahramanın macerasını okumuştum. Yine aynı amnezi hastalığı ile ilgili ikinci kitap da bir kadının başından geçen. Bu biraz daha maceradan ziyade her gün uyandığında hafızasını kaybetmiş bir kadının inanılmaz hayat serüveni. Bir doktorun ona yardım etme çabası. Kocasının fedakarlığı ve geçmişi hatırlamak için gösterdiği büyük çaba. Kitabın sonları sizi esir alacak... 
Şimdi de yeni bir moda var, kitap sanki filmmiş gibi bir de fragmanı çıkıyor. Ama tuttum bu stili. Kitapla ilgili bu fragmanı siz de izlemek isterseniz, buyrun: Kitabın filme de çekileceği bilgisini de verelim. http://www.dogankitap.com.tr/kitap/Uyuyana+Kadar-1563
Ayrıca...
S. J. Watson tarafından kaleme alınan ve dünya çapında çok satan Uyuyana Kadar adlı gerilim romanı, beyazperdeye aktarılıyor. Ridley Scott yapımcılığında sinemaya uyarlanan filmin başrolünde Nicole Kidman yer alıyor. Oscar Ödüllü oyuncunun ana karakter Christine'i canlandıracağı filmin çekimlerine 2012 yılının sonunda başlanması planlanıyor. Filmin yönetmen koltuğunda Rowan Joffe oturacak.  


Kitabın Özeti 

Bir sabah gözlerinizi açtığınızda kendinizi, hiç tanımadığınız bir odada, bir yabancı ile aynı yatakta yatarken bulursanız ne yaparsınız? Uyuyana Kadar / Before I Go To Bed işte tam da böyle başlıyor. İsminin Christine olduğunu öğrendiğimiz baş karakterimiz her yeni güne hafızasını sıfırlayarak başlıyor. Bir gün öncesinden itibaren geçmişini hatırlayamıyor. Kendini yıllar öncesinde hissediyor.. Yıllar önce geçirdiği bir kaza sonucu hafızasını kaybeden Christine, bu süre zarfında her sabah tüm anıları silinerek uyanıyor. Bir sürü tedavi denenmiş ama nafile.. Christine'in karşısına bir gün Dr. Nash çıkıyor ve ona bir günlük tutmasını tavsiye ediyor. Böylece, unutmasına rağmen yazdıkları ile Christine, iyileşme sürecinde bir adım atıyor. Peki bunun sonuçlarında ne oluyor, hepsi kitabın içinde..
         
Christine'in öyküsü insanı hep bir meraka sürüklüyor çünkü. 2004 yılında vizyona giren 50 İlk Öpücük / 50 First Dates'deki Drew Barrymore'u andırıyor Christine. Ama o filmdeki kız kadar şanslı olmadığını okurken anlıyorsunuz. 
          

Uyuyana Kadar, Londra'da yaşayan İngiliz yazar S.J. Watson'ın ilk romanı. Hatta 2009 yılında Feber Akademisi'nde katıldığı 'Roman Yazma' kursu sonucu bu kitap ortaya çıkmış. Bu zamana kadar hakları 42 ülkeye satılmış ve dünya çapında 1 milyondan fazla baskıya ulaşmış. Bu arada Galaxy Ulusal Kitap Ödülleri'nde en iyi polisiye-gerilim kitabı ödülünü almış. Her ne kadar polisiye olsa da kategori, kitap tamamen gerilim. Bu çok başarılı 'ilk' çalışmanın New York Times'ın da çok satanlar listesinde haftalarca bulunduğunun altını çizerim. Eminimki bu kitap yakında beyazperdeye de uyarlanacaktır. İnternette yaptığım araştırma sonucunda Nicole Kidman'ın isminin Christine rolü için geçtiğini de not düşeyim. 
            
Sonuç olarak çok sarsıcı ve sürekliyici bir roman Uyuyana Kadar / Before I Go To Sleep. Kurgusu müthiş.. Elinize aldığınızda bırakmanız zor olacak cinsten. Eğer bu tür psikolojik-gerilim romanlarını seviyorsanız kesinlikle alıp okumanızı tavsiye ederim. 


Hakları 42 ülkeye satıldı, satışı dünya çapında sekiz ayda 1.000.000’a ulaştı.

• New York Times çok satanlar listesinde haftalarca yer aldı. 

• 2011’in Amazon en çok satanlar listesinde tüm kitaplar bazında 7 numarada, cinayet/gerilim/polisiye kategorisinde 2 numarada yer alıyor.

• Wall Street Journal’ın 2011’in en iyi kitap listesinde yer aldı.

• Yayıncılık dünyasının en prestijli ödüllerinden Galaxy Ulusal Kitap Ödüllerinde en iyi polisiye-gerilim kitabı ödülünü ve İngiliz Polisiye Yazarları Derneği (CWA) John Creasey Hançer Ödülü’nü kazandı. 


Anıların sana kim olduğunu söyler.

Ya her akşam uyuduğunda anıların kayboluyorsa?

Adını, kimliğini, geçmişini, hatta sevdiğin insanları, hepsini 
bir gecede unutuyorsan,

Ve güvendiğin tek insan sana gerçeğin tamamını anlatmıyorsa...

Christine’in hayatına hoş geldin…


Kesinlikle şimdiye dek okuduğum en iyi ilk roman. Tess Gerritsen

Uyuyana Kadar müthiş, sarsıcı bir roman. İnsanı derin, karanlık ve rahatsız edici sulara çekiyor. Bir yandan kimlik ve belleğin anlamı üzerine karmaşık sorulara değinirken, bir yandan da eğlendiriyor. 
Los Angeles Times


Özrü Kabul Edilmeyen Hatalar


İlk çocuğum olduğunda büyük bir sevinç yaşamıştım. Kız çocuğuydu. Sabah namazına yakın bir saatte dünyaya gelmişti. Annesi de ben de sevincimizi saklayamamış, hem Kur'an okumuş hem de ağlamıştım.
Benim parçamdandı o evlat çünkü. Her şeyi ile annesine ve babasına ait. 
Daha sonra bir kız çocuğumuz daha dünyaya gelmişti. Onda da aynı sevinci, heyecanı ve mutluluğu yaşamıştım. İlk oğlum dünyaya geldiğinde yanında değildim fakat müjdeyi getiren arkadaşıma elimdeki en değerli şeyi hediye verdiğimi daha dün gibi hatırlıyorum. Sonra milenyum süprizimiz de geldi. İki kız iki erkek evladımla onlar üzerine annesi ve babası olarak büyük bir titizlik gösterdik. Onlarla oynadık, onlarla sevindik. Düştüklerinde ağladıklarında onlarla ağlamaya "üf üf" diyerek acılarına ortak olduk.
Soğan ekmeğe muhtaç olduğumuz zamanlarda bile evlatlarımıza sahip çıktık, hiçbir eksiklik yaşamasın diye azami gayret sarf ettik. Hâlâ da öyle...
Siz sanıyor musunuz ki sadece ben bu duyguları yaşadım. Hayır! Allah fıtrat olarak bu duyguları anne ve babalarına vermiş zaten, bu özet olarak söylediğim duyguların benzerlerini hemen hemen bütün aileler yaşamıştır. 
Bir tavuk bile aslanın karşısına civcivlerini korumak için ölümüne çıkarken, aklı başında olan biz insanoğlundan farklı bir tavır beklenir mi?
Evlatlarımızı inandığımız şekilde en iyi bir biçimde yetiştirmek her aileyi heyecanlandırdığı gibi farklı bir sevinç de vermez mi?

Sonra erkek çocuklarının yaşı belli bir seviyeye gelir, DEVLET denilen duygudan yoksun "ŞEY" hiçbir annenin ve babanın gözünün yaşına bakmadan onları ellerinden alır. 
Kutsal VATAN kavramının arkasına sığınarak...
Alır onları elimizden. 
20 sene el bebek, gül bebek büyüttüğümüz evlatlarımızı alır, 
VATAN dedikleri putun ardına sığınarak
Ve onları parça parça eder.
25'ini birden...
25 çocuğu birden...
25 ana kuzusunu birden...
Bunun özrü yoktur....

Şehadet gibi yüce bir kavramın içini boşaltarak hepsine birden "ŞEHİD" der ve kurtulur...
Terör saldırısı değildir, diyerek devletin onurunu da kurtarır aynı zamanda....
Ama ailelere kalan nedir? Parçalanmış cesetler, kimlikleri DNA ile tesbit edilebilecek gencecik yiğitler...
Bunun özrü yoktur...

Hata değildir çünkü bu. İstatistiklere baktığınızda o bölgede birkaç kez daha aynı kazalar olmuştur. Artık tedbir alınması gerektir değil mi? Almaz "devletimiz!" Çünkü analar boş durmaz, babalar boş durmaz. Devlet için anne ve babalar, çalışır durur. Çocuk üretim merkezleridir onlar. 
Devlet duygusuz anladık, anne-babaların da duygusuz olmasını isterler. İsyan etmelerine izin vermezler. Ağlamalarını, feryatlarının haberlerde yayınlanmasından rahatsızlık duyarlar. 
20 sene gözlerinin nuru ile büyüttükleri evlatlarını hoyratça alır ama 25 ana kuzusu için yapılabilecek tek şey DNA ile kimlik tesbitinden ibarettir. 
Bunun özrü yoktur...

Yetkililer hatanın nerden kaynaklandığını araştırıyorlarmış
Ellerinden gelenin en iyisini yapacaklarmış
Hukuki olarak hem sivil hem askeri savcılık olaya el koymuş
Bütün bilimsel teknikleri kullanarak ailelere DNA testi ile evlatlarını vereceklermiş
miş... mış... muş... 
Sizce bunun özrü var mı
Bunun özrü yoktur...

Bir baba olarak özrünüzün kabul edilmesini mi istiyorsunuz? Verin evlatlarımı benden aldığınız gibi sapasağlam. Bu şart karşılığında özrünüz kabul edilecektir! 
Verin evlatlarımı...
Verin...