İrfan'ın yorumu: Şevket Abi'nin Kâbe'yi Seyrederken yazısını okuduğunuzda farklı bir hac ibadeti gerçekleştiren insan tipine kendinizi hazırlayın. Benim de son derece rahatsız olduğum bir konuyu gündemine almasını ve dikkatlerimizi çekmesini sizlerin yorumuna bırakıyorum.
Kâbe’yi Seyrederken…
İnsanların sahip
olduklarıyla ilgilenmemeyi bir meziyet olarak görürüm. Bunun tek istisnası hacca
giden insanlara gıpta etmemdir. Bu imrenme, 1991 yılında Mustafa kardeşimi hacca
gönderdikten sonra havaalanında yalnız kaldığımdan beri sürüp gidiyor. Üstelik
hacca ve Ramazan umresine gitmem bu hissimin daha da derinleşmesine sebep oldu.
Bu sene haccetmiş yaklaşık on arkadaşımı ziyaret edip orada ne gördüklerini ve
Allah’ın yaptırdığı bu kalabalık eylemlerle onlara ne demek istediğini sordum.
Arkadaşlarım diğer ziyaretçilerin sormadığı bu sorular yüzünden mi yoksa o kalabalığın ardı sıra
sürüklenmelerinden mi nedir pek bir şey söyleyemediler. Ama içlerinin
aydınlanmasının yüzlerine vuran aksini görmek ve namaza olan iştiyakların
artmış olması sevindiriciydi.
Hotbird uydusundan 24
saat Kâbe’yi ve Mescidi Nebi’yi seyretmek bu yarama bir pansuman görevi
görüyor. Zira Kâbe’yi seyretmenin gönlüme verdiği lezzeti anlatmak mümkün
gözükmüyor. Beyhaki’nin hasen bir senetle İbn-i
Abbas’tan (ra) rivayet ettiğine göre; Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah’u
Teâlâ’nın beytini tavaf edenlere her gün yüz yirmi rahmet gönderir. Altmışı
tavaf edenlere, kırkı namaz kılanlara, yirmisi ise Kâbe’ye bakanlaradır.” Bu hadisi çok dar bir çerçevede kavradığımı TV
görüntülerinden sonra idrak ettim. Zira Kâbe’ye bakmayı sadece onu seyretmek şeklinde
anlamıştım. Oysa bu çok dar bir bakışmış. Zira Beytullah (Allah’ın evi) sadece
Kâbe’den ibaret değil. Esas görmemiz istenen şey, orada tavaf eden, namaz kılan
veya seyretmek için bulunanların birlikteliği olmalıydı. Herkes doğruluğunu
başkalarının yanlışlığından, haklılığını başkalarının zulümleri üzerinden
anlamlandırırken dünya üzerinde, siyahın beyaza, kadının erkeğe, gencin
yaşlıya, zenginin fakire bir üstünlüğünün olmadığı tek yer Beytullah’tır. Orada
K.Irak’ta birbirinin kanını döken Sünnileri Şiilerle yan yana görürsünüz.
Somali’de birbirini açlığa terk eden tarikatçılarla Vahabiler de yan yanadır.
Türkiye’de iktidara yakın olup nemalananlarla oraya kasap olarak giden dar
gelirliler de aynı safta namaza dururlar. Nitekim bu resim, Allah’ın adını
gereği gibi anarak aramızda sürekli sorun çıkaran apoletlerimizi çıkarıp herkes
gibi ihramlara bürününce bütün ezberlerin bozulduğunu ve akabinde eşitliğin
doğruluğunu gösteriyor.
Bu resimde olması
gerekenle görünen arasındaki uçurum beni oldukça rahatsız ediyor. Arkadaşlarıma
Arafat tepesinde yaptıkları duaları sorunca üzüntüm bir kat daha katlandı. Beş
milyon Müslüman’la ortak hareket ettikleri ve ortak düşmanı taşladıkları hâlde ortak
bir dualarının olmadığının farkında değildiler. Buna göre sanki orada yalnız
başlarına bulunuyorlarmış gibi kendilerini merkeze alan dar çerçeveli dualarında
daha çok kişisel günahlara tövbe edip temizlendiklerini düşünerek avunuyorlardı.
Onları Allah toplu haldelerken temizlemişti hâlbuki tövbe ettikleri her şey
yalnızlıklarının şeytanlaşma karşısındaki çaresizliğinden kaynaklanıyordu… Yoksa Arafat “Kirlenmek güzeldir” diye reklâmı yapılan bir deterjan
markası mıydı?
Görüntülere daha dikkatli
baktığınızda Kâbe’nin çevresi, onlarca kulede vinç’in çalıştığı hummalı bir
inşaat şantiyesini andırıyor. Burada Kâbe’ye sıfır, yüksek katlı, lüks oteller,
rezidanslar ve devre mülk süitleri yapılıyor. Bunlar güya sırf gelen hacıları
rahat ettirmek amacıyla Kâbe’nin dibine inşa edilmiyor. Asıl maksat Harem-i
Şerif sınırları içinde olmak. Kâbe manzaralı süitinizden onun imamına tabi olup
namaz kılabiliyorsunuz. Ramazan’ın son on günü buradaki rezidansınızda itikâfa
çekilip Kâbe’de itikâf etmenin sevabını alıyorsunuz. Ya da devre mülkünüzün
salonunda Vahabi imama uymadan kendi şeyhinizle namazı cemaatle eda edip yüz
bin kat sevap kazanabiliyorsunuz. Böylece o pis Araplarla(!), itip kakan zencilerle(!)
sizden para isteme ihtimali bulunan fakir fukarayla bir arada bulunmadan kendi
asaletinize(!) uygun insanların komşuluğunda balkonunuzdan Kâbe’yi gözyaşlarınızla
seyredip hadisteki yirmi rahmeti de cebe indirebiliyorsunuz.
Bu fitne, önceleri Kâbe’nin dibindeki Kral’ın
sarayında daha dar sınırlı bir kitleye uygulanıyorken Hilton, bu işin rengini
biraz değiştirmiş ve pastayı büyütmüştü. Aslında konu, Peygamberimizin 10 yaşında
koyun güttüğü Ecyad’da, Osmanlı Devleti’nin Kâbe’yi korumak için 1781 yılında
yaptırdığı Kale’nin yıkılıp o tepeye “Zemzem Towers” denilen ucubenin
dikilmesiyle rayından çıktı. Sevr Dağı’ndan bakıldığında Mekke’ye hâkim tek
yapı olarak görünen “Zemzem Towers” ismini zemzem kuyuları ile 120 mt. lik
mesafede olmasından almış.
Zemzem Towers, Mekke’de Harem-i Şerif’in
yanında Al Bait kuleleri (Kâbe Evleri) adı altında inşa edilen 7 kuleden biri. Bu proje, Kral Abdülaziz
Kutsal Kent Vakfı’nın, Kâbe’nin hemen yanında bulunan arazisi üzerine Suudi
Arabistan Din İşleri Evkaf Bakanlığı ve Kutsal Kâbe Vakfı’nın izni ile inşa
edilmiş. Yapımını Bin Ladin aile şirketi üstlenmiş. ”Mekke’deki eviniz”
sloganıyla “Zemzem Tower” 31 konaklama katı, 1240 suit dairesi, 5.000 kişilik
kapalı 45.000 kişilik açık namazgâhı, 4 kat üzerine 7000 m2 alışveriş merkezi,
36 adet asansörü, Kâbe’den özel ses aktarım sistemli bir gudubet. Mekke’de
yasak olmasına rağmen burada helikopter pisti bile mevcut. Bu suit daireler, 24
yıllık kullanım süresi sonunda Kâbe Vakfı’na satın alan kişi adına “Sadaka-i
Cariye” olarak bağışlanıyor. En ucuzu 7000 $ olan devremülklerin hac dönemindeki
fiyatları 280.000 $’a çıkıyor. Şimdilik
ülkemizden sadece 470 liberal-muhafazakâr bu devremülklerden satın almış görünüyor. Zemzem kuysunu tavafa engel oluyor diye Kâbe’nin avlusundan
kaldıranlar ile“Zemzem
Towers” ı Kâbe’nin dibine
yapanlar aynı kişiler. En üzücü olan ise artık “Zemzem” ismi Hacer annemizin
aziz hatırasından öte bir ucubenin adı olarak anılacak olması. Sanki her
şey "Amerikan rüyası"nın Ortadoğu versiyonu kıvamında servis edilmiş
görünüyor…
Ayağınızın altında Harem-i Şerif manzaralı lux süitler. Hem
de 24 yılın sonunda sadakayı cariye olarak arkanızda bırakacağınız cennet(!) garantili
devremülk’te cabası…
Yukarıdaki Zemzem Tower’ın
devremülk reklâmının fotografını binanın içinden çeken Abdullah Temur isimli
arkadaşım bunu bana gösterince “bu kadar da olmaz” dedim. Fotoğraftaki Kur’an rahlesinin
yerine dikkatlice bakın. Bu süitin sahibi bir koltuğa oturmuş karşısına
minderli bir sehpa ve onun üzerinde Kur’an rahlesi koyulmuş. Diz bükmenizin
size vereceği geçici rahatsızlık bile hesaba katılıp hemen giderilmiş. Bu doğu-batı
sentezinde yapılmış kulenin üzerinde Londra’dakine benzer bir saat ve tepesinde
minarelerin üzerindeki âlem’in bayağı iricesi bir boynuz kıvamında kondurulmuş.
Bu boynuzu sevimli göstermek adına ezan vakitlerinde yanıp sönen bir “led sistemi”
eklenmiş. Ve bu binanın tepesinde Arapça harflerle “Allah” yazılmış. Kâbe’de Allah diyen herkes kalabiliyorken
bu daireler sadece paralı seçkin ve asillere(!) tahsis edilmiş. Resulullah (sav)
öncesi Mekke’de de özel putları üzerinden ibadet ettiklerini zannedenler de
sadece paralı seçkin ve asillerdi(!). Hatta onlar, dar gelirlilerin ve
köleleştirdiklerinin totem edinip ibadet etme haklarını da ellerinden
almışlardı.
Bu yedi put projesinin şu anda bir eksiği var. Zira Kabe’yi tavaf etmek
veya Safa ve Merve tepeleri arasında sa’y etmek için ne yazık ki Kâbe’ye inip bu
ayak takımıyla(!) birlikte olmanız gerekiyor. Belkide ileride Harem çevresinde
inşaa edilen yeni putlar arasında yapılacak inşaat teknikleriyle bu da devremülkdeki
seçkin komşularla konforlu olarak yapılabilir hâle gelecektir. Arafat’a da
helikopter ile inilebilecek, oradaki klimalı, ses ve ısı izolasyonlu çadırlarda
en gözü yaşlı duahanlar eşliğinde papyonlu hizmetçiler size peygamber hurması
ve zemzem ikram edeceklerdir...
Bu haddini bilmezliğe dur denilmez ise ne mi olur? Yani ezilmiş,
sınıflara ayrılmış, adam yerine konulmamışların özgür ve eşit bir şekilde
kardeşçe Allah diyerek büyük ümitlerle ülkesine dönmesi yerine, bir avuç
şımarık zengine göre Allah’ın evini dizayn ederseniz ne mi olur? Merak etmeyin
sizi ve o seçkin(!) komşularınızı
rezidanslarınızda gökten Ebabiller gelip basmaz. Ama...
“Bir memleketi yıkıp yok etmek istediğimiz zaman oranın lüks
ve konfor içinde yaşayan şımarık varlıklılarına, (peygamber ve kitaba uyarak
doğru yolu seçmelerini) emrederiz. Buna rağmen onlar itaatsizlik edip yanlış
yolda yürümeye devam ederler; o takdirde o memleket üzerine (azap ile ilgili)
hüküm hak olur ve artık orayı yıkıp yerle bir ederiz.” (İsrâ / 16)
…
Adam: - O halde kıyametin alâmetlerini
söyle, dedi.
Resulullah (sav):- “Annelerin, kendilerine cariye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın
ayak, başıkabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel
binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır. ” buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip
gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra
Resulullah (sav); -“Ey
Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu.
Ben:- Allah ve Resulü en
doğrusunu bilir, dedim.
Resulullah (sav;)
- “O Cebrail’di, size dininizi öğretmeye geldi.” buyurdu.[1]
“Avludur insanı
insana hizalayan yer.
Balkonda
başlayan bu tarih bitsin, yıkılsın Kuleler.”
.[2]
Şevket HÜNER / 21.12.2011