İrfan'ın yorumu:
Dün itibari ile Hrant davasında karar açıklandı. Vicdanlar yerle yeksan oldu. Adalet denilen şey eğer vicdanları rahatlatmıyorsa, ona adalet denemez zaten. Hak yerini bulmadıysa, insanlar arası ilişkiler nasıl güven temeli üzerine bina edilebilir ki? İslam, adalet temeli üzerine bina etmiştir bütün argümanlarını. Kin duyulan bir kavimden, en sevdiklerimize kadar lehte ya da aleyhte olsa dahi adalet vurgusu her daim öndedir. Şahitliklere o kadar önem vermiştir ki, yalancı şahitlik yerden yere vurulmuştur. Şahitlerde aranan özellikler titizlikle yerine getirilmiştir. Bütün bu dikkatin tek bir sebebi vardır, o da adaleti tesis etme.
İslam şeriatı ile yönetilse dahi adil olmayan bir ülke uzun ömürlü olmaz. Aynı şekilde islam şeriatı ile yönetilmeyen beşeri bir sistem olsa dahi kendi içerisinde adil olan bir ülke daha uzunn ömürlü olacaktır. Bu fıtratın yansımasından başka bir şey değildir ki zaten. İnsan ekmeğini paylaşırken dahi adil olunmasını beklemez mi?
Dün vicdanlar yerle yeksan oldu! Adalet ayaklar altına alındı. "Haksızlık karşısında susun kişi dilsiz şeytan gibidir." Bu adaletsizliğe sessiz kalınabilir mi?
İkinci dünya savaşı yılları... Bir tarafta burnu havada Hitler'in Almanyası'nın faşizan ülkesi, bir tarafta sömürge yorgunu ülkeler, diğer tarafta Mussolini İtalyasının şımarıklığı, diğer tarafta da Japon yayılmacılığı. Bu dönem insanlık açısından yıkımların olduğu yıllar. Soykırım kavramının açığa çıktığı, acıların öne çıktığı yıllar.
Birinci dünya savaşı yılları... Uzun yıllar geniş bir coğrafyada hüküm süren Osmanlı egemenliğinin hazin çöküşü... Bu hakim bölgelerde yaşayan insanların milliyetcilik hastalığına düçar olması ve bu hastalık yüzünden insanların akın akın üstünlük yarışına girmeleri. Anadolu'ya doğru çekilen müslüman Türkler ve müslüman kavimler. Dik durmaya çalışan bir ülkenin insanlarıın hazin geri çekilişi sırasında yaşanan acılar... Milliyetçilik yüzünden güvensizliğin hakim olması ve bu zaman diliminde Ermenilerin başına gelen felaket. Onların bunu o zaman başlarına gelen en büyük felaket olduğu için isimlendirdikleri şekli ile "büyük felaket"...
Acı üstüne acı, gözyaşı üstüne kan, hakkı ve adaleti arama çalışması yerine üstünlük yarışının kızışması: Sonuç felaket, felaket, felaket...
Ve Hrant...
Bir müslüman olarak demokrat değilim, solcu değilim, faşist değilim, eğer nitelendirilmesi gerekiyorsa Allah'ın nitelendirdiği gibi: Müslümanım. Ve bu nitelendirilen isim, adil ve adaleti arayan kişidir de aynı zamanda. Kim olursa olsun, hangi ırktan, hangi düşünceden, hangi fikirden olursa olsun, muhatabımız insan olduğu müddetçe adaleti aramak, haksızlığa karşı dik durmaktır bu isimlendirme. Marksist, solcu, demokrat, ermeni olan bu insan haksız yere öldürülmüş, öldürülmesinin ardından da ailesi ve kendisi haksızlıklara uğramıştır. Adalet tesis edilememiş, mevcut beşeri kanunlarla dahi olsa suçlular cezalandırılmamıştır. Bir müslüman olarak adaleti haykırmayacaksak neyi haykıracağız! Bu düşüncelerimi paylaştıktan sonra bugün belli başlı yazarların yazılarını da günün önemine binaen burda paylaşmayı uygun görüyorum...
YA DA 18.01.2012 Yasemin Çongar Hepiniz Hayalsiniz | ||||||||||||||
| ||||||||||||||
Rakel Dink susuyor. Mahkeme son kararını açıklamış. Herkes, ne diyecek diye ona bakıyor bir an. O susuyor. Beş yıl önce, “çutağım” dediği, “sevgilim” dediği kocasına, bütün bir memleketin önünde dimdik durup veda ederken, “Bu sessiz sevgi biraz olsun bize güç katıyor… Bugün sessizlik ile büyük bir ses yükselteceğiz. Bugün derinliklerin ışığa yükseldiği günün başlangıcıdır” diyerek hepimize metanet çağrısı yapan bu güzel kadın şimdi susuyor.
Onun sessizliğinden daha kuvvetli bir çığlık olabilir mi? Beş yıl önce çutağını, sevgilisini, kocasını sırtından vuranlardan söz ederken, “Yaşı kaç olursa olsun, on yedi veya yirmi yedi, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduklarını biliyorum. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılmaz kardeşlerim” diyerek, hepimizi tek nefeste merhamete ve mücadeleye çağıran bu güçlü kadın şimdi susuyor. Onun sessizliğinden daha kuvvetli bir çığlık olabilir mi? Bu çığlığın bir meali de var elbet. Beş yıl önce, gün ortasında katledilen kardeşlerini kalpleriyle sahiplenenlerin, duydukları isyanda birleşip, “karanlığı sorgulamak” için kenetlenenlerin içinden“Hepimiz Hrantız” diye yükselmişti o çığlık. Şimdi, beş yıl sonra, savcısının “Bu cinayeti simit satan çocukların tek başlarına işlemediği bellidir. Ergenekon örgütünün Trabzon ayağının işlediği bir cinayettir bu” dediği; mağdur avukatlarının “Bu cinayet Ergenekon’u da aşan devâsâ bir örgütün işi” diye tarif ettiği; delillerinin bizzat devlet tarafından imha ve gözardı edilmesiyle tıkanıp kaldığı bilinen bu dava sözümona bittiğinde, bitirilmek istendiğinde, bu kez, “Bilmedikleri bir şey var” diye mealini buluyor aynı çığlık: “Biz bitti demeden, bu dava bitmeyecek!” Böyle yazmak istiyorum hakikaten; buna inanmak istiyorum. “Biz bitti demeden bu dava bitmeyecek”çığlığını sessizce, inanarak haykırmak istiyorum. Ama olmuyor, biliyor musunuz, olmuyor şimdi. Alt yazısında “Yasin Hayal’e cinayeti azmettirmekten ağır müebbet; Erhan Tuncel’e tahliye”yazan televizyon ekranında Rakel Dink’in yüzü duruyor; hareketsiz, hüzünlü. Onun beş yıl önce hepimizi metin ve merhametli kalarak, karanlığı sorgulamaya çağıran sessiz çığlığına uygun kelimeler, kuvvetli ve kararlı cümleler yazmak istiyorum. Ama çok zor, biliyor musunuz, hakikaten çok zor. Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin de karar üzerine konuşmasına, “Bu kadarını beklemiyorduk” diye başlıyor zaten, “Arat Dink ‘Bizimle dalga geçtiler’ demişti. Dalganın en büyüğünü en sona saklamışlar. Meğer Hrant Dink üç-beş kendini bilmez tarafından öldürülmüş. Burada örgüt yokmuş. Bu kadarnı beklemiyorduk.” Hrant Dink’in gerçek katillerinin bulunması ve o katillerin içinden çıktığı karanlığı sorgulamak için kenetlenmiş olan bir aileyle, o ailenin arkadaşlarıyla, onların ortak vicdanıyla, onların adalet, hakikat ve namus talebiyle dalga geçen bir devlete tosladık hep birlikte. Bu devlet, Hrant Dink’i, Pelitli’de canı sıkılan birkaç beyaz bereli gencin öldürdüğüne inanmamızı istiyor bizden. Kendi başı da beyaz bereli bu devletin, yüzü katran karası. Ve bu devletle hesaplaşmak için, bu devletin kirli yüzünü hakikatin ışığıyla yıkamak için Dink davasıyla eline büyük bir fırsat geçen hükümet, ne bu fırsatı görüyor, ne o sessiz çığlığı duyuyor. Hükümet, başını devletin bağrına gömmüş, öylece duruyor, durdukça kararıyor, kirleniyor. Yine Fethiye Çetin’in sözleriyle, “Devletin siyasi cinayetler geleneği, devletin bir kısım vatandaşını düşmanlaştırma geleneği devam ediyor” ve “Bu devletin katil, halkını bombalayan, imhacı, suikastçı, kundakçı gibi sıfatlarla yan yana anılmasından çok rahatsız olanlar, devleti bundan arındırmak için hiçbir çaba sarf etmiyorlar.” Oysa savcısının bile “Trabzon’daki kayıtlar imha edildiği için ben oradaki hiyerarşik yapıyı aşıp gerçeğe ulaşamıyorum” dediği bir davanın önünü açabilirdi bu hükümet. Başbakan Erdoğan ve ekibi, Hrant Dink cinayetini çözmek için muhtaç olunan tek kudretin namus olduğunu kavrayabilseler; Rakel Dink’in metanetini, merhametini ve mücadelesini bir an için kendilerinde bulabilseler; içlerinden bir kez olsun “Hepimiz Hrantız” diyebilseler, bunu yapabilir, bu davayı adalete vardırmak için gerekli siyasi iradeyi ortaya koyabilirlerdi. Yapmadılar. Ve geriye bir “tetikçi çocuk” ile bir “azmettirici ağabey” kaldı. Geriye gün ortasında sırtından vurulup kaldırıma yığılıvermiş bir yiğit adamın bu memlekette bıraktığı büyük boşluk kaldı. Geriye hepimizle dalgasını geçen bir kirli devlet kaldı. |
Adalet mi varmış!
Okay Gönensin - ogonensin@gazetevatan.com
Bir gün önce başarabileceklerini söylemiştik. Başardılar. Devlet adına suç işleyenleri korumayı görev bilen bir yargı sisteminin utanç listesine bir madde daha eklemekten çekinmediler. Vahim bir siyasi cinayeti, örgütlü olduğunu en zayıf gözlerin bile gördüğü bir komployu beraat ettirdiler.
Hrant Dink cinayeti davasını “milliyetçi bir arkadaş grubunun icraatı” olarak karar bağlamak, sanıklara verilen cezalar ne olursa olsun beraattir, aklanmadır.
Rahat nefes alabilirler, halen Silivri’de bulunan Hrant Dink operasyonunu başlatanlar rahat nefes alabilirler, adım adım inşa ettikleri bir cinayetten aklandılar.
Cinayetin ilk günü katillerle “empati” kuranlar, soruşturmanın tıkanmasına aldırmadan cinayeti bir arkadaş grubunun işlediğine insanları inandırmak için uğraşanlar rahat nefes alabilirler. Aklandılar.
***
Soruşturmanın her aşamasında delilleri gizleyen, birbirleriyle “savaşır gibi” göründükleri halde bu cinayette birbirlerini sonuna kadar koruyup kollayan bütün “kamu görevlileri” de rahat nefes alabilirler. Hepsi aklandı.
Bu cinayet kendilerine siyaseten zarar verdiği için bir an önce olayın kapanıp gitmesini istemekle suça “fer’an iştirak” edenler de rahat nefes alabilirler. Onlar da aklandılar.
***
İstanbul’a ilk kez gelen on yedi yaşında bir çocuğun tek başına Hrant Dink’i bulup, en soğukkanlı şekilde arkasından vurup öldürmesinden bile kuşkulanmayan bönler de sevinebilir. Onlar da kendilerini aklanmış hissedebilirler, bön olmadıklarına inanarak daha da çok sevinebilirler...
“Çeteleri yok ettik” diye bağıranlar da rahat nefes alabilirler, “işte gördünüz bu cinayet çete işi değilmiş” diyerek kendilerini avutabilirler. Bunu söylerken neden hâlâ bu kadar ağır bir korunma düzeni içinde yaşadıkları akıllarından geçmeyebilir.
***
Bunların hepsi bu cinayetten yırttıklarına sevinebilirler, Silivri’de bayram edebilirler, “biz hapiste olabiliriz ama fikirlerimiz iktidarda” diye düşünüp daha da çok sevinebilirler.
Bugün sevinebilirler. Ama Hrant Dink’in delik ayakkabısı insanlığın vicdanında yaşamaya devam edecektir. Bir gün, “bu ülkede yargı var, adalet var” denilebildiği gün, o fotoğraf yine önlerine konulacaktır.
Hrant Dink cinayeti davasını “milliyetçi bir arkadaş grubunun icraatı” olarak karar bağlamak, sanıklara verilen cezalar ne olursa olsun beraattir, aklanmadır.
Rahat nefes alabilirler, halen Silivri’de bulunan Hrant Dink operasyonunu başlatanlar rahat nefes alabilirler, adım adım inşa ettikleri bir cinayetten aklandılar.
Cinayetin ilk günü katillerle “empati” kuranlar, soruşturmanın tıkanmasına aldırmadan cinayeti bir arkadaş grubunun işlediğine insanları inandırmak için uğraşanlar rahat nefes alabilirler. Aklandılar.
Soruşturmanın her aşamasında delilleri gizleyen, birbirleriyle “savaşır gibi” göründükleri halde bu cinayette birbirlerini sonuna kadar koruyup kollayan bütün “kamu görevlileri” de rahat nefes alabilirler. Hepsi aklandı.
Bu cinayet kendilerine siyaseten zarar verdiği için bir an önce olayın kapanıp gitmesini istemekle suça “fer’an iştirak” edenler de rahat nefes alabilirler. Onlar da aklandılar.
İstanbul’a ilk kez gelen on yedi yaşında bir çocuğun tek başına Hrant Dink’i bulup, en soğukkanlı şekilde arkasından vurup öldürmesinden bile kuşkulanmayan bönler de sevinebilir. Onlar da kendilerini aklanmış hissedebilirler, bön olmadıklarına inanarak daha da çok sevinebilirler...
“Çeteleri yok ettik” diye bağıranlar da rahat nefes alabilirler, “işte gördünüz bu cinayet çete işi değilmiş” diyerek kendilerini avutabilirler. Bunu söylerken neden hâlâ bu kadar ağır bir korunma düzeni içinde yaşadıkları akıllarından geçmeyebilir.
Bunların hepsi bu cinayetten yırttıklarına sevinebilirler, Silivri’de bayram edebilirler, “biz hapiste olabiliriz ama fikirlerimiz iktidarda” diye düşünüp daha da çok sevinebilirler.
Bugün sevinebilirler. Ama Hrant Dink’in delik ayakkabısı insanlığın vicdanında yaşamaya devam edecektir. Bir gün, “bu ülkede yargı var, adalet var” denilebildiği gün, o fotoğraf yine önlerine konulacaktır.
Ali Bayramoğlu
alibayramoglu@tnn.net
alibayramoglu@tnn.net
18 Ocak 2012 Çarşamba
İkinci cinayet zamanıÖnceki gün zor geçmişti. Ertesi gün görülecek, son celse, Hrant Dink davasının son celsesi, onun vurulduğu güne çok yakın bir anı simgeliyordu.
Dün son celsede, son anlarda, gözlerim mahkeme başkanındaydı... Dinledikçe gözlerim açıldı, ağzım kurudu...
Sanıkların isimlerini sayıyor, ekliyordu: "Beraat, beraat..."
"Erhan Tuncel beraat, Yasin Hayal terör örgütü üyeliğinden beraat..." Beraat, beraat...
Yanımda oturan Fethiye Çetin'e baktım, tepki gösterenlere baktım, "Hayır" dedim kendime, "Bu kadar da değil, muhtemelen şimdi asıl cezaları okumaya başlayacak..."
Ama bitti okuması.
Bir tek Yasin Hayal mahkûm olmuştu, Dink cinayetinden...
Hepsi bu...
Biz devlet kurumları, devlet çeteleri diyorduk...
Ne devlet kurumu, ne devlet çetesi, ne Ergenekon'u...
Mahkeme heyetine göre ortada örgüt bile yoktu...
İki taşralı gaza gelmiş ve cinayet işlemişti...
Ahlak yerlerde ama gerçek de gün gibi ortada...
Bu mahkeme heyeti, 5 yıl boyunca tüm gücünü, asıl faillere gidecek yolları kapamaya harcadı, emniyet, jandarma, MİT'teki sorumluları itinayla dava dosyasının dışında tuttu.
Karar günü ise beterini yaptı...
Devlet çetelerini bile akladı.
Sistemi temizledi.
Dün, "Tetikçiler ceza alacak, şaşırtıcı olmayacak" diyorduk...
Şaşırtıcı oldu...
Ülkede gazeteci, siyasetçi, akademisyen, Kürt, kim varsa sudan gerekçelerle örgüt ve terör suçundan içeri atan adliye düzeni, bu kez, örgüt, silah, eylem, ilişkiler tüm çıplaklığıyla ortadayken, adi cinayet kararı verebildi.
Cinayet devlet gözetiminde işlenmişti, şimdi ise devlet gözetiminde karartıldı.
Bunun tanımını siz yapın...
Bu ikinci bir cinayettir...
Bu bir aşağılamadır.
Siz bu satırları okurken, Erhan Tuncel dışarı çıkmış olacak...
10 yıl aldı ama Mc Donalds'tan, Dink davasında polis olduğu için beraat etti. Ve armağan verdi mahkeme Tuncel'e, tahliye kararı verdi...
Bu, hep böyle...
1915'te böyle olmamış mıydı?
Katiller taltif edilmemiş miydi? Milletvekili, işadamı, ulusal kahraman olmamışlar mıydı?
Hala resmi ağızlar Ermenilerin ihanet ettikleri için sürüldüklerini ve yolda yürürken telef olduklarını, birkaç serseri çetenin saldırısına uğradığını söylemiyor mu?
Şimdi ne oldu?
Hrant, tahrik etti, iki serseri çıktı, tahriklere kapıldı, tetiği çekti...
Ve sistem elini yıkadı...
Peki gerçekten öyle mi?
Asla...
Vicdanlar yıllar boyu taşıyacak bir ağırlığa boğuldu...
Resmi suç, ahlaksızlık dosyası kabardı...
Dink avukatları esas hakkındaki görüşlerinde şöyle diyorlardı:
Hrant Dink cinayeti, iki 'devlet geleneği'nin kesişme noktasında durmaktadır: Siyasi cinayetler ve Ermeni düşmanlığı.
Hakikati ortaya çıkaracak bir yargılama için bu iki devlet geleneğiyle yüzleşmek kaçınılmazdır. Çünkü cinayetin nedeni ve oluş biçimi ancak bu sayede anlaşılabilir. Devlet'in siyasi cinayet geleneğiyle yüzleşmeden 'suç örgütü'nün yöntemlerini ve eylemin örgütlenme biçimini anlamak mümkün olmayacağı gibi; kadim Ermeni düşmanlığıyla yüzleşmeden de 'suç örgütü'nün bu eylemi gerçekleştirmesinin, üstelik gözler önünde, göstere göstere gerçekleştirebilmesinin en önemli nedeni de anlaşılamayacaktır..."
İşte budur...
Gerçek budur...
Örtülen budur...
Şimdi gerçekten tepki zamanı, tepki duyan, perşembe günü saat 13.00'te, Taksim'de, Divan Oteli'nin önünde olsun...
Çünkü bize kalan tek şey toplumun vicdanı, toplumun tepkisi...
Dün son celsede, son anlarda, gözlerim mahkeme başkanındaydı... Dinledikçe gözlerim açıldı, ağzım kurudu...
Sanıkların isimlerini sayıyor, ekliyordu: "Beraat, beraat..."
"Erhan Tuncel beraat, Yasin Hayal terör örgütü üyeliğinden beraat..." Beraat, beraat...
Yanımda oturan Fethiye Çetin'e baktım, tepki gösterenlere baktım, "Hayır" dedim kendime, "Bu kadar da değil, muhtemelen şimdi asıl cezaları okumaya başlayacak..."
Ama bitti okuması.
Bir tek Yasin Hayal mahkûm olmuştu, Dink cinayetinden...
Hepsi bu...
Biz devlet kurumları, devlet çeteleri diyorduk...
Ne devlet kurumu, ne devlet çetesi, ne Ergenekon'u...
Mahkeme heyetine göre ortada örgüt bile yoktu...
İki taşralı gaza gelmiş ve cinayet işlemişti...
Ahlak yerlerde ama gerçek de gün gibi ortada...
Bu mahkeme heyeti, 5 yıl boyunca tüm gücünü, asıl faillere gidecek yolları kapamaya harcadı, emniyet, jandarma, MİT'teki sorumluları itinayla dava dosyasının dışında tuttu.
Karar günü ise beterini yaptı...
Devlet çetelerini bile akladı.
Sistemi temizledi.
Dün, "Tetikçiler ceza alacak, şaşırtıcı olmayacak" diyorduk...
Şaşırtıcı oldu...
Ülkede gazeteci, siyasetçi, akademisyen, Kürt, kim varsa sudan gerekçelerle örgüt ve terör suçundan içeri atan adliye düzeni, bu kez, örgüt, silah, eylem, ilişkiler tüm çıplaklığıyla ortadayken, adi cinayet kararı verebildi.
Cinayet devlet gözetiminde işlenmişti, şimdi ise devlet gözetiminde karartıldı.
Bunun tanımını siz yapın...
Bu ikinci bir cinayettir...
Bu bir aşağılamadır.
Siz bu satırları okurken, Erhan Tuncel dışarı çıkmış olacak...
10 yıl aldı ama Mc Donalds'tan, Dink davasında polis olduğu için beraat etti. Ve armağan verdi mahkeme Tuncel'e, tahliye kararı verdi...
Bu, hep böyle...
1915'te böyle olmamış mıydı?
Katiller taltif edilmemiş miydi? Milletvekili, işadamı, ulusal kahraman olmamışlar mıydı?
Hala resmi ağızlar Ermenilerin ihanet ettikleri için sürüldüklerini ve yolda yürürken telef olduklarını, birkaç serseri çetenin saldırısına uğradığını söylemiyor mu?
Şimdi ne oldu?
Hrant, tahrik etti, iki serseri çıktı, tahriklere kapıldı, tetiği çekti...
Ve sistem elini yıkadı...
Peki gerçekten öyle mi?
Asla...
Vicdanlar yıllar boyu taşıyacak bir ağırlığa boğuldu...
Resmi suç, ahlaksızlık dosyası kabardı...
Dink avukatları esas hakkındaki görüşlerinde şöyle diyorlardı:
Hrant Dink cinayeti, iki 'devlet geleneği'nin kesişme noktasında durmaktadır: Siyasi cinayetler ve Ermeni düşmanlığı.
Hakikati ortaya çıkaracak bir yargılama için bu iki devlet geleneğiyle yüzleşmek kaçınılmazdır. Çünkü cinayetin nedeni ve oluş biçimi ancak bu sayede anlaşılabilir. Devlet'in siyasi cinayet geleneğiyle yüzleşmeden 'suç örgütü'nün yöntemlerini ve eylemin örgütlenme biçimini anlamak mümkün olmayacağı gibi; kadim Ermeni düşmanlığıyla yüzleşmeden de 'suç örgütü'nün bu eylemi gerçekleştirmesinin, üstelik gözler önünde, göstere göstere gerçekleştirebilmesinin en önemli nedeni de anlaşılamayacaktır..."
İşte budur...
Gerçek budur...
Örtülen budur...
Şimdi gerçekten tepki zamanı, tepki duyan, perşembe günü saat 13.00'te, Taksim'de, Divan Oteli'nin önünde olsun...
Çünkü bize kalan tek şey toplumun vicdanı, toplumun tepkisi...
Ne diye bilirim ki;
YanıtlaSil