17 Ocak 2012 Salı

Ben de bu burda anlatılanlara uyuyor muyum?

Konsantre 'yaşanmışlıklar' ve duygu yalıtım sistemleri

Önce toplu konut ve site usulü şehirleşmeye geçerek mahalleyi bitirdik. Hepimiz o yüksek yüksek apartmanlara taşınarak 'çevre'mizi gözden çıkardık, komşularımızı tanımaz hale geldik. Ardından koca koca alışveriş merkezleri inşa ederek esnaf kültürünün de defterini dürdük. Geceleri televizyon izlemekle ya da internete takılmakla geçirir, birbirimizle konuşmaz olduk. Herkesin kendi odası, kendi televizyonu, kendi bilgisayarı var. Herkes her fırsat bulduğunda kendi dünyasına kilitliyor kendisini. Kitle iletişim araçları insanları her gün birbirine daha fazla yabancılaştıran, sağırlaştıran, körleştiren çatışmaları körükleyip duruyor. Caddelerde, sokaklarda, toplu taşım araçlarında, parklarda, orada, burada bulunurken ya cep telefonlarımızı, tablet bilgisayarlarımızı kurcalıyor ya da 'player'larımızdan gelen müziğe kaptırıyoruz varlığımızı. Bunu yapmayanlar da ya kendi kendilerine konuşuyorlar ya da görünmez kulaklıkları vasıtasıyla başkalarının cep telefonlarıyla. İnsanın insanla buluştuğu pek az yer kaldı. İnsanın insanı gördüğü, duyduğu, hissettiği, düşündüğü, anladığı, bilmeye ve bulmaya gayret ettiği pek az kesişim kümesi... Hayat nerede cereyan ediyor peki; kimsenin sormadığı, sormayı aklından bile geçirmediği asıl can yakıcı soru bu!

* * *

Refah seviyesinin görece arttığı, hayat standartlarının iyi kötü yükseldiği, sahip olduğumuz konfor ve imkânların fazlalaştığı bu zamanların insanı sarhoş eden, sersemleten, uyuşturan bir atmosferi var. Her şey eşyaya bağlı ve eşya üzerinden anlamlandırılıyor. Hepimiz evinin konforu kadar, otomobilinin modeli kadar, sahip olduğu teknolojik donanım kadar, buzdolabının soğutma kapasitesi, çamaşır makinesinin kurutma performansı, televizyonun ekran büyüklüğü, bilgisayarının cigabaytı, dekorasyonunun trende uygunluğu, çocuğunun sınav performansı kadar değer ya da anlam taşır hale geldik. Hepimiz ölçülür biçilir hale geldik. İşimizi, gücümüzü, kariyerimizi, maaşımızı, hayatın bitmez tükenmez başarma kriterlerindeki performanslarımızı, ne kadar "in" ya da "out" olduğumuzu merak ediyor herkes. Soran yok insanlığımızı! Ya da sorulacak bir şey cereyan etmiyor insanlığımızda! Hepimizin sadakatle bağlı olduğu bir tür centilmenlik anlaşması var sanki aramızda. Hiç kimse bozmuyor diğerinin oyununu.

* * *

Hayat güzel diyor herkes ama hayat ne? Öyle çok söyleniyor ki güzel olduğu, kurt düşüyor en saf insanın bile içine. Güzelse neden bunu söyleyip duruyoruz? Neden ihtiyacımız var buna. Madem bir hayatımız var ve madem çok güzel her şey, bir de "yaşanmışlık" diye dramatik derecede gülünç bir lafı ne diye icat ettik. "Yaşanmışlık" diye bir şeyi varsa insanın, bir de "yaşanmamışlık"ı olmaz mı o zaman? "Geriye yaşanmışlıklar kaldı" gibi laflar dolanıyor ya şimdi ağızlarda, geriye kalmayan ne peki? Neden hayat hafızalarımızın hatıra defterlerindeki üç beş yaşanmışlıkla sınırlı kaldı? En iyi ihtimalle, pek az yaşadığımız için olabilir mi?

* * *

Önce hayat hikâyesiydi, sonra biyografi oldu, sonra CV, en sonunda bilmem kaç haneli bir kimlik numarası... Bir kimlik numarasına sığıncaya kadar küçülecek mi bir gün varlığımız?

Gökhan Özcan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder