“İbadet”, Kur'an'ın,
hassasiyetle üzerinde durduğu konulardan biridir. Çünkü ibadet edilecek
kimseler veya varlıklar, hiç şüphesiz kişilerin hayatında önemli bir yer işgal
ederler. Çok değişik şekilleri olan putperestlikleri ve şirk çeşitlerini ortadan
kaldırmak için bu terimin iyice anlaşılması gerekir.
“İbadet” kelimesi,
“Abede” fiilinin mastarı olup “İtaat etmek, boyun eğmek, tevazu göstermek,
bağlanmak ve hizmet etmek” anlamlarına gelir.
İbadet kelimesi,
yukarıda ifade edilen manâlara geldiğinden Arapça'da, “Yumuşak huylu yük
devesi” için “Bai'run muabbedun.” yine “gidişi-gelişi kolay olan yol” için de
“Tarikun Muabbedun” tabirleri kullanılır.
Efendisine boyun
eğdiği için köleye de “Abd” ismi verilir. Kamus Şarihinin beyanına göre
ibadet, “Hırs ve gadap” manâlarına gelen “Abed” maddesinden gelmektedir.
“İbadet” kelimesinin
türediği “Abd” kökü, şu anlamlara gelir;
a- Hürün
karşıtı olan köle.
Aşağıdaki hadisi
şerifde, “Abd” kelimesi bu anlamda kullanılmıştır.
“Selâsetün, Ene hasmuhum: Reculun Abede muharreren: üç
kişi vardır ki ben onların hasmıyım. Bunlardan birincisi, hür bir kimseyi
köle edinen adamdır...”
Ayrıca Kur'an'ı Kerîm
de, Musa (a.s.)’nın, Fir'avn'a “o başına
kaktığın nimet de İsrail oğullarını köle yapman yüzündendir.” mealindeki ayette
de “Abd” kelimesi “köle edinmek” anlamında kullanılmıştır.
b- Boyun
eğmek ve itaat etmek.
Kelimenin bu
anlamlara geldiğini aşağıda gelen örneklerde görmekteyiz.
“A'bede't-Tâğut: Putlara ibadet etti.” anlamındaki cümlede, ibadet, “itaat etmek”
manasınadır. Ayrıca “U'budu Rabbeküm:
Rabbinize ibadet edin” mealindeki
ayette de kastedilen manâ, “Rabbinize itaat ediniz” demektir. “İyyake
Na'budu: Ancak sana ibadet ederiz” mealindeki ayet de bu manâdadır. Yani eğilmelerimizle
itaati ancak sana gösteririz demektir.
c- Kulluk
etmek, ilâh tanımak, tapmak.
Kelimenin belirtilen
manâlara geldiğini, bu kelimenin Arapça'daki kullanımından da anlamaktayız.
Nitekim bir şiirde; “Era'l-mâle İ'ndel-Bâhiline Muabbed: Cimrilerin yanında
malı, kendisine ibadet edilen bir meta olarak görüyorum” denilmektedir. Burada
mala taparcasına, ilâh tanıyacak şekilde ona kulluk eden cimrilerin durumu,
“Abd” kökünden gelen “Mu'abbed” kelimesiyle ifade edilmiştir. Kelimenin bu
şekildeki kullanımı yukarıda belirtilen manâya geldiğini gösterir.
d- Bir şeye
bağlanıp, ondan ayrılmamak.
Bunun örneği,
“ona ibadet etti, ona yapıştı
ve ayrılmadı” anlamlarına gelen “Abede bihi” cümlesidir.
Bu açıklamalardan
anlaşılacağı üzere ibadet kelimesinin ifade ettiği esas manalar; “kişinin
yüksek ve üstün birine karşı baş eğmesi, itaat etmesi, kendi hürriyetinden
feragat ederek onun karşısında her türlü isyanı terk etmesi, tam bir
bağlılıkla ona boyun eğmesidir.” İşte bu durum, kulluk ve itaattir. İbadet,
itaat etmenin bir çeşididir. Bu itaata müstehak olan da, hiç şüphesiz gerçek
ma'bud olan Allah'dır.
Dini bir terim olarak
ibadetin genel anlamdaki tanımı .şudur: “Yapılması sevap olan, Allah'a
yakınlık ifade eden, yalnız O’nun emirlerini yerine getirmiş olmak ve rızasını
kazanmak niyetiyle yapılan, her türlü harekete ibadet denir.”
Bu tanımdan sonra,
dinî bir kavram olan ibadetin önemli özelliklerini kısaca belirtebiliriz. Bu
özellikler şunlardır:
a- Taât:
Niyete bağlı olsun veya olmasın, yine kimin için yapıldığı bilinsin veya bilinmesin,
yapılması sevap olan fiili yapmaktır..
b- Kurbet:
Niyete bağlı olmasa bile, yapılması sevap olan işi,, kime yaptığını bilerek,
yani yaklaşmak istediği varlığı tanıyarak yapmaktır.
c- Niyet:
Yapılan işteki irade ve maksada denir. İbadetin geçerli olmasında en önemli
unsur niyettir. Bu özelliklere sahip olmayan bir iş veya davranış, dinî anlamdaki
ibadet teriminin kapsamına giremez. Çünkü her ibadet, Allah'a bir yaklaşma
(Kurbet), her kurbet (yaklaşma) de bir taâttır. Ancak her taât, kurbet
olamadığı gibi, her kurbet te ibadet olamaz. Örneğin: Allah'ı ve yüce kudretini
tanımak için düşünmek (Tefekkür), bir taât'tır. Ancak Allah, bu tefekkür
halinde henüz tanınmış olmadığından bu düşünce bir kurbet olmadığı gibi, niyete
bağlı olmadığından bir ibadet de değildir. Yine Kur'an okumak, yoksullara
yardım etmek gibi niyete bağlı olmayan fiiller, hem kurbet, hem de taât'tır,
ibadet değildir. Ancak Oruç, Hacc, Namaz, Cihad, Zekât gibi niyetle şartlanmış
olan fiiller hem ibadet, hem kurbet ve hem de taâttır. Demek ki dinî manâsıyla
ibadet: “insanın ruhen ve bedenen, gizli ve açık bütün mevcudiyetiyle yalnız
Allah'a yapmış olduğu şuurlu (bilinçli) bir taât ve kurbettir.” İbadette
öncelikle şart olan niyettir. Çünkü niyet, yapılacak işte ancak Allah'a taât ve
yakınlık kasdetmekdir.
İbadet, imanın
uygulanması, hâk ve doğru kabul edilen esasların günlük hayatta yaşanması
olduğundan, Allah katında taât kabul edilen her iş, yapılmış olmalıdır. Yoksa
yalnız istek halinde kalıp, davranış sahasına çıkmayan duygu ve düşünceler, Allah'a
yakınlık anlamına gelen kurbet ve taât olsalar da, ibadet değillerdir. Bunun
içindir ki, ibadetlerin, başı olan imanda, sadece kalbin tasdiki yeterli
olamıyacağından, hiç olmazsa dil ile ikrar ederek açıklanması gerekli
görülmüştür. Bunun yanında, niyetsiz, sadece görünürde yapılan işlerde ne
olursa olsun ibadet sayılmazlar. Niyetsiz yatıp kalkmak namaz olmadığı gibi,
niyetsiz aç durmak da oruç değildir. O halde kötü niyetle, veya Allah'a itaat
ve yakınlık kasından başka bir maksatla yapılan işler, ibadet olamazlar.
Dinî bir terim olan
ibadet mefhumu, bütünü ile İslâm şeriatının birinci kısmını içine almaktadır.
Bunlar, tahârat (temizlikler) Namaz, Zekât, Oruç, Hacc ve Cihad'dır.
Meşruat beş kısma
ayrılır: a- İman, b- İbadet, c- Muamelât (ki buna malla ilgili iki taraflı anlaşmalar, evlenmeye
ait hukukî hükümler, emniyete (güvenilirliğe) dayanan tek taraflı anlaşmalar ve
veraset meselesi girer.) d- Cezalar,
e- Keffâretler.
İbn Nucaym (el-Bahr
el-râ'ik 1,7) İbn Abidin (Redd ül-Muhtar, 1,58) birinci grup yerine Âdâb'ı
koyuyorlar. Âdâb, manevî ahlâk hükümleridir. Umumiyetle iman erkânı gibi, bu
hükümler de fıkıh eserlerinde değil, hadis kitaplarında yer almıştır
Lisanımızda çokça
kullanılan “tapınmak ve tapmak” kelimeleri, ibadet'in değil, yalnızca taât'in
karşılığı olabilirler. Hatta tapmak ve tapınmak kelimelerinden az çok, ne
yaptığını bilmemek gibi bir şuursuzluk manası anlaşıldığı için, bu kelimeleri
“puta tapmak “Haç'a tapmak” gibi yerlerde kullanırız. Oysa kulluk etmek, şuur
bakımından tapmak kelimesinden daha iyi ve anlamlıdır' Şu halde ibadet terimi,
bir taât mertebesini ifade etmektedir ki, en hususi anlamı “ibadet”, en genel
anlamı ise “kulluk” manasına gelen “ubudiyyet”dir.
“İbadet, Allah'ın razı
(hoşnud) olduğu şeyi yapmak ubudiyyet ise, Allah'ın yaptığına razı olmaktır,”
diye de tanımlanmıştır.
Kur'an'da ibadet
kelimesi, daha çok nefislerin sadece Allah için başka kayıtlardan
kurtarılması, yalnız O'nun ibadetine tahsis edilmesine işaret etmektedir. Yani
insan; sevgide, korkuda, ümit ve tevekkülde, itaat edip boyun eğmede, Allah'a
hiç bir varlığı ortak koşmayacaktır. Çünkü ibadet, sevginin, bağlılığın ve
korkunun en güzel ifadesidir. Nitekim dinin bütününü de bu esaslar oluşturur. İbadet terimi bu açıdan incelendiğinde,
kulun, ibadet ettiği ilah (Allah) kemâl derecesinde sevmesi ve tevazu göstermesi
ve bütün bunların ancak Allah için olmasıdır.
“Sadece sana ederiz kulluğu, ibadeti.” mealindeki ayette, kulun, ibadeti sadece Rabb'ına
ait kılıp, nefsini ancak Allah'a teslim etmesinin gereği vurgulanmaktadır.
Allah'dan başkasına gösterilen “itaat ve kulluk”, o varlığı sahte bir ma'bud yapar.
Bu ma'bud ya şeytandır, ya da kendilerini Tâğut kılan azgın kişilerdir. Yahut
da Allah'ın kitabını hiçe sayarak insanları icad ettikleri hayat düsturlarına
ve yaşayış tarzlarına sevkeden önderlerdir...
İnsanların Şeytanın
teşviki ile yapageldikleri ibadetlerinin yönü olan putlar ve hayalî kuvvetler,
Allah'tan başka tapınılan tüm varlıklar birer sahte mabud'dur. Çünkü Kur'an,
Allah'dan başka hiç bir Hak Ma'bud olmadığını en açık bir şekilde bildirirken,
insanların, Aliah'dan başkasına tapmalarını ve onları ilah kabul etmelerini de
büyük günah sayıyor...
Şimdi ibadet
konusunda, Kur'an'ın bildirdiği İslâm mefkuresinin temel esaslarını, Allah'a
ibadet şeklini ve O'ns yönelmeyi ihtiva eden ayetleri inceleyerek, doğru yolu
bulmanın, dünya ve ahiret saadetine ermenin kafi teminatını görmeye
çalışacağız.
İslam, insanlığa en
yüce mefkureyi sunan ve en sağlam hayat nizamını temin eden bir dindir.
Evrensel bir din olan İslam, bütün insanları bu nizama davet eder. Allah'ın
dininden uzak olan her çeşit cahiliyet bataklığından kaçıp, İslam'a teslim
olmak -bazılarının zannettiği gibi- bir taassub değildir.
İbadeti, sadece dış
görünümündeki şekillerde değerlendiren kimseler ibadetlerde titiz davranmayı,
ilk anda bir nevi dar görüşlulük, yahutta şekilcilik olarak kabul
edebilirler... Ancak daha derin ve etraflıca düşünülüp araştırılırsa, pek çok
gerçeklerin farkına varmak mümkün olur. İbadet, Allah ile her an ilişki
kurmaya bir vasıtadır. İbadet, ruhun ve bedenin ölçülü ve disiplinli bir hale
gelişini sağlar. Güzel ahlâkı yansıtan hareketleri sağlayan, ruhumuzun Allah'a
yabancılaşmasını önleyerek O'nu bize unutturmayan ibadettir...
İnsanın, ruhundaki
gizli duygularını dışa vurmak için, zahiri şekilleri kullanma temayülü
(eğilimi) vardır. Bu gizli duyguları anlatmak için, zahiri şekillere baş vurmadan
insan, ruhî duygularını tatmin edemez. Duygularını bu şekillerle ifadelendiren
insan, hissen ve ruhen bir bütünlük kazanır. Bu haliyle de rahat edip huzura
kavuşur.
İslâm dini, bütün ibadet
kaidelerini bu fıtrî esas üzerine kurmuştur. Bunun için işi, ne sadece içten
gelen niyetlere, ne de ruhî duygulara terk etmemiş, aksine ibadetlere ait
yönelişlerde, dış ile içi (zahir ile batini) tam bir uyum içersine sokarak
huzur ve mutluluk temin edilmiştir. Bu cümleden olmak üzere mü'min, Namazda
kıbleye yönelir, Hacc da belirli bir yerde ihrama girer, bir kıyafete bürünür,
orucunu tutarken niyet, eder, yemez, içmez... Böylece her ibadetiyle bir
hareket, her hareketiyle de bir ibadet
icra eder. İslâm dini bu yöntemiyle nefsin zahiri ile batınîni birleştirip,
kuvvetler arasını denkleştirir. Bunun sonucunda kendi mefkuresine uygun olarak
insan fıtratına tam bir uyum bahşeder.
İslâm dini, yeryüzüne
getirdiği bütün gerçekçi kaidelerle, insan fıtratında mevcut olan ibadet
duygusunu en doğru bir şekilde geliştirerek bu ihtiyaca cevap verir. Böylece
el ile tutulup gözle görülen veya gizli bir kuvvetin varlığını, değişik
varlıklarda görerek onlara tapanları da yanlış inançlardan ve tapınmalardan kurtarır.
Bu özelliğinden dolayı Allah'dan başka çok ilâh kabul etmek suretiyle putlara
tapan bir toplumda, bu yanlış inancı ve ibadet şeklini, bir daha dirilmeyecek
şekilde tarihe gömen tek din İslâm’dır.
İşte İslâm böyle bir
hayat nizamıdır. İnsanları hür iradeleri ile Allah'a yönelten, onların
birbirlerine kul, köle olmalarını önleyen, onları her türlü yanlış tapınmalardan
kurtarıp Allah'a götüren hiç şüphesiz bu nizamın kendisidir. İslâm'ı benimseyip
ona mensup olanların belirgin özellikleri vardır. Bunların en önemlilerini
şöylece belirtebiliriz.
1- Allah'ın
varlığına, birliğine tek bir ilâh olduğuna inanmak.
2- O'ndan
gelen bütün hükümlerin gerçek ve doğru olduğunu kabul etmek.
3- Allah'ın
bildirdiği ilâhî hükümler doğrultusunda yaşayarak Allah'a ibadet etmek ve O'na
kul olmak.
4- Allah ve
Rasûlünün ahlâkı ile ahlâklanmak.
Bu nizam dışında
müslüman, hangi kıyafete girerse girsin, hangi davayı benimserse benimsenin,
hangi unvana tutunursa tutunsun içinde bulunduğu durum, ancak açık bir sapıklık
olabilir.
Allah'ı tek Rabb
bilerek O'na kulluk etmek, insanı tevhid inancına ve bu inancın gereğine
götürür. Bu iman ve şuura sahip olan insanlardan oluşan bir toplum, yeryüzündeki
her çeşit şirk odaklarını dağıtır. Bu gerçekleri belirttikten sonra şimdi ibadetle
ilgili ayetlerin mealini görelim...
Daha önce de
belirtildiği gibi, ibadet kelimesinin türediği “Abd” kökü, “köle” anlamına da
gelir. Aşağıdaki ayetlerde geçen “abd” kelimesi bu anlamlarda kullanılmıştır.
a- Kölelik,
Allah'dan başkasına kulluk etmektir.
“Ey mü'minler, öldürmede kısas size farz kılındı.
(Binâenaleyh, kaatilin de öldürülmesi gerekir.) Hüre hür, köleye köle, kadına
kadın...”
“...Ortak koşan erkekler de inanıncaya kadar, onlarla
(kadınlarınızı) evlendirmeyin. (Allah'a ortak koşan hür bir erkek) hoşunuza
gitse dahi, inanan bir köle, ortak koşan (müşrik) bir adamdan daha iyidir...”
Ayet, müslüman bir
kadının, Allah'a ortak koşan (müşrik) bir erkekle evlenemeyeceğine delildir.
“Allah, hiç bir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı
olan bir köle ile; kendisine güzel rızık verdiğimiz, o rızıktan gizli ve açık
harcayan kimseyi misâl olarak anlattı. Hiç bunlar bir olurlar mı?”
Yüce Allah bu misâl
ile gerçeği anlatıyor. Allah'dan başkasına tapan kimse, başkasının malı olan,
hürriyetten yoksun, âciz köle durumundadır. Çünkü o, iradesini bir yaratığın
eline vermiş, köleleşmiştir. Allah'a kul olan ise, yaratıklara köle olmaktan
kurtulmuştur. Zira o herşeyi yalnız Allah'dan beklediğinden menfaat için kimseye
boyun eğmez. Kâfir malından ve canından Allah'a itaat noktasında hiç bir şey
infak edemediğinden, bir şeye güç yetiremeyen köle durumuna düşmüştür.
“Şu iki adamın kavmi bize kölelik ederken, şimdi biz
kalkıp bizim gibi iki insana mı inanacağız dediler.”
“O başıma kaktığın nimet de İsrail oğullarını köle
yapman (yüzünden) dir. (Onları köle diye kullanıp erkek çocuklarını kesmeseydin senin eline
düşmezdim.”
“İçinizden bekârları, köle ve cariyelerinizden
iyileri, evlendirin...”
Ayet günâhlardan
korunmak ve Allah'ın rızasını kazanabilmek için, evlenmenin önemine işaret
ederken aynı zamanda evliliğin bir ibadet olduğunu belirtiyor.
b- Allah'a
kul olmak, O'ndan başkasına itaat etmemekle mümkündür. Aşağıda gelen ayetler,
Allah'a kulluk etmenin en şerefli bir haslet olduğunu, bu şerefe nail olmanın
ancak Allah'a itaat etmekle mümkün olacağını ifade ediyorlar.
“Eğer kulumuz (Muhammed)'e indirdiğimizden şüphe
içinde iseniz haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'dan başka bütün
şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın; eğer doğru iseniz (bunu yapın).”
İbadet, en şerefli bir
haslet olduğu için, Allah Nebi'sini bu özelliği ile anmıştır. Ona “kulumuz”
diye hitap etmiştir.
“Allah'ın kullarından dilediğine lütfuyla (vahiy)
indirmesini çekemiyerek, Allah'ın indirdiğini inkâr etmek için kendilerini ne
alçak şeye sattılar da gazab üstüne gazaba uğradılar...”
Allah'ın indirdiği ilâhî hükümleri inkâr ederek, Allah'dan
başka varlıklara tapanların, Allah'ın gazabına uğradıkları açık bir şekilde belirtiliyor.
“Kullarım, sana benden sorarlarsa (söyle): Ben (onlara) yakınım. Bana duâ edince duâ edenin
duasına karşılık veririm...”
Ayetteki duâ, “ibadet”
manâsmdadır. Allah'a ibadet ederek kulluğunu gösterenlerin, ibadetinin kabul
olacağı belirtiliyor.
“...Allah kullarını (hakkıyla) görmektedir.”
Ayetler, Allah'a ibadet
edenlere bir müjde, isyan edenlere de bir ihtar niteliğindedir.
“O gün her nefis, yaptığı her hayrı hazır bulacaktır;
işlediği her kötülüğü de, ister ki o kötülükle kendisi arasında uzak bir mesafe bulunsun. Allah
sizi kendisin (in emirlerine karşı gelmek) den sakındırıyor. Allah, kullarına şefkatlidir.”
“Bu sizin ellerinizin yapıp öne sürdüğünün
karşılığıdır. Allah, kullara asla zulmedici değildir.”
“(O Şeytan) ki Allah ona lanet etti ve o da: Elbette
senin kullarından belirli bir pay alacağım dedi.”
Ayet, insanların,
şeytana itaat etmemelerine dikkat çekiyor. Allah'a yapılması gereken itaat
şeytana yapılırsa yani onun emirlerine uyulursa, Allah'ın lanetine uğranmış
olunur.
“O (Allah),
kullarının üstünde tam hâkimdir, (onları istediği gibi yönetir), O, her şeyi
yerli yerince yapan, (her şeyi) haber alandır.”
Ayet, bu sıfatlara
sahip olan yüce Allah'a kulluk etmenin kaçınılmaz bir iş olduğunu, O'na hiç
bir şeyin ortak koşulmaması gerektiğini bildiriyor.
“Eğer onlara azab edersen, onlar senin kullarındır
(dilediğini yaparsın)...”
“O, kullarının üstünde tek hâkimdir...”
“İşte bu Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini
buna iletir..."
“De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel
rızıkları kim haram etti?...”
Allah'ın helâl kılarak
insanlara verdiği nimetleri haram kılmanın, kullukla ve Allah'a ibadetle ilgisi
olmadığı böylece belirtilmiş oluyor.
“Mûsâ, kavmine; Allah'dan yardım isteyin, sabredin!
dedi; yeryüzü Allah'ındır, onu kullarından dilediğine verir. Sonuç, (Allah'tan korkup günâhtan)
korunanlarındır.”
“Allah'tan başka çağırdıklarınız (dua edip
yalvardıklarmız) da sizler gibi kullardır, (onların tanrı olduğu hakkındaki
iddianızda)
doğru iseniz, çağırın onları da size cevap versinler.”
“İşte bu, ellerinizin yapıp öne sürdüğü işler
yüzündendir. Yoksa Allah kullara zulmedici değildir.”
Kulluk ve ibadet,
insanın kendi hür iradesiyle, Allah'ın dinine uyarak olmalıdır. Ayetler,
Allah'in insanlara peygamberler göndererek ibadet ve kulluk şekillerini
açıkladığına, ancak insanların pekçoğunun bunlara uymadıklarına işaret ediyor.
“Bilmediler ki, kullarından tevbeyi kabul eden,
sadakaları alan Allah'tır. Ve Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok merhamet
edendir.”
“(O) Allah, hayrını kullarından dilediğine verir. O,
bağışlayan, esirgeyendir.”
Bu ayetlerde, işlenen
günahtan sonra, Allah'ın istediği şekilde tevbe eden, yani günahı gerçekten
terk eden kulun, affedileceği beyan edilmiştir.
“...Böylece biz kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek
istedik; çünkü o, ihlâsa erdirilmiş (seçkin)
kullarımızdandır.”
Ayet, sırf Allah için
yapılan taat'ın ihlâs olduğuna ve bu şekildeki teslimiyetin insanı her türlü
günâhlardan koruyacağına işaret
ediyor.
“Peygamberleri onlara dediler ki; Biz de sizin gibi
insandan başka bir şey değiliz, fakat Alİah, kullarından dilediğine nimetini
lütfeder...”
“İnanan kullarıma söyle: Namazı kılsınlar, ne
alışverişin, ne de dostluğun olmadığı bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) gizli ve açık sarf etsinler.”
Ayette, ibadet ve
kulluğun, ancak Allah'a itaat etmek olduğu açıkça belirtiliyor.
“(İblis): Ancak içlerinden kendilerine ihlâs verilen
kulların hâriç. (Benim azdırmam onları etkilemez.)”
“Benim hâlis kullarıma karşı senin bir gücün yoktur.
Ancak sana uyan azgınlar (ı azdırabilirsin sen).”
Allah'ın emirleri
doğrultusunda hareket ederken, bu ibadeti bozacak ve geçersiz yapacak şirk,
riya gibi şeylerden uzak kalınmalıdır.
“(Ey Muhammed), kullarıma haber ver: İşte ben öyle
bağışlayan, öyle esirgeyenim.”
“Eksiklikten uzaktır, O (Allah) ki geceleyin kulunu
Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya yürüttü...”
“...(Nuh), çok şükreden bir kuldu.”
“Nûh'dan sonra nice nesilleri helak ettik. Kullarının
günâhlarını haber alıcı, görücü olarak Rahb'in yeter.”
“Kullarıma söyle: En güzel sözü söylesinler...”
Ayetler, Allah'a kulluğun,
en şerefli bir vazife olduğunu, bu vazifeyi yapanların Allah'ın emrettiği
şeyleri emretmelerinin, yasakladığı şeylerden de sakınıp sakındırmalarının
gereğini ifade ediyor. Böylece en güzel söz söylenmiş olacağı gibi en iyi
davranış da gösterilmiş olur.
“O Allah'a hamd olsun ki, kuluna kitabı indirdi ve
ona hiç bir eğrilik koymadı.”
“İnkâr edenler, beni bırakıp kullarımı kendilerine
velîler yapmaları (nın fayda vereceğini) mi sandılar? Biz kâfirlere Cehennemi
konak olarak hazırladık.”
Bu ayette, Allah'dan
başka varlıklara tapmanın ve onlara ibadet etmenin şirk olduğu, bu durumun da
Cehenneme girmeye sebep olacağı bildiriliyor.
“(Çocuk): Ben Allah'ın kuluyum, dedi, (O)
bana kitap verdi, beni peygamber yaptı.”
“Rahmân'ın kullarına gıyaben va'dettiği Adn cennetleri
(ne gireceklerdir)...”
“İşte kullarımızdan, takva sahibi kimselere
vereceğimiz cennet budur.”
Allah'a ibadet ederek
O'nun hükümlerine uymak suretiyle her türlü kötülüklerden korunmanın
(mükâfatı) karşılığı, ebediyet evi cennet
olduğu bildiriliyor.
“Andolsun, Tevrat'tan sonra Zebur'da da: Arza mutlaka
iyi kullarım vâris olacak (bu yer onların eline geçecek) diye yazmıştık.”
“Alemlere uyarıcı olsun diye kulu (Muhammed) e fûrkanı (hakkı bâtıldan
ayırma ölçüsünü ) indiren (Alİah') ın hayır ve bereketi pek çoktur.”
“…Rabb'im, bana ve anama-babama lütfettiğin nimete
şükretmemi, senin beğeneceğin faydalı bir iş yapmamı gönlüme ilham eyle ve
rahmetinle beni iyi kullarının arasına sok.”
“De ki: Hamd olsun Allah'a, selâm O'nun seçtiği
kullarına...”
“Allah, kullarından dilediğine rızkı yayar
(genişletir) de, kısar da. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir.”
“Onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında
bulunanı, (kendilerini her yandan kuşatan göğü ve yeri) görmüyorlar mı? Dilesek
onları yere batırırız, ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Şüphesiz
bunda (Rabb'ine) yönelen her kul için dersler vardır.”
“...Kullarımdan
şükreden azdır.”
“...Kulları içinden ancak bilginler, Allah'dan
(gereğince) korkar.”
Allah'ı, herşeye kadir
bilerek O'ndan korkanlar ancak alimdirler. Allah'ın emirlerine uymamaktan veya
yasaklarından kaçınmamaktan doğacak cezadan korkmayanlar, bu hükümleri
bilseler de alim olamazlar. Bunun için pek çok ilim sahibi: “Kim Allah'a isyan ederse
o cahildir” demişlerdir. Allah'ın hükümlerini bilmeden yapılan bir ibadette hayır
olmadığı gibi, Allah'a ibadet ve itaata götürmeyen bilgide de hayır yoktur.
“Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim'i, İshâk'ı
ve Yâkub'u da an. Biz onları ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip,
kendimize hâlis (kul) yaptık.”
“...İşte Allah kullarını bu (azab'ı)ndan korkutuyor.
Ey kullarım, benden korkun.”
“Allah kuluna kâfi değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla
korkutuyorlar. Allah kimi saptırır (yâni sapıklığında bırakır) sa artık onu
yola getiren olmaz.”
“Benim size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız.
Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kulları görür.”
“Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim
kötülük yaparsa zararı kendisinedir..Rabb'in kullara zulmedici değildir.”
Bu ayette, kulun
ibadetine Allah'ın ihtiyacı olmadığı, aksine insanların, ibadetle hayırlı
işlere yönelebilecekleri ifade ediliyor.
“Allah, kullarına lûtufkârdır, dilediğini
rızıklandırır. O, kuvvetlidir, gaalibdir.”
“Allah kullarına rızkı bollaştırsaydı, yeryüzünde
azarlardı. Fakat (O, rızkı) dilediği ölçüde indiriyor. Çünkü O kullarını (n
her hâlini) haber alandır, görendir.”
Yüce Allah'ın, sonsuz
ilmiyle takdir ettiği her şey insanların iyiliğine sebeptir.
“Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara
zulmedici değilim.”
“(Tarafımdan onlara) de ki: Ey nefislerine karşı
aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok
bağışlayan ve çok merhamet edendir.”
“Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları,
kendilerine bir fayda sağlamadı. (Bu), Allah'ın, kulları hakkında eskiden beri
yürürlükte olan kanundur. İşte o zaman kâfirler ziyana uğramışlardır.”
“Yalnız Allah'ın hâlis kulları hariç, (onlar
cehennemden uzak tutulacaklardır)”
c- Allah'a
ibadet etmek; O'na teslim olmak ve O'nun hoşnud olduğu şeyleri yapmaktır.
Aşağıda gelen ayetler, ibadetin, Allah'a teslimiyetle ölünceye kadar İslâm üzere
yaşamak, demek olduğuna işaret ediyorlar. Allah'a şirk koşmadan O'nun rızasını
kazanmak için çalışmak, gerçek anlamda ibadettir.
“...(Ya'kub), oğullarına: Benden sonra neye kulluk
edeceksiniz? demişti. Senin ilâhın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshâk' in
ilâhı olan tek İlâh'a kulluk edeceğiz, biz O'na teslim olanlarız dediler.”
“İnsanlardan öylesi de var ki, canını, Allah'ın
rızasını kazanmaya satar. Allah da kullara çok şefkatlidir.”
“Allah'a ibadet edin, O'na hiç bir şeyi ortak
koşmayın...”
“...Sizin şu karşısında durup taptığınız heykeller
nedir? Babalarımızı onlara tapar bulduk (da onun için biz de onlara tapıyoruz) dediler.”
“De ki: Allah'ı
bırakıp size ne zarar, ne de yarar vermeye gücü yetmeyen şeylere mi
tapıyorsunuz Oysa Allah, işiten, bilendir.
(O'na tapmanız gerekmez mi?)”
“Hahamlarını ve rahiplerini Allah'dan ayrı rabler
edindiler, Meryem oğlu Mesih'i de. Oysa kendilerine yalnız tek ilâh olan
Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti. O’ndan başka ilâh yoktur. O, onların
ortak koştukları şeylerden münezzehdir.”
Ayetler, Allah'ın
rızasının dışında ve Alİah'dan başkası için yapılan işlerin geçerli bir ibadet
olamayacağına delildir. İbadetlerin geçerli olması; İslâm'ın hükümlerine uygunluk
ve sırf Allah için yapılmış olmaları şartlarına bağlanmıştır.
“Tevbe eden, ibadet eden, hamd eden, seyahat eden,
rükû' eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten meneden ve Allah'ın (yasak)
sınırlarını koruyan, (onları çiğnemeyen) o, mü'minleri müjdele...”
Ayette, hakikî bir
imanla Allah'a ibadet edenlerin en önemli özellikleri belirtiliyor.
“İnsanlardan kimi de Allah'a bir yönden (dinin
bütününe inanmadan) ibadet eder. Eğer kendisine bir hayır gelirse onunla
huzura kavuşur (sevinir) ve eğer başına bir kötülük gelirse yüz üstü döner
(dini kötüleyerek ondan vazgeçer)...”
Tam olarak Allah'a
teslim olamayan veya dilleriyle inandıklarını söyleyip kalpleriyle
inanmayanların durumu, bu ayette çok güzel bir şekilde açıklanmıştır.
“Ey Mü'minler, rükû' edin secde edin, Rabb'inize
ibadet edin, hayır işleyin ki umduğunuza eresiniz.”
“Ey inanan
kullarım, 4)enim arzım geniştir,
bana kulluk edin.” (Ankebûd, 56)
Bu ayetlerden,
Allah'ın emirlerine bağlı kalarak yapılan işlerin, ibadet olduğunu anlıyoruz.
“İyi bil ki, hâlis din yalnız Allah'ındır. O'ndan
başka velîler edinerek: “Biz bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye
tapıyoruz” diyenlere (gelince): Şüphesiz ki Allah, onlar arasında, ayrılığa
düştükleri şeyde hükmünü verecektir...”
“Tâğut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a
yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı.”
Allah, bu ayetlerde,
ibadetde yanılanlarla, gerçekten Allah'a ibadet edenleri bildiriyor. Tâğut
şeytanına tapmayarak Allah'a teslim olan gerçek kulları böylece bildiriyor
Rabb'imiz...
“Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden
ol.”
“Allah'tan başkasına
kulluk etmeyin; ben sizin, büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum.”
(Allah'a) ortak koşanlar: “Allah dileseydi ne biz, ne
de atalarımız O'ndan başka hiç bir şeye tapmazdık ve O'nsuz hiç bir şeyi haram
kılmazdık!” dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı...”
“Andolsun biz, her millet içinde: “Allah'a kulluk
edin, şeytan (a tapmak) dan kaçının” diyen bir elçi gönderdik...”
“De ki: Ben de sizin gibi bir insanım; İlâhınızın bir
tek ilâh olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabb'ine kavuşmayı arzu ediyorsa iyi iş
yapsın ve Rabb'ine (yaptığı) ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.”
Geçen ayetler,
Allah'dan başka hiç bir varlığı ma'bud edinmemeye, hiç bir yönden herhangi
bir varlığı, sistemi O'na ortak koşmamaya çağırıyor.
d- İbadet,
Allah'ı her yönden tek kabul edip O'na boyun eğmektir.
Aşağıda gelen ayetler,
ibadeti, sadece Allah'a hâlis kılarak O'na boyun eğmenin gereğini
bildirmektedirler.
“Ey mü'minler, size verdiğimiz rızıkların iyilerinden
yiyin, Allah'a şükredin, eğer O'na ibadet ediyorsanız.”
“De ki: Ey kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit
olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim, O'na hiç bir şeyi ortak
koşmayalım, birimiz diğerini Allah'dan başka Rabb edinmesin...”
“...Allah, kimlere, lanet ve gazab etmiş,
kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytana tapanlar yapmışsa, işte onların yeri
daha kötüdür...”
Taberî tefsirinde
şöyle denilir: Allah'a karşı isyan eden, O'ndan başkasına tapan herkestir.
Gerek O' nun üstünlüğünden olsun, gerekse hakikaten ona itaatinden olsun. Bu
mâbud, insan yahut şeytan put ve mevcut şeylerin biri olsun durum değişmez. Bu
durum. Allah'dan başkasına kulluk ve
itaat etmektir.
“De ki: Ben Allah'dan başka yalvardıklarmıza tapmaktan
men olundum...”
“Rabb'inin yanında olanlar, O'na kulluk etmekten
büyüklenmezler. (Daima) O'nu tesbih ederler ve O'na secde ederler.”
“Şunların taptıkları (şeylerin, kendilerini felâkete
sürükleyeceği) nden hiç kuşkun olmasın. Onlar da önceden atalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz
onların da (azabdan) paylarını eksiksiz
vereceğiz!”
“Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahmân'a kul olarak
gelecektir.”
“Göklerde ve yerde kim varsa hep O'nundur. O'nun
yanında bulunanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmez ve yorulmazlar.”
“Siz, Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar
vermeyen şeylere mi tapıyorsunuz, yuh size ve Allah'dan başka taptıklarınıza.
Aklınızı kullanmıyor musunuz siz?”
“Siz ve Allah'dan başka taptıklarınız cehennem
odunusunuz. Siz (odun gibi) oraya gireceksiniz.”
“Rabb'iniz buyurdu ki: Bana dua edin, duanızı
kabul edeyim. Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak
cehenneme gireceklerdir.”
“İnsanlar (mahşere) toplandıkları gün, (taptıkları
tanrılar) onlara düşman olurlar ve onların, kendilerine tapmalarını
tanımazlar.”
“İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için
güzel bir misâl var, onlar, kavimlerine demişlerdi ki; “Biz sizden ve sizin
Allah'dan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizin (taptıklarınızı) tanımıyoruz.
Siz, bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir
düşmanlık ve nefret belirmiştir...”
“De ki: Ey kâfirler!
“Ben sizin taptıklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcılar
değilsiniz. Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim. Siz de benim taptığıma
tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”
e- Kulluk,
Allah'ın yaptığına razı olmaktır.
Allah'ı her yönden tek
kabul edip, O'nun dininin şartlarını yerine getirmek, kutsal kitapların da
bildirdiği esaslar doğrultusunda yaşamak Allah'a kul olmanın gerekli
şartlarıdır. Aşağıdaki ayetler bü durumu açıkça belirtmektedir.
“Ya Rabbi), Ancak sana kulluk eder, ancak senden
yardım isteriz.”
“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan
Rabb'inize kulluk edin ki, (Allah'ın azabından) korunasınız.”
“Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz,
anaya-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara
güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin! Sonra siz, pek azınız hariç,
döndünüz-, hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz.”
“Allah benim de Rabb'im sizin de Rabb'inizdir. O'na
kulluk edin, doğru yol budur.”
Ayetler, ibadetin özü
olan Tevhid gerçeğini bildirmektedir.
“Hiç bir insana yakışmaz ki, Allah ona kitab, hüküm ve
peygamberlik versin de, sonra (o kalksın) insanlara: Allah'ı bırakıp bana
kullar olun desin. Fakat: Öğrettiğiniz ve okuduğunuz kitap gereğince Rabb'a
hâlis kullar olun! der.”
“...Kim O'na (Allah'a) kulluktan çekinir ve büyüklük
taslarsa bilsin ki O, onların hepsini kendi huzurunda toplayacaktır.”
“...Mesih demişti ki: Ey İsrail oğulları, benim
Rabb'im ve sizin Rabb'iniz olan Allah'a kulluk edin. Zira kim Allah'a ortak koşarsa
muhakkak ki, Allah ona cenneti haram etmiştir ve onun varacağı yer ateştir...”
“Ben onlara: Benim ve sizin Rabb'iniz olan Allah'a
kulluk edin, diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim...”
“Rabb'iniz Allah, işte budur. O'ndan başka hiç bir
ilâh yoktur. (O) herşeyin yaratıcısıdır.
O'na kulluk edin...”
“Dediler ki: Sen, tek Allah'a kulluk edelim ve
atalarımızın taptıklarını bırakalım diye mi bize geldin...”
“Andolsun Nuh'u da kavmine gönderdik; Ey kavmim dedi,
Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur...”
“Onları,
emrimizle doğru yoîu gösteren önderler
yaptık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik.
Onlar bize kulluk eden (insan) lardı.”
“Rabb'iniz (O) Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı
günde yarattı, sonra Arş'a istiva etti. Yaratma işini tedbir eder (yönetir). O'nun izni olmadan hiç kimse
şefaat edemez. İşte Rabb'iniz Allah budur. O'na Kulluk edin, düşünmüyor
musunuz?”
Ayette, göklerin ve
yerin altı günde yaratıldığı buyurulmaktadir. Allah katında gün itibaridir.
Çeşitli zaman birimlerini ifade etmektedir. İşte burada belirtilen gün,
dünyaların oluşum devresi anlamınadır. Demek ki Allah, kâinatı altı günde yani
altı büyük devirde yaratıp bugünkü biçimine koymuştur.
“Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de yarar
vermeyen şeylere tapıyorlar...”
“...Artık (tanrıları ile) aralarını açmışızdır. (Dünyadaki gibi
aralarında bir bağ kalmamıştır). Koştukları ortaklar: “Siz bize tapmıyordunuz”
demektedirler.”
“Şimdi bizimle sizin aranızda Allah'ın şahit olması
yeter; doğrusu biz sizin (bize) tapmanızdan tamamen habersizdik.”
“De ki: Ey insanlar, benim dinimden kuşkuda iseniz,
(iyi bilin ki) ben sizin, Allah'dan başka taptıklarınıza tapmam; fakat, sizi
öldürecek olan Allah'a taparım.
Bana mü'minlerden olmam emredilmiştir.”
“Senden önce hiç bir peygamber göndermedik ki ona:
Benden başka hiçbir ilah yoktur. Bana kulluk edin! diye vahyetmiş olmayalım.”
“Âd (kavmin) e de kardeşleri Hûd'u (gönderdik): Ey
kavmim, dedi, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur...”
“Semud kavmine de kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi
ki: Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur...”
“Medyen'e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik) Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin
O'ndan başka ilâhınız yoktur...”
“Bütün işler hep Allah'a döndürülüp götürülür. O'na
kulluk et ve O'na dayan. Rabb'in sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.”
“Siz O'nu (Allah'ı) bırakıp ancak sizin ve
atalarınızın taktığı bir takım (anlamsız)
isimlere tapıyorsunuz. Allah
onların gerçekliği hakkında hiç bir delil indirmemistir. Hüküm yalnız
Allah'ındır. O, yalnız kendisine ibadet etmenizi emretmiştir. İşte doğru din
budur. Ama insanların çoğu bilmezler.”
“...De ki: Bana,
yalnız Allah'a kulluk etmem ve ona hiç bir şeyi ortak koşmamam
emredildi. Ben O'na davet ederim, dönüşüm de O'nadır.”
Ayetler, Allah'ı tek
mabûd tanıyıp O’na kulluk etmenin gerçek anlamda ibadet olduğuna işaret etmektedirler.
“Bir zaman
İbrahim, şöyle demişti: Rabb'im, bu şehri güvenli kıl, beni
ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut.”
“Allah'ı bırakıp göklerden ve yerden kendileri için
hiç bir rızık veremiyecek ve bunu asla yapamıyacak olan şeylere mi tapıyorlar?”
“Allah'ın size verdiği rızıktan helâl, hoş olarak
yiyin de Allah'ın nimetlerine şükredin; eğer ona kulluk ediyorsanız.”
“Şüphesiz Allah, benim de Rabb'im, sizin de Rabb'inîzdir. O'na kulluk
edin. İşte doğru yol budur.”
“O, göklerin, yerin ve bunlar arasında bulunan
şeylerin Rabb'idir. O'na kulluk et ve O'na kullukta sabret...”
“Onların içine de kendilerinden bir elçi gönderdik:
Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur. (Allah'ın azabından) korunmaz mısınız? diye”
“Allah sizden, inanıp iyi işler yapanlara va'dettiği;
onlardan öncekileri nasıl hükümran kıldıysa, onları da yer yüzünde hükümran
kılacak ve kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak
ve korkularının ardından kendilerini
tam bir güvene erdirecektir. Onlar hep bana kulluk ederler ve bana hiçbir şeyi
ortak koşmazlar...”
“Onlara İbrahim'in haberini de oku: Babasına ve
kavmine neye tapıyorsunuz? demişti. Putlara tapıyoruz, onlara kulluk ediyoruz
dediler. Peki, dedi, siz dua ettiğiniz zaman onlar işitiyorlar mı? Yahut size
fayda veya zarar verebiliyorlar mı? Hayır, ama babalarımızın böyle
yaptıklarını gördük, dediler. Şimdi gördünüz mü neye tapıyorsunuz? dedi.”
“Siz Allah'dan başka bir takım putlara tapıyorsunuz,
yalan uyduruyorsunuz. Sizin Allah'dan başka taptıklarınız, size rızık
veremezler. Siz rızkı Allah'ın yanında arayın, O'na kulluk edin ve O'na
şükredin. Hepiniz O'na döndürüleceksiniz.”
“Biz Kitabı sana hâk ile indirdik; öyleyse sen de
dini yalnız kendine hâlis kılarak Allah'a kulluk et.”
“De ki: Bana, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na
kulluk etmem emredildi.”
“De ki: Ben dinimi yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na
kulluk ediyorum.”
“De ki: Allah'dan başkasına kulluk etmemi mi bana
emrediyorsunuz ey cahiller?”
Ayetler, hâlis
ibadetin ve şirkten arınmış taatın Allah'a yapılması gerektiğini açıkça
bildirmektedirler.
“Gece, gündüz, Güneş ve Ay O'nun ayetlerindendir. Ne
Güneş ne de Ay'a secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin. Eğer O'na
kulluk ediyorsanız (böyle yapın).”
“Allah O'dur işte, benim de Rabb'im sizin de
Rabb'iniz. O'na kulluk edin, doğru yol budur.”
“Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak,
Allah'ı birleyenler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri
emredilmişti. İşte doğru din budur.”
“Ben niçin beni yaradana kulluk etmeyeyim?...”
“Ey Adem oğulları, ben size and vermedim mi: Şeytana
tapmayın, o sizin apaçık düşmanmızdır, Bana kulluk edin, doğru yol budur,
diye.”
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler
diye yarattım.”
Ayet, insanların ve
cinlerin, Allah'a ibadetle mükellef (yükümlü) olduklarını bildiriyor.
“Haydi Allah'a secde edin ve O'na kulluk edin.”
“Ve sana yakın (yani ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine
kulluk et.”
Ayet, her insanın,
hayatta olduğu sürece ibadet ve kulluğa devam etmekle yükümlü olduğunu açıkça
bildirmektedir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)
Allah'ın, insanlığa gönderdiği ve her yönden örnek olarak gösterdiği en son
peygamberidir. Onun bu örnek hayatı, Yüce Allah'ın ölümsüz kitabında “Andolsun- Allah'ın elçisinde sizin için,
Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en
güzel bir örnek vardır” ifadeleriyle
belirtilmiştir. îmanda, azim ve iradede, Allah'a ibadet ve kullukta,
güçlüklere dayanmada, sabır ve sebatta, üstün ahlâka sahip olmakta O, teiniz
ve canlı bir hayat örneği olarak ayakta durmaktadır. Çünkü Hz. Muhammed
(s.a.v.), her konuda dini Allah'a hâlis kılmanın en güzel örneği olmuştur. O, Allah'a
tam bir teslimiyetle kul olmanın yanında, Allah'ın dinini insanlara bildirmek
(tebliğ) le de görevli idi.
Bu özelliklerinden
dolayı Allah Rasûlünün, sözleri ve dine ilişkin her türlü işleri, onu örnek
edinenlere ilâhî bir rehber ve delildir. Çünkü o her türlü bâtıl dinlerden ve
mabudlardan sakınıp, sadece Allah'a kul olabilmenin en güzel uygulayıcısı
olmuştur. Bu uygulamasıyla “uluhiyyet” ile “ubudiyyet”in anlamını açık bir
şekilde belirtmiş, hâk din olan İslâm'ı böylece açıklamıştır.
Her konuda örnek olan
Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ibadetle ilgili çok önem ifade eden mübarek
hadislerini ve uygulamalarını burada belirtmek hiç şüphesiz konuya daha da
açıklık getirecektir.
a- İbadet,
Allah'ı bilmek ve O'nu her bakımdan tek tanımaktır.
Ebû Eyyub el-Ensârî
(r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: Biri gelip peygamber (s. a.v.)'e.
“Ey Allah'ın Rasûlü
(kendisini yapınca) beni cennete koyacak muteber bir ibadet haber verseniz
(bildirseniz)” diye bir niyazda bulunmuştu. Resûlüllâh
(s.a.v.);
“Allah'ı tevhid edersin ve Allah'a ibadette hiç bir
şeyi şerik (ortak) koşmazsın, namaz kılar zekât verirsin, akrabayı da ziyaret
edersin,” diye cevap verdi.
Hâdisdeki “Allah'a ibadet edersin” cümlesindeki
ibadet, “tevhid” manâsına kullanılmıştır, “Allah'a
hiç bir şeyi ortak etmezsin” cümlesi
de tevhidin manâsını açıklamaktadır. Nitekim “Biz cin ve insanları yalnız bize ibadet ve bizi tevhid etsinler diye
yarattık”
ayetinde de ibadet, “tevhid” ile tefsir edilmiştir. Şu halde ibadetle ilk
olarak kastedilen “Allah'ı bilmek ve O'nu her bakımdan tek tanımak”
Ebu Hureyre (r.a.)’den
şöyle rivayet edilmiştir.
“Bir gün Hz. Muhammed
(s.a.v.)'e bir Arabî geldi ve:
“Ey Allah'ın Rasûlü
bana bir ibadet (yapmamı) bildirseniz de ben onu işleyince Cennete
girebileyim,” demişti. Resûlüllâh
(s.a.v.):
“Allah'a ibadet edersin ve O'na hiç bir şeyi ortak
koşmazsın, farz olan namazı kılar, zekâtı verir ve Ramazan orucunu
tutarsın...” buyurdu.
İbadet kelimesinin
“mutlak surette Allah'a itaat” anlamında kullanıldığını söylemek de
mümkündür. Geçen hadisi şeriflerden ve diğerlerinden de anlaşılacağı üzere,
ibadet kelimesinin manâsı içersine, İslâm Dini'nin
vazifelerinin tümünün dahil olduğunu görüyoruz. Hadisi şeriflerde, namaz, zekât,
oruç ve akraba ziyaretinin belirtilmesi, bu ibadetlerin şerefine işaret etmek
ve bunları umuma atfetmek içindir. Yine bu hadisi şerif Allah'ı tek ilâh
tanıyıp O'na hiç bir yönden hiç bir varlığı eş koşmayan ve böylece İslâm'ın
esaslarını yerine getiren kimselerin Cennet'e gireceğini müjdelemektedir.
İbn Mes'ud (r.a.) diyor ki: Bir keresinde Rasûlüllâh (s.a.v.)'a sordum:
“Ey Allah'ın Rasûlü!
Hangi ibadet efdâldir (en faziletlidir)” Rasûlüllâh
(s.a.v.):
“Vaktinde kılınan namazdır” buyurdu.
“Sonra hangi ibadet?”
dedim. Rasûlüllâh (s.a.v.):
“Anaya-babaya iyi
davranmaktır,” diye cevap verdi.
"Sonra hangi
ibadet?” dedim, O;
“Allah Yolunda (canla ve malla) cihad etmektir.” buyurdu.
Ebû Hureyre (r.a.)’den
rivayet edilen bir başka hâdisde şöyle buyrulur.
Bir keresinde
Rasûlüllâh (s.a.v.)'a bir adam geldi de:
“Ey Allah'ın Rasûlü!
Bana cihada denk bir ibadet gösterseniz,” dedi. Rasûlüllâh (s.a.v.):
“Ben cihad değerinde bir ibadet bulmuş değilim ki,” buyurdu.
En faziletli ibadetler
hakkında varid olan haberler, soruların sayısı ve sırası itibariyle
muhteliftir. Bunun sebebi, soru soranların maksatlarının, yer ve zamanlarının
muhtelif olmasıdır. Buradan, en faziletli ibadetlerin sadece bunlardan.ibaret
olmadığını anlamak mümkündür.
b- Allah'a
en sevimli ibadet, az da olsa devamlı olanıdır.
Enes b. Malik
(r.a.)'den, şöyle dediği rivayet edilmiştir.
“Bir keresinde
(ashabdan) üç kişi, Hz. Peygamber'in (bunların bilmedikleri gizli) ibadetini
sormak ve öğrenmek üzere peygamberin evine gelmişlerdi. Bunlara Peygamber
(a.s.)'in ibadetinin durumu haber verilince, (güya) kendi ibadetlerini
azımsayarak (bir ağızdan):
“Biz nerede Rasûlüllâh
nerede? Muhakkak ki Alİah, Peygamberinin geçmiş olan ve gelecekte işlenmesi
muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir.” dediler. (Sonra da şöyle
ahdettiler) içlerinden birisi:
“Ben geceleri daima
namaz kılacağım” dedi. Diğeri de:
“Ben hergün oruç
tutacağım” dedi. Üçüncüsü de:
“Ben de kadınlardan
ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim” dedi. Onlar bu sözleri söylerken
Rasûlüllâh (s.a.v.) bunların yanlarına gelerek:
“Siz şöyle şöyle söyleyenlersiniz değil mi? Fakat şunu
biliniz ve iyi düşününüz ki, ben, sizin Allah'dan en çok korunanınız ve
korkanınızım. Bununla birlikte ben (kâh) oruç tutarım, (bazı günlerde tutmam).
(Gecenin bir kısmında) namaz kılarım (bir kısmında da) uyurum. Kadınlarla da
evlenirim, işte benim sünnetim budur. Her kim benim bu yolumda gitmez de ondan
yüz çevirirse benden değildir.”
buyurdu.
Enes b. Malik (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir.
“Nebi (s.a.v.) bir
keresinde mescide girmişti. Girince mescidin iki direği arasında bir ip
çekilmiş olduğunu gördü.
“Bu ip nedir?”
diye sordu. Ashab:
“Bu Zeyneb’in ipidir.
O (namazda ayakta durmaktan) yorulunca
bu ipe tutunur” dediler. Nebi (s.a.v.î buyurdu ki:
“Hayır, ibadette böyle güçlük tercih edilmez. Bu ipi
çözünüz. Biriniz zinde oldukça namazını ayakta kılsın, yorulup da ayakta
kılmaya güç yetiremeyince de hemen otursun (ve namazını oturduğu halde tamamlasın.)”
Hz. Âişe (r.a.)'nin
anlattığına göre, yanında bir kadınla otururken Rasûlüllâh (s.a.v.) girdi ve
Hz. Âişe’ye:
“Bu kadın kimdir?” diye sordu. Hz. Âişe,
“Filân kadındır,” dedi
ve kıldığı namazları uzun uzun anlatmaya başladi. Bunun üzerine Peygamberimiz
(s.a.v.):
“Uzatma, gücünüzün yettiğini yapın. Allah'a yemin
ederim ki usanmadıkça Allah usanmaz. O'nun en sevdiği ibadet az da olsa
devamlı olan ibadettir,” buyurdu.
Geçen üç ayrı hadiste,
ibadetle ilgili önemli noktalara değinilmiştir. Bunlardan birincisi;
ibadetlerde i'tidâlli olunmasıdır. Yani her türlü aşırılıklardan kaçınılması
teşvik edilmektedir. Diğeri ise, ibadetlerde külfet ve güçlüğe düşülmemelidir.
İbadet zannıyla bu duruma düşmek nehy edilmektedir.
Özellikle
Rasûlüllâh'ın ibadetini öğrenmek üzere gelen sahabî'lerin zikredildiği
hadiste, ibadet ve istirahat hayatı bir vecize halinde özetlenmiş,
Rasûlüllâh'ın sünnetine uymayan ve insan fıtratına ters düşen fiilleri
yapmanın ibadet olmadığı açık bir dille belirtilmiştir. Yine söz konusu
hadiste, ibadetten maksadın, ruhbanlık olmadığı da anlaşılıyor.
Ebû Hureyre (r.a.)'nin
şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Rasûlüllâh
(s.a.v.)’dan işittim :
“(Allah'ın kerem ve rahmeti olmadıkça) hiç bir kişiyi
onun güzel işi ve ibadeti cennete koyamaz.” buyurdu. Bunun üzerine Ashab:
“Ey Allah'ın Rasûlü
sizi de mi koyamaz?” diye sormuşlardı da Rasûlü ekrem şöyle cevap verdi:
“Evet beni de Allah'ın fazlı ve rahmeti
olmadıkça yalnız ibadetim cennete koyamaz. (Bunun için) siz iş ve ibadetinizde
(itidal ile hareket edip) ifrad ve tefritten (her türlü aşırılıktan)
sakınınız...”
Hadisi şerif, cennete
girmek için, ibadet ve taatın esas sebep olmadığını; gerçek sebebin, Allah'ın
lutfu ve rahmeti olduğunu bildiriyor. Çünkü. insanlar Allah'ın nimetlerine
karşı tam olarak şükredemiyecekleri gibi, onların yaptıkları iş ve ibadetler
Allah'ın iradesini bağlayamaz. Ancak O, rahmet ve lütfü ile kullarından
dilediğini cennete koyar.
c- İbadet,
Allah'ı sevmek ve O'nun hoşnudluğunu kazanmaktır.
Ebû Hureyre (r.a.)'den
rivayete göre Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allahü teâlâ: “Her kim benim velî kullarıma düşmanlık
ederse, muhakkak ben ona harp açarım. Bir kulum kendisine farz kıldığım
şeylerden bana daha sevimli bir iş ve ibadetle yaklaşmamıştır. Kulum bana
nafile ibadetle de durmadan yaklaşır, nihayet onu severim. Bir kere de onu
sevdim mi artık ben o kulumun işiteceği kulağı, göreceği gözü, şiddetle
kavrayacağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum.”
Yani fena şeyleri
dinlemekten, fena şeylere bakmaktan, helâl olmayan şeylere el uzatmaktan ve
kötü yaşantı içine girmekten onu korurum demektir.
Ebû Hureyre (r.a.)'den
Rasûlüllâh (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Allah, “Salih kullarım için cennette hiç bir gözün
görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir beşerin gönlünden
geçirmediği bir takım nimetler hazırladı” buyurdu.”
Ebû Hureyre (r.a.)'den
rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Allahu teâlâ “dünyada mü’min bir kulumun sevdiğini
alırsam, o da bu musibetin sevabını sabır ve teslimiyetle benden beklerse, onun
mükâfatı ancak cennettir.” buyurdu.”
d- İbadet,
Allah'a şükretmektir.
Hz. Âişe (r.a.)'den
rivayet edildiğine göre, o şöyle anlatır:
“Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in geceleri ayakları şişinceye kadar namazda ayakta durduğu olurdu.
“Ey Allah'ın Rasûlü!
Niçin böyle yapıyorsunuz? Halbuki Allah, senin geçmişteki ve gelecekteki
günâhlarını bağışlamıştır,” dedim. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“(Allah'a) şükreden bir kul olmak istemez miyim.”
Hadisi şerif Allah’a
şükreden bir kul olablmenin, tam olarak Allah'a teslimiyetle mümkün olduğuna
işaret ediyor.
İbadet Allah'ın insana
verdiği sayısız nimetleri O'nun yolunda yine O'nun istediği gibi kullanmak
olduğu için, sahibini şükreden bir kul yapar.
Sa'd b. Ebi Vakkas
(r.a.)'dan, şöyle rivayet edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz Allah, muttaki (Allah'ın emirlerini yerine
getirip yasaklarından sakınan) gözü gönlü tok olan, işiyle gücüyle ve
ibadetiyle meşgul bulunan kulunu sever “
Hadisi şerif,
çalışmanın, helâl yollardan rızık kazanmanın, kötülüklerden korunma gibi
işlerin de ibadet teriminin içine girdiğine işaret ediyor. Dinin hükümlerine
uyan ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanma niyetiyle yapılan her çeşit işin, ibadet
olduğunu böylece anlamış oluyoruz.
Ali b. Rebia
(r.a.)’dan, o da Hz. Ali (r.a.) den rivayet etmiştir. Peygamberimiz (s.a.v)
şöyle buyurmuştur:
Allah “Benden başka günâhı bağışlayacak bir ilâh
bulunmadığını bilerek; ey Rabbim günâhlarımı bağışla diyen (ve gereğini
yapan) kulundan hoşnud (razı) olur.”
Ma’kıl b. Yesar
(r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Karışıklık zamanlarında ibadet etmek benim yanıma
hicret etmektir.”
Hicretin bir anlamı
da, kötülüklerden kaçmak ve iyiye yönelmek olduğu için, kanşık zamanlarda
ibadetle iyiye yönelmek, hicret etmeğe
benzetilmiştir.
Nûman b. Bişr (r.â.),
Rasûlüllâh (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Dua, ibadettir. Rabb'ımız, bana dua edin (yani
ibadet ederek kulluk edin ki) size icabet edeyim buyurmuştur.”
Allah'ın ilâhî
hükümleri'nin önünde eğilmek, ibadetin aslını oluşturur. Dua kelimesi, farz ve
nafilelerin tümünü kapsamına alan bir kelime olduğundan, bunların tümünü imkân
nisbetinde yapmak hiç şüphesiz ibadettir.
e- İbadet,
ömür boyu yapılması gereken bir vazifedir.
Ebû Hureyre (r.a.)den
rivayete göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların en hayırlısı ölünceye kadar Rabb’ine
ibadette ve daima halkın hayır ve menfaatinde olan kimsedir.”
Muaz b. Cebel
(r.a.)’den rivayete göre, şöyle demiştir:
“Bir gün ben bir binek
üzerinde Peygamber (s.a.v.)'in terikesinde (bineğinin arkasında)
bulunuyordum. Rasûlüllâh (s.a.v.):
“Ey Muaz, Allah'ın kulları üzerindeki hakkını ve
kulların Allah üzerindekî hakkını biliyor musun?” buyurdu.
“Allah ve Rasûlü daha
iyi bilir.” dedim. Rasûlüllâh (s.a.v.):
“Allah'ın kulları üzerindeki hakkı: Onların Allah'a
ibadet etmeleri ve hiçbir şeyi O'na ortak koşmamalarıdır. Kulların da Allah
üzerindeki hakki: Allah'ın kendisine ortak (şerik) koşmayan kimseye azab etmemesidir.” buyurdular...
İbadet terimiyle
ilgili geçen ayet ve hadislerden, genelde bu terimin üç temel unsurunun
olduğunu anlıyoruz. Bunlar:
a- İman
(İ'tikad) :
Allah'a ibadet ederek
O'na kulluk etmek isteyen her insanın yerine getirmesi gereken ilk görev
“Allah'ın birliğini ve peygamberin risâletini kabul etmektir.” Her türlü şüpheden
uzak kesin bir iman, Allah'a ibadet etmenin ve O'na kul olabilmenin ilk şartıdır.
Çünkü bu inanç, Allah'dan başka Hâk Mabûd olmadığını kabullenmek anlamına
geldiğinden, ibadetin özünü oluşturur.
b- Fiil
(İnanılanı yapmak) :
İslâm dininin tüm
hükümerini kabul edip benimseyen her insan, kabullendiği bu hükümler doğrultusunda yaşamak durumundadır.
İnancını, yaptığı davranışları ile ortaya koyan ve bu davranışları İslâm dininin
kurallarına göre değerlendiren ve bu bilgiye sahip olan kimse, Allah'a ibadet
eden bir kişi olabilir.
c- Terk
(Yasaklardan Kaçınmak) :
Allah'ın haram
kıldığı, yani yasakladığı işleri bilip, öğrenip bunları terk etmek de ibadet
teriminin ifade ettiği anlamlar içine girer. Akıl ve baliğ olan bir kişinin
yükümlü olduğu görevlerden biri de Allah'ın haram kıldığı şeylerden
kaçınmaktır. Ancak bu yükümlülük şahsın durumuna göre değişir. Çünkü insanın
yapamayacağı yasakları değil, yapması mümkün olan yasakları terk etmesi
gerekir. Örneğin dilsiz birine “şu sözü söylemek yasaktır” diye bir yükümlülük
yoktur. Görüldüğü gibi ibadet, insanın inancını davranışlarını ve her türlü
işlerini kapsayan bir terimdir.
İbadet terimiyle
ilgili ayet ve hadislerden, yapılan iş ve ibadetlerin bir takım şartlarla
geçerli olabileceğini de öğrenmekteyiz. Her ibadetin Allah katında geçerli
olması için kendine göre bir takım şartları varsa da, genelde ibadetlerin geçerli olması şu iki şarta
bağlanmıştır.
a- Yapılan
ibadetin zahirde (görünürde) İslâm dininin bildirdiği hükümlere uygun olması.
b- İbadetin
isteyerek, ihlâsla ve Allah rızası için yapılması.
İbadetlerimizde, hatta
her çeşit hareketlerimizde, doğrudan doğruya Allah'ın rızasını kasdetmek,
riya (gösteriş) gibi ibadetlerimizin Allah katındaki geçerliliğini yok edecek
durumlardan uzak durmak gerekir. Yine ibadetlerin zoraki değil, içten gelen bir
coşku ile yerine getirilmesinin gerekli olduğu da unutulmamalıdır.
İbadetlerimizin tam
bir ihlâs, derin bir iman ve Allah'ın rızası için yapılmış olmaları şartı ile
geçerlilik kazanacağını ve ancak bu özellikleri taşıyan ibadetlerin feyiz
kaynağı olabileceğini Kur'an çok açık bir şekilde bildirmektedir.
“Allah'ın rızasını kazanmak ve ruhlarındaki (imanı)
kökleştirmek için, mallarını harcayanların durumu da tepe üzerinde bulunan bir
bahçeye benzer ki bol yağmur deyince, ürününü iki kat verdi...”
İbadetler, yapılış
maksatlarına göre derecelere ayrılır. Bunları şöylece belirtebiliriz-.
a- Allah'a
ancak Allah olduğu ve ibadete lâyık bulunduğu için yapılan ibadetler. Bu
niyetle yapılan ibadetler en yüksek derecede olan ibadetlerdir.
b- Yalnız sevap
umarak, Cennet ümidi ve Cehennem korkusu ile ibadet etmek. Bu tür bir ibadette
menfaat düşüncesi ön planda tutulduğu için böyle bir niyetle ibadet edenlerin
gerçekte Mabudu, sevap veya Cennet ümidi ile Cehennem korkusudur.
c- Dünyaya
ait faydalarına inanıldığı için yapılan ibadet. Buna ibadet demek bile caiz
değildir. Çünkü ibadetin gerçek anlamı, karşılık beklemeden Allah'ın emrini
yerine getirmek ve O'nun hoşnutluğunu kazanmaktır.
D- En Yüksek Makam:
Allah'a ibadetle
kulluk etmek, insanoğlunun erişebileceği en üstün makamdır. Kur’an'da, bunu
belirten pek çok ayet vardır. Bir kaçını örnek olarak görelim.
a- “Andolsun biliyoruz, onların söylediklerine
senin göğsün daralıyor, (canın sıkılıyor). Sen Rabb'ini hamd ile tesbih et ve
secde edenlerden ol. Ve sana yakın (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine kulluk et.”
Ayette, Hz. Muhammed
(s.a.v.)’e ölünceye kadar ibadete devam etmesi ve kulluğunu göstermesi
emrediliyor. Böylece kulluk en yüksek bir makam olarak belirtilmiş oluyor.
b- En yüce
makam olan Mirac'da, Hz, Muhammed (s.a.v.) en şerefli sıfatla anılmıştır ki bu
“kulluk” sıfatıdır.
“Eksiklikten uzaktır o Allah ki geceleyin kulunu (Hz.
Muhammed’i) Mescidi Haram’dan, çevresini bereketli kıldığı Mescidi Aksa'ya
yürüttü...”
c- “Muhakkak ben, (evet) ben Allah'ım .benden
başka hiç bir ilâh yoktur. Yalnız bana kulluk et...”
Allah, bu ayette
“tevhid”den sonra ibadeti emretti. Çünkü tevhid, aslı oluşturan bir ağaç,
“ibadet ve kulluk” ise, onun meyvesidir. Bütün bunlar Allah'a ibadet ederek
O'na kul olmanın yani kulluğun en şerefli bir makam olduğunu gösterir.
Hz. Ali (r.a.)'nin şu
sözü de çok anlamlıdır: “(Rabb'im), sana kul olmam, bana övünmek için
yeterlidir...”
Tevhid inancı üzere
bulunup Allah'a eş koşmaktan uzak olanlar, söz ve davramşlarıyla, Allah'a,
“sana kulluk ederiz” deyip O’ndan başkasına yönelmiyenlerdir. Bunların ümit
bağladıkları tek varlık Allah'dır. Yine sadece Allah'dan korkarlar. Bu durumda
olanlar, hiç şüphesiz Allah'a ibadetle kulluk edenlerdir. Bu inançla, “ancak
sana ibadet ederiz” diyenlerin bu sözü, “lâ İlahe illâllâh-Allah'dan başka hiç
bir ilâh yoktur” anlamındaki kelime-i tevhid sözünün yerine kâim olur.
Allah'dan başka ilâh tanımamak ise, kulluğun aslını oluşturur.
Allah'a ibadetle
yükümlü olan insanların günümüzdeki ibadet anlayışlarını, insan gerçeğinden
hareket ederek ele almak istiyoruz. Çünkü îslâm dini, insan fıtratını göz
önünde bulundurarak o f ıtratın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde hükümler
koymuştur. İnsan gücünün hududunu aşmayan, onu her zaman yapıcılığa ve yüceliğe
yönelten, hiç şüphesiz İslâm'ın prensipleridir.
Hz. Muhammed
(s.a.v.)'in getirdiği nizam, bütün insanlığı mutlu kılacak ve en ileri noktaya
götürecek kapasitededir. Bu din, her an değişen insanlık hayatına cevap verebilecek sürekli prensipler koymuştur. Bu temel
prensiplerin gerisinde kalan ve günlük ihtiyaçlara göre şekil alması gereken
cüz'i hükümleri, bu esaslardan çıkarma selâhiyetini insan aklına terk etmiştir.
Ana kaynaklara -Kur'an ve Sünnet'e- ters düşmemek şartıyla, gelişen ve değişen
hayat şartlarına uygun hükümleri, bu kaynaklardan elde etme yetkisi insan
oğluna verilmiştir. Böylece Kur'an, insan aklına hür olarak çalışma teminatı
vermiş, insanlık hayatı için koyduğu temel esaslar dairesinde, kişiye düşünme
hürriyeti sağlamıştır. Bu temel prensiplerinden dolayı İslâm, her zaman önde
gider. Hayatı durdurup geri çekmez. Bu dinin en önemli özelliği dengeli ve
uyumlu olmasıdır. Ruhen yükselmek için bedene işkence yapmadığı gibi, bedenî
eğlenceler içinde ruhu ihmal etmez ve öldürmez.
Ayet ve hadislerin
ortaya koyduğu ilk gerçek “sadece Allah'a ibadet edip, O'ndan başkasına ibadet
etmemektir”. İslâm, ibadeti sadece Allah'a ait kılmayı emrederken, O'na
herhangi bir şeyi ortak koşma yasağını da getiriyor. İnsanlığın tanıdığı veya
tanıyabileceği her türlü, Mabûd edinme çeşidini içine alan kesin bîr yasak...
Kur'an'm ortaya
koyduğu bu gerçek karşısında, günümüz insanları değişik durumlar arz
etmektedirler. Onların bu çeşitli durumları, ibadet anlayışlarını ortaya koymaktadır
.
Bir kısım insanlara
göre ibadet, kuru bir inanç kabul edilirken, bir kısmına göre de sadece belirli
hareketleri yapmaktan ibaret sanılmaktadır. Yine bir kısım insanlar, Allah'a
ibadetin gayesini tam olarak anlayamadıklarından, yaptıkları ibadetlerinde, ya
şuursuz bir durum içine girerler ya da ibadeti fayda ve zarar unsuru olarak
görürler. Bütün bunların yamnda pek çok insan Allah'ın ve O'nun dininin
dışında bir takım varlıklara, sistemlere ibadet ederek onlara kul olmuştur .
Din, sadece vicdanlara
hapsedilen kuru bir inanç değildir. Aksine din bütün hayatı kapsayan, hayatî
olaylar arasındaki bağı temin ederek bütün yaşayışı en köklü ve sağlam
esaslara bağlayan ilâhî bir nizamdır. Bu nizam, Allah'ın birliği esasına
dayanır. İnsanî ilişkilerin en sağlamı bu inançtan doğar. Yine bu inanç
insanlık hayatının her alanına ışık tutar.
İbadet, Kur'an'a
müracaat edilerek incelendiği zaman, insan hayatının tümünü kapsayan bir terim
olduğu anlaşılır. Sadece belirli hareketleri ve işleri ibadet kabul edip,
insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümleri ve bunları uygulamayı
ibadet kabul etmemek, Kur'an'daki ibadet anlayışına ters düşer. İbadet, bir
şekil ve formaliteden ibaret de değildir. Aksine bir din edinme, bir sisteme
bağlanma ve günlük hayatta yaşanan bir doktrine uyma meselesidir. Bu özelliklerinden
dolayı Kur'an'da en çok önem verilen bir konu olmuştur.
İslâm, başlangıçtan
nihayete kadar, ibadet mefhumunu gerçekleştirmeyi en büyük gaye edinmiş bir
dindir. İslâm'ın idarî ve iktisadî nizamında, ceza hukukunda, medenî ve aile
hukukunda ve bu dinin içine almış olduğu diğer konularda, başka bir hedef yoktur.
Kur'an'ın gaye olarak tayin ettiği bu hedefe, insanlar ancak Allah'ın
hükümlerine uygun olarak yaşadıkları zaman ulaşabilirler.
Günümüz insanları,
ibadetin, Allah'ın koyduğu bütün farzları kapsadığı gibi, kişiyi Allah'a
yönelten her hareketi her işi de içine alan bir terim olduğunu bilmelidirler.
İnsanoğlu, kalbini Allah'a yönelttikçe hayatında yaptığı her hareketin ibadet
haline dönüşmesi mümkündür.
İslâm dini, Allah'ın
varlığını ve birliğini beyân etmeye çok büyük önem vermiş, hiç bir yönden şirk
şaibesi taşımayan bir ibadet esası ortaya koymuştur. Bunun için hiç bir
varlığın, tüm varlıkların Yaratıcısı gibi olamayacağını ısrarla belirtmiştir.
Yine İslâm dini, yaratıcı ile yaratılmışlar arasındaki bağın gerçeğini de
belirtmeye özen göstermiştir. Her varlık gibi, insanla Allah arasında da bir
bağın var olduğunu; bunun da “uluhiyyet” ve”ubudiyyet” esaslarından ibaret bulunduğunu
kesinlikle belirtmiştir. İşte bu gerçek Kur'an'da şöylece ifade edilir:
“...Allah'a ibadet edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız
yok”
Bütün Peygamberlerin
kesinlikle belirttiği gerçek: “Allah'ın tek bir ilâh olduğu ve O'na ibadetle
kulluk edilmesidir.”
Her asırda olduğu gibi
günümüzde de her türlü şüphe ve bilgisizlikten kurtulmak için, bu gerçeğin
aydınlık esaslarına sarılmak yeterli olacaktır. Çünkü insan şuurunun
istikrarı, düşünce ve davranışının doğruluğu, Allah'ın bütün alemlerin tek
Rabb'i; tüm yaratıkların da O'nun kulu olduğu gerçeğinin kavranmasına
bağlıdır. Allah ile olan alakada, insanların hepsinin eşit olduğu da kesinlikle
bilinmelidir. Hiç biri O'nun ilâhlığına ortak değildir, olamaz. Bundan dolayıdır
ki İslâm'da, Kulluğun tabiî belirtisi olan takva ve ameli salih (iyi işler) den
başka bir şeyle, Allah'a yaklaşmak, hiç bir insan için mümkün değildir.
Doğruyu kabullenmenin
ve doğru olmanın biricik yolu, bütün insanların tek Mabûd olan Allah'a
yönelmeleri ve O'na kulluk etmeleridir. İnsanlığın huzur ve mutluluğu,
hakimiyeti hudutsuz, saltanatı ebedi olan Allah'a yönelmededir... İşte
insanların Allah'a karşı durumu budur. Allah yaratan, insanlar ise -diğer varlıklar gibi- yaratılandır. O
Rabb'dır. İnsan ise kuldur... Allah'a kul olmak, insanı kullara kulluktan
kurtarır. Allah'a kulluktan kaçınanlar kendileri gibi kulların kulu olurlar, ya
da nefsi, arzu ve isteklerinin kulu durumuna düşerler...
İnsan hayatı, sevinç
ve kederin güzergâhıdır, însan psikolojik olarak elemden kaçınır sevinçten de
hoşlanır. Keder veren sebepler karşısında öfkelenip korkarken, sevinç veren
sebepler karşısında da ümitlenir ve hırslanır. İnsanların davranışlarında ve
kazançlarında bu durumların peş peşe değişmesi önemli rol oynar. Ümit veren
sebepler yok olunca ümitsizlik kaplar, faaliyet söner. Korku veren sebepler yok
olunca da azgınlık (tuğyan) başlar, sonuç düşünülmez ve iyi davranışlar
yapılamaz olur. Ümidin içinde bir korku, korkunun içinde de bir ümit
bulunmazsa vazife duygusu atalete uğrar. İşte insan ruhunun, böyle bütünüyle
müteessir olduğu mutlak bir “korku ve ümit” amiline karşı duyduğu bu ilgi
yaratılıştaki Mabûd ve ibadet fikrinin kaynağıdır. Bütün vazife duygusu bunda
toplanır. însan bu hissi (duyguyu) nereye bağlarsa Mabudu odur.
İnsan tarihinin
çeşitli dönemlerinde olduğu gibi, günümüzde de bir kısım insanlar,
yaratıklardan herhangi birine bütünüyle bağlanarak onun huzurunda öyle tapınmalar
yapıyorlar ki, bütün şuurlarını o tapınmaya bağlayarak ilerisini göremez oluyorlar...
Hâk Mabudu ve hakiki ibadeti unutturan, onları şirke düşüren kötülüğün menşei
-her asırda olduğu gibi- bu günde Allah'dan başka varlıklara tapmak, onların
koyduğu kurallara uyarak onlara mabûd muamelesi yapmaktır. Yer yüzünün her çeşit
putlara, haksız ve bâtıl mabutları hep bu tür düşünce, davranış ve his sonucu
ortaya çıkmıştır. Fakat şu bir gerçek ki bütün mevcudiyetini fanilere,
Allah'dan başka varlıklara ve O'nun dininin dışındaki sistemlere bağlayanlar,
tehlikeye namzettirler. Ancak Allah'a ibadet edilmelidir. Çünkü ibadet O'nun
hakkıdır. Allah'a ibadet edenlerdir ki, O'ndan başkasından korkmaz ve ümit
etmezler de sadece ona kul olurlar ...Gönüller Allah'tan başkasına bağlandığı
zaman insanlar korku kaynağı ile ümit kaynağını ayrı ayrı görürler. O zaman bir
de bakarsınız ki bîr tarafta dilber sevgi mabûdları, diğer tarafta da kahraman
korku mabûdları dizilmiştir. İkisi arasında kalan zavallı insan, bu hâl içinde
çırpınır, tapınır ve bunu da bir ibadet sanır. Tek Rabb, çeşitli Rabblardaıı
iyidir. Yaratıklardan hiç biri Rabb olamaz. Her şeyin mutlak Rabb'ı Allah'tır.
O'na ibadet edilmelidir. Çünkü ibadet ve ubudiyyet Allah'ın hakkı, insanın da
vazifesidir.
Günümüzde bir takım
insanların, heva ve heveslerini, her türlü menfaat ve çıkarlarını kendileri için
ilâh edindiklerini görmekteyiz. Kur'an, Allah'ın ilâhî dinini bırakarak,
değişik arzu, istek ve menfaatlerini, davranışlarının tek kaynağı yapan ve
böylece bunları put mevkiine çıkarıp heva ve hevesinin kölesi olan insanları,
hayret verici bir canlılıkla ortaya koyuyor.
“Gördün mü o kimseyi ki heva ve hevesini kendisine
ilâh edinmiş...”
Yani gerçeği kabul
etmemiş, düşünememiş, keyfi ne isterse onu mabûd edinmiş, böylece de kendi
zevkinin sevdasına düşmüş... Çünkü heva ve şehvet, gözü kör, kulağı sağır
ederek kalbi duygusuz bırakır. Bu duruma düşen kişi, âlim de olsa ilmine
rağmen gerçeği duyamaz olur...
Kur'an'ın, bu canlı
tasviri karşısında, artık her insan, neye ibadet ettiğini ve kimin kulu
olduğunu kendisi anlayabilir ve anlamalıdır. Şunu unutmamalıdır ki gerçek kulluk,
her türlü bâtıl din ve mabûdlardan kaçınıp sadece Allah'a hiç bir şeyi ortak
etmeden yönelmek demektir. Çünkü insan önce Allah'ı Mabûd tanıyıp O'na kulluk
etmek için yaratılmıştır. İşte yaradılış sebebi... Allah'dan başkasına sarf
edilen ömürler kaybedilmiş demektir. İbadet, kulun kendi isteğine bırakıldığı
için ihtiyari işlerdendir. Ancak her insan Allah'a ibadetle yükümlüdür.
İradesini Allah'a yönelterek hareket eden kişi salih kullardan olur.
İbadetin ruhu ve
şartı, tevhid ile ihlâsdır. Allah'ın birliğine iman etmedikçe O'na ibadet
edilemez. Allah'a gerçekten ibadet edenler de O'ndan başka Mabûd tanımazlar.
Allah'dan başkasını O'na şerik (ortak) koşarak veya Allah'dan başkasını ilâh
kabul ederek tapmak ise, Allah'ı tanımamaktır.
Din, tevhid ve ihlâs
ile Allah'a ibadet etmekten ibarettir. Gerçekten de insan oğlunun maksadı ne
ise mabudu da odur. Ve her mabudu onun ilâhıdır. Bunun için yalnız dili ile
Kelime-i Şehâdeti söyleyip davranışları ona uygun olmayanların durumu Allah'ın
dilemesine kalmıştır. Dilerse af, dilerse azâb eder. Bunun için Peygamberimiz
(s.a.v.) “lâ îlâhe illâllâh-Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur” anlamındaki
kelime-i Tevhidin manâsını, söz ve davranışları iîe ortaya koyarken, zikirde
de onu tercih etmiştir. Yine geçen hadislerden de anlaşılacağı üzere, ihlâsla
bu kelimenin anlamını uygulayarak yerine getirenlerin, cennete girebileceğini
de bildirmiştir. Çünkü ihlâs, söz ile davranışın ilâhî ölçüler doğrultusunda
birleşmesi demektir.
Söz ve davranışlarımızla,
zahir ve batınımızla Allah'a gerçek ibadet eden ve kulluk imanı içinde son
nefesinde de “lâ îlâhe illallah” diyen kullarından olmamızı, yüce Allah'dan
dileriz......Amîn.
“Sana Yakın (yani ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine
ibadetle kulluk et.”