20 Nisan 2012 Cuma

İbadet Ettiğini mi Sanıyorsun ?


İBADET



KELİMENİN DÎL YÖNÜNDEN İNCELENMESİ


“İbadet”, Kur'an'ın, hassasiyetle üzerin­de durduğu konulardan biridir. Çünkü iba­det edilecek kimseler veya varlıklar, hiç şüphesiz kişilerin hayatında önemli bir yer işgal ederler. Çok değişik şekilleri olan put­perestlikleri ve şirk çeşitlerini ortadan kal­dırmak için bu terimin iyice anlaşılması ge­rekir.

A) Asıl (Kök) Yönünden


“İbadet” kelimesi, “Abede” fiilinin mas­tarı olup “İtaat etmek, boyun eğmek, tevazu göstermek, bağlanmak ve hizmet etmek” anlamlarına gelir.
İbadet kelimesi, yukarıda ifade edilen manâlara geldiğinden Arapça'da, “Yumu­şak huylu yük devesi” için “Bai'run muabbedun.” yine “gidişi-gelişi kolay olan yol” için de “Tarikun Muabbedun” tabirleri kul­lanılır.
Efendisine boyun eğdiği için köleye de “Abd” ismi verilir. Kamus Şarihinin beyanı­na göre ibadet, “Hırs ve gadap” manâlarına gelen “Abed” maddesinden gelmektedir.

B) Anlamları Yönünden


“İbadet” kelimesinin türediği “Abd” kö­kü, şu anlamlara gelir;
a- Hürün karşıtı olan köle.
Aşağıda­ki hadisi şerifde, “Abd” kelimesi bu anlam­da kullanılmıştır.
“Selâsetün, Ene hasmuhum: Reculun Abede muharreren: üç ki­şi vardır ki ben onların hasmıyım. Bunlar­dan birincisi, hür bir kimseyi köle edinen adamdır...”
Ayrıca Kur'an'ı Kerîm de, Mu­sa (a.s.)’nın, Fir'avn'a “o başına kaktığın nimet de İsrail oğullarını köle yapman yüzündendir.”[1] mealindeki ayette de “Abd” kelimesi “köle edinmek” anlamında kullanılmıştır.

b- Boyun eğmek ve itaat etmek.
Keli­menin bu anlamlara geldiğini aşağıda gelen örneklerde görmekteyiz.
“A'bede't-Tâğut: Putlara ibadet etti.” anlamındaki cümlede, ibadet, “itaat etmek” manasınadır. Ayrıca “U'budu Rabbeküm: Rabbinize ibadet edin” [2] mea­lindeki ayette de kastedilen manâ, “Rabbi­nize itaat ediniz” demektir. “İyyake Na'budu: Ancak sana ibadet ederiz”[3] mealindeki ayet de bu manâdadır. Yani eğilmelerimizle itaati ancak sana gösteririz demektir.

c- Kulluk etmek, ilâh tanımak, tap­mak.
Kelimenin belirtilen manâlara geldiği­ni, bu kelimenin Arapça'daki kullanımından da anlamaktayız. Nitekim bir şiirde; “Era'l-mâle İ'ndel-Bâhiline Muabbed: Cimrilerin yanında malı, kendisine ibadet edilen bir meta olarak görüyorum” denilmektedir. Bu­rada mala taparcasına, ilâh tanıyacak şekil­de ona kulluk eden cimrilerin durumu, “Abd” kökünden gelen “Mu'abbed” kelime­siyle ifade edilmiştir. Kelimenin bu şekilde­ki kullanımı yukarıda belirtilen manâya geldiğini gösterir.

d- Bir şeye bağlanıp, ondan ayrılma­mak.
Bunun örneği, “ona  ibadet  etti, ona yapıştı ve ayrılmadı” anlamlarına gelen “Abede bihi” cümlesidir.
Bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere ibadet kelimesinin ifade ettiği esas manalar; “kişinin yüksek ve üstün birine karşı baş eğ­mesi, itaat etmesi, kendi hürriyetinden fera­gat ederek onun karşısında her türlü isyanı terk etmesi, tam bir bağlılıkla ona boyun eğmesidir.” İşte bu durum, kulluk ve itaat­tir. İbadet, itaat etmenin bir çeşididir. Bu itaata müstehak olan da, hiç şüphesiz ger­çek ma'bud olan Allah'dır.

C- Dini Bir Terim Olarak


Dini bir terim olarak ibadetin genel an­lamdaki tanımı .şudur: “Yapılması sevap olan, Allah'a yakınlık ifade eden, yalnız O’nun emirlerini yerine getirmiş olmak ve rı­zasını kazanmak niyetiyle yapılan, her türlü harekete ibadet denir.”
Bu tanımdan sonra, dinî bir kavram olan ibadetin önemli özelliklerini kısaca belirte­biliriz. Bu özellikler şunlardır:

a- Taât: Niyete bağlı olsun veya olma­sın, yine kimin için yapıldığı bilinsin veya bi­linmesin, yapılması sevap olan fiili yapmak­tır..                                        

b- Kurbet: Niyete bağlı olmasa bile, yapılması sevap olan işi,, kime yaptığını bilerek, yani yaklaşmak istediği varlığı tanıyarak yapmaktır.

c- Niyet: Yapılan işteki irade ve mak­sada denir. İbadetin geçerli olmasında en önemli unsur niyettir. Bu özelliklere sahip olmayan bir iş veya davranış, dinî anlamda­ki ibadet teriminin kapsamına giremez. Çün­kü her ibadet, Allah'a bir yaklaşma (Kur­bet), her kurbet (yaklaşma) de bir taâttır. Ancak her taât, kurbet olamadığı gibi, her kurbet te ibadet olamaz. Örneğin: Allah'ı ve yüce kudretini tanımak için düşünmek (Tefekkür), bir taât'tır. Ancak Allah, bu te­fekkür halinde henüz tanınmış olmadığın­dan bu düşünce bir kurbet olmadığı gibi, ni­yete bağlı olmadığından bir ibadet de değil­dir. Yine Kur'an okumak, yoksullara yardım etmek gibi niyete bağlı olmayan fiiller, hem kurbet, hem de taât'tır, ibadet değildir. An­cak Oruç, Hacc, Namaz, Cihad, Zekât gibi niyetle şartlanmış olan fiiller hem ibadet, hem kurbet ve hem de taâttır. Demek ki di­nî manâsıyla ibadet: “insanın ruhen ve be­denen, gizli ve açık bütün mevcudiyetiyle yalnız Allah'a yapmış olduğu şuurlu (bilinç­li) bir taât ve kurbettir.” İbadette öncelikle şart olan niyettir. Çünkü niyet, yapılacak işte ancak Allah'a taât ve yakınlık kasdetmekdir.
İbadet, imanın uygulanması, hâk ve doğru kabul edilen esasların günlük hayat­ta yaşanması olduğundan, Allah katında taât kabul edilen her iş, yapılmış olmalıdır. Yoksa yalnız istek halinde kalıp, davranış sahasına çıkmayan duygu ve düşünceler, Al­lah'a yakınlık anlamına gelen kurbet ve taât olsalar da, ibadet değillerdir. Bunun için­dir ki, ibadetlerin, başı olan imanda, sadece kalbin tasdiki yeterli olamıyacağından, hiç olmazsa dil ile ikrar ederek açıklanması ge­rekli görülmüştür. Bunun yanında, niyetsiz, sadece görünürde yapılan işlerde ne olursa olsun ibadet sayılmazlar. Niyetsiz yatıp kalk­mak namaz olmadığı gibi, niyetsiz aç dur­mak da oruç değildir. O halde kötü niyetle, veya Allah'a itaat ve yakınlık kasından baş­ka bir maksatla yapılan işler, ibadet ola­mazlar.
Dinî bir terim olan ibadet mefhumu, bü­tünü ile İslâm şeriatının birinci kısmını içi­ne almaktadır. Bunlar, tahârat (temizlikler) Namaz, Zekât, Oruç, Hacc ve Cihad'dır.
Meşruat beş kısma ayrılır: a- İman, b- İbadet, c- Muamelât (ki buna malla ilgili iki taraflı anlaşmalar, evlenmeye ait hukukî hükümler, emniyete (güvenilirliğe) dayanan tek taraflı anlaşmalar ve veraset meselesi girer.) d- Cezalar, e- Keffâretler.
İbn Nucaym (el-Bahr el-râ'ik 1,7) İbn Abidin (Redd ül-Muhtar, 1,58) birinci grup yerine Âdâb'ı koyuyorlar. Âdâb, mane­vî ahlâk hükümleridir. Umumiyetle iman erkânı gibi, bu hükümler de fıkıh eserlerin­de değil, hadis kitaplarında yer almıştır
Lisanımızda çokça kullanılan “tapınmak ve tapmak” kelimeleri, ibadet'in değil, yalnızca taât'in karşılığı olabilirler. Hatta tap­mak ve tapınmak kelimelerinden az çok, ne yaptığını bilmemek gibi bir şuursuzluk ma­nası anlaşıldığı için, bu kelimeleri “puta tap­mak “Haç'a tapmak” gibi yerlerde kullanı­rız. Oysa kulluk etmek, şuur bakımından tapmak kelimesinden daha iyi ve anlamlı­dır' Şu halde ibadet terimi, bir taât merte­besini ifade etmektedir ki, en hususi anla­mı “ibadet”, en genel anlamı ise “kulluk” manasına gelen “ubudiyyet”dir.
“İbadet, Allah'ın razı (hoşnud) olduğu şeyi yapmak ubudiyyet ise, Allah'ın yaptı­ğına razı olmaktır,” diye de tanımlanmıştır.
Kur'an'da ibadet kelimesi, daha çok ne­fislerin sadece Allah için başka kayıtlardan kurtarılması, yalnız O'nun ibadetine tahsis edilmesine işaret etmektedir. Yani insan; sevgide, korkuda, ümit ve tevekkülde, itaat edip boyun eğmede, Allah'a hiç bir varlığı ortak koşmayacaktır. Çünkü ibadet, sevgi­nin, bağlılığın ve korkunun en güzel ifade­sidir. Nitekim dinin bütününü de bu esaslar oluşturur. İbadet terimi bu açıdan incelen­diğinde, kulun, ibadet ettiği ilah (Allah) kemâl derecesinde sevmesi ve tevazu göster­mesi ve bütün bunların ancak Allah için ol­masıdır.
“Sadece sana ederiz kulluğu, ibadeti.”[4] mealindeki ayette, kulun, ibade­ti sadece Rabb'ına ait kılıp, nefsini ancak Allah'a teslim etmesinin gereği vurgulan­maktadır. Allah'dan başkasına gösterilen “itaat ve kulluk”, o varlığı sahte bir ma'bud yapar. Bu ma'bud ya şeytandır, ya da ken­dilerini Tâğut kılan azgın kişilerdir. Yahut da Allah'ın kitabını hiçe sayarak insanları icad ettikleri hayat düsturlarına ve yaşayış tarzlarına sevkeden önderlerdir...
İnsanların Şeytanın teşviki ile yapageldikleri ibadetlerinin yönü olan putlar ve ha­yalî kuvvetler, Allah'tan başka tapınılan tüm varlıklar birer sahte mabud'dur. Çün­kü Kur'an, Allah'dan başka hiç bir Hak Ma'­bud olmadığını en açık bir şekilde bildirir­ken, insanların, Aliah'dan başkasına tap­malarını ve onları ilah kabul etmelerini de büyük günah sayıyor...
Şimdi ibadet konusunda, Kur'an'ın bil­dirdiği İslâm mefkuresinin temel esaslarını, Allah'a ibadet şeklini ve O'ns yönelmeyi ih­tiva eden ayetleri inceleyerek, doğru yolu bulmanın, dünya ve ahiret saadetine erme­nin kafi teminatını görmeye çalışacağız.

II- KUR'AN'DA İBADET


İslam, insanlığa en yüce mefkureyi su­nan ve en sağlam hayat nizamını temin eden bir dindir. Evrensel bir din olan İslam, bütün insanları bu nizama davet eder. Allah'ın dininden uzak olan her çeşit cahiliyet bataklığından kaçıp, İslam'a teslim olmak -bazılarının zannettiği gibi- bir taassub değildir.
İbadeti, sadece dış görünümündeki şe­killerde değerlendiren kimseler ibadetlerde titiz davranmayı, ilk anda bir nevi dar görüşlulük, yahutta şekilcilik olarak kabul edebilirler... Ancak daha derin ve etraflıca düşünülüp araştırılırsa, pek çok gerçeklerin farkına varmak mümkün olur. İbadet, Al­lah ile her an ilişki kurmaya bir vasıtadır. İbadet, ruhun ve bedenin ölçülü ve disip­linli bir hale gelişini sağlar. Güzel ahlâkı yansıtan hareketleri sağlayan, ruhumuzun Allah'a yabancılaşmasını önleyerek O'nu bi­ze unutturmayan ibadettir...
İnsanın, ruhundaki gizli duygularını dı­şa vurmak için, zahiri şekilleri kullanma te­mayülü (eğilimi) vardır. Bu gizli duyguları anlatmak için, zahiri şekillere baş vurma­dan insan, ruhî duygularını tatmin edemez. Duygularını bu şekillerle ifadelendiren in­san, hissen ve ruhen bir bütünlük kazanır. Bu haliyle de rahat edip huzura kavuşur.
İslâm dini, bütün ibadet kaidelerini bu fıtrî esas üzerine kurmuştur. Bunun için işi, ne sadece içten gelen niyetlere, ne de ruhî duygulara terk etmemiş, aksine ibadetlere ait yönelişlerde, dış ile içi (zahir ile batini) tam bir uyum içersine sokarak huzur ve mutluluk temin edilmiştir. Bu cümleden ol­mak üzere mü'min, Namazda kıbleye yöne­lir, Hacc da belirli bir yerde ihrama girer, bir kıyafete bürünür, orucunu tutarken ni­yet, eder, yemez, içmez... Böylece her iba­detiyle bir hareket, her hareketiyle de bir ibadet icra eder. İslâm dini bu yönte­miyle nefsin zahiri ile batınîni birleştirip, kuvvetler arasını denkleştirir. Bunun sonu­cunda kendi mefkuresine uygun olarak in­san fıtratına tam bir uyum bahşeder.
İslâm dini, yeryüzüne getirdiği bütün gerçekçi kaidelerle, insan fıtratında mevcut olan ibadet duygusunu en doğru bir şekil­de geliştirerek bu ihtiyaca cevap verir. Böy­lece el ile tutulup gözle görülen veya gizli bir kuvvetin varlığını, değişik varlıklarda görerek onlara tapanları da yanlış inanç­lardan ve tapınmalardan kurtarır. Bu özelliğinden dolayı Allah'dan başka çok ilâh ka­bul etmek suretiyle putlara tapan bir top­lumda, bu yanlış inancı ve ibadet şeklini, bir daha dirilmeyecek şekilde tarihe gömen tek din İslâm’dır.
İşte İslâm böyle bir hayat nizamıdır. İn­sanları hür iradeleri ile Allah'a yönelten, on­ların birbirlerine kul, köle olmalarını ön­leyen, onları her türlü yanlış tapınmalar­dan kurtarıp Allah'a götüren hiç şüphesiz bu nizamın kendisidir. İslâm'ı benimseyip ona mensup olanların belirgin özellikleri vardır. Bunların en önemlilerini şöylece be­lirtebiliriz.
1- Allah'ın varlığına, birliğine tek bir ilâh olduğuna inanmak.
2- O'ndan gelen bütün hükümlerin gerçek ve doğru olduğunu kabul etmek.
3- Allah'ın bildirdiği ilâhî hükümler doğrultusunda yaşayarak Allah'a ibadet et­mek ve O'na kul olmak.
4- Allah ve Rasûlünün ahlâkı ile ahlâklanmak.
Bu nizam dışında müslüman, hangi kıya­fete girerse girsin, hangi davayı benimserse benimsenin, hangi unvana tutunursa tutunsun içinde bulunduğu durum, ancak açık bir sapıklık olabilir.
Allah'ı tek Rabb bilerek O'na kulluk et­mek, insanı tevhid inancına ve bu inancın gereğine götürür. Bu iman ve şuura sahip olan insanlardan oluşan bir toplum, yeryü­zündeki her çeşit şirk odaklarını dağıtır. Bu gerçekleri belirttikten sonra şimdi ibadetle ilgili ayetlerin mealini görelim...

“İbadet”le İlgili Ayetler:


Daha önce de belirtildiği gibi, ibadet ke­limesinin türediği “Abd” kökü, “köle” anla­mına da gelir. Aşağıdaki ayetlerde geçen “abd” kelimesi bu anlamlarda kullanılmış­tır.

a- Kölelik, Allah'dan başkasına kul­luk etmektir.
“Ey mü'minler, öldürmede kısas size farz kılındı. (Binâenaleyh, kaatilin de öldürülmesi gerekir.) Hüre hür, köleye köle, ka­dına kadın...” [5]
“...Ortak koşan erkekler de inanıncaya kadar, onlarla (kadınlarınızı) evlendir­meyin. (Allah'a ortak koşan hür bir erkek) hoşunuza gitse dahi, inanan bir köle, ortak koşan (müşrik) bir adamdan daha iyidir...”[6]
Ayet, müslüman bir kadının, Allah'a ortak koşan (müşrik) bir erkekle evlenemeyeceğine delildir.
“Allah, hiç bir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile; kendi­sine güzel rızık verdiğimiz, o rızıktan gizli ve açık harcayan kimseyi misâl olarak an­lattı. Hiç bunlar bir olurlar mı?” [7]
Yüce Allah bu misâl ile gerçeği anlatı­yor. Allah'dan başkasına tapan kimse, baş­kasının malı olan, hürriyetten yoksun, âciz köle durumundadır. Çünkü o, iradesini bir yaratığın eline vermiş, köleleşmiştir. Allah'a kul olan ise, yaratıklara köle olmaktan kur­tulmuştur. Zira o herşeyi yalnız Allah'dan beklediğinden menfaat için kimseye boyun eğmez. Kâfir malından ve canından Allah'a itaat noktasında hiç bir şey infak edemedi­ğinden, bir şeye güç yetiremeyen köle duru­muna düşmüştür.
“Şu iki adamın kavmi bize kölelik ederken, şimdi biz kalkıp bizim gibi iki in­sana mı inanacağız dediler.”[8]
“O başıma kaktığın nimet de İsrail oğullarını köle yapman (yüzünden) dir. (On­ları köle diye kullanıp erkek    çocuklarını kesmeseydin senin eline düşmezdim.” [9]
“İçinizden bekârları, köle ve cariye­lerinizden iyileri, evlendirin...” [10]  
Ayet günâhlardan korunmak ve Allah'ın rı­zasını kazanabilmek için, evlenmenin öne­mine işaret ederken aynı zamanda evliliğin bir ibadet olduğunu belirtiyor.

b- Allah'a kul olmak, O'ndan başka­sına itaat etmemekle mümkündür. Aşağıda gelen ayetler, Allah'a kulluk etmenin en şe­refli bir haslet olduğunu, bu şerefe nail ol­manın ancak Allah'a itaat etmekle mümkün olacağını ifade ediyorlar.
“Eğer kulumuz (Muhammed)'e indir­diğimizden şüphe içinde iseniz haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'dan başka bütün şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın; eğer doğru iseniz  (bunu yapın).”[11]  
İbadet, en şerefli bir haslet olduğu için, Allah Nebi'sini bu özelliği ile anmıştır. Ona “kulumuz” diye hitap etmiştir.
“Allah'ın kullarından dilediğine lütfuyla (vahiy) indirmesini çekemiyerek, Al­lah'ın indirdiğini inkâr etmek için kendile­rini ne alçak şeye sattılar da gazab üstüne gazaba uğradılar...”[12]  
Allah'ın indirdiği ilâhî hükümleri inkâr ederek, Al­lah'dan başka varlıklara tapanların, Allah'­ın gazabına uğradıkları açık bir şekilde be­lirtiliyor.
“Kullarım, sana benden sorarlarsa (söyle): Ben  (onlara) yakınım. Bana duâ edince duâ edenin duasına karşılık   veri­rim...” [13]
Ayetteki duâ, “ibadet” manâsmdadır. Allah'a ibadet ederek kullu­ğunu gösterenlerin, ibadetinin kabul olacağı belirtiliyor.
“...Allah kullarını (hakkıyla) görmek­tedir.”[14]
Ayetler, Allah'a iba­det edenlere bir müjde, isyan edenlere de bir ihtar niteliğindedir.
“O gün her nefis, yaptığı her hayrı hazır bulacaktır; işlediği her kötülüğü de, ister ki o kötülükle kendisi   arasında uzak bir mesafe bulunsun. Allah sizi kendisin (in emirlerine karşı gelmek) den sakındırıyor. Allah,   kullarına şefkatlidir.” [15]
“Bu sizin ellerinizin yapıp öne sürdü­ğünün karşılığıdır. Allah, kullara asla zulmedici değildir.”[16] 
“(O Şeytan) ki Allah ona lanet etti ve o da: Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım dedi.” [17]
Ayet, insan­ların, şeytana itaat etmemelerine dikkat çe­kiyor. Allah'a yapılması gereken itaat şeytana yapılırsa yani onun emirlerine uyulur­sa, Allah'ın lanetine uğranmış olunur.
“O  (Allah), kullarının üstünde tam hâkimdir, (onları istediği gibi yönetir), O, her şeyi yerli yerince yapan, (her şeyi) ha­ber alandır.”[18] 
Ayet, bu sıfatlara sahip olan yüce Allah'a kulluk etmenin ka­çınılmaz bir iş olduğunu, O'na hiç bir şeyin ortak koşulmaması gerektiğini bildiriyor.
“Eğer onlara azab edersen, onlar se­nin kullarındır (dilediğini yaparsın)...” [19]
“O, kullarının üstünde tek hâkim­dir...” [20]
“İşte bu Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini buna iletir..."[21] 
“De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?...” [22]
Allah'ın helâl kılarak insanlara verdiği nimetleri haram kılmanın, kullukla ve Allah'a ibadetle ilgisi olmadığı böylece belirtilmiş oluyor.
“Mûsâ, kavmine; Allah'dan yardım isteyin, sabredin! dedi; yeryüzü Allah'ındır, onu kullarından dilediğine    verir. Sonuç, (Allah'tan korkup günâhtan) korunanla­rındır.”[23]  
“Allah'tan başka çağırdıklarınız (dua edip yalvardıklarmız) da sizler gibi kul­lardır, (onların tanrı olduğu hakkındaki iddianızda) doğru iseniz, çağırın onları da size cevap versinler.” [24] 
“İşte bu, ellerinizin yapıp öne sürdü­ğü işler yüzündendir. Yoksa Allah kullara zulmedici değildir.”[25]  
Kulluk ve ibadet, insanın kendi hür iradesiyle, Allah'ın dinine uyarak olmalıdır. Ayetler, Allah'in insanlara peygamberler göndererek iba­det ve kulluk şekillerini açıkladığına, ancak insanların pekçoğunun bunlara uymadıkla­rına işaret ediyor.
“Bilmediler ki, kullarından tevbeyi kabul eden, sadakaları alan Allah'tır. Ve Al­lah, tevbeyi çok kabul eden, çok merhamet edendir.” [26]
“(O) Allah, hayrını kullarından dile­diğine verir. O, bağışlayan, esirgeyendir.” [27]
Bu ayetlerde, işlenen günahtan sonra, Allah'ın istediği şekilde tevbe eden, yani günahı gerçekten terk eden kulun, af­fedileceği beyan edilmiştir.
“...Böylece biz kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik; çünkü o, ihlâsa erdi­rilmiş (seçkin)    kullarımızdandır.” [28] 
Ayet, sırf Allah için yapılan taat'ın ihlâs olduğuna ve bu şekildeki teslimiyetin in­sanı her türlü günâhlardan    koruyacağına işaret ediyor.
“Peygamberleri onlara dediler ki; Biz de sizin gibi insandan başka bir şey değiliz, fakat Alİah, kullarından dilediğine nimetini lütfeder...” [29] 
“İnanan kullarıma söyle: Namazı kıl­sınlar, ne alışverişin, ne de dostluğun olma­dığı bir gün gelmeden önce, kendilerine ver­diğimiz  rızıktan (Allah  yolunda) gizli ve açık sarf etsinler.”[30] 
Ayette, iba­det ve kulluğun, ancak Allah'a itaat etmek olduğu açıkça belirtiliyor.
“(İblis): Ancak içlerinden kendileri­ne ihlâs verilen kulların hâriç. (Benim az­dırmam onları etkilemez.)”[31]  
“Benim hâlis kullarıma karşı senin bir gücün yoktur. Ancak sana uyan azgın­lar (ı azdırabilirsin sen).”[32] 
Allah'ın emirleri doğrultusunda hareket ederken, bu ibadeti bozacak ve geçersiz yapacak şirk, riya gibi şeylerden uzak kalınmalıdır.
“(Ey Muhammed), kullarıma haber ver: İşte ben öyle bağışlayan, öyle esirgeye­nim.”[33]  
“Eksiklikten uzaktır, O (Allah) ki ge­celeyin kulunu Mescid-i Haram'dan, çevresi­ni bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya yü­rüttü...” [34] 
“...(Nuh), çok şükreden bir kuldu.” [35]
“Nûh'dan sonra nice nesilleri helak ettik. Kullarının günâhlarını haber alıcı, gö­rücü olarak Rahb'in yeter.”[36] 
“Kullarıma söyle: En güzel sözü söy­lesinler...” [37]
Ayetler, Allah'a kullu­ğun, en şerefli bir vazife olduğunu, bu vazi­feyi yapanların Allah'ın emrettiği şeyleri emretmelerinin, yasakladığı şeylerden de sa­kınıp sakındırmalarının gereğini ifade edi­yor. Böylece en güzel söz söylenmiş olacağı gibi en iyi davranış da gösterilmiş olur.
“O Allah'a hamd olsun ki, kuluna ki­tabı indirdi ve ona hiç bir eğrilik koymadı.”[38]
“İnkâr edenler, beni bırakıp kullarımı kendilerine velîler yapmaları (nın fayda vereceğini) mi sandılar? Biz kâfirlere Cehen­nemi konak olarak hazırladık.”[39] 
Bu ayette, Allah'dan başka varlıklara tap­manın ve onlara ibadet etmenin şirk olduğu, bu durumun da Cehenneme girmeye sebep olacağı bildiriliyor.
“(Çocuk): Ben Allah'ın kuluyum, de­di,  (O)  bana kitap verdi, beni peygamber yaptı.” [40]
“Rahmân'ın kullarına gıyaben va'dettiği Adn cennetleri (ne gireceklerdir)...” [41]
“İşte kullarımızdan, takva sahibi kimselere vereceğimiz cennet budur.” [42]
Allah'a ibadet ederek O'nun hü­kümlerine uymak suretiyle her türlü kötü­lüklerden korunmanın (mükâfatı) karşılığı, ebediyet evi cennet olduğu bildiriliyor.
“Andolsun, Tevrat'tan sonra Zebur'­da da: Arza mutlaka iyi kullarım vâris ola­cak (bu yer onların eline geçecek) diye yaz­mıştık.” [43] 
“Alemlere uyarıcı olsun diye    kulu (Muhammed) e fûrkanı (hakkı bâtıldan ayır­ma ölçüsünü ) indiren (Alİah') ın hayır ve be­reketi pek çoktur.”[44]
“…Rabb'im, bana ve anama-babama lütfettiğin nimete şükretmemi, senin be­ğeneceğin faydalı bir iş yapmamı gönlüme ilham eyle ve rahmetinle beni iyi kullarının arasına sok.”[45]
“De ki: Hamd olsun Allah'a, selâm O'nun seçtiği kullarına...” [46]
“Allah, kullarından dilediğine rızkı yayar (genişletir) de, kısar da. Şüphesiz Al­lah, her şeyi bilendir.” [47]
“Onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında bulunanı, (kendilerini her yandan kuşatan göğü ve yeri) görmüyorlar mı? Dilesek onları yere batırırız, ya da üzer­lerine gökten parçalar düşürürüz. Şüphesiz bunda (Rabb'ine) yönelen her kul için ders­ler vardır.” [48] 
“...Kullarımdan şükreden azdır.”[49]                               
“...Kulları içinden ancak bilginler, Allah'dan (gereğince) korkar.” [50]
Allah'ı, herşeye kadir bilerek O'ndan kor­kanlar ancak alimdirler. Allah'ın emirlerine uymamaktan veya yasaklarından kaçınma­maktan doğacak cezadan korkmayanlar, bu hükümleri bilseler de alim olamazlar. Bunun için pek çok ilim sahibi: “Kim Allah'a isyan ederse o cahildir” demişlerdir. Allah'ın hü­kümlerini bilmeden yapılan bir ibadette ha­yır olmadığı gibi, Allah'a ibadet ve itaata götürmeyen bilgide de hayır yoktur.
“Kuvvetli ve basiretli kullarımız İbrahim'i, İshâk'ı ve Yâkub'u da an. Biz onla­rı ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temiz­leyip, kendimize hâlis (kul) yaptık.” [51]
“...İşte Allah kullarını bu (azab'ı)ndan korkutuyor. Ey kullarım, benden kor­kun.”[52]  
“Allah kuluna kâfi değil mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah ki­mi saptırır (yâni sapıklığında bırakır) sa ar­tık onu yola getiren olmaz.”[53] 
“Benim size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah'a bırakı­yorum. Şüphesiz Allah, kulları görür.”[54]
“Kim iyi bir iş yaparsa faydası kendisinedir ve kim kötülük yaparsa zararı kendisinedir..Rabb'in kullara zulmedici  değil­dir.” [55]
Bu ayette, kulun ibadetine Allah'ın ihtiyacı olmadığı, aksine insan­ların, ibadetle hayırlı işlere yönelebilecekle­ri ifade ediliyor.
“Allah, kullarına lûtufkârdır, diledi­ğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, gaalibdir.”[56]
“Allah kullarına rızkı bollaştırsaydı, yeryüzünde azarlardı. Fakat (O, rızkı) diledi­ği ölçüde indiriyor. Çünkü O kullarını (n her hâlini) haber alandır, görendir.”[57] 
Yüce Allah'ın, sonsuz ilmiyle takdir et­tiği her şey insanların iyiliğine sebeptir.
“Benim huzurumda söz değiştirilmez ve ben kullara zulmedici değilim.” [58]
“(Tarafımdan onlara) de ki: Ey nefis­lerine karşı aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah    bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” [59]
“Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlama­dı. (Bu), Allah'ın, kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan kanundur. İşte o zaman kâfirler ziyana uğramışlardır.”[60]
“Yalnız Allah'ın hâlis kulları hariç, (onlar cehennemden uzak tutulacaklardır)” [61]

c- Allah'a ibadet etmek; O'na teslim olmak ve O'nun hoşnud olduğu şeyleri yap­maktır. Aşağıda gelen ayetler, ibadetin, Allah'a teslimiyetle ölünceye kadar İslâm üze­re yaşamak, demek olduğuna işaret ediyor­lar. Allah'a şirk koşmadan O'nun rızasını ka­zanmak için çalışmak, gerçek anlamda iba­dettir.
“...(Ya'kub), oğullarına: Benden son­ra neye kulluk edeceksiniz? demişti. Senin ilâhın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshâk' in ilâhı olan tek İlâh'a kulluk edeceğiz, biz O'na teslim olanlarız dediler.”[62]
“İnsanlardan öylesi de var ki, canını, Allah'ın rızasını kazanmaya satar. Allah da kullara çok şefkatlidir.” [63] 
“Allah'a ibadet edin, O'na hiç bir şe­yi ortak koşmayın...” [64]
“...Sizin şu karşısında durup taptığı­nız heykeller nedir? Babalarımızı onlara ta­par bulduk (da onun için biz de onlara tapı­yoruz)  dediler.” [65] 
 “De ki: Allah'ı bırakıp size ne zarar, ne de yarar vermeye gücü yetmeyen şeyle­re mi tapıyorsunuz  Oysa Allah, işiten, bilen­dir. (O'na tapmanız gerekmez mi?)” [66]
“Hahamlarını ve rahiplerini Allah'dan ayrı rabler edindiler, Meryem oğlu Me­sih'i de. Oysa kendilerine yalnız tek ilâh olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti. O’n­dan başka ilâh yoktur. O, onların ortak koş­tukları şeylerden münezzehdir.” [67]
Ayetler, Allah'ın rızasının dışında ve Alİah'dan başkası için yapılan işlerin geçerli bir ibadet olamayacağına delildir. İbadetlerin geçerli olması; İslâm'ın hükümlerine uygun­luk ve sırf Allah için yapılmış olmaları şart­larına bağlanmıştır.
“Tevbe eden, ibadet eden, hamd eden, seyahat eden, rükû' eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten meneden ve Allah'ın (yasak) sınırlarını koruyan, (onları çiğne­meyen) o, mü'minleri müjdele...”[68]  
Ayette, hakikî bir imanla Allah'a iba­det edenlerin en önemli özellikleri belirtili­yor.
“İnsanlardan kimi de Allah'a bir yön­den (dinin bütününe inanmadan) ibadet eder. Eğer kendisine bir hayır gelirse onun­la huzura kavuşur (sevinir) ve eğer başına bir kötülük gelirse yüz üstü döner (dini kö­tüleyerek ondan vazgeçer)...” [69] 
Tam olarak Allah'a teslim olamayan veya dilleriyle inandıklarını söyleyip kalpleriyle inanmayanların durumu, bu ayette çok gü­zel bir şekilde açıklanmıştır.
“Ey Mü'minler, rükû' edin secde edin, Rabb'inize ibadet edin, hayır işleyin ki umduğunuza eresiniz.”[70] 
 “Ey inanan   kullarım,   4)enim arzım geniştir, bana kulluk edin.”   (Ankebûd, 56)
Bu ayetlerden, Allah'ın emirlerine bağlı kalarak yapılan işlerin, ibadet olduğunu anlı­yoruz.
“İyi bil ki, hâlis din yalnız Allah'ın­dır. O'ndan başka velîler edinerek: “Biz bun­lara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye ta­pıyoruz” diyenlere (gelince): Şüphesiz ki Al­lah, onlar arasında, ayrılığa düştükleri şey­de hükmünü verecektir...” [71]
“Tâğut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var. Müjdele kul­larımı.” [72]
Allah, bu ayetlerde, ibadetde yanılanlarla, gerçekten Allah'a ibadet edenleri bildiriyor. Tâğut şeytanına tapmayarak Allah'a teslim olan gerçek kulları böyle­ce bildiriyor Rabb'imiz...
“Hayır, yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol.” [73]
“Allah'tan başkasına kulluk etme­yin; ben sizin, büyük bir günün azabına uğ­ramanızdan korkuyorum.”[74]
(Allah'a) ortak koşanlar: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O'ndan baş­ka hiç bir şeye tapmazdık ve O'nsuz hiç bir şeyi haram kılmazdık!” dediler. Onlardan öncekiler de böyle yapmıştı...” [75]
“Andolsun biz, her millet içinde: “Al­lah'a kulluk edin, şeytan (a tapmak) dan ka­çının” diyen bir elçi gönderdik...”[76]
“De ki: Ben de sizin gibi bir insanım; İlâhınızın bir tek ilâh olduğu bana vahyolunuyor. Kim Rabb'ine kavuşmayı arzu edi­yorsa iyi iş yapsın ve Rabb'ine (yaptığı) iba­dete hiç kimseyi ortak etmesin.” [77]
Geçen ayetler, Allah'dan başka hiç bir var­lığı ma'bud edinmemeye, hiç bir yönden her­hangi bir varlığı, sistemi O'na ortak koşmamaya çağırıyor.

d- İbadet, Allah'ı her yönden tek ka­bul edip O'na boyun eğmektir.
Aşağıda gelen ayetler, ibadeti, sadece Allah'a hâlis kılarak O'na boyun eğmenin gereğini bildirmektedirler.
“Ey mü'minler, size verdiğimiz rızıkların iyilerinden yiyin, Allah'a şükredin, eğer O'na ibadet ediyorsanız.” [78]
“De ki: Ey kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım, birimiz diğerini Allah'dan başka Rabb edinmesin...” [79]
“...Allah, kimlere, lanet ve gazab etmiş, kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytana tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür...” [80]
Taberî tefsirin­de şöyle denilir: Allah'a karşı isyan eden, O'ndan başkasına tapan herkestir. Gerek O' nun üstünlüğünden olsun, gerekse hakika­ten ona itaatinden olsun. Bu mâbud, insan yahut şeytan put ve mevcut şeylerin biri ol­sun durum değişmez. Bu durum. Allah'dan başkasına kulluk ve itaat etmektir.
“De ki: Ben Allah'dan başka yalvardıklarmıza tapmaktan men olundum...”[81]
“Rabb'inin yanında olanlar, O'na kul­luk etmekten büyüklenmezler. (Daima) O'nu tesbih ederler ve O'na secde ederler.” [82]
“Şunların taptıkları (şeylerin, kendi­lerini felâkete sürükleyeceği) nden hiç kuş­kun olmasın. Onlar da önceden   atalarının taptığı gibi tapıyorlar. Biz onların da (azabdan)  paylarını eksiksiz vereceğiz!” [83] 
“Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahmân'a kul olarak gelecektir.” [84] 
“Göklerde ve yerde kim varsa hep O'nundur. O'nun yanında bulunanlar, O'na kulluk etmekten büyüklenmez ve yorulmaz­lar.”[85] 
“Siz, Allah'ı bırakıp da size hiç bir fayda ve zarar vermeyen şeylere mi tapıyor­sunuz, yuh size ve Allah'dan başka taptıkla­rınıza. Aklınızı kullanmıyor musunuz siz?” [86]
“Siz ve Allah'dan başka taptıkları­nız cehennem odunusunuz. Siz (odun gibi) oraya gireceksiniz.”[87]  
“Rabb'iniz buyurdu ki: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk et­meye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” [88]
“İnsanlar (mahşere) toplandıkları gün, (taptıkları tanrılar) onlara düşman olurlar ve onların, kendilerine tapmalarını tanımazlar.” [89]
“İbrahim'de ve onunla beraber bulu­nanlarda sizin için güzel bir misâl var, onlar, kavimlerine demişlerdi ki; “Biz sizden ve sizin Allah'dan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizin (taptıklarınızı) tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir...”[90] 
“De ki: Ey kâfirler!  “Ben sizin tap­tıklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz. Ben asla sizin taptıkla­rınıza tapacak değilim. Siz de benim taptı­ğıma tapacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” [91]

e- Kulluk, Allah'ın yaptığına razı ol­maktır.
Allah'ı her yönden tek kabul edip, O'nun dininin şartlarını yerine getirmek, kut­sal kitapların da bildirdiği esaslar doğrul­tusunda yaşamak Allah'a kul olmanın ge­rekli şartlarıdır. Aşağıdaki ayetler bü durumu açıkça belirtmektedir.
“Ya Rabbi), Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım isteriz.” [92]
“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb'inize kulluk edin ki, (Allah'ın azabından) korunasınız.” [93]
“Allah'tan başkasına kulluk etme­yeceksiniz, anaya-babaya, yakınlara, yetim­lere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı ve­rin! Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz-, hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz.”  [94]
“Allah benim de Rabb'im sizin de Rabb'inizdir. O'na kulluk edin, doğru yol budur.”[95]  
Ayetler, ibadetin özü olan Tevhid gerçeğini bildirmektedir.
“Hiç bir insana yakışmaz ki, Allah ona kitab, hüküm ve peygamberlik versin de, sonra (o kalksın) insanlara: Allah'ı bıra­kıp bana kullar olun desin. Fakat: Öğretti­ğiniz ve okuduğunuz kitap gereğince Rabb'a hâlis kullar olun! der.” [96]
“...Kim O'na (Allah'a) kulluktan çe­kinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O, on­ların hepsini kendi huzurunda toplayacak­tır.”[97] 
“...Mesih demişti ki: Ey İsrail oğulla­rı, benim Rabb'im ve sizin Rabb'iniz olan Allah'a kulluk edin. Zira kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak ki, Allah ona cenneti ha­ram etmiştir ve onun varacağı yer ateştir...” [98]
“Ben onlara: Benim ve sizin Rabb'iniz olan Allah'a kulluk edin, diye senin ba­na emretmiş olduğundan başka bir şey söy­lemedim...” [99]
“Rabb'iniz Allah, işte budur. O'ndan başka hiç bir ilâh yoktur.  (O) herşeyin ya­ratıcısıdır. O'na kulluk edin...”[100]
“Dediler ki: Sen, tek Allah'a kulluk edelim ve atalarımızın taptıklarını bıraka­lım diye mi bize geldin...” [101]
“Andolsun Nuh'u da kavmine gön­derdik; Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur...” [102]
“Onları,  emrimizle  doğru yoîu gös­teren önderler yaptık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden (insan) lardı.” [103]
“Rabb'iniz (O) Allah’tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a istiva et­ti. Yaratma işini tedbir eder  (yönetir). O'nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez. İşte Rabb'iniz Allah budur. O'na Kulluk edin, düşünmüyor musunuz?”[104]
Ayette, göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı buyurulmaktadir. Allah katında gün itibaridir. Çeşitli zaman birimlerini ifade etmektedir. İşte burada belirtilen gün, dünyaların olu­şum devresi anlamınadır. Demek ki Allah, kâinatı altı günde yani altı büyük devirde yaratıp bugünkü biçimine koymuştur.
“Allah'ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de yarar vermeyen şeylere tapıyorlar...” [105]
“...Artık  (tanrıları ile)  aralarını aç­mışızdır. (Dünyadaki gibi aralarında bir bağ kalmamıştır). Koştukları ortaklar: “Siz bize tapmıyordunuz” demektedirler.” [106]
“Şimdi bizimle sizin aranızda Allah'­ın şahit olması yeter; doğrusu biz sizin (bi­ze) tapmanızdan tamamen    habersizdik.” [107]
“De ki: Ey insanlar, benim dinimden kuşkuda iseniz, (iyi bilin ki) ben sizin, Allah'dan başka taptıklarınıza tapmam; fakat, sizi öldürecek olan  Allah'a  taparım.  Bana mü'minlerden olmam emredilmiştir.” [108]   
“Senden önce hiç bir peygamber gön­dermedik ki ona: Benden başka hiçbir ilah yoktur. Bana kulluk edin! diye vahyetmiş ol­mayalım.” [109]
“Âd (kavmin) e de kardeşleri Hûd'u (gönderdik): Ey kavmim, dedi, Allah'a kul­luk edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur...” [110]
“Semud kavmine de kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur...” [111]
“Medyen'e de kardeşleri Şuayb’ı (gön­derdik)  Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilâhınız yoktur...” [112]
“Bütün işler hep Allah'a döndürülüp götürülür. O'na kulluk et ve O'na dayan. Rabb'in sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.” [113]
“Siz O'nu (Allah'ı) bırakıp ancak si­zin ve atalarınızın taktığı bir takım (anlam­sız)  isimlere tapıyorsunuz. Allah    onların gerçekliği hakkında hiç bir delil indirmemistir. Hüküm yalnız Allah'ındır. O, yalnız kendisine ibadet etmenizi emretmiştir. İşte doğru din budur. Ama insanların çoğu bil­mezler.” [114]
“...De ki: Bana,  yalnız Allah'a kul­luk etmem ve ona hiç bir şeyi ortak koşma­mam emredildi. Ben O'na davet ederim, dö­nüşüm de O'nadır.” [115]
Ayetler, Al­lah'ı tek mabûd tanıyıp O’na kulluk etmenin gerçek anlamda ibadet  olduğuna işaret  et­mektedirler.
“Bir zaman  İbrahim,  şöyle  demişti: Rabb'im, bu şehri güvenli kıl, beni ve oğul­larımı putlara tapmaktan uzak tut.” [116]
“Allah'ı bırakıp göklerden ve yerden kendileri için hiç bir rızık veremiyecek ve bunu asla yapamıyacak olan şeylere mi ta­pıyorlar?” [117]
“Allah'ın size verdiği rızıktan helâl, hoş olarak yiyin de Allah'ın nimetlerine şük­redin; eğer ona kulluk ediyorsanız.”[118] 
“Şüphesiz Allah, benim de   Rabb'im, sizin de Rabb'inîzdir. O'na kulluk edin. İşte doğru yol budur.”[119]
“O, göklerin, yerin ve bunlar arasın­da bulunan şeylerin Rabb'idir. O'na kulluk et ve O'na kullukta sabret...”[120] 
“Onların içine de kendilerinden bir elçi gönderdik: Allah'a kulluk edin, sizin O'­ndan başka ilâhınız yoktur.   (Allah'ın aza­bından)  korunmaz mısınız? diye” [121] 
“Allah sizden, inanıp iyi işler yapan­lara va'dettiği; onlardan öncekileri nasıl hü­kümran kıldıysa, onları da yer yüzünde hü­kümran kılacak ve kendileri için seçip be­ğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıra­cak ve korkularının ardından    kendilerini tam bir güvene erdirecektir. Onlar hep ba­na kulluk ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar...”[122] 
“Onlara İbrahim'in haberini de oku: Babasına ve kavmine neye tapıyorsunuz? demişti. Putlara tapıyoruz, onlara kulluk ediyoruz dediler. Peki, dedi, siz dua ettiğiniz zaman onlar işitiyorlar mı? Yahut size fay­da veya zarar verebiliyorlar mı? Hayır, ama babalarımızın böyle yaptıklarını gördük, de­diler. Şimdi gördünüz mü neye tapıyorsu­nuz? dedi.”[123]
“Siz Allah'dan başka bir takım put­lara tapıyorsunuz, yalan uyduruyorsunuz. Sizin Allah'dan başka taptıklarınız, size rızık veremezler. Siz rızkı Allah'ın yanında arayın, O'na kulluk edin ve O'na şükredin. Hepiniz O'na döndürüleceksiniz.” [124]
“Biz Kitabı sana hâk ile indirdik; öy­leyse sen de dini yalnız kendine hâlis kıla­rak Allah'a kulluk et.”[125] 
“De ki: Bana, dini yalnız Allah'a hâ­lis kılarak O'na kulluk etmem emredildi.” [126]
“De ki: Ben dinimi yalnız Allah'a hâlis kılarak O'na kulluk ediyorum.” [127]
“De ki: Allah'dan başkasına kulluk etmemi mi bana emrediyorsunuz ey cahil­ler?”[128]
Ayetler, hâlis ibadetin ve şirkten arınmış taatın Allah'a yapılması ge­rektiğini açıkça bildirmektedirler.     
“Gece, gündüz, Güneş ve Ay O'nun ayetlerindendir. Ne Güneş ne de Ay'a secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin. Eğer O'na kulluk ediyorsanız (böyle yapın).”[129]
“Allah O'dur işte, benim de Rabb'im sizin de Rabb'iniz. O'na kulluk edin, doğru yol budur.”[130] 
“Oysa kendilerine, dini yalnız Allah'a hâlis kılarak, Allah'ı birleyenler olarak O'na kulluk etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte doğru din bu­dur.” [131]
“Ben niçin beni yaradana kulluk et­meyeyim?...” [132]
“Ey Adem oğulları, ben size and ver­medim mi: Şeytana tapmayın, o sizin apaçık düşmanmızdır, Bana kulluk edin, doğru yol budur, diye.” [133]
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[134] 
Ayet, insanların ve cinlerin, Allah'a ibadetle mükellef (yükümlü) olduklarını bildiriyor.
“Haydi Allah'a secde edin ve O'na kulluk edin.” [135]
“Ve sana yakın (yani ölüm) gelince­ye kadar Rabb'ine kulluk et.” [136]  
Ayet, her insanın, hayatta olduğu sürece ibadet ve kulluğa devam etmekle yükümlü olduğunu açıkça bildirmektedir.

III- SÜNNET'TE İBADET


Hz. Muhammed (s.a.v.) Allah'ın, insanlığa gönderdiği ve her yönden örnek olarak gösterdiği en son peygamberidir. Onun bu örnek hayatı, Yüce Allah'ın ölümsüz kita­bında “Andolsun- Allah'ın elçisinde sizin için, Allah'ı ve ahireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için, (uyulacak) en güzel bir örnek vardır”[137] ifadeleriyle belirtilmiştir. îmanda, azim ve iradede, Al­lah'a ibadet ve kullukta, güçlüklere dayan­mada, sabır ve sebatta, üstün ahlâka sahip olmakta O, teiniz ve canlı bir hayat örneği olarak ayakta durmaktadır. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.), her konuda dini Allah'a hâlis kılmanın en güzel örneği olmuştur. O, Allah'a tam bir teslimiyetle kul olmanın ya­nında, Allah'ın dinini insanlara bildirmek (tebliğ) le de görevli idi.
Bu özelliklerinden dolayı Allah Rasûlünün, sözleri ve dine ilişkin her türlü işleri, onu örnek edinenlere ilâhî bir rehber ve de­lildir. Çünkü o her türlü bâtıl dinlerden ve mabudlardan sakınıp, sadece Allah'a kul olabilmenin en güzel uygulayıcısı olmuştur. Bu uygulamasıyla “uluhiyyet” ile “ubudiyyet”in anlamını açık bir şekilde belirtmiş, hâk din olan İslâm'ı böylece açıklamıştır.
Her konuda örnek olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ibadetle ilgili çok önem ifade eden mübarek hadislerini ve uygulamalarını bu­rada belirtmek hiç şüphesiz konuya daha da açıklık getirecektir.

İbadetle İlgili Hadisler


a- İbadet, Allah'ı bilmek ve O'nu her bakımdan tek tanımaktır.
Ebû Eyyub el-Ensârî (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: Biri gelip peygamber (s. a.v.)'e.
“Ey Allah'ın Rasûlü (kendisini yapın­ca) beni cennete koyacak muteber bir iba­det haber verseniz (bildirseniz)” diye bir niyazda bulunmuştu. Resûlüllâh (s.a.v.);
“Allah'ı tevhid edersin ve Allah'a ibadette hiç bir şeyi şerik (ortak) koşmazsın, namaz kılar zekât verir­sin, akrabayı da ziyaret edersin,” diye cevap verdi.  
Hâdisdeki “Allah'a ibadet edersin” cümlesindeki ibadet, “tevhid” manâsına kul­lanılmıştır, “Allah'a hiç bir şeyi ortak etmezsin” cümlesi  de  tevhidin manâsını  açıkla­maktadır. Nitekim “Biz cin ve insanları yal­nız bize ibadet ve bizi tevhid etsinler diye yarattık”[138] ayetinde de ibadet, “tevhid” ile tefsir edilmiştir. Şu halde ibadet­le ilk olarak kastedilen “Allah'ı bilmek ve O'nu her bakımdan tek tanımak”
Ebu Hureyre (r.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir.
“Bir gün Hz. Muhammed (s.a.v.)'e bir Arabî geldi ve:
“Ey Allah'ın Rasûlü bana bir ibadet (yapmamı) bildirseniz de ben onu işleyince Cennete girebileyim,” demişti. Resûlüllâh (s.a.v.):
“Allah'a ibadet edersin ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmazsın, farz olan namazı kılar, zekâtı verir ve Ra­mazan orucunu tutarsın...” buyurdu.
İbadet kelimesinin “mutlak surette Al­lah'a itaat” anlamında kullanıldığını söyle­mek de mümkündür. Geçen hadisi şerifler­den ve diğerlerinden de anlaşılacağı üzere, ibadet kelimesinin manâsı içersine, İslâm Dini'nin vazifelerinin tümünün dahil olduğu­nu görüyoruz. Hadisi şeriflerde, namaz, ze­kât, oruç ve akraba ziyaretinin belirtilmesi, bu ibadetlerin şerefine işaret etmek ve bun­ları umuma atfetmek içindir. Yine bu hadisi şerif Allah'ı tek ilâh tanıyıp O'na hiç bir yönden hiç bir varlığı eş koşmayan ve böy­lece İslâm'ın esaslarını yerine getiren kimselerin Cennet'e gireceğini müjdelemekte­dir.
İbn Mes'ud (r.a.)  diyor ki: Bir kere­sinde Rasûlüllâh  (s.a.v.)'a sordum:
“Ey Allah'ın Rasûlü! Hangi ibadet efdâldir (en faziletlidir)” Rasûlüllâh (s.a.v.):
“Vaktinde kılınan namazdır” buyurdu.
“Sonra hangi ibadet?” dedim. Rasûlüllâh (s.a.v.):
“Anaya-babaya iyi davranmaktır,” diye cevap verdi.
"Sonra hangi ibadet?” dedim, O;
“Allah Yolunda (canla ve malla) cihad etmektir.” buyurdu.
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen bir başka hâdisde şöyle buyrulur.
Bir kere­sinde Rasûlüllâh (s.a.v.)'a bir adam geldi de:
“Ey Allah'ın Rasûlü! Bana cihada denk bir ibadet gösterseniz,” dedi. Rasûlüllâh  (s.a.v.):
“Ben cihad değe­rinde bir ibadet bulmuş değilim ki,” buyur­du.
En faziletli ibadetler hakkında varid olan haberler, soruların sayısı ve sırası itiba­riyle muhteliftir. Bunun sebebi, soru soran­ların maksatlarının, yer ve zamanlarının muhtelif olmasıdır. Buradan, en faziletli ibadetlerin sadece bunlardan.ibaret olmadı­ğını anlamak mümkündür.

b- Allah'a en sevimli ibadet, az da ol­sa devamlı olanıdır.
Enes b. Malik (r.a.)'den, şöyle dedi­ği rivayet edilmiştir.
“Bir keresinde (ashabdan) üç kişi, Hz. Peygamber'in (bunların bil­medikleri gizli) ibadetini sormak ve öğren­mek üzere peygamberin evine gelmişlerdi. Bunlara Peygamber (a.s.)'in ibadetinin du­rumu haber verilince, (güya) kendi ibadet­lerini azımsayarak (bir ağızdan):
“Biz nerede Rasûlüllâh nerede? Muhakkak ki Alİah, Peygamberinin geçmiş olan ve gelecekte işlen­mesi muhtemel bulunan bütün günahları­nı mağfiret etmiştir.” dediler. (Sonra da şöy­le ahdettiler) içlerinden birisi:
“Ben geceleri daima namaz kılacağım” dedi. Diğeri de:
“Ben hergün oruç tutacağım” dedi. Üçüncüsü de:
“Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim” dedi. Onlar bu sözleri söy­lerken Rasûlüllâh (s.a.v.) bunların yanları­na gelerek:
“Siz şöyle şöyle söyleyenlersiniz değil mi? Fakat şunu biliniz ve iyi düşününüz ki, ben, sizin Allah'dan en çok korunanınız ve korkanınızım. Bununla birlikte ben (kâh) oruç tutarım, (bazı günlerde tutmam). (Ge­cenin bir kısmında) namaz kılarım (bir kıs­mında da) uyurum. Kadınlarla da evleni­rim, işte benim sünnetim budur. Her kim benim bu yolumda gitmez de ondan yüz çe­virirse benden değildir.” buyurdu.
Enes b. Malik  (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir.
“Nebi (s.a.v.) bir keresin­de mescide girmişti. Girince mescidin iki di­reği arasında bir ip çekilmiş olduğunu gördü.
“Bu ip nedir?” diye sordu. Ashab:
“Bu Zeyneb’in ipidir. O  (namazda ayakta durmak­tan) yorulunca bu ipe tutunur” dediler. Nebi (s.a.v.î buyurdu ki:
“Hayır, ibadette böyle güçlük tercih edilmez. Bu ipi çözünüz. Biriniz zinde olduk­ça namazını ayakta kılsın, yorulup da ayak­ta kılmaya güç yetiremeyince de hemen otursun (ve namazını oturduğu halde tamam­lasın.)”
Hz. Âişe (r.a.)'nin anlattığına göre, yanında bir kadınla otururken Rasûlüllâh (s.a.v.) girdi ve Hz. Âişe’ye:
“Bu kadın kimdir?” diye sordu. Hz. Âişe,
“Filân kadındır,” dedi ve kıl­dığı namazları uzun uzun anlatmaya başladi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.):
“Uzatma, gücünüzün yettiğini yapın. Allah'a yemin ederim ki usanmadıkça Allah usanmaz. O'nun en sevdiği ibadet az da ol­sa devamlı olan ibadettir,” buyurdu.
Geçen üç ayrı hadiste, ibadetle ilgili önemli noktalara değinilmiştir. Bunlardan bi­rincisi; ibadetlerde i'tidâlli olunmasıdır. Ya­ni her türlü aşırılıklardan kaçınılması teşvik edilmektedir. Diğeri ise, ibadetlerde külfet ve güçlüğe düşülmemelidir. İbadet zannıyla bu duruma düşmek nehy edilmektedir.
Özellikle Rasûlüllâh'ın ibadetini öğren­mek üzere gelen sahabî'lerin zikredildiği hadiste, ibadet ve istirahat hayatı bir veci­ze halinde özetlenmiş, Rasûlüllâh'ın sünne­tine uymayan ve insan fıtratına ters düşen fiilleri yapmanın ibadet olmadığı açık bir dille belirtilmiştir. Yine söz konusu hadiste, ibadetten maksadın, ruhbanlık olmadığı da anlaşılıyor.           
Ebû Hureyre (r.a.)'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:   
Rasûlüllâh (s.a.v.)’dan işittim :
“(Allah'ın kerem ve rahmeti olmadık­ça) hiç bir kişiyi onun güzel işi ve ibadeti cennete koyamaz.” buyurdu. Bunun üzerine Ashab:
“Ey Allah'ın Rasûlü sizi de mi koya­maz?” diye sormuşlardı da Rasûlü ekrem şöy­le cevap verdi:
“Evet beni de Allah'ın fazlı ve rahmeti olmadıkça yalnız ibadetim cennete koyamaz. (Bunun için) siz iş ve ibadetinizde (itidal ile hareket edip) ifrad ve tefritten (her türlü aşırılıktan) sakınınız...”
Hadisi şerif, cennete girmek için, ibadet ve taatın esas sebep olmadığını; gerçek sebebin, Al­lah'ın lutfu ve rahmeti olduğunu bildiriyor. Çünkü. insanlar Allah'ın nimetlerine karşı tam olarak şükredemiyecekleri gibi, onların yaptıkları iş ve ibadetler Allah'ın iradesini bağlayamaz. Ancak O, rahmet ve lütfü ile kullarından dilediğini cennete koyar.

c- İbadet, Allah'ı sevmek ve O'nun hoşnudluğunu kazanmaktır.
Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayete gö­re Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allahü teâlâ: “Her kim benim velî kullarıma düşmanlık ederse, muhakkak ben ona harp açarım. Bir kulum kendisine farz kıldığım şeylerden bana daha sevimli bir iş ve iba­detle yaklaşmamıştır. Kulum bana nafile ibadetle de durmadan yaklaşır, nihayet onu se­verim. Bir kere de onu sevdim mi artık ben o kulumun işiteceği kulağı, göreceği gözü, şiddetle kavrayacağı eli ve yürüyeceği ayağı olurum.”
Yani fena şeyleri dinlemekten, fe­na şeylere bakmaktan, helâl olmayan şeyle­re el uzatmaktan ve kötü yaşantı içine girmekten onu korurum demektir.
Ebû Hureyre (r.a.)'den Rasûlüllâh (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiş­tir:
“Allah, “Salih kullarım için cennette hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitme­diği ve hiç bir beşerin gönlünden geçirme­diği bir takım nimetler hazırladı” buyurdu.”
Ebû Hureyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:
Allahu teâlâ “dünyada mü’min bir kulumun sevdiğini alırsam, o da bu musibetin sevabını sabır ve teslimiyetle benden beklerse, onun mükâfatı ancak cen­nettir.” buyurdu.”

d- İbadet, Allah'a şükretmektir.
Hz. Âişe (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, o şöyle anlatır:
“Hz. Peygamber (s.a.v.)'in geceleri ayakları şişinceye kadar namazda ayakta dur­duğu olurdu.
“Ey Allah'ın Rasûlü! Niçin böy­le yapıyorsunuz? Halbuki Allah, senin geç­mişteki ve gelecekteki günâhlarını bağışla­mıştır,” dedim. Peygamber (s.a.v.) şöyle bu­yurdu:
“(Allah'a) şükreden bir kul olmak istemez miyim.”
Hadisi şerif Allah’a şükreden bir kul olablmenin, tam olarak Allah'a tesli­miyetle mümkün olduğuna işaret    ediyor.
İbadet Allah'ın insana verdiği sayısız nimet­leri O'nun yolunda yine O'nun istediği gibi kullanmak olduğu için, sahibini şükreden bir kul yapar.
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a.)'dan, şöyle rivayet edilmiştir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz Allah, muttaki (Allah'ın emirlerini ye­rine getirip yasaklarından sakınan) gözü gönlü tok olan, işiyle gücüyle ve ibadetiyle meşgul bulunan kulunu sever “
Hadisi şerif, çalışmanın, helâl yollardan rızık kazanmanın, kötülüklerden korunma gi­bi işlerin de ibadet teriminin içine girdiğine işaret ediyor. Dinin hükümlerine uyan ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanma niyetiyle yapılan her çeşit işin, ibadet olduğunu böy­lece anlamış oluyoruz.
Ali b. Rebia (r.a.)’dan, o da Hz. Ali (r.a.) den rivayet etmiştir. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
Allah “Benden başka günâhı bağış­layacak bir ilâh bulunmadığını bilerek; ey Rabbim günâhlarımı bağışla diyen (ve gere­ğini yapan)  kulundan hoşnud (razı) olur.”
Ma’kıl b. Yesar (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllâh (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:
“Karışıklık zamanlarında ibadet etmek benim yanıma hicret etmektir.”
Hicretin bir anlamı da, kötülüklerden kaçmak ve iyiye yönelmek olduğu için, kanşık zamanlarda ibadetle iyiye    yönelmek, hicret etmeğe benzetilmiştir.
Nûman b. Bişr (r.â.), Rasûlüllâh (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Dua, ibadettir. Rabb'ımız, bana dua edin (ya­ni ibadet ederek kulluk edin ki) size icabet edeyim buyurmuştur.”
Allah'ın ilâhî hükümleri'nin önünde eğilmek, ibadetin aslını oluşturur. Dua kelimesi, farz ve nafilelerin tümünü kapsamına alan bir kelime olduğun­dan, bunların tümünü imkân nisbetinde yapmak hiç şüphesiz ibadettir.

e- İbadet, ömür boyu yapılması gere­ken bir vazifedir.
Ebû Hureyre (r.a.)den rivayete göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların en hayırlısı ölünceye kadar Rabb’ine ibadette ve daima halkın hayır ve men­faatinde olan kimsedir.”
Muaz b. Cebel (r.a.)’den rivayete gö­re, şöyle demiştir:
“Bir gün ben bir binek üze­rinde Peygamber (s.a.v.)'in terikesinde (bi­neğinin arkasında) bulunuyordum. Rasûlüllâh (s.a.v.):
“Ey Muaz, Allah'ın kulları üzerinde­ki hakkını ve kulların Allah üzerindekî hak­kını biliyor musun?” buyurdu.
“Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” dedim. Rasûlüllâh (s.a.v.):
“Allah'ın kulları üzerindeki hakkı: Onların Allah'a ibadet etmeleri ve hiçbir şe­yi O'na ortak koşmamalarıdır. Kulların da Allah üzerindeki hakki: Allah'ın kendisine ortak (şerik) koşmayan kimseye azab etme­mesidir.” buyurdular...

AYET VE HADÎSLERİN BİLDİRDİĞİ GERÇEKLER


A- İbadetin Temel Unsurları:


İbadet terimiyle ilgili geçen ayet ve ha­dislerden, genelde bu terimin üç temel un­surunun olduğunu anlıyoruz. Bunlar:

a- İman (İ'tikad) :
Allah'a ibadet ederek O'na kulluk etmek isteyen her insanın yerine getirmesi gereken ilk görev “Allah'ın birliğini ve peygamberin risâletini kabul etmektir.” Her türlü şüp­heden uzak kesin bir iman, Allah'a ibadet etmenin ve O'na kul olabilmenin ilk şartı­dır. Çünkü bu inanç, Allah'dan başka Hâk Mabûd olmadığını kabullenmek anlamına geldiğinden, ibadetin özünü oluşturur.

b- Fiil (İnanılanı yapmak) :
İslâm dininin tüm hükümerini kabul edip benimseyen her insan, kabullendiği bu hükümler doğrultusunda yaşamak duru­mundadır. İnancını, yaptığı davranışları ile ortaya koyan ve bu davranışları İslâm dini­nin kurallarına göre değerlendiren ve bu bilgiye sahip olan kimse, Allah'a ibadet eden bir kişi olabilir.

c- Terk (Yasaklardan Kaçınmak) :
Allah'ın haram kıldığı, yani yasakladığı işleri bilip, öğrenip bunları terk etmek de ibadet teriminin ifade ettiği anlamlar içine girer. Akıl ve baliğ olan bir kişinin yüküm­lü olduğu görevlerden biri de Allah'ın ha­ram kıldığı şeylerden kaçınmaktır. Ancak bu yükümlülük şahsın durumuna göre deği­şir. Çünkü insanın yapamayacağı yasakları değil, yapması mümkün olan yasakları terk etmesi gerekir. Örneğin dilsiz birine “şu sö­zü söylemek yasaktır” diye bir yükümlülük yoktur. Görüldüğü gibi ibadet, insanın inan­cını davranışlarını ve her türlü işlerini kap­sayan bir terimdir.

B- İbadetin Geçerli Olmasının Şartları:


İbadet terimiyle ilgili ayet ve hadisler­den, yapılan iş ve ibadetlerin bir takım şart­larla geçerli olabileceğini de öğrenmekteyiz. Her ibadetin Allah katında geçerli olması için kendine göre bir takım şartları varsa da, genelde ibadetlerin geçerli olması şu iki şar­ta bağlanmıştır.
a- Yapılan ibadetin zahirde (görünür­de) İslâm dininin bildirdiği hükümlere uy­gun olması.
b- İbadetin isteyerek, ihlâsla ve Allah rızası için yapılması.
İbadetlerimizde, hatta her çeşit hareket­lerimizde, doğrudan doğruya Allah'ın rıza­sını kasdetmek, riya (gösteriş) gibi ibadetle­rimizin Allah katındaki geçerliliğini yok edecek durumlardan uzak durmak gerekir. Yine ibadetlerin zoraki değil, içten gelen bir coşku ile yerine getirilmesinin gerekli oldu­ğu da unutulmamalıdır.
İbadetlerimizin tam bir ihlâs, derin bir iman ve Allah'ın rızası için yapılmış olma­ları şartı ile geçerlilik kazanacağını ve an­cak bu özellikleri taşıyan ibadetlerin feyiz kaynağı olabileceğini Kur'an çok açık bir şekilde bildirmektedir.
“Allah'ın rızasını kazanmak ve ruh­larındaki (imanı) kökleştirmek için, malları­nı harcayanların durumu da tepe üzerinde bulunan bir bahçeye benzer ki bol yağmur deyince, ürününü iki kat verdi...” [139]

C- İbadetin Dereceleri:


İbadetler, yapılış maksatlarına göre de­recelere ayrılır. Bunları şöylece belirtebili­riz-.
a- Allah'a ancak Allah olduğu ve iba­dete lâyık bulunduğu için yapılan ibadetler. Bu niyetle yapılan ibadetler en yüksek de­recede olan ibadetlerdir.
b- Yalnız sevap umarak, Cennet ümi­di ve Cehennem korkusu ile ibadet etmek. Bu tür bir ibadette menfaat düşüncesi ön planda tutulduğu için böyle bir niyetle iba­det edenlerin gerçekte Mabudu, sevap veya Cennet ümidi ile Cehennem korkusudur.
c- Dünyaya ait faydalarına inanıldı­ğı için yapılan ibadet. Buna ibadet demek bile caiz değildir. Çünkü ibadetin gerçek an­lamı, karşılık beklemeden Allah'ın emrini yerine getirmek ve O'nun hoşnutluğunu ka­zanmaktır.

D- En Yüksek Makam:


Allah'a ibadetle kulluk etmek, insanoğ­lunun erişebileceği en üstün makamdır. Kur’an'da, bunu belirten pek çok ayet vardır. Bir kaçını örnek olarak görelim.
a- “Andolsun biliyoruz, onların söylediklerine senin göğsün daralıyor, (canın sı­kılıyor). Sen Rabb'ini hamd ile tesbih et ve secde edenlerden ol. Ve sana yakın (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine kulluk et.” [140]
Ayette, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ölün­ceye kadar ibadete devam etmesi ve kullu­ğunu göstermesi emrediliyor. Böylece kulluk en yüksek bir makam olarak belirtilmiş olu­yor.
b- En yüce makam olan Mirac'da, Hz, Muhammed (s.a.v.) en şerefli sıfatla anılmış­tır ki bu “kulluk” sıfatıdır.
“Eksiklikten uzaktır o Allah ki gece­leyin kulunu (Hz. Muhammed’i) Mescidi Ha­ram’dan, çevresini bereketli kıldığı Mescidi Aksa'ya yürüttü...” [141] 
c- “Muhakkak ben, (evet) ben Allah'ım .benden başka hiç bir ilâh yoktur. Yalnız bana kulluk et...” [142]
Allah, bu ayette “tevhid”den sonra ibadeti emretti. Çünkü tevhid, aslı oluşturan bir ağaç, “ibadet ve kulluk” ise, onun meyvesidir. Bütün bunlar Allah'a ibadet ederek O'na kul olmanın yani kulluğun en şerefli bir makam olduğunu gösterir.
Hz. Ali (r.a.)'nin şu sözü de çok anlam­lıdır: “(Rabb'im), sana kul olmam, bana övünmek için yeterlidir...”
Tevhid inancı üzere bulunup Allah'a eş koşmaktan uzak olanlar, söz ve davramşlarıyla, Allah'a, “sana kulluk ederiz” deyip O’ndan başkasına yönelmiyenlerdir. Bunların ümit bağladıkları tek varlık Allah'dır. Yine sadece Allah'dan korkarlar. Bu durumda olanlar, hiç şüphesiz Allah'a ibadetle kulluk edenlerdir. Bu inançla, “ancak sana ibadet ederiz” diyenlerin bu sözü, “lâ İlahe illâllâh-Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur” anla­mındaki kelime-i tevhid sözünün yerine kâ­im olur. Allah'dan başka ilâh tanımamak ise, kulluğun aslını oluşturur.

IV- GÜNÜMÜZDE ÎBADET ANLAYIŞI


Allah'a ibadetle yükümlü olan insanla­rın günümüzdeki ibadet anlayışlarını, insan gerçeğinden hareket ederek ele almak istiyo­ruz. Çünkü îslâm dini, insan fıtratını göz önünde bulundurarak o f ıtratın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde hükümler koymuştur. İnsan gücünün hududunu aşmayan, onu her zaman yapıcılığa ve yüceliğe yönelten, hiç şüphesiz İslâm'ın prensipleridir.
Hz. Muhammed (s.a.v.)'in getirdiği ni­zam, bütün insanlığı mutlu kılacak ve en ileri noktaya götürecek kapasitededir. Bu din, her an değişen insanlık hayatına cevap verebilecek sürekli prensipler koymuştur. Bu temel prensiplerin gerisinde kalan ve günlük ihtiyaçlara göre şekil alması gere­ken cüz'i hükümleri, bu esaslardan çıkarma selâhiyetini insan aklına terk etmiştir. Ana kaynaklara -Kur'an ve Sünnet'e- ters düşme­mek şartıyla, gelişen ve değişen hayat şart­larına uygun hükümleri, bu kaynaklardan elde etme yetkisi insan oğluna verilmiştir. Böylece Kur'an, insan aklına hür olarak ça­lışma teminatı vermiş, insanlık hayatı için koyduğu temel esaslar dairesinde, kişiye dü­şünme hürriyeti sağlamıştır. Bu temel pren­siplerinden dolayı İslâm, her zaman önde gider. Hayatı durdurup geri çekmez. Bu dinin en önemli özelliği dengeli ve uyumlu olma­sıdır. Ruhen yükselmek için bedene işkence yapmadığı gibi, bedenî eğlenceler içinde ru­hu ihmal etmez ve öldürmez.
Ayet ve hadislerin ortaya koyduğu ilk gerçek “sadece Allah'a ibadet edip, O'ndan başkasına ibadet etmemektir”. İslâm, ibadeti sadece Allah'a ait kılmayı emrederken, O'na herhangi bir şeyi ortak koşma yasağını da getiriyor. İnsanlığın tanıdığı veya tanıyabile­ceği her türlü, Mabûd edinme çeşidini içine alan kesin bîr yasak...
Kur'an'm ortaya koyduğu bu gerçek karşısında, günümüz insanları değişik du­rumlar arz etmektedirler. Onların bu çeşitli durumları, ibadet anlayışlarını ortaya koy­maktadır .
Bir kısım insanlara göre ibadet, kuru bir inanç kabul edilirken, bir kısmına göre de sadece belirli hareketleri yapmaktan ibaret sanılmaktadır. Yine bir kısım insanlar, Al­lah'a ibadetin gayesini tam olarak anlayamadıklarından, yaptıkları ibadetlerinde, ya şuursuz bir durum içine girerler ya da iba­deti fayda ve zarar unsuru olarak görürler. Bütün bunların yamnda pek çok insan Al­lah'ın ve O'nun dininin dışında bir takım varlıklara, sistemlere ibadet ederek onlara kul olmuştur .
Din, sadece vicdanlara hapsedilen kuru bir inanç değildir. Aksine din bütün hayatı kapsayan, hayatî olaylar arasındaki bağı te­min ederek bütün yaşayışı en köklü ve sağ­lam esaslara bağlayan ilâhî bir nizamdır. Bu nizam, Allah'ın birliği esasına dayanır. İnsanî ilişkilerin en sağlamı bu inançtan do­ğar. Yine bu inanç insanlık hayatının her alanına ışık tutar.
İbadet, Kur'an'a müracaat edilerek incelendiği zaman, insan hayatının tümünü kapsayan bir terim olduğu anlaşılır. Sadece belirli hareketleri ve işleri ibadet kabul edip, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen hü­kümleri ve bunları uygulamayı ibadet kabul etmemek, Kur'an'daki ibadet anlayışına ters düşer. İbadet, bir şekil ve formaliteden ibaret de değildir. Aksine bir din edinme, bir sisteme bağlanma ve günlük hayatta yaşa­nan bir doktrine uyma meselesidir. Bu özel­liklerinden dolayı Kur'an'da en çok önem verilen bir konu olmuştur.
İslâm, başlangıçtan nihayete kadar, iba­det mefhumunu gerçekleştirmeyi en büyük gaye edinmiş bir dindir. İslâm'ın idarî ve ik­tisadî nizamında, ceza hukukunda, medenî ve aile hukukunda ve bu dinin içine almış olduğu diğer konularda, başka bir hedef yok­tur. Kur'an'ın gaye olarak tayin ettiği bu he­defe, insanlar ancak Allah'ın hükümlerine uygun olarak yaşadıkları zaman ulaşabilir­ler.
Günümüz insanları, ibadetin, Allah'ın koyduğu bütün farzları kapsadığı gibi, kişi­yi Allah'a yönelten her hareketi her işi de içine alan bir terim olduğunu bilmelidirler. İnsanoğlu, kalbini Allah'a yönelttikçe haya­tında yaptığı her hareketin ibadet haline dönüşmesi mümkündür.
İslâm dini, Allah'ın varlığını ve birliğini beyân etmeye çok büyük önem vermiş, hiç bir yönden şirk şaibesi taşımayan bir ibadet esası ortaya koymuştur. Bunun için hiç bir varlığın, tüm varlıkların Yaratıcısı gibi olamayacağını ısrarla belirtmiştir. Yine İslâm dini, yaratıcı ile yaratılmışlar arasındaki ba­ğın gerçeğini de belirtmeye özen göstermiş­tir. Her varlık gibi, insanla Allah arasında da bir bağın var olduğunu; bunun da “uluhiyyet” ve”ubudiyyet” esaslarından ibaret bulunduğunu kesinlikle belirtmiştir. İşte bu gerçek Kur'an'da şöylece ifade edilir:
“...Allah'a ibadet edin. Sizin O’ndan başka ilâhınız yok” [143]
Bütün Pey­gamberlerin kesinlikle belirttiği gerçek: “Al­lah'ın tek bir ilâh olduğu ve O'na ibadetle kulluk edilmesidir.”
Her asırda olduğu gibi günümüzde de her türlü şüphe ve bilgisizlikten kurtulmak için, bu gerçeğin aydınlık esaslarına sarıl­mak yeterli olacaktır. Çünkü insan şuurunun istikrarı, düşünce ve davranışının doğruluğu, Allah'ın bütün alemlerin tek Rabb'i; tüm ya­ratıkların da O'nun kulu olduğu gerçeğinin kavranmasına bağlıdır. Allah ile olan ala­kada, insanların hepsinin eşit olduğu da ke­sinlikle bilinmelidir. Hiç biri O'nun ilâhlığına ortak değildir, olamaz. Bundan dolayı­dır ki İslâm'da, Kulluğun tabiî belirtisi olan takva ve ameli salih (iyi işler) den başka bir şeyle, Allah'a yaklaşmak, hiç bir insan için mümkün değildir.
Doğruyu kabullenmenin ve doğru olma­nın biricik yolu, bütün insanların tek Mabûd olan Allah'a yönelmeleri ve O'na kulluk etmeleridir. İnsanlığın huzur ve mutluluğu, hakimiyeti hudutsuz, saltanatı ebedi olan Allah'a yönelmededir... İşte insanların Al­lah'a karşı durumu budur. Allah yaratan, insanlar ise -diğer varlıklar gibi- yaratılan­dır. O Rabb'dır. İnsan ise kuldur... Allah'a kul olmak, insanı kullara kulluktan kurtarır. Allah'a kulluktan kaçınanlar kendileri gibi kulların kulu olurlar, ya da nefsi, arzu ve is­teklerinin kulu durumuna düşerler...
İnsan hayatı, sevinç ve kederin güzer­gâhıdır, însan psikolojik olarak elemden ka­çınır sevinçten de hoşlanır. Keder veren se­bepler karşısında öfkelenip korkarken, se­vinç veren sebepler karşısında da ümitlenir ve hırslanır. İnsanların davranışlarında ve kazançlarında bu durumların peş peşe değiş­mesi önemli rol oynar. Ümit veren sebepler yok olunca ümitsizlik kaplar, faaliyet söner. Korku veren sebepler yok olunca da azgın­lık (tuğyan) başlar, sonuç düşünülmez ve iyi davranışlar yapılamaz olur. Ümidin için­de bir korku, korkunun içinde de bir ümit bulunmazsa vazife duygusu atalete uğrar. İşte insan ruhunun, böyle bütünüyle müte­essir olduğu mutlak bir “korku ve ümit” amiline karşı duyduğu bu ilgi yaratılıştaki Mabûd ve ibadet fikrinin kaynağıdır. Bütün vazife duygusu bunda toplanır. însan bu his­si (duyguyu) nereye bağlarsa Mabudu odur.
İnsan tarihinin çeşitli dönemlerinde ol­duğu gibi, günümüzde de bir kısım insan­lar, yaratıklardan herhangi birine bütünüy­le bağlanarak onun huzurunda öyle tapın­malar yapıyorlar ki, bütün şuurlarını o tapınmaya bağlayarak ilerisini göremez olu­yorlar... Hâk Mabudu ve hakiki ibadeti unutturan, onları şirke düşüren kötülüğün menşei -her asırda olduğu gibi- bu günde Allah'dan başka varlıklara tapmak, onların koyduğu kurallara uyarak onlara mabûd muamelesi yapmaktır. Yer yüzünün her çe­şit putlara, haksız ve bâtıl mabutları hep bu tür düşünce, davranış ve his sonucu ortaya çıkmıştır. Fakat şu bir gerçek ki bütün mev­cudiyetini fanilere, Allah'dan başka varlık­lara ve O'nun dininin dışındaki sistemlere bağlayanlar, tehlikeye namzettirler. Ancak Allah'a ibadet edilmelidir. Çünkü ibadet O'­nun hakkıdır. Allah'a ibadet edenlerdir ki, O'ndan başkasından korkmaz ve ümit etmez­ler de sadece ona kul olurlar ...Gönüller Al­lah'tan başkasına bağlandığı zaman insanlar korku kaynağı ile ümit kaynağını ayrı ayrı görürler. O zaman bir de bakarsınız ki bîr tarafta dilber sevgi mabûdları, diğer ta­rafta da kahraman korku mabûdları dizil­miştir. İkisi arasında kalan zavallı insan, bu hâl içinde çırpınır, tapınır ve bunu da bir ibadet sanır. Tek Rabb, çeşitli Rabblardaıı iyidir. Yaratıklardan hiç biri Rabb olamaz. Her şeyin mutlak Rabb'ı Allah'tır. O'na iba­det edilmelidir. Çünkü ibadet ve ubudiyyet Allah'ın hakkı, insanın da vazifesidir.
Günümüzde bir takım insanların, heva ve heveslerini, her türlü menfaat ve çıkarlarını kendileri için ilâh edindiklerini görmek­teyiz. Kur'an, Allah'ın ilâhî dinini bırakarak, değişik arzu, istek ve menfaatlerini, davranışlarının tek kaynağı yapan ve böylece bunları put mevkiine çıkarıp heva ve heve­sinin kölesi olan insanları, hayret verici bir canlılıkla ortaya koyuyor.
“Gördün mü o kimseyi ki heva ve hevesini kendisine ilâh edinmiş...” [144]
Yani gerçeği kabul etmemiş, düşünememiş, keyfi ne isterse onu mabûd edinmiş, böylece de kendi zevkinin sevdasına düşmüş... Çünkü heva ve şehvet, gözü kör, kulağı sağır ederek kalbi duygu­suz bırakır. Bu duruma düşen kişi, âlim de olsa ilmine rağmen gerçeği duyamaz olur...
Kur'an'ın, bu canlı tasviri karşısında, ar­tık her insan, neye ibadet ettiğini ve kimin kulu olduğunu kendisi anlayabilir ve anla­malıdır. Şunu unutmamalıdır ki gerçek kul­luk, her türlü bâtıl din ve mabûdlardan ka­çınıp sadece Allah'a hiç bir şeyi ortak etme­den yönelmek demektir. Çünkü insan önce Allah'ı Mabûd tanıyıp O'na kulluk etmek için yaratılmıştır. İşte yaradılış sebebi... Allah'dan başkasına sarf edilen ömürler kay­bedilmiş demektir. İbadet, kulun kendi iste­ğine bırakıldığı için ihtiyari işlerdendir. An­cak her insan Allah'a ibadetle yükümlüdür. İradesini Allah'a yönelterek hareket eden kişi salih kullardan olur.
İbadetin ruhu ve şartı, tevhid ile ihlâsdır. Allah'ın birliğine iman etmedikçe O'na ibadet edilemez. Allah'a gerçekten ibadet edenler de O'ndan başka Mabûd tanımazlar. Allah'dan başkasını O'na şerik (ortak) ko­şarak veya Allah'dan başkasını ilâh kabul ederek tapmak ise, Allah'ı tanımamaktır.
Din, tevhid ve ihlâs ile Allah'a ibadet et­mekten ibarettir. Gerçekten de insan oğlu­nun maksadı ne ise mabudu da odur. Ve her mabudu onun ilâhıdır. Bunun için yalnız di­li ile Kelime-i Şehâdeti söyleyip davranışları ona uygun olmayanların durumu Allah'ın dilemesine kalmıştır. Dilerse af, dilerse azâb eder. Bunun için Peygamberimiz (s.a.v.) “lâ îlâhe illâllâh-Allah'dan başka hiç bir ilâh yoktur” anlamındaki kelime-i Tevhidin ma­nâsını, söz ve davranışları iîe ortaya koyar­ken, zikirde de onu tercih etmiştir. Yine ge­çen hadislerden de anlaşılacağı üzere, ihlâsla bu kelimenin anlamını uygulayarak yeri­ne getirenlerin, cennete girebileceğini de bil­dirmiştir. Çünkü ihlâs, söz ile davranışın ilâ­hî ölçüler doğrultusunda birleşmesi demek­tir.
Söz ve davranışlarımızla, zahir ve batını­mızla Allah'a gerçek ibadet eden ve kulluk imanı içinde son nefesinde de “lâ îlâhe illal­lah” diyen kullarından olmamızı, yüce Al­lah'dan dileriz......Amîn.
“Sana Yakın (yani ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine ibadetle kulluk et.” [145]




[1] Şûara: 26/22.
[2] Bakara: 2/21. 
[3] Fatiha: 1/5.
[4] Fatiha: 1/5.
[5] Bakara: 2/178.
[6] Bakara: 2/221.
[7] Nâhl: 16/75.
[8] Mü'minûn: 23/47.
[9] Şuarâ: 26/22.
[10] Nur: 24/32.
[11] Bakara: 2/23.
[12] Bakara: 2/90.  
[13] Bakara: 2/186.
[14] Âl-i îmrân: 3/20.
[15] Âl-i İmrân: 3/30.
[16] Âl-i İmrân: 3/182.
[17] Nisa: 4/118.
[18] En'am: 6/18.
[19] Mâide: 5/118.
[20] En'am: 6/61.
[21] En'am: 6/88.
[22] A'raf: 7/32.
[23] A'raf: 7/128.
[24] A'raf: 7/194.
[25] Enfâl: 8/51.
[26] Tevbe: 9/104.
[27] Yûnus: 10/107.
[28] Yusuf: 12/24.
[29] İbrahim: 14/11.
[30] İbrâhim: 14/31.
[31] Hicr: 15/40.
[32] Hicr: 15/42.
[33] Hicr: 15/49.
[34] İsrâ: 17/1.
[35] İsrâ: 17/3.
[36] İsrâ: 17/17.
[37] İsrâ: 17/53.
[38] Kehf: 18/1.
[39] Kehf: 18/102.
[40] Meryem: 19/30.
[41] Meryem: 19/61.
[42] Mer­yem: 19/63.
[43] Enbiya: 21/105.
[44] Fûrkan: 25/1.
[45] Neml: 27/19.
[46] Neml: 27/59.
[47] Ankebut: 29/62.
[48] Sebe': 34/9.
[49] Sebe': 34/13.
[50] Fâtır: 35/28.
[51] Sâ'd: 38/45-46.
[52] Zümer: 39/16.
[53] Zümer: 39/36.
[54] Mü'min: 40/44.
[55] Fussılet: 41/46.
[56] Şûra: 42/19.
[57] Şûra: 42/27.
[58] Kaf: 50/29.
[59] Zümer: 39/53.
[60] Mü'min: 40/85.
[61] Saffât: 37/128.
[62] Bakara: 2/133.
[63] Bakara: 2/207.
[64] Nisa: 4/36.
[65] Enbiya: 21/52-53.
[66] Mâide: 5/76.
[67] Tevbe: 9/31.
[68] Tevbe: 9/112.
[69] Hac: 22/11.
[70] Hac: 22/77.
[71] Zümer: 39/3.
[72] Zümer: 39/17.
[73] Zümer: 39/66.
[74] Ahkâf: 46/21.
[75] Nahl: 16/35.
[76] Nahl: 16/38.
[77] Kehf: 18/110.
[78] Bakara: 2/172.
[79] Âl-i îmrân: 3/64.
[80] Mâide: 5/60.
[81] En'âm: 6/56.
[82] A'raf: 7/206.
[83] Hûd: 11/109.
[84] Meryem: 19/93.
[85] Enbiyâ: 21/19.
[86] Enbiyâ: 21/66-67.
[87] Enbiyâ: 21/98.
[88] Mü'min: 40/60.
[89] Ahkâf: 46/6.
[90] Mümtehine: 60/4.
[91] Kâfirûn: 106/1-6.
[92] Fatiha: 1/5.
[93] Bakara: 2/21.
[94] Baka­ra: 2/83.
[95] Âl-i îmrân: 3/51. 
[96] Âl-i îmrân: 3/79.
[97] Nisa: 4/172.
[98] Mâide: 5/72.
[99] Mâide: 5/117.
[100] En'am: 6/102.
[101] A'raf: 7/70.
[102] A'raf: 7/59.
[103] Enbiyâ: 21/73.
[104] Yunus: 10/3.
[105] Yunus: 10/18.
[106] Yunus: 10/28.
[107] Yunus: 10/29.
[108] Yu­nus: 10/104.
[109] Enbiyâ: 21/25.
[110] Hûd: 11/50.
[111] Hûd: 11/61.
[112] Hûd: 11/84.
[113] Hûd: 11/123.
[114] Yusuf: 12/40.
[115] Râ'd: 13/36.
[116] İbra­him: 14/35.
[117] Nahl: 16/73.
[118] Nahl: 16/114.
[119] Meryem: 19/36.
[120] Meryem: 19/65.
[121] Mu'minun: 23/32.
[122] Nûr: 24/55.
[123] Şuarâ: 26/69-75.
[124] Ankebut: 29/17.
[125] Zümer: 39/2.
[126] Zümer: 39/11.
[127] Zümer: 39/14.
[128] Zümer: 39/64.
[129] Fussılet: 41/37.
[130] Zuhruf: 43/64.
[131] Beyyine: 98/5.
[132] Yasin: 36/22.
[133] Yasin: 36/60-61.
[134] Zariyat: 51/56.
[135] Necm: 53/62.
[136] Hicr: 15/99.
[137] Ahzâb: 33/21.
[138] Zâriyat: 51/56. 
[139] Bakara: 2/265.
[140] Hicr: 15/97-99.
[141] İsrâ: 17/1.
[142] İsrâ: 17/14.
[143] A'raf: 7/59
[144] Casiye: 45/23.
[145] Hicr: 15/99.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder