İrfan'ın Yorumu:
İslam dini durağan olmayan bir yapıya sahip. Ruhbanlaştırarak durağanlaştıramazsınız. Yapısı itibari ile buna müsait değil çünkü. Ramazan ayı da "olur ya müslümanlar gevşeklik gösterirse" önümüze "ey müslüman! duramazsın" denilerek nimet olarak sunulan rahmet ayı. Yolda giderken insanlara rahatsızlık veren bir taşı kaldırma eylemini bile Rasulullah (sav)in övdüğü, teşvik ettiği bir hareket dininden hayırlarda yarışma konusunda müslümanlar arasında bir rekabet beklenemez. Aksine müslümanlar arasında birbirini altetme amacı değildir aslolan, hayırlı amellerin çokluğu için mücadele etmektir, yardımlaşmadır, kardeşinin elini tutarak onun da hayırlara ortak olmasına vesile olmaktır...
Yazarın aşağıda verdiği önemsiz gibi görünen ama her biri küçük kıvılcımlar yakarak hayata dokunuşu sağlıyor. İnanın bu dokunuşlardır insanların vicdanlarını rahatlatan... Şevket Hüner aşağıdaki yazısında bu dokunuşların önemini belirten -kaçırmamam gereken- harika bir yazı yazmış.
Ramazan’da oruç nedeniyle aç ve susuz kalmam yoksulun halinden anlamamı sağladı iddiasının test edileceği amelin adı “fitre”dir. Yani bir günlük yiyip içmemizden pay biçerek oruçluyken hâlini anladığınızı iddia ettiğiniz yoksula, bu bedel ödenir. Böylece bir günlük yediğinizin bedelinin yoksula incitmeden ikram edilmesi iddianızın samimiyetini gösterir...
Keza, “Fitreyi hangi bedel üzerinden vermeliyim?” sualine oruçluyken cevap vermenin de daha gerçekçi olduğu kanaatindeyim. Bana göre bu sene Diyanet fitreyi, kuru üzüm, buğday, arpa cinsinden değil de bir bardak soğuk su cinsinden ilan etmeli. Ama bir bardak soğuk suyun kıymetini herkes kendi kazancına göre hesaplamalı. Sahi oruçluyken ağzının damağınıza yapıştığı bir anda bir bardak soğuk su sizce kaç para eder? Hem de “Buz gibi soğuk sudan içen” nidasıyla su satan birinin önünden geçerken…
İnsan bir bardak soğuk su üzerinden belirlediği fitreyi vermeyi hangi nedenle son güne erteler ki? Oysa fitre toplumsal dayanışmanın adıdır. Sahip olduklarımızı paylaşmaya alışmaktır. Allah’ın âlemlerin Rabbi olarak kabul edildiği bir yerde başka zengin aranmaz, yoktur da. Müslümanlar zengin olduklarını söylemekten hicap ederler. Bunun yerine sahip olduklarını ihtiyaç sahipleriyle paylaştıkça Allah’ın rızasına erişmeyi önemseyenlere İslam ahlakında zengin denilmez. İnfak edenler, Allah yolunda gayret edenler, paylaşmayı bilenler denilir.
Fitre her şeyin bölünüp pay edilebileceğinin en önemli göstergelerindendir. Fitre alan bir kişi kendisinden de daha yoksul birini görürse o da aldığı fitrenin bir kısmını ona devredebilir. Böylece üst üste yığılıp dokunulmaz kılınan servetlerin bölünebilir ve paylaşılabilir olduğu ispatlanmış olur. Kuran’a göre yığılan dolayısıyla paylaşılamayan servetler bilindiği gibi Ahirette sahiplerinin üzerine dağlanacak olanlardır…
Fitreyi veren kendisinin dışında çoluk çocuğunun da fitresini vermekle yükümlüdür. Buna göre kişi nasıl kendi ailesinin maişetini temin ediyorsa başka bir ailenin de en azından bir günlük maişetini temin edebilir denilmektedir. Bu da, sünnet gereği insanın çoluk çocuğuna verdiği sadaka sayıldığından sizin de sadaka veren biri olarak diğer bir aileye fitrenizle bir günlük bile olsa sahip çıkabildiğinizi göstermeniz anlamına gelir. Bu aileler arası dayanışmaya işaret eder. Gerektiğinde her bir Müslüman aile diğerine sahip çıkmalıdır. Bütün bu uygulamalar ensar ve muhacir ya da kardeşlik akdine riayet etmektir.
Sahabeni hayatlaştırdığı “Yarım hurma ile bile olsa yardımlaşarak cehennemden uzaklaşın.” veya “Veren el alan elden hayırlıdır.” sünnetleri herkesi veren el durumuna yönlendirir. Fitre ile herkes bu anlamda yılda bir kere bile olsa bir kardeşinin bir günlük ihtiyacını karşılayarak veren el ilan edilir... Bu da toplumun zenginlere el açıp köleleşmesi yerine Müslümanların paylaşarak özgürleşebileceklerine dair umutlarını arttırır. Bu paylaşım bütün yıla yayıldığı takdirde ihtiyaç sahipleri ile ihtiyacından fazla kazananların arasındaki fark gittikçe kapanır ve adalet sağlanır. İslam toplumu, fitre örneğinde olduğu gibi maddi duruma göre sınıflara ayrılma zulmünden kurtulma ümitleri taşımalıdır. Bu, aynı zamanda ihtiyacından fazla kazananların kalplerinde şeytanın oluşturacağı fakirlik korkusundan (penyafobi) kardeşleriyle paylaşarak kurtulacaklarının müjdesidir.
Ebubekir (ra) ihtiyacından fazlasını kazanan biri olarak malının tamamını ihtiyaç sahibi kardeşleriyle paylaşması daha sonra birçok varlıklı sahabenin bunu denemesine yol açmıştır. Ve Kur’an, “Malınızın ancak üçte birini toplumla paylaşabilirsiniz diğeri mirasçılarınızındır.” düsturuyla buna bir üst sınır getirmiştir. Ama günümüzde bu oran % 2,5 olarak sabitlendiğinden Müslümanlar varlıklarının % 97,5’unu paylaşmaya yanaşmıyorlar.
Şu günlerde birçok arkadaşım fitre ve zekâtını ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak için belli yardım kuruluşlarına veriyor. Ama bu başkasının eliyle dağıttırma eylemi bir tür yoksullardan kaçışın sinyali... Demek ki dağıtması için yardım kurumlarını seçenlerin yakınlarında yoksul insanlar oturmuyor! Ve önce akrabaya verilmesi prensibine göre akrabalık ilişkileri de zayıf. Yani bu modern kardeşlerim ihtiyaç sahiplerinden ve akrabalarından izole olarak kalıcı (!) konutlarında yaşıyorlar. Ama bu rahatlık kısa sürüyor. Bir ekonomik kriz söylentisi ardından işten ayrılma ihtimali, onları fakirlikle korkutan şeytanın tuzağına düşürüyor. Ayrıca tüketmek için sabah akşam çalışmanın verdiği yılgınlığın yerine ihtiyaç sahibi kardeşleriyle paylaşmak için gayret etmenin verdiği gönül doygunluğundan da habersizler…
Öte yandan “Fitreyi verirken söylemeli miyiz?” sorusu da bu eylemin sadece bir kere ve din zoruyla yapıldığının bir işaretidir. Eğer siz ihtiyaç sahibi akrabanıza veya diğer bir yoksul kardeşinize yıl boyu yardım ediyorsanız bunu onun kalbini icitmeden ve başına kakmadan yapmanız gerektiğini bilirsiniz. Çoluk çocuğunun ihtiyacını karşılayamamanın yıprattığı biri verilen üç kuruş fitrenin verilme nedeniyle baş başa bırakılması insafsızlıktır. Hadislerde bu konuda sıkça önerilen ise “sağ el verirken sol elin görmemesi” şeklindedir.
Bu fitre ve zekât tefekkürleri sonucunda ümit verici sahnelere de şahit oldum. Bir arkadaşım fitresini verdiği kişiye kontörlü bir cep telefonu hediye etmiş ve “Sadece çaldırman yeter ben senin yanındayım.” demiş. Bir diğeri kredi kartına 800 lira limitli bir ek kart çıkarıp bir yoksul aileye vermiş. Bir başka hanım gurup, iftara gidip yardımlaştığı bir aileyi o yaşanmaz evlerinden çıkarıp kendi evlerine benzer bir eve kiraya çıkarıp yıl boyunca aralarında kirayı paylaşmışlar. Bir arkadaşım dar gelirli bir ailenin okuyan evladına sadece sabah dükkânını açtırıp akşamda kapattırarak maaşa bağlamış…
Dostlar Ahirete iman etmek dün ve bugün yaptıklarımızın yarın önümüze serileceğine inanmaktır. Buna göre o gözlerin döneceği günü düşünerek incitmeden ve başa kakmadan bir ihtiyaç sahibine bolca fitre vermemiz en akıllıca yoldur. Bırakın artık yoksullara fitre olarak karıncalara verir gibi ekmek kırıntılarını vermeyi. Bu Ramazan pasta verin mesela…
Uzun zamandır ülkemizde bu dini bayramın ismi tartışılır durur. Bu mübarek ayın sonundaki bayramın adı Şeker veya Ramazan değil hadislere göre “Fitre bayramı”dır. Yani bir ay boyunca sahip olduklarını paylaşmayı başarmış Müslümanların bayramı…
Ramazan boyunca varlıklarımızı paylaşmanın kalbimize sükûnet ve hayatımıza bir dinginlik verdiğini her sene idrak etmemize rağmen bayram sonrası paylaşmanın yerini yalnızlaşmaya bırakmasının sebebi nedir? Neden tecrübe edip sonuç aldığımız paylaşımın güzelliği, yerini üst üste yığmanın çirkinliğine terk ediyor?
Varlıklarımızı paylaşmayı bütün yıla yayamamamızdan cesaret alan kan emici faizciler birkaç yıldır en önemli kalemizi işgale yelteniyorlar. Yardımlaşmanın ve dayanışmanın en üst düzeyde yaşandığı bu ayda faizci teröristler “Ramazan kredisi” adı altında ihtiyaç sahiplerinin zor durumlarından istifade etmeye kalkıyorlar. Bir ülkede faiz yaygın ise orada yardımlaşma ve dayanışma yok demektir. Bir ülkede Ramazan’da bile faiz alınıyorsa o ülkede İslamcılar(!) var ama İslam yok demektir. “Allah faizi eksiltir sadakayı arttırır.” ayeti ise şu sıra çokça hatmedilen Kur’an’da mevcuttur…
Gün, bilgiye bir tık kadar yakın bir zamanda bilgileri sadece hafızamızda zapt etmeyi ilim ve takva sayma günü değildir. Gün sloganlar eşliğinde “mış gibi yapma” günü de değildir. Gün, Kur’an ve sünneti içselleştirmenin ve beraberliklerimizi Müslümanlaştırmanın günüdür. Gün, sahip olduklarımızı cennet karşılığında ihtiyaç sahipleriyle paylaşmayı bütün seneye yaymaya başlamanın günüdür… Gün, faizcilere karşı paylaşıp dayanışarak mücadele edip karşı koyma günüdür. Gün, buz gibi sudan hep beraber paylaşarak içmenin günüdür.
De ki: "Rabbimin bağış ve bolluk hazinelerine eğer siz sahip olsaydınız, o zaman (onlara), harcayıp tüketme korkusuyla, mutlaka sımsıkı sarılırdınız: çünkü insan gerçekten çok tamahkârdır, (sınırsız cömert olan ise sadece Allah'tır)". ( İsrâ /100 )
Şevket HÜNER / 31.07.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder