8 Ağustos 2012 Çarşamba

İhsan Makamı



Ömer İbnu’l-Hattab (ra) şöyle dedi; Bir gün Rasulullah’ın (sav) huzurunda iken, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, içimizden kimsenin tanımadığı fakat yoldan gelmiş bir hâli de olmayan bir adam çıkageldi. Rasulullah’ın (sav) yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Rasulullah’ın (sav) dizlerine dayadı, ellerini dizlerinin üstüne koydu ve…
— Peki, İhsan nedir, onu da anlat, dedi. Rasulullah (sav)
“İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan ama O seni mutlaka görüyor” buyurdu. Adam doğru söyledin dedi…                                                                                                              
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım… Rasulullah (sav) :
“Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
—  Allah ve Resulü bilir, dedim. Rasulullah (sav);
“O, Cebrail’di, size dininizi öğretmeye gelmişti.” buyurdu. (Müslim, Buhârî)
Meşhur “Cibril Hadisi” diye bilinen bu rivayette ayrıca İman’ın ve İslam’ın şartları ve kıyamet alametlerinden de bahsedilir. Bu hadis ile ilk karşılaştığımda beni en çok etkileyen şey İhsan’ın izahıydı. Allah’ı görüyor ciddiyetinde kulluk yapabilmek…
Tabi gençliğin heyecanıyla alelacele “ihsan ile namaz nasıl kılınır?” gayretimi hatırlıyorum. Namaz olmadı diye tekrar tekrar kıldığımı… Sonra bu işi beceremeyince             “bu iş benim harcım değil” diye büyük bir hüzün ile vazgeçtiğimi…
Yukarıda anlatılan ihsan makamı aslında herkese sunulan bir makamdır. Fakat bunu anlamayanlar veya “bu iş senin harcın değil” diyen şeytana kananlar daha yolun başında vazgeçerler. Böylece ibadetler eğitici özelliğinden uzaklaşıp kuru tekrarlarla adeta “mış gibi” yapılan bir mecburiyete dönüşür. Sonunda “ihsan” sadece özel kişilere has bir olağanüstülük gibi anlaşılır. Hele sahabe gibi toplumun ihsan üzere yapılandırılmasından hiç söz edilemez. Zira İhsan, tasavvufun bir konusu olarak dağlara çekilip hayatı terk etmiştir…
Orucu namazdan, hacdan, zekâttan ayıran en önemli özelliği bir şeylerin yapılması değil terk edilmesidir. Oruç tutarken yemek, içmek veya eşinizle beraber olmaktan uzak durduğunuzu kimse bilemez. İsterseniz gözlerden ırak bir tenhada yiyip içebilirsiniz. Ve bir şahidiniz olmadığından oruç tutuyor zannedilirsiniz. Kur’an, münafıkların namazlarından bahsederken “üşene üşene kalkarlar” der. Fakat münafıkların oruçlarından bahsetmez. Çünkü onlar zahiren oruçlu görünürler.
Yani oruç, Allah ile kulun arasındaki en özellikli ve eğitici ameldir. Oruçlu kişi için nerede olursa olsun onu gören, bilen ve yaptığından haberdar olan sadece Allah’tır. Belirlenen sürede kişi yemeden içmeden ve eşinden uzak durur. Ve bunu yolcu ve hasta değilse bir ay boyunca ara vermeden yapar. İşte bu da her kula sunulan “İhsan makamı”dır. Siz oruç tutarken Allah’ı göremezsiniz ama kesinlikle bilirsiniz ki O, nerede olursanız olun sizi görür. Bu şekilde müminler beraberce oruç tutarak her şeyi gören, gözeten, denetleyenin sadece Allah olduğuna şahitlik ederler.
Buradan bakınca eşinden uzak durmanın bir hikmeti daha görülür. Oruçlu iken eşinizle ilişkiye girmekten karşılıklı olarak uzak durarak Allah’ın insanlar arasındaki en yakın ilişkilerden bile haberdar olduğuna şahit olursunuz. Böylece toplumun en küçük birimi olan aileyi oluşturan eşler, en mahremlerinin dahi Allah’ın gözetiminde olduğu şuuruyla oruç tutarak doğru beraberlikler konusunda birbirleriyle eğitilirler. Ramazan orucu tutan eşlerin ikisinden biri Allah’ın emrini dinlemediği takdirde ikisinin de eylemleri zarar göreceği için ancak beraberce Allah’ın ipine sarılmakla kurtuluşa erişileceğini idrak ederler. Bu şuur orucun eşleri ihsan makamına eriştirmesidir.
Oruca niyet etmek Allah ile sözleşme yapmaktır. Zira niyet, Allah ile kulun arasındaki en yakın bağdır. Niyet edilen şeyler amele dökülmediği takdirde meleklerce kayıt edilemezler. İnsanlar niyetleri tespit edilemediği için niyetine göre yargılanamazlar. Mesela münafıklar kötü niyetlerine rağmen zahirdeki amellerine bakılarak suçlanmamışlardır. Ve Rasulullah (sav) onların niyetlerini Allah bildirmedikçe bilememiştir. Buradan hareketle Ramazan orucuna niyet etmek ihsan makamına ermenin ilk basamağıdır. Zira sizin niyetinizi bilen ve niyetinize uygun sakındığınızı gören ancak Allah’tır.
Ramazan orucunu her hangi bir nafile oruçtan ayıran en büyük özellik ise kişini dünyadaki bütün Müslümanlar ile beraber ihsan mertebesine erişmesidir. Ramazan ayı boyunca her mümin aynı sözleşmenin altına imza atarak oluşan beraberlikler Allah tarafından denetlendiğinden şeffaf ve hesabı verilebilir niteliktedir. Ve bu dayanışmalar oruç tutmanın doğası gereği merhamet, paylaşma, adalet, doğruluk, elindekiyle yetinme ve şükretmeyi beraberinde getirir. Böylece birlikteliklerimiz ıslah olmuş olur. Mesela Ramazan olmasa biz bu Ağustos’ta nerede olurduk ve seçtiğimiz beraberliklerin sonunda şükredebilir miydik?
Rasulullah’ın (sav) Ramazanda bir gün orucunu yiyen bütün yıl bunun yerine oruç tutsa da aynı ecri alamaz. hadisindeki hikmetlerden biri de Ramazan’ın toplumu oluşturan bütün beraberlikleri ihsan mertebesine ulaştırmasındaki bereketi olmalıdır.
Yurtdışından zina için getirilen kadınların sayılarının Ramazan ayında azalması, meyhanelerin kapatılması, cinayetlerin ve gaspların en alt seviyelerde seyretmesi, oruçlarımız vesilesiyle toplum olarak ihsan mertebesine erişilmesindendir. Zira bu suçların ülkemizde yaygınlaşma sebebi insanımızın Ramazan dışında Allah’ın gözetiminde olduğundan ve yaptıklarının görülüp kaydedildiğinden ve bir gün hesabının sorulacağından gaflette olmasıdır. Ama bakın hep beraber eylem birliği ettiğimiz Ramazan’da bütün bu suçlar görünür ve uzak durulur haldedir… Yani şeytanileşme belirlenmiş ve zincirlenmiştir…
Ramazan’da ihsan makamıyla taçlandırılmışlar bu şuurla saf tutup zulmün üzerine gideceklerine özel zatların himmetine muhtaç kalmaktalar. İşte İhsan’ı, tekke ve zaviyeler gibi özel mekânlarla ve özel kişilerle sınırladığımız zaman insanımız Ramazan’da olduğu gibi hayır üreteceğine azgınlaşıp bencilce suç işleten şeytanileşmeye kurban gitmektedir. Biricik önderimiz Rasulullah (sav) bazı sahabenin dağa çekilip, kadınlardan uzak durup, gününü oruçla gecesini namazla geçirmesine razı olmamıştır. Bunun yerine toplumun içinde cemaat şuuruna erdiren ihsan mertebesine uygun saf tutulmasını emretmiştir…
 “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir.” emrinde görüyormuş gibi yapmak “mış gibi yapmak” değildir. Allah’ı görmeye gücü yetmeyen insan, O’nun gözetimi altında olmanın gereğini yerine getirmesi görüyormuşçasına emin olduğunun göstergesidir. Yasaklananlardan sakınarak niyetine sahip çıkan kişi kendisini gözleyeni ve denetleyeni görüyor gibi davranır. Bu da görüyormuşçasına yaşanan bir kulluktur
Yukarıda zikredilen hadiste Cebrail, Resulullah’a (sav) ve ashabına ihsanı öğretmek için gelmiş ve onları İhsan’ı biliyor ve yaşıyor vaziyette bulmuştu. Önümüzdeki günlerde idrak edeceğimiz Kuran’ın indirildiği Kadir gecesinde Cebrail ve melekler inecek. Acaba bizi ihsanı anlamış ve uygulama konusunda gayret içinde mi bulacak. Yoksa…
            Ve (sen, ey Peygamber) hangi koşullarda olursan ol, bu (ilahi kitaptan) okunacak hangi konuyu dile getirirsen getir ve (siz ey insanlar) hangi işi yaparsanız yapın, (unutmayın ki) siz bu işlere giriştiğiniz an(dan itibaren) Biz üzerinizde gözlemci bulunuyoruz: çünkü ne yerde, ne de gökte tartıya gelmeyecek kadar küçük şeyler bile senin Rabbinin bilgisinden kaçamaz; ne bundan daha da küçüğü, ne de bundan büyüğü yoktur ki (O'nun) apaçık takdirinde kaydedilmiş olmasın. (Yunus / 61)
            İşte oruç niyetine ailesiyle ve dünyadaki bütün Müslüman kardeşleriyle Ramazan boyunca ihsan makamında olduğunu idrak etmiş kardeşim. Bütün dünya bu şuuru bütün senenin tamamına yaymanı bekliyor. O zaman ne Suriye’de ne Irak’ta ne de Arakan’daki kardeşlerinin kılına dahi zarar vermeyi kimse göze alamaz. Niyetine sahip çıkıp ihsan makamına uygun amel edenlerle saf tutmayı becerenlere gökten melekler ordularıyla yardıma gelir. O zaman dünyanın hiçbir yerinde bir mazluma zulmetmeye kimsenin gücü yetmez.  
         Seçim senin…

                                                                                                   Şevket HÜNER / 04.08.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder