Ömer İbnu’l-Hattab (ra) şöyle
dedi; Bir gün Rasulullah’ın (sav)
huzurunda iken, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, içimizden
kimsenin tanımadığı fakat yoldan gelmiş bir hâli de olmayan bir adam çıkageldi.
Rasulullah’ın (sav) yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Rasulullah’ın (sav)
dizlerine dayadı, ellerini dizlerinin üstüne koydu ve…
— Peki, İhsan nedir, onu da anlat, dedi. Rasulullah (sav)
— “İhsan, Allah’a onu
görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan ama O seni mutlaka
görüyor” buyurdu. Adam doğru söyledin dedi…
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben
bir süre öylece kalakaldım… Rasulullah (sav)
:
— “Ey Ömer, soru soran kişi
kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
— Allah ve Resulü bilir, dedim. Rasulullah (sav);
— “O, Cebrail’di, size dininizi
öğretmeye gelmişti.” buyurdu. (Müslim, Buhârî)
Meşhur “Cibril Hadisi” diye
bilinen bu rivayette ayrıca İman’ın ve İslam’ın şartları ve kıyamet alametlerinden
de bahsedilir. Bu hadis ile ilk karşılaştığımda beni en çok etkileyen şey İhsan’ın
izahıydı. Allah’ı görüyor ciddiyetinde kulluk yapabilmek…
Tabi gençliğin heyecanıyla
alelacele “ihsan ile namaz nasıl kılınır?” gayretimi hatırlıyorum. Namaz olmadı
diye tekrar tekrar kıldığımı… Sonra bu işi beceremeyince “bu iş benim harcım değil” diye
büyük bir hüzün ile vazgeçtiğimi…
Yukarıda anlatılan ihsan makamı
aslında herkese sunulan bir makamdır. Fakat bunu anlamayanlar veya “bu iş senin
harcın değil” diyen şeytana kananlar daha yolun başında vazgeçerler. Böylece ibadetler
eğitici özelliğinden uzaklaşıp kuru tekrarlarla adeta “mış gibi” yapılan bir
mecburiyete dönüşür. Sonunda “ihsan” sadece özel kişilere has bir olağanüstülük
gibi anlaşılır. Hele sahabe gibi toplumun ihsan üzere yapılandırılmasından hiç
söz edilemez. Zira İhsan, tasavvufun bir konusu olarak dağlara çekilip hayatı
terk etmiştir…
Orucu namazdan, hacdan, zekâttan
ayıran en önemli özelliği bir şeylerin yapılması değil terk edilmesidir. Oruç
tutarken yemek, içmek veya eşinizle beraber olmaktan uzak durduğunuzu kimse
bilemez. İsterseniz gözlerden ırak bir tenhada yiyip içebilirsiniz. Ve bir
şahidiniz olmadığından oruç tutuyor zannedilirsiniz. Kur’an, münafıkların
namazlarından bahsederken “üşene üşene
kalkarlar” der. Fakat münafıkların oruçlarından bahsetmez. Çünkü onlar
zahiren oruçlu görünürler.
Yani oruç, Allah ile kulun
arasındaki en özellikli ve eğitici ameldir. Oruçlu kişi için nerede olursa
olsun onu gören, bilen ve yaptığından haberdar olan sadece Allah’tır. Belirlenen
sürede kişi yemeden içmeden ve eşinden uzak durur. Ve bunu yolcu ve hasta değilse
bir ay boyunca ara vermeden yapar. İşte bu da her kula sunulan “İhsan makamı”dır.
Siz oruç tutarken Allah’ı göremezsiniz ama kesinlikle bilirsiniz ki O, nerede
olursanız olun sizi görür. Bu şekilde müminler beraberce oruç tutarak her şeyi
gören, gözeten, denetleyenin sadece Allah olduğuna şahitlik ederler.
Buradan bakınca eşinden uzak
durmanın bir hikmeti daha görülür. Oruçlu iken eşinizle ilişkiye girmekten
karşılıklı olarak uzak durarak Allah’ın insanlar arasındaki en yakın
ilişkilerden bile haberdar olduğuna şahit olursunuz. Böylece toplumun en küçük
birimi olan aileyi oluşturan eşler, en mahremlerinin dahi Allah’ın gözetiminde
olduğu şuuruyla oruç tutarak doğru beraberlikler konusunda birbirleriyle eğitilirler.
Ramazan orucu tutan eşlerin ikisinden biri Allah’ın emrini dinlemediği takdirde
ikisinin de eylemleri zarar göreceği için ancak beraberce Allah’ın ipine
sarılmakla kurtuluşa erişileceğini idrak ederler. Bu şuur orucun eşleri ihsan
makamına eriştirmesidir.
Oruca niyet etmek Allah ile
sözleşme yapmaktır. Zira niyet, Allah ile kulun arasındaki en yakın bağdır.
Niyet edilen şeyler amele dökülmediği takdirde meleklerce kayıt edilemezler.
İnsanlar niyetleri tespit edilemediği için niyetine göre yargılanamazlar.
Mesela münafıklar kötü niyetlerine rağmen zahirdeki amellerine bakılarak
suçlanmamışlardır. Ve Rasulullah (sav) onların niyetlerini Allah bildirmedikçe
bilememiştir. Buradan hareketle Ramazan orucuna niyet etmek ihsan makamına
ermenin ilk basamağıdır. Zira sizin niyetinizi bilen ve niyetinize uygun
sakındığınızı gören ancak Allah’tır.
Ramazan orucunu her hangi bir
nafile oruçtan ayıran en büyük özellik ise kişini dünyadaki bütün Müslümanlar
ile beraber ihsan mertebesine erişmesidir. Ramazan ayı boyunca her mümin aynı
sözleşmenin altına imza atarak oluşan beraberlikler Allah tarafından denetlendiğinden
şeffaf ve hesabı verilebilir niteliktedir. Ve bu dayanışmalar oruç tutmanın
doğası gereği merhamet, paylaşma, adalet, doğruluk, elindekiyle yetinme ve
şükretmeyi beraberinde getirir. Böylece birlikteliklerimiz ıslah olmuş olur.
Mesela Ramazan olmasa biz bu Ağustos’ta nerede olurduk ve seçtiğimiz
beraberliklerin sonunda şükredebilir miydik?
Rasulullah’ın (sav) “Ramazanda bir gün orucunu yiyen bütün
yıl bunun yerine oruç tutsa da aynı ecri alamaz.” hadisindeki hikmetlerden
biri de Ramazan’ın toplumu oluşturan bütün beraberlikleri ihsan mertebesine
ulaştırmasındaki bereketi olmalıdır.
Yurtdışından zina için getirilen
kadınların sayılarının Ramazan ayında azalması, meyhanelerin kapatılması, cinayetlerin
ve gaspların en alt seviyelerde seyretmesi, oruçlarımız vesilesiyle toplum
olarak ihsan mertebesine erişilmesindendir. Zira bu suçların ülkemizde
yaygınlaşma sebebi insanımızın Ramazan dışında Allah’ın gözetiminde olduğundan
ve yaptıklarının görülüp kaydedildiğinden ve bir gün hesabının sorulacağından
gaflette olmasıdır. Ama bakın hep beraber eylem birliği ettiğimiz Ramazan’da
bütün bu suçlar görünür ve uzak durulur haldedir… Yani şeytanileşme belirlenmiş
ve zincirlenmiştir…
Ramazan’da ihsan makamıyla
taçlandırılmışlar bu şuurla saf tutup zulmün üzerine gideceklerine özel
zatların himmetine muhtaç kalmaktalar. İşte İhsan’ı, tekke ve zaviyeler gibi
özel mekânlarla ve özel kişilerle sınırladığımız zaman insanımız Ramazan’da
olduğu gibi hayır üreteceğine azgınlaşıp bencilce suç işleten şeytanileşmeye kurban
gitmektedir. Biricik önderimiz Rasulullah (sav) bazı sahabenin dağa çekilip,
kadınlardan uzak durup, gününü oruçla gecesini namazla geçirmesine razı
olmamıştır. Bunun yerine toplumun içinde cemaat şuuruna erdiren ihsan mertebesine
uygun saf tutulmasını emretmiştir…
“İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir.” emrinde görüyormuş gibi yapmak “mış gibi
yapmak” değildir. Allah’ı görmeye gücü yetmeyen insan, O’nun gözetimi altında
olmanın gereğini yerine getirmesi görüyormuşçasına emin olduğunun göstergesidir.
Yasaklananlardan sakınarak niyetine sahip çıkan kişi kendisini gözleyeni ve
denetleyeni görüyor gibi davranır. Bu da görüyormuşçasına yaşanan bir kulluktur
Yukarıda zikredilen hadiste
Cebrail, Resulullah’a (sav) ve ashabına ihsanı öğretmek için gelmiş ve onları
İhsan’ı biliyor ve yaşıyor vaziyette bulmuştu. Önümüzdeki günlerde idrak
edeceğimiz Kuran’ın indirildiği Kadir gecesinde Cebrail ve melekler inecek.
Acaba bizi ihsanı anlamış ve uygulama konusunda gayret içinde mi bulacak.
Yoksa…
Ve (sen, ey Peygamber) hangi
koşullarda olursan ol, bu (ilahi kitaptan) okunacak hangi konuyu dile
getirirsen getir ve (siz ey insanlar) hangi işi yaparsanız yapın, (unutmayın
ki) siz bu işlere giriştiğiniz an(dan itibaren) Biz üzerinizde gözlemci
bulunuyoruz: çünkü ne yerde, ne de gökte tartıya gelmeyecek kadar küçük şeyler
bile senin Rabbinin bilgisinden kaçamaz; ne bundan daha da küçüğü, ne de bundan
büyüğü yoktur ki (O'nun) apaçık takdirinde kaydedilmiş olmasın. (Yunus
/ 61)
İşte oruç niyetine ailesiyle ve
dünyadaki bütün Müslüman kardeşleriyle Ramazan boyunca ihsan makamında olduğunu
idrak etmiş kardeşim. Bütün dünya bu şuuru bütün senenin tamamına yaymanı
bekliyor. O zaman ne Suriye’de ne Irak’ta ne de Arakan’daki kardeşlerinin kılına
dahi zarar vermeyi kimse göze alamaz. Niyetine sahip çıkıp ihsan makamına uygun
amel edenlerle saf tutmayı becerenlere gökten melekler ordularıyla yardıma
gelir. O zaman dünyanın hiçbir yerinde bir mazluma zulmetmeye kimsenin gücü
yetmez.
Seçim senin…
Şevket HÜNER / 04.08.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder