Kitabın Adı : Salyangoz (Suriye Zindanları) Bir Casusun Günlüğü
Yayınevi: Mana Yayınları
Yazarı: Mustafa Halife
Kitabı Bitiriş Tarihi: 18 Nisan 2013 Perşembe
Helikopter sesi... Ne zaman helikopter sesi duyulsa hapishanedeki herkes titriyor, geriliyor. Hatta bazı jandarmalar ve gardiyanlar bile geriliyorlar. Bu helikoptere "ölüm kuşu" diyorlar. Ya da "gökten inen ölüm meleği."... (Sh. 77)
İrfan'ın yorumu
Mustafa Halife'nin yazdığı bu kitap derinden sarsıyor insanı. Biz müslümanların kulaklarına her daim çalınan bir söz vardı: Suriye'de zindana düşdüğünde artık gökyüzünü göremezsin. Ziyarete gitmek isteyen akrabaları da zindana alındığından artık onların tek yardımcıları kalmıştır. Allah.
Bugün Suriye'de inanılmaz bir savaş var. Bu savaş tam anlamı ile iman ve küfür savaşı. Bu savaşın haklılığını kitabı okuduğunuzda iliklerinize kadar hissedeceksiniz.
Kitap Hafız Esad döneminde yaşanan bir hristiyanın gözünden anlatılıyor. Yanlışlıkla hapse düşen bir hristiyanın gözünden... Kitaptan iki alıntı yapacağım. Sabırla bu alıntıları okumanızı salık veririm. Okuyun ki kitap elinize geçtiğinde kendinizi hazırlayasınız diye. Okumak istediğinizde psikolojiniz bozulacaktır, midenize kramlar girecek, gözlerinizden yaşlar boşanacaktır. Ama gerçekleri gördüğünüzde de kalbinizden ne geçer bilinmez, bu da sizin kendi iç dünyanızla alakalı olacaktır. Şimdi iki alıntı...
Birinci Alıntı:
Koğuş
Bir aydan fazladır uzandığım bu köşede koğuştaki bir çok şeyi gözlemleme ve anlama fırsatı buldum. Koğuşun boyu onbeş metreye varıyor. Eni altı metre. Siyah demir bir kapısı var. Duvarların en üstünde tavana yapışık küçük pencereler var. Kalın demir parmaklıkları var. Pencerelerin genişliği elli santimetreyi geçmiyor. Uzunluğu ise bir metre. Koğuştaki en önemli şey tavandaki pencere. Tavanın ortasında dört metre boyunda, iki metre eninde yine demir parmaklıklarla örülmüş bir pencere. Mahkumlar bu pencereye "şerrake" diyorlar. Çatıdaki silahlı bekçinin gece gündüz koğuşta neler olduğunu gözlemesini sağlıyor. Sahra hapishanesindeki her koğuşun üstünde silahlı bir jandarma vartır. Günler bu hapishanede ikiye ayrılıyor. Oniki saat mecburi uyku, oniki saat mecburi oturuş.
Her mahkumun üç tane battaniyesi var. Birini katlar, yere sererek kendine yatak yapar. Diğer ikisini ise üzerine örter. Giydiği kıyafetten başka kıyafeti olanlar onları katlayıp başlarının altına yastık yaparlar. Yoksa ayakkabılar yastık vazifesi görür. Benim gibi ayakkabısı ya da yedek giysisi olmayanlar ise yastıksız uyur.
Her mahkum kurallara uymak zorundadır. Akşam altıdan sabah altıya kadar hareket etmeden uyuması gerekir. Sabah altıdan akşam altıya kadar ise üç battaniyesini altına katlayarak yine hareket etmeden oturmak zorundadır.
Tuvalete gitmenin özel bir düzeni vardır. Çünkü bekçi herhangi bir saatte koğuşun içine baktığı zaman bir kişiden fazla kimseyi koğuşta yürürken görmemelidir. Koğuşun düzenini sağlamak koğuş liderinin sorumluluğundadır.
Herhangi bir ihlalde, mesela uyuyanlardan biri uykusunda hareket ederse ya da gece vakti iki kişi birbiriyle konuşursa veya birden fazla kişi koğuşta aynı anda yürürse, biri nöbetçinin hoşuna gitmeyecek şekilde oturursa nöbetçi hemen koğuş liderine seslenir:
- Koğuş lideri!
- Evet efendim.
- Şu köpeğe nasıl davranılacağı öğretilecek
İşte mahkumların eğitimi böyle verilir.
Her bekçi iki saat nöbet tutar. Eğitileceklerin sayısı bekçinin huyuna bağlıdır. Her bekçi kendisinden sonra gelene eğitileceklerin sayısını bildirir. Ertesi sabah herkes yanında bir sürü jandarma ve gardiyanla meydana gelen çavuşun yanına çıkar. Çavuş bağırır.
- Koğuş lideri! Aşağılık herif! Koğuşunda otuzüç tane eğitilecek var. Hemen onları buraya çıkar.
Fedailer öne çıkar. Eğitimin cezası standarttır.
BEŞYÜZ KIRBAÇ
(sh. 42-43)
İrfan'ın yorumu:
Yıllar boyu 12 saat yatacaksın ve kımıldamadan yatacaksın. Yıllar boyu oturacaksın ve kımıldamadan oturacaksın. En ufak bir ihlalde 500 kırbaç yiyeceksin. İşte Suriye zindanlarından en hafif bir enstantane. Bu zalimane hapis hayatına alıştınız diyelim. Bakalım ikinci alıntıya dayanabilecek misiniz? Ben okurken dayanamadım. Yazarken dayanabilir miyim bilmiyorum. Allah'ım sen yardım et. Allah'ım sen yardım et. Allah'ım sen yardım et.
-----
Koğuşumuzda iki aile var. Birinci aile dört kardeşden oluşuyor. İkinci aile ise üç kardeş ve babalarından oluşuyor. Sistemle İslami hareketler arasındaki olaylar başlayınca geniş çaplı tutuklamalar yapıldı. Örgüt mensubu olan üç kardeş, kaçmayı ve ortadan kaybolmayı başardılar. Eve yapılan baskın sırasında polisler sadece babayı buldular ve istihbarata götürdüler. Baba, iki ay boyunca istihbaratta rehin kaldı. Çocuklarının bulunduğu yeri söylemesini istiyorlardı. Ama o gerçekten de yerlerini bilmiyordu. Bir ay sonra babayı başkente gönderdiler ve orada sorguladılar ama nafile. Sonunda polisler bıktı ve babaya, çocukları emniyete teslim oluncaya kadar rehin kalacağını söylediler.
Baba, hapishanede kendisi gibi olan ve mahkumlar tarafından "örgüt rehini" ya da "rehin birliği" denilen kişilerle beraber kaldı.
Başkentteki hapishanede aylarca kaldı. Hapishane istihbaratlarda yer sıkıntısı yaşanınca diğerleri ile birlikte sahra hapishanesine gönderildi.
Babanın tutuklanmasının üzerinden üç yıl geçmeden bütün çocukları da birer birer sahra hapishanesine geldiler. Hepsi arka arkaya tutuklanmışlardı. Mors alfabesi mesajı yoluyla aynı hapishanede olduklarını anladılar. Üçüncü kardeş de tutuklanmasına rağmen baba serbest bırakılmadı.
Üç yıl sonra mahkeme sıraları geldi. O gün yargılanacak kişilerin sayısı elliyi geçiyordu.
Kare şeklinde meydana sıralandılar. Her birinin elleri başlarının arkasına kilitlenmiş, başlar dizler arasında ve gözler kapalıydı.
Mahkeme onları isimleri ile çağırıyor. İsmi okunan ayağa kalkıyor ve "burada" diye bağırıyor. Bir saniyeden bile kısa süre içinde kendini mahkeme heyetinin önünde buluyor... Bir ya da iki dakika geçmeden mahkeme tamamlanıyor (!) Yine bir saniyeden kısa bir süre içinde yerine geçip aynı pozisyonda oturuyor.
Her şeye rağmen baba ve oğulları bu ortamda birbirlerini görüyor ve kulaktan kulağa iyi oldukları haberini alıyorlar. Sonra tek tek çağırılıyorlar.
Mahkeme bitince subaylardan biri dördünün de aynı soyadını taşıdığını fark ediyor. Mahkeme heyeti baba ve oğullarının tekrar getirilmesini istiyor.
Heyet, üç subaydan oluşuyor ve dinleniyorlar. Sıcacık odanın dört bir yanına dağılmış oturuyorlar. Sohbet edip aralarında şakalaşıyorlar. Bu dört kişinin odaya girdiği sırada hapishane müdürü odadakilere fıkra anlatıyor. Dört kişi odanın kapısının arkasında kısa bir süre duruyor. Oradakilerden kimse onlara dikkat etmiyor. Kahkahalarla gülüyorlar... Yorumlar yapıyorlar. Birkaç dakika sonra subaylardan biri onları görüyor (odada hala neşeli bir hava hakim) babaya:
- Hacı, sizin soyadlarınız aynı. Birbirinizle akrabalığınız var mı?
- Evet efendim evet. Bunlar benim oğullarım. Ben babalarıyım.
Diğer subay söze giriyor:
- Başka çocuğun var mı hacı?
- Hayır efendim, bütün çocuklarım bunlar.
- Yani bütün aile suçlu ve casus
- Hayır efendim... Biz kendi halinde insanlarız. Allah bize yeter O ne güzel vekildir.
Hapishane müdürü konuşmaya katılıyor ve babaya soruyor:
- Sen kaç yaşındasın?
- Vallahi tam olarak bilmiyorum efendim... Ama yetmişin üstünde olabilirim.
- Yetmişin üstü mü? Buna rağmen hâlâ dövecek, öldürecek gücün mü var?
- Hayır efendim... Biz kimseyi dövmedik ve öldürmedik... Ama yanımızdan geçen ateş bizi de yaktı.
- Senin için zor olmalı ihtiyar... Ne kadar zamandır hapistesin?
- Efendim... Altı- yedi yıl oldu.
- İyi... Bunca yıl karını özlemedin mi?
- Efendim... Bunca yıldan sonra insan sadece iyi bir ölüm istiyor.
- Tamam anladık! Peki başka bir şey istemiyor musun? Senin için iyi olabilecek bir şey
- Evet efendim... Ben çok yaşlandım... Zor hareket ediyorum... Eğer bana hizmet etmeleri için oğullarımı yanıma koyarsanız büyük bir iyilik etmiş olursunuz.
O zaman hapishane müdürü çocukların bizim koğuşa nakledilmesini emrediyor. Mahkeme heyeti babayla konuşmaya devam ediyor:
- Hacı! Hakkınızda ne hüküm verilmesini bekliyorsun?
- Efendim! Allah'ın rahmeti geniştir. Siz daima adaletle hüküm verirsiniz!
- Şimdi beni iyi dinle. Siz dördünüz de bir ailedensiniz. Biz üçünüzün idamına karar verdik. İdam edilecek olanları ve yaşayacak olanı sen seç.
- Allah size uzun ömür versin efendim. Çocuklarınıza da uzun ömür versin. Eğer durum böyleyse Aslan adındaki oğlum yaşasın. Biz üçümüzün durumunu ise Allah bilir.
- Aslan hanginiz?
- İşte bu efendim. Ellerinizden öper.
- Niçin Aslan'ı seçtin?
- Efendim ben çok yaşlıyım Ömrümün sonuna geldim. Sad ve Said ise evlendiler ve çocuk sahibi oldular. Ama Aslan daha çok küçük. henüz evlenmedi. O daha gençliğin baharında. Çiçekleri koparmak haramdır.
- Tamam hacı tamam! Jandarma! Buraya gel. Bunları al ve aynı hücreye koy.
Bir müddet sonra idam listesi geldi. Koğuşumuzdan idam edilecekler listesi. Sad, Said ve Aslan.
Baba isimleri duyunca çılgına döndü.
Aslan uyuyordu. Sad ve Said yataklarından kalktılar. Aslan'ın yanına gittiler ve onu uyandırdılar. Bir Sad çağırıyordu bir Said:
- Aslan, kardeşim uyan. Kalk. Kardeşim kalk! Aslan. Kalk kardeşim. Allah'ın emri. Kaçışımız yok. Kalk.
- Ne oldu ağabey? Ne var?
- Bir şey yok. Ama kalk. Banyo yapıp abdest almalı ve namaz kılmalıyız. Sonra arkadaşlarla vedalaşacağız... (sh. 156-160)
....
...
İrfan'ın yorumu:
Artık buradan sonrasını yazamıyorum. Okuması bile beni sarsmışken tek tek kelimeleri yazmak bana çok ama çok ağır geldi. Ama babanın feryadı, isyanı, tevbesi, tekrar isyanı, tekrar tevbesi, sabrı ve çocukların abdest alıp namaz kıldıktan sonra şehadete yürümeleri...
Bu kitabı okuduğunuzda Suriye'de ne oldu da insanlar ayağa kalktı sorusunun bir cevabı da kafanızda bulmuş olacak?
Yayınevi: Mana Yayınları
Yazarı: Mustafa Halife
Kitabı Bitiriş Tarihi: 18 Nisan 2013 Perşembe
Helikopter sesi... Ne zaman helikopter sesi duyulsa hapishanedeki herkes titriyor, geriliyor. Hatta bazı jandarmalar ve gardiyanlar bile geriliyorlar. Bu helikoptere "ölüm kuşu" diyorlar. Ya da "gökten inen ölüm meleği."... (Sh. 77)
İrfan'ın yorumu
Mustafa Halife'nin yazdığı bu kitap derinden sarsıyor insanı. Biz müslümanların kulaklarına her daim çalınan bir söz vardı: Suriye'de zindana düşdüğünde artık gökyüzünü göremezsin. Ziyarete gitmek isteyen akrabaları da zindana alındığından artık onların tek yardımcıları kalmıştır. Allah.
Bugün Suriye'de inanılmaz bir savaş var. Bu savaş tam anlamı ile iman ve küfür savaşı. Bu savaşın haklılığını kitabı okuduğunuzda iliklerinize kadar hissedeceksiniz.
Kitap Hafız Esad döneminde yaşanan bir hristiyanın gözünden anlatılıyor. Yanlışlıkla hapse düşen bir hristiyanın gözünden... Kitaptan iki alıntı yapacağım. Sabırla bu alıntıları okumanızı salık veririm. Okuyun ki kitap elinize geçtiğinde kendinizi hazırlayasınız diye. Okumak istediğinizde psikolojiniz bozulacaktır, midenize kramlar girecek, gözlerinizden yaşlar boşanacaktır. Ama gerçekleri gördüğünüzde de kalbinizden ne geçer bilinmez, bu da sizin kendi iç dünyanızla alakalı olacaktır. Şimdi iki alıntı...
Birinci Alıntı:
Koğuş
Bir aydan fazladır uzandığım bu köşede koğuştaki bir çok şeyi gözlemleme ve anlama fırsatı buldum. Koğuşun boyu onbeş metreye varıyor. Eni altı metre. Siyah demir bir kapısı var. Duvarların en üstünde tavana yapışık küçük pencereler var. Kalın demir parmaklıkları var. Pencerelerin genişliği elli santimetreyi geçmiyor. Uzunluğu ise bir metre. Koğuştaki en önemli şey tavandaki pencere. Tavanın ortasında dört metre boyunda, iki metre eninde yine demir parmaklıklarla örülmüş bir pencere. Mahkumlar bu pencereye "şerrake" diyorlar. Çatıdaki silahlı bekçinin gece gündüz koğuşta neler olduğunu gözlemesini sağlıyor. Sahra hapishanesindeki her koğuşun üstünde silahlı bir jandarma vartır. Günler bu hapishanede ikiye ayrılıyor. Oniki saat mecburi uyku, oniki saat mecburi oturuş.
Her mahkumun üç tane battaniyesi var. Birini katlar, yere sererek kendine yatak yapar. Diğer ikisini ise üzerine örter. Giydiği kıyafetten başka kıyafeti olanlar onları katlayıp başlarının altına yastık yaparlar. Yoksa ayakkabılar yastık vazifesi görür. Benim gibi ayakkabısı ya da yedek giysisi olmayanlar ise yastıksız uyur.
Her mahkum kurallara uymak zorundadır. Akşam altıdan sabah altıya kadar hareket etmeden uyuması gerekir. Sabah altıdan akşam altıya kadar ise üç battaniyesini altına katlayarak yine hareket etmeden oturmak zorundadır.
Tuvalete gitmenin özel bir düzeni vardır. Çünkü bekçi herhangi bir saatte koğuşun içine baktığı zaman bir kişiden fazla kimseyi koğuşta yürürken görmemelidir. Koğuşun düzenini sağlamak koğuş liderinin sorumluluğundadır.
Herhangi bir ihlalde, mesela uyuyanlardan biri uykusunda hareket ederse ya da gece vakti iki kişi birbiriyle konuşursa veya birden fazla kişi koğuşta aynı anda yürürse, biri nöbetçinin hoşuna gitmeyecek şekilde oturursa nöbetçi hemen koğuş liderine seslenir:
- Koğuş lideri!
- Evet efendim.
- Şu köpeğe nasıl davranılacağı öğretilecek
İşte mahkumların eğitimi böyle verilir.
Her bekçi iki saat nöbet tutar. Eğitileceklerin sayısı bekçinin huyuna bağlıdır. Her bekçi kendisinden sonra gelene eğitileceklerin sayısını bildirir. Ertesi sabah herkes yanında bir sürü jandarma ve gardiyanla meydana gelen çavuşun yanına çıkar. Çavuş bağırır.
- Koğuş lideri! Aşağılık herif! Koğuşunda otuzüç tane eğitilecek var. Hemen onları buraya çıkar.
Fedailer öne çıkar. Eğitimin cezası standarttır.
BEŞYÜZ KIRBAÇ
(sh. 42-43)
İrfan'ın yorumu:
Yıllar boyu 12 saat yatacaksın ve kımıldamadan yatacaksın. Yıllar boyu oturacaksın ve kımıldamadan oturacaksın. En ufak bir ihlalde 500 kırbaç yiyeceksin. İşte Suriye zindanlarından en hafif bir enstantane. Bu zalimane hapis hayatına alıştınız diyelim. Bakalım ikinci alıntıya dayanabilecek misiniz? Ben okurken dayanamadım. Yazarken dayanabilir miyim bilmiyorum. Allah'ım sen yardım et. Allah'ım sen yardım et. Allah'ım sen yardım et.
-----
Koğuşumuzda iki aile var. Birinci aile dört kardeşden oluşuyor. İkinci aile ise üç kardeş ve babalarından oluşuyor. Sistemle İslami hareketler arasındaki olaylar başlayınca geniş çaplı tutuklamalar yapıldı. Örgüt mensubu olan üç kardeş, kaçmayı ve ortadan kaybolmayı başardılar. Eve yapılan baskın sırasında polisler sadece babayı buldular ve istihbarata götürdüler. Baba, iki ay boyunca istihbaratta rehin kaldı. Çocuklarının bulunduğu yeri söylemesini istiyorlardı. Ama o gerçekten de yerlerini bilmiyordu. Bir ay sonra babayı başkente gönderdiler ve orada sorguladılar ama nafile. Sonunda polisler bıktı ve babaya, çocukları emniyete teslim oluncaya kadar rehin kalacağını söylediler.
Baba, hapishanede kendisi gibi olan ve mahkumlar tarafından "örgüt rehini" ya da "rehin birliği" denilen kişilerle beraber kaldı.
Başkentteki hapishanede aylarca kaldı. Hapishane istihbaratlarda yer sıkıntısı yaşanınca diğerleri ile birlikte sahra hapishanesine gönderildi.
Babanın tutuklanmasının üzerinden üç yıl geçmeden bütün çocukları da birer birer sahra hapishanesine geldiler. Hepsi arka arkaya tutuklanmışlardı. Mors alfabesi mesajı yoluyla aynı hapishanede olduklarını anladılar. Üçüncü kardeş de tutuklanmasına rağmen baba serbest bırakılmadı.
Üç yıl sonra mahkeme sıraları geldi. O gün yargılanacak kişilerin sayısı elliyi geçiyordu.
Kare şeklinde meydana sıralandılar. Her birinin elleri başlarının arkasına kilitlenmiş, başlar dizler arasında ve gözler kapalıydı.
Mahkeme onları isimleri ile çağırıyor. İsmi okunan ayağa kalkıyor ve "burada" diye bağırıyor. Bir saniyeden bile kısa süre içinde kendini mahkeme heyetinin önünde buluyor... Bir ya da iki dakika geçmeden mahkeme tamamlanıyor (!) Yine bir saniyeden kısa bir süre içinde yerine geçip aynı pozisyonda oturuyor.
Her şeye rağmen baba ve oğulları bu ortamda birbirlerini görüyor ve kulaktan kulağa iyi oldukları haberini alıyorlar. Sonra tek tek çağırılıyorlar.
Mahkeme bitince subaylardan biri dördünün de aynı soyadını taşıdığını fark ediyor. Mahkeme heyeti baba ve oğullarının tekrar getirilmesini istiyor.
Heyet, üç subaydan oluşuyor ve dinleniyorlar. Sıcacık odanın dört bir yanına dağılmış oturuyorlar. Sohbet edip aralarında şakalaşıyorlar. Bu dört kişinin odaya girdiği sırada hapishane müdürü odadakilere fıkra anlatıyor. Dört kişi odanın kapısının arkasında kısa bir süre duruyor. Oradakilerden kimse onlara dikkat etmiyor. Kahkahalarla gülüyorlar... Yorumlar yapıyorlar. Birkaç dakika sonra subaylardan biri onları görüyor (odada hala neşeli bir hava hakim) babaya:
- Hacı, sizin soyadlarınız aynı. Birbirinizle akrabalığınız var mı?
- Evet efendim evet. Bunlar benim oğullarım. Ben babalarıyım.
Diğer subay söze giriyor:
- Başka çocuğun var mı hacı?
- Hayır efendim, bütün çocuklarım bunlar.
- Yani bütün aile suçlu ve casus
- Hayır efendim... Biz kendi halinde insanlarız. Allah bize yeter O ne güzel vekildir.
Hapishane müdürü konuşmaya katılıyor ve babaya soruyor:
- Sen kaç yaşındasın?
- Vallahi tam olarak bilmiyorum efendim... Ama yetmişin üstünde olabilirim.
- Yetmişin üstü mü? Buna rağmen hâlâ dövecek, öldürecek gücün mü var?
- Hayır efendim... Biz kimseyi dövmedik ve öldürmedik... Ama yanımızdan geçen ateş bizi de yaktı.
- Senin için zor olmalı ihtiyar... Ne kadar zamandır hapistesin?
- Efendim... Altı- yedi yıl oldu.
- İyi... Bunca yıl karını özlemedin mi?
- Efendim... Bunca yıldan sonra insan sadece iyi bir ölüm istiyor.
- Tamam anladık! Peki başka bir şey istemiyor musun? Senin için iyi olabilecek bir şey
- Evet efendim... Ben çok yaşlandım... Zor hareket ediyorum... Eğer bana hizmet etmeleri için oğullarımı yanıma koyarsanız büyük bir iyilik etmiş olursunuz.
O zaman hapishane müdürü çocukların bizim koğuşa nakledilmesini emrediyor. Mahkeme heyeti babayla konuşmaya devam ediyor:
- Hacı! Hakkınızda ne hüküm verilmesini bekliyorsun?
- Efendim! Allah'ın rahmeti geniştir. Siz daima adaletle hüküm verirsiniz!
- Şimdi beni iyi dinle. Siz dördünüz de bir ailedensiniz. Biz üçünüzün idamına karar verdik. İdam edilecek olanları ve yaşayacak olanı sen seç.
- Allah size uzun ömür versin efendim. Çocuklarınıza da uzun ömür versin. Eğer durum böyleyse Aslan adındaki oğlum yaşasın. Biz üçümüzün durumunu ise Allah bilir.
- Aslan hanginiz?
- İşte bu efendim. Ellerinizden öper.
- Niçin Aslan'ı seçtin?
- Efendim ben çok yaşlıyım Ömrümün sonuna geldim. Sad ve Said ise evlendiler ve çocuk sahibi oldular. Ama Aslan daha çok küçük. henüz evlenmedi. O daha gençliğin baharında. Çiçekleri koparmak haramdır.
- Tamam hacı tamam! Jandarma! Buraya gel. Bunları al ve aynı hücreye koy.
Bir müddet sonra idam listesi geldi. Koğuşumuzdan idam edilecekler listesi. Sad, Said ve Aslan.
Baba isimleri duyunca çılgına döndü.
Aslan uyuyordu. Sad ve Said yataklarından kalktılar. Aslan'ın yanına gittiler ve onu uyandırdılar. Bir Sad çağırıyordu bir Said:
- Aslan, kardeşim uyan. Kalk. Kardeşim kalk! Aslan. Kalk kardeşim. Allah'ın emri. Kaçışımız yok. Kalk.
- Ne oldu ağabey? Ne var?
- Bir şey yok. Ama kalk. Banyo yapıp abdest almalı ve namaz kılmalıyız. Sonra arkadaşlarla vedalaşacağız... (sh. 156-160)
....
...
İrfan'ın yorumu:
Artık buradan sonrasını yazamıyorum. Okuması bile beni sarsmışken tek tek kelimeleri yazmak bana çok ama çok ağır geldi. Ama babanın feryadı, isyanı, tevbesi, tekrar isyanı, tekrar tevbesi, sabrı ve çocukların abdest alıp namaz kıldıktan sonra şehadete yürümeleri...
Bu kitabı okuduğunuzda Suriye'de ne oldu da insanlar ayağa kalktı sorusunun bir cevabı da kafanızda bulmuş olacak?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder