26 Haziran 2011 Pazar

Paralel Okumalar'ın Merkezdeki Kitabı: Ergenekon Haberciliği

Kitabın Adı: Büyük Medyada Ergenekon Haberciliği 1. Cilt

Yayınevi: Etkileşim Yayınevi
Yazarı: Alper Görmüş
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 11 Haziran 2011 – İstanbul






"Şöyle bağlayalım: Cumhuriyet, bu süreç boyunca hakikatin peşinde bir gazete görüntüsü vermedi. Tam tersine, haber gizleme gibi açık gazetecilik ihlallerini de işin içine katarak okurlarını yanılttı.

Bilmiyorum söylemeye gerek var mı, bir suç girişimini görmezlikten gelmek, o suç girişiminin faal bir üyesi olmak anlamına gelmez. Bu görmezden gelme, kimi ideolojik tercihlerimizle ilgili olabilir." (sh. 36)

İrfan’ın Notu: Alper Görmüş, Nokta dergisinde yayınladığı Darbe Günlükleri haberi ile tanıdığım bir yazar. Ama onun özellikle Taraf'ta yazdığı yazılar ilginç olma özelliği taşıyor. Çok ince detayları, iyi bir akıl süzgecinden geçirerek okuyucuyla paylaşması, Ergenekon noktasında inanmışlığının ölçüsündeki yazıları, hakkaniyeti muhafaza etmeye çalışması onu değerli bir yazar yapıyor benim gözümde. Bu iki ciltlik kitabı da her ne kadar Taraf'ta okuduğum yazılar olsa da olayların akışını inandığı ölçüler çerçevesinde bir kitap haline getirerek okuyucuya sunması, bilgi açlığı çekenler için ideal olmuş.

Arka Kapak Yazısı:

Türkiye toplumu 2007'den beri, Ergenekon'u konuşuyor. Derin devletle iç içe geçmiş bir yapılanma, bir "paralel devlet" olarak Ergenekon, yargının konusu olduğu gibi, kamuoyunun da gündeminde.

Peki, "Ergenekon" sözcüğü, sadece bir "örgüt'ün mü ifadesidir gerçekte? Yoksa, ondan da öte, bir "zihniyet"in mi adıdır?

Darbe Günlükleri'ni ortaya çıkaran usta gazeteci Alper Görmüş, elinizdeki kitapta, bu sorunun doğru cevabını ortaya koyuyor. Ergenekon'u bir "zihniyet"in ifadesi olarak ele alıyor ve bu düzlemde Büyük Medyanın bu zihniyet içerisindeki işlevini "Ergenekon Haberciliği" üzerinden irdeliyor.

Ergenekon'u gerçek boyutları ve gerçek mahiyetiyle anlamak için, Büyük Medyada Ergenekon Haberciliği, vazgeçilmez bir kitap...

Kitap’dan alıntılar:

Ergenekon örgütlenmesine yönelik savcılık soruşturmasını belirgin bir "yazsak bir türlü, yazmasak bir türlü" ruh haliyle karşılayan kimi köşe yazarları yavaş yavaş konuya değinmeye başladılar. Bunların büyük bölümü "çetelere karşıyız tabi, fakat olay soruşturma aşamasında olduğu için yorum yapmıyoruz" çerçevesinde ele aldılar meseleyi ve böylece hiçbir şey söylemeden içinde bulundukları zorluğu kendilerince aşmış oldular. Bu kişiler, önceki benzer durumlarda benzer bir hassasiyet göstermiş olsalardı söylediklerine inanırdık ama eski performanslarını göz önüne aldığımızda, başvurdukları gerekçede bir samimiyet görmenin imkanı kalmıyor. (sh. 19)

"Ne var ki AKP bir şekilde iktidardan uzaklaştırılsa bile, bu yöntemin başarıya ulaşması da bir diğer gelişmeye bağlıdır. O da, Atatürk Cumhuriyeti yandaşlarının genel seçimler sonrasında siyasal iktidarı ele geçirebilmeleri ve yeni bir nesil yetişinceye kadar yönetimde kalmayı sağlayabilecek önlemler geliştirmeleridir. Çünkü AKP ya da onun ardılları, seçimi yine kazandıkları taktirde, değişen bir şey olmayacak, bugünkü resim yeniden ortaya çıkacaktır..." (sh. 22)

Cumhuriyet gazetesinden Doğu Silahçıoğlu'nun üfürmeleri... Olur ya iktidarı ele geçirirsek, ne pahasına olursa olsun bırakmayalım, çünkü bu halk asla bizi beğenmez, yine onları beğenir, sakın ola ki bu halkın beğendikleri gelmesin... Üfürme dediğin böyle olsa gerek.

Çünkü biz biliyoruz ki, en son gözaltına alınan kişiler de dahil olmak üzere Türkiye'de bazı kimseler iktidarda bir düşmanın olduğuna inanıyor ve ona karşı siyasi mücadelenin saçma olduğunu düşünüyorlar. Çünkü siyaset ve muhalefet -biz-den olana karşı yapılır, bu yanıyla muhalefet, muhalefet edileni meşrulaştırıcı bir rol de oynar. Oysa düşmana karşı yürütülecek yegane mücadele biçimi "imha"dır. Ve bu uğurda, gerekirse, kendi ülkenizin maddi değerlerinizi de ortadan kaldırmayı göze alabilirsiniz.

Ülkenizin yabancı bir güç tarafından işgal edildiğini ve yönetilmekte olduğunu düşünün. Siz de düşmana karşı mücadele eden bir direniş organizasyonunun parçasısınız. Tavrınız, mesela düşmanın elektiriksiz bir bölgeye elektirik getirmesinden memnun kalacak sıradan insanlardan çok farklı olacaktır. Siz, işgal yönetimini zor duruma düşürecek, yönetemez hale getirecek her türlü yöntemi haklı olarak kullanacağınız için, böyle bir durumda, son tahlilde sizin ülkenizin zenginliği olan elektirik altyapısını ya da başka altyapıları tahribe yönelirsiniz. Türkiye'deki ittihatçı azınlık ideolojisinin gözünde "gericiler"e oy vererek onları iktidar yapan sıradan insanlar, düşmanın bölgelerine elektirik getirmesinden hoşlanan insanlardır. Ve onlardan nefret ederler.

Bu azınlığın gözünde, sıradan çıkarları için "düşman"la işbirliği yapan sıradan insanların hiçbir önemi yoktur. Onların "oy"larının hiçbir değeri yoktur. Nitekim Doğu Perinçek gerek 2002, gerekse 2007 seçimlerinin hemen ardından seçimleri de iktidarı da gayrimeşru ilan etmişti. (sh. 39)

İşte bu değerlendirmeler, hiçbir yoruma gerek duymadan akla kazınması gereken değerlendirmelerdir.

Konumuz, yıllardır oradan buradan kulağımıza gelen "ordu içindeki Alevi cuntası" mevzuu... Gazeteler konuya, biliyorsunuz, "geberesi kadın sünni" suretinde girdi. Hürriyet'in aynı başlıklı haberinden aktarıyorum:

"İddianamanin 1619. sayfasında, dönemin bazı subaylarının gizli bir tutanaktaki konuşma tutanaklarına yer veriliyor. Bu tutanakta, 1. Ordu Komutanlığı'ndan emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın eski başbakanlardan Tansu Çiller için: Geberesi Kadın (...) dediği öne sürülüyor. İddianameye yansıyan bu bölüm özetle şöyle:

... Devamında "Ve Gizli Toplantıda Konuşma Notları!" başlığı altında Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Çetin Doğan ile K.K.K.lığı Eğt. ve Ok. D. Bşk. Tuğg. Volkan Kaplama arasında geçen, Çetin Doğan'ın: Türkiye'nin idaresi ordunun kontrolünde değil, darbe yapmayacağına yemin eden bir ordunun etkisi ne kadar olabilir, Tansu Çiller şu anda dini söylemleriyle rol yapıyor da olabilir, ciddi de olabilir. Çünkü geberesi kadın sünni, Mesut Yılmaz için de aynı şey geçerli."

Haberde hazır sayfası da verilmiş, buldum 1619. sayfayı ve neler gördüm neler: Size tadımlık bir iki bölüm aktarıyorum (ordu içindeki Alevi cuntasının fikirleri hakkında daha fazla bilgi için iddianeme orada duruyor). Çetin Doğan, sözlerini:

"Arkadaşlar çok çalışsın. Bizim olmayan bu devlet mutlaka bizim olacaktır, biz Türkiye'de İslam ile bağlantılı görülen ama bu dini tamamen değiştirecek bir Türkiye Aleviliği yaratmak zorundayız." (sh. 121)

Çetin Doğan'ın Aleviliğine kimse bir şey diyemez demesine ama İslam'ı yok etmeye ahdetmiş bu zatı tanımak açısından iyi bir örnek teşkil ediyor.

--------------------------------------------------------------------

Kitabın Adı: Büyük Medyada Ergenekon Haberciliği 2. Cilt
Yayınevi: Etkileşim Yayınevi
Yazarı: Alper Görmüş
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 21 Haziran 2011 – İstanbul


"Sözkonusu darbe planları incelendiğinde, Sarıkız kod adlı darbe planının, darbe öncesi ülkede darbe zemini oluşturmak için yapılması gereken faaliyetleri içerdiği, Ayışığı ve Yakamoz kod isimli darbe planlarının ise darbenin bizzat aktif olarak nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiğini, Eldiven kod isimli darbe planının ise gerçekleştirilecek darbe sonrası yapılacak faaliyetleri kapsadığı anlaşılmıştır." (sh. 225)

İrfan’ın Notu: Alper Görmüş, kitabının ikinci cildinde de kaldığı yerden tespitlerine devam ediyor. Tespitler yine sakin cümlelerle ama vurucu etkisini gösteriyor, devam ediyoruz...

Kitap’dan alıntılar:

Aslına bakarsanız, Cumhuriyetin, hükümetin herhangi bir girişimine karşı nasıl tavır aldığını öğrenmek için gazeteyi okumak gerekmiyor. Böyle bir ihtiyaç, belki bir miktar AKP iktidarının ilk ayları için geçerliydi. Çünkü o zamanlar İlhan Selçuk, Cumhuriyet'in "doğruya doğru, yanlışa yanlış" diyen bir yayın çizgisi tutturacağını söylemiş, bunun ilk örneğini de hükümetin ilk icraatlarından birini oluşturan "emekli maaşlarını seyyanen 100 TL zam" meselesinde ortaya koymuştu. Selçuk, basındaki kimi "solcu" yazarların hükümeti "bu paranın kaynağı nerede?" diyerek sıkıştırmasına sinirlenmiş, "size ne kardeşim, yapılan doğru bir şey" diyerek onları paylamıştı.

Fakat birkaç gün sonra eski arkadaşı, sütun komşusu Oktay Akbal'dan ağır bir "ayar" alacaktı. Akbal'a göre bu "dinci" iktidarın olumlu bir şey yapması ontolojik olarak mümkün değildi. Dolayısıyla ne yaparsa yapsın yanlış bulunmalı ve bu çizgi iktidar yıkılıncaya kadar sürdürülmeliydi. Oktay Akbal'ın o günlerdeki Kartaca Yıkılmalıdır başlıklı yazısından:

"Roma tarihinde bir senatörden sık sık söz edilir. Bu senatör, toplantılarda hangi konu açılırsa, hangi sorun söze gelirse bir tek cümle söylermiş: Kartaca Yıkılmalıdır. Roma'nın büyük düşmanı Kartaca'ydı Bu düşman yıkılmadan, ezilmeden, Roma, huzuruna, barışa güvenliğe kavuşamayacaktı. Biz de AKP iktidarı yıkılmadan Türkiye'nin hiçbir sorunu çözülemez diyenlerdeniz."

İşte Akbal'ın o yazısından sonra İlhan Selçuk'un formüle ettiği "doğruya doğru, yanlışa yanlış" deme çizgisinden eser kalmadı. Ve gazete bu yeni çizgiden en küçük bir taviz bile vermeden bugünlere kadar geldi. (sh. 58-59)

Birinci kitapdaki "düşman" sendromu burada net olarak kendini göstermiş.

"Emekli orgeneral Özden Örnek'in günlükleri Nokta dergisinde yayınlanmadan çok önce bize geldi. Ancak doğrulatamadığımız için haber yapmadık."

Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, İkinci Ergenekon davasının 19 Kasım 2009 tarihli oturumunda yaptığı savunmanın bir yerinde işte böyle demiş. Tahmin edeceğiniz gibi beni savunmanın en çok bu bölümü ilgilendirdi.

...

Düşünün, gazetemizde günlerdir yayınlanan Deniz Kuvvetlerindeki cunta haberi Sözcü gazetesine gidiyor! Bu nasıl size inandırıcı gelmiyorsa, Balbay'ın "Özden Örnek'in Günlükleri Nokta dergisinden yayınlanmadan önce bize geldi" iddiası da bana inandırıcı gelmiyor. (sh. 92)

160. sayfadaki konu başlıklı yazı da okunmaya değer görünüyor.

Hanefi Avcı ile ilgili tesbitlerin yapıldığı ve 219. sayfadan başlayıp konunun bittiği yere kadarki yazının Avcı ile ilgili alıntı yazının en çarpıcı tesbiti şu olsa gerek: "Ben size söyleyeyim, Gerçekten umurumda değil. Hanefi Avcı'nın suçu, namlı bir işkenceci, bir nefret suçlusu olmasıdır." (Radikal, 4 Ekim 2010) (sh. 219-220-221)

İşin özü: Kitap, kütüphanenizde muhakkak olması gereken ve bazı konularda tekrar tekrar okuyarak neydi ne oldu sorularının cevaplarını totelde barındırmaya devam ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder