26 Haziran 2011 Pazar

Paralel Okumalar'ın Merkezdeki Kitabı: Ergenekon Haberciliği

Kitabın Adı: Büyük Medyada Ergenekon Haberciliği 1. Cilt

Yayınevi: Etkileşim Yayınevi
Yazarı: Alper Görmüş
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 11 Haziran 2011 – İstanbul






"Şöyle bağlayalım: Cumhuriyet, bu süreç boyunca hakikatin peşinde bir gazete görüntüsü vermedi. Tam tersine, haber gizleme gibi açık gazetecilik ihlallerini de işin içine katarak okurlarını yanılttı.

Bilmiyorum söylemeye gerek var mı, bir suç girişimini görmezlikten gelmek, o suç girişiminin faal bir üyesi olmak anlamına gelmez. Bu görmezden gelme, kimi ideolojik tercihlerimizle ilgili olabilir." (sh. 36)

İrfan’ın Notu: Alper Görmüş, Nokta dergisinde yayınladığı Darbe Günlükleri haberi ile tanıdığım bir yazar. Ama onun özellikle Taraf'ta yazdığı yazılar ilginç olma özelliği taşıyor. Çok ince detayları, iyi bir akıl süzgecinden geçirerek okuyucuyla paylaşması, Ergenekon noktasında inanmışlığının ölçüsündeki yazıları, hakkaniyeti muhafaza etmeye çalışması onu değerli bir yazar yapıyor benim gözümde. Bu iki ciltlik kitabı da her ne kadar Taraf'ta okuduğum yazılar olsa da olayların akışını inandığı ölçüler çerçevesinde bir kitap haline getirerek okuyucuya sunması, bilgi açlığı çekenler için ideal olmuş.

Arka Kapak Yazısı:

Türkiye toplumu 2007'den beri, Ergenekon'u konuşuyor. Derin devletle iç içe geçmiş bir yapılanma, bir "paralel devlet" olarak Ergenekon, yargının konusu olduğu gibi, kamuoyunun da gündeminde.

Peki, "Ergenekon" sözcüğü, sadece bir "örgüt'ün mü ifadesidir gerçekte? Yoksa, ondan da öte, bir "zihniyet"in mi adıdır?

Darbe Günlükleri'ni ortaya çıkaran usta gazeteci Alper Görmüş, elinizdeki kitapta, bu sorunun doğru cevabını ortaya koyuyor. Ergenekon'u bir "zihniyet"in ifadesi olarak ele alıyor ve bu düzlemde Büyük Medyanın bu zihniyet içerisindeki işlevini "Ergenekon Haberciliği" üzerinden irdeliyor.

Ergenekon'u gerçek boyutları ve gerçek mahiyetiyle anlamak için, Büyük Medyada Ergenekon Haberciliği, vazgeçilmez bir kitap...

Kitap’dan alıntılar:

Ergenekon örgütlenmesine yönelik savcılık soruşturmasını belirgin bir "yazsak bir türlü, yazmasak bir türlü" ruh haliyle karşılayan kimi köşe yazarları yavaş yavaş konuya değinmeye başladılar. Bunların büyük bölümü "çetelere karşıyız tabi, fakat olay soruşturma aşamasında olduğu için yorum yapmıyoruz" çerçevesinde ele aldılar meseleyi ve böylece hiçbir şey söylemeden içinde bulundukları zorluğu kendilerince aşmış oldular. Bu kişiler, önceki benzer durumlarda benzer bir hassasiyet göstermiş olsalardı söylediklerine inanırdık ama eski performanslarını göz önüne aldığımızda, başvurdukları gerekçede bir samimiyet görmenin imkanı kalmıyor. (sh. 19)

"Ne var ki AKP bir şekilde iktidardan uzaklaştırılsa bile, bu yöntemin başarıya ulaşması da bir diğer gelişmeye bağlıdır. O da, Atatürk Cumhuriyeti yandaşlarının genel seçimler sonrasında siyasal iktidarı ele geçirebilmeleri ve yeni bir nesil yetişinceye kadar yönetimde kalmayı sağlayabilecek önlemler geliştirmeleridir. Çünkü AKP ya da onun ardılları, seçimi yine kazandıkları taktirde, değişen bir şey olmayacak, bugünkü resim yeniden ortaya çıkacaktır..." (sh. 22)

Cumhuriyet gazetesinden Doğu Silahçıoğlu'nun üfürmeleri... Olur ya iktidarı ele geçirirsek, ne pahasına olursa olsun bırakmayalım, çünkü bu halk asla bizi beğenmez, yine onları beğenir, sakın ola ki bu halkın beğendikleri gelmesin... Üfürme dediğin böyle olsa gerek.

Çünkü biz biliyoruz ki, en son gözaltına alınan kişiler de dahil olmak üzere Türkiye'de bazı kimseler iktidarda bir düşmanın olduğuna inanıyor ve ona karşı siyasi mücadelenin saçma olduğunu düşünüyorlar. Çünkü siyaset ve muhalefet -biz-den olana karşı yapılır, bu yanıyla muhalefet, muhalefet edileni meşrulaştırıcı bir rol de oynar. Oysa düşmana karşı yürütülecek yegane mücadele biçimi "imha"dır. Ve bu uğurda, gerekirse, kendi ülkenizin maddi değerlerinizi de ortadan kaldırmayı göze alabilirsiniz.

Ülkenizin yabancı bir güç tarafından işgal edildiğini ve yönetilmekte olduğunu düşünün. Siz de düşmana karşı mücadele eden bir direniş organizasyonunun parçasısınız. Tavrınız, mesela düşmanın elektiriksiz bir bölgeye elektirik getirmesinden memnun kalacak sıradan insanlardan çok farklı olacaktır. Siz, işgal yönetimini zor duruma düşürecek, yönetemez hale getirecek her türlü yöntemi haklı olarak kullanacağınız için, böyle bir durumda, son tahlilde sizin ülkenizin zenginliği olan elektirik altyapısını ya da başka altyapıları tahribe yönelirsiniz. Türkiye'deki ittihatçı azınlık ideolojisinin gözünde "gericiler"e oy vererek onları iktidar yapan sıradan insanlar, düşmanın bölgelerine elektirik getirmesinden hoşlanan insanlardır. Ve onlardan nefret ederler.

Bu azınlığın gözünde, sıradan çıkarları için "düşman"la işbirliği yapan sıradan insanların hiçbir önemi yoktur. Onların "oy"larının hiçbir değeri yoktur. Nitekim Doğu Perinçek gerek 2002, gerekse 2007 seçimlerinin hemen ardından seçimleri de iktidarı da gayrimeşru ilan etmişti. (sh. 39)

İşte bu değerlendirmeler, hiçbir yoruma gerek duymadan akla kazınması gereken değerlendirmelerdir.

Konumuz, yıllardır oradan buradan kulağımıza gelen "ordu içindeki Alevi cuntası" mevzuu... Gazeteler konuya, biliyorsunuz, "geberesi kadın sünni" suretinde girdi. Hürriyet'in aynı başlıklı haberinden aktarıyorum:

"İddianamanin 1619. sayfasında, dönemin bazı subaylarının gizli bir tutanaktaki konuşma tutanaklarına yer veriliyor. Bu tutanakta, 1. Ordu Komutanlığı'ndan emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın eski başbakanlardan Tansu Çiller için: Geberesi Kadın (...) dediği öne sürülüyor. İddianameye yansıyan bu bölüm özetle şöyle:

... Devamında "Ve Gizli Toplantıda Konuşma Notları!" başlığı altında Genelkurmay Harekat Başkanı Korgeneral Çetin Doğan ile K.K.K.lığı Eğt. ve Ok. D. Bşk. Tuğg. Volkan Kaplama arasında geçen, Çetin Doğan'ın: Türkiye'nin idaresi ordunun kontrolünde değil, darbe yapmayacağına yemin eden bir ordunun etkisi ne kadar olabilir, Tansu Çiller şu anda dini söylemleriyle rol yapıyor da olabilir, ciddi de olabilir. Çünkü geberesi kadın sünni, Mesut Yılmaz için de aynı şey geçerli."

Haberde hazır sayfası da verilmiş, buldum 1619. sayfayı ve neler gördüm neler: Size tadımlık bir iki bölüm aktarıyorum (ordu içindeki Alevi cuntasının fikirleri hakkında daha fazla bilgi için iddianeme orada duruyor). Çetin Doğan, sözlerini:

"Arkadaşlar çok çalışsın. Bizim olmayan bu devlet mutlaka bizim olacaktır, biz Türkiye'de İslam ile bağlantılı görülen ama bu dini tamamen değiştirecek bir Türkiye Aleviliği yaratmak zorundayız." (sh. 121)

Çetin Doğan'ın Aleviliğine kimse bir şey diyemez demesine ama İslam'ı yok etmeye ahdetmiş bu zatı tanımak açısından iyi bir örnek teşkil ediyor.

--------------------------------------------------------------------

Kitabın Adı: Büyük Medyada Ergenekon Haberciliği 2. Cilt
Yayınevi: Etkileşim Yayınevi
Yazarı: Alper Görmüş
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 21 Haziran 2011 – İstanbul


"Sözkonusu darbe planları incelendiğinde, Sarıkız kod adlı darbe planının, darbe öncesi ülkede darbe zemini oluşturmak için yapılması gereken faaliyetleri içerdiği, Ayışığı ve Yakamoz kod isimli darbe planlarının ise darbenin bizzat aktif olarak nasıl ve ne şekilde yapılması gerektiğini, Eldiven kod isimli darbe planının ise gerçekleştirilecek darbe sonrası yapılacak faaliyetleri kapsadığı anlaşılmıştır." (sh. 225)

İrfan’ın Notu: Alper Görmüş, kitabının ikinci cildinde de kaldığı yerden tespitlerine devam ediyor. Tespitler yine sakin cümlelerle ama vurucu etkisini gösteriyor, devam ediyoruz...

Kitap’dan alıntılar:

Aslına bakarsanız, Cumhuriyetin, hükümetin herhangi bir girişimine karşı nasıl tavır aldığını öğrenmek için gazeteyi okumak gerekmiyor. Böyle bir ihtiyaç, belki bir miktar AKP iktidarının ilk ayları için geçerliydi. Çünkü o zamanlar İlhan Selçuk, Cumhuriyet'in "doğruya doğru, yanlışa yanlış" diyen bir yayın çizgisi tutturacağını söylemiş, bunun ilk örneğini de hükümetin ilk icraatlarından birini oluşturan "emekli maaşlarını seyyanen 100 TL zam" meselesinde ortaya koymuştu. Selçuk, basındaki kimi "solcu" yazarların hükümeti "bu paranın kaynağı nerede?" diyerek sıkıştırmasına sinirlenmiş, "size ne kardeşim, yapılan doğru bir şey" diyerek onları paylamıştı.

Fakat birkaç gün sonra eski arkadaşı, sütun komşusu Oktay Akbal'dan ağır bir "ayar" alacaktı. Akbal'a göre bu "dinci" iktidarın olumlu bir şey yapması ontolojik olarak mümkün değildi. Dolayısıyla ne yaparsa yapsın yanlış bulunmalı ve bu çizgi iktidar yıkılıncaya kadar sürdürülmeliydi. Oktay Akbal'ın o günlerdeki Kartaca Yıkılmalıdır başlıklı yazısından:

"Roma tarihinde bir senatörden sık sık söz edilir. Bu senatör, toplantılarda hangi konu açılırsa, hangi sorun söze gelirse bir tek cümle söylermiş: Kartaca Yıkılmalıdır. Roma'nın büyük düşmanı Kartaca'ydı Bu düşman yıkılmadan, ezilmeden, Roma, huzuruna, barışa güvenliğe kavuşamayacaktı. Biz de AKP iktidarı yıkılmadan Türkiye'nin hiçbir sorunu çözülemez diyenlerdeniz."

İşte Akbal'ın o yazısından sonra İlhan Selçuk'un formüle ettiği "doğruya doğru, yanlışa yanlış" deme çizgisinden eser kalmadı. Ve gazete bu yeni çizgiden en küçük bir taviz bile vermeden bugünlere kadar geldi. (sh. 58-59)

Birinci kitapdaki "düşman" sendromu burada net olarak kendini göstermiş.

"Emekli orgeneral Özden Örnek'in günlükleri Nokta dergisinde yayınlanmadan çok önce bize geldi. Ancak doğrulatamadığımız için haber yapmadık."

Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay, İkinci Ergenekon davasının 19 Kasım 2009 tarihli oturumunda yaptığı savunmanın bir yerinde işte böyle demiş. Tahmin edeceğiniz gibi beni savunmanın en çok bu bölümü ilgilendirdi.

...

Düşünün, gazetemizde günlerdir yayınlanan Deniz Kuvvetlerindeki cunta haberi Sözcü gazetesine gidiyor! Bu nasıl size inandırıcı gelmiyorsa, Balbay'ın "Özden Örnek'in Günlükleri Nokta dergisinden yayınlanmadan önce bize geldi" iddiası da bana inandırıcı gelmiyor. (sh. 92)

160. sayfadaki konu başlıklı yazı da okunmaya değer görünüyor.

Hanefi Avcı ile ilgili tesbitlerin yapıldığı ve 219. sayfadan başlayıp konunun bittiği yere kadarki yazının Avcı ile ilgili alıntı yazının en çarpıcı tesbiti şu olsa gerek: "Ben size söyleyeyim, Gerçekten umurumda değil. Hanefi Avcı'nın suçu, namlı bir işkenceci, bir nefret suçlusu olmasıdır." (Radikal, 4 Ekim 2010) (sh. 219-220-221)

İşin özü: Kitap, kütüphanenizde muhakkak olması gereken ve bazı konularda tekrar tekrar okuyarak neydi ne oldu sorularının cevaplarını totelde barındırmaya devam ediyor.

25 Haziran 2011 Cumartesi

Merhameti Kaybetmek

Size bir hikaye anlatayım: Köyün en zengin ağalarından biri, her zamanki gibi cuma namazını, kasabada kılmak için sabahleyin erkenden kalkar. En güzel elbiselerini, harçlığını ve ihtiyacı olan şeyleri yanına alarak atına biner ve kasabaya doğru yol alır.

Yolda, kendisini de kasabaya götürmesini istediği bir adam görür. Ağa, adamın isteğini geri çevirmez ve atın arkasına binmesini söyler. Biraz yol aldıktan sonra, arkadan adam silahını çeker ve ağanın elinde avucunda ne varsa alır. Hatta o kadar ki, üzerindeki elbiseleri dahi alır. Atına da el koyar ve tam ağayı yolda bırakıp giderken, ağanın hüngür hüngür ağladığını duyar.

Adam, geri döner ve kendisine der ki: Neden ağlıyorsun ki, sen zaten zengin birisisin. Üstelik köyün ağasısın da. Ben bir hırsızım, sen elindekilerin çok daha iyileri evinde vardır, bu kadar ağlayacak ne var?
Ağa der ki: Sen benim, beni soyduğun için ağladığımı mı sanıyorsun?
Adam: Ya niye ağlıyorsun ki, elindekileri kaybetmen dolayısı ile ağlamıyor musun?
Ağa: Hayır, der, elimdekileri kaybettiğime değil, merhametimi kaybettiğime ağlıyorum.

Evet, kısaca hikayemiz böyle, merhametimi kaybettiğim için ağlıyorum. İnsanoğlunun hayatı boyunca başına bir çok şey gelir. Bunlar iyi şeylerdir, kötü şeylerdir. İnsanlardan kazık yemiştir, en yakınlarından darbe yemiştir, bunu da mı görecektim diyeceği anlar olmuştur. Ama en kasvetli anlarda dahi insanoğlu merhametini kaybettiğinde elinde ne kalır ki?
Dün, turist kafilesini Sultanahmet Camii'ne götürdüğümde, çok ilgimi çeken bir yazı gördüm. Artık bu yazıdaki hikmeti anlamışsınızdır. O yazıyı gördüğümde bu hikaye aklıma geldi.

Her şeyimizi kaybedebiliriz, ama en acısı merhametimizi kaybetmektir.

Travmadan Aşkla Çıkış: Sevgili John

Filmin Adı: Dear John
Sevgili John

Çocukluğu evdeki dengeyi kurmakla geçen John Tyree, orduya yazılır ve asker olmak için evden ayrılır. Gitmeden önce Savannah isminde, hayır kurumlarında çalışan muhafazakar üniversite öğrencisi ile tanışır. Tesadüfler onları hep karşı karşıya getirir.

Aralarındaki ilişki kıskançlık nedneiyle bozulur gibi olsa da, John genç kızın kalbini kazanmayı başarır. Ancak 11 Eylül'den sonra John orduya çağrılmıştır. Savannah ile John'un arasındaki ilişki artık mektuplarla ilerleyecektir.


İrfan'ın Yorumu: Pek aşk filmlerini seven bir yapım yoktur. Ama bu film 11 Eylül travması sonucu ülkedeki bakış açısına, travmanın etkilerini, teğet olsa da derinlemesine izler bırakan bir aşk filmi. İzlenirse bir kayıp yaşamazsınız.

Rasim Ozan Ne Yaptın Gözüm?

Rasim Ozan Kütahyalı Transferi

Rasim Ozan ile ilgili kanaatlerimi burada birkaç kez yazmıştım. Kendisinin Taraf gazetesinden ayrılıp, Takvim'e geçmesi, Sabah gazetesinde de haftada bir ekinde yazması, bu yetmiyormuş gibi Star TV'de eğlence programı gibi bir program yapması.

Rasim, sen Taraf'ta yazmaya devam etmeliydin. Oradaki yetkililer de sana tahammül etmeliydiler. Taraf gazetesinin ağırlığı başka hiçbir gazetede yok benim açımdan. Diğer bütün her şeyi anlamlandırabilirim, para kazanmak için olabilir, reyting için olabilir... Bunları bir nebze de olsa kabullenebilirim, ama Taraf gazetesinden ayrılıp Takvim'de yazmanı kabullenemiyorum. Kabullenemiyorum ve Rasim, ne yaptın sen? diye soruyorum.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Kayıtsız Kalınamaz: Damages

Dizi Adı: Damages
Amerikan Hukuk Sistemine Farklı Bir Bakış

İrfan'ın Yorumu: Bu dizi ile ilgili sinemalar.com sitesinde bir okurun yorumunu buraya almak yeterli sanırım.

Dizimizin konusu, arkadaşların dediği gibi hukuki gerilim temalı. En başından zaten dizinin içerisine giriyorsunuz. Esrarengiz olaylar dizisiyle başlayan dizimiz, bu olayları 6 ay öncesinden başlatarak bize nasıl bu hale geldiğini anlatıyor. Her bölümde olaylar o kadar karmaşık bir hale geliyor ki bir an önce finali izleyip heh tamam böyle olmuş demek istiyorsunuz.
Dizi tamamiyle güven duygunuzu sarsmak üzerine kurulmuş. Öyle olaylar görceksiniz ki en sonunda şaşkınlıktan ağzınız açık kalacak, bunu size garanti ediyorum..
Oyunculuklara gelirsek, yıllardır Glenn Close 'u birçok filmde gördüm ve hepsinde de bana oldukça itici geldi ki bu dizide de kesinlikle öyleydi, ama bu oynadığı rollerle alakalı. Kadın bu konuda gerçekten başarılı. Özgüveni son derece sağlam olan, burnundan kıl aldırmayan, dediğim dedik rollerde görmeye alıştığımız Glenn 'i bu dizide de bu rol kimliği altında görmeye devam ediyoruz. Oyunculuğu karşısında kendinizden kesinlikle geçeceksiniz;)))
Rose Byrne 'e gelirsek birçok filmde oyunculuğuna zaten hayran kaldığım bir aktris, özellikle de Hep Seni Aradım 'da. Dizinin başlarında ürkek, sessiz, 2.planda görünen Rose 'a dizinin sonlarında inanamayacaksınız. Yaşadıkları onu öylesine değiştirmiştir ki tamamiyle bambaşka bir kimliğe bürünür. 2. sezonda Rose 'u izlemek için sabırsızlanıyorum;))
Diğer oyunculuklar da rollere göre gayet iyi oturtulmuştu.

Dizi kesinlikle merak olgusunu size en başından en son anına kadar aşılıyor. Kesinlikle kaçırmamalısınız. Bir kere içinde yok yok ; gerilim, gizem, polisiye, suç, aşk, dram... oyunculuklar desen bir o kadar muhteşem !!! eee daha ne duruyorsunuz ki ???
Asıl en ilginci ne biliyor musunuz? Bu diziyi bu kadar geç fark etmem ve birçok sinemaseverin hala fark etmemiş olması. Tanıtımı maalesef iyi yapamamışlar =/ Dizinin tek eksiğinin bu olduğunu düşünüyorum.

17 Haziran 2011 Cuma

Paralel Okumalar: Ergenekon'un Medya ile Dansı


























Kitabın Adı: Ergenekon'un Medya İle Dansı
Yayınevi: Nesil Yayınevi
Yazarı: Gültekin Avcı
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 17 Haziran 2011 – İstanbul

"Ergenekon, genelkurmayın da, hükümetlerin de, bürokrasinin de, herkesin üstünde bir örgüttür. Yasa ile falan kurulmuş değildir. 27 Mayıs darbesinden sonra Pentagon tarafından kurulmuş, bunun içinde bulunan insanlar buraya hizmet eden insanlardır. Ama bunlar vatana ihanet olsun diye ihanet etmezler. Biz vatanı kurtarıyoruz, vatana yararımız dokunuyor, diye yer almışlardır. Özellikle Amerika'da kontrgerilla eğitimi almış generallerin bir bölümü yeri geldiğinde kontrgerillanın içinde yer alır." (sh. 85)

İrfan’ın Notu: Gültekin Avcı'yı televizyondaki tartışma programlarından takip etmişimdir. Kendisinin ilk defa bir kitabını okuyorum. Kitabın ilk yarısında, bence fazla kendi fikirlerini ve dünyadaki medya algısı ile ilgili örnekleri yazmış. Bunları biraz daha kısaltabilirdi. Fakat kitabın yarısından sonra Türkiye'deki medyanın ayak oyunları, örnekleri ile güzel dile getirilmiş. Kitabın bence en kayda değer bölümü -ki bunu uzun olmasına rağmen almayı uygun buldum- "Ergenekon operasyonu Türkiye'ye neler kazandırdı" bölümüdür. Özellikle sol-kemalist gazetecilerin Susurluk'daki iştahının, Ergenekon'da olmaması ile ilgili yazılanlar doyurucu. Daha önce de belirtmiştim, Paralel Okumalar içerisinde yer alan Mehmet Altan ve Alper Görmüş'ün kitapları ile ayrı bir lezzet veriyor.

Arka Kapak Yazısı:
Demokrasiye ve millet iradesine kasteden Ergenekon çılgınlığında her gün yeni perdeler aralanıyor.
Ergenekon ile medya arasında kurulan "derin ağlar" kendini daha net gösteriyor.
Maskeler bir bir düşüyor ve her medya grubunun aslî kimliği ortaya çıkıyor.
Kendilerini 'merkez medya' olarak konumlandıran grupların kopardıkları gürültü; ele geçen silah ve mühimmatı görmek istemeyişleri; gün yüzüne çıkan darbe harekât planlarına, suikast hazırlıkları ve detaylı krokilere duyarsız kalışları bunun göstergelerinden bazıları.
Ancak göz ardı edilen bir gerçek var. Milletimiz artık 80'li ve 90'lı yıllara, 28 Şubat sürecine göre çok daha bilinçli ve dikkatli.
"Pijamayla Başbakan Karşılama" devri çoktan kapandı.
Ergenekon için kurşun atmak da, yemek de bir "şeref" değil.
Bu kitapta Ergene-Medya ile tanışacaksınız.
Ergenekon'un medya ile son dansına şahit olacaksınız

Kitap’dan alıntılar:
• Zamanın başbakanı Tansu Çiller, 10 Mayıs 1997 Sultanahmet mitinginde, aynen şimdilerde başbakan Erdoğan'ın yaptığı gibi doğrudan Doğan grubuna yüklendi ve medyaya verilen devlet teşviklerini açıkladı. O dönem "Tansu Çiller-Aydın Doğan Birinci Meydan Muharebesi" diye dillere dolanan polemik,18 Nisan 1999 seçimleri öncesinde de devam etti. NTV'de canlı yayına katılan DYP lideri Çiller, Milliyet gazetesi ile ilgili bir iddiayı önü sürmüş, Aydın Doğan da canlı yayına bağlanarak "Bunu ispatlasın, kendimi Taksim Meydanı'nda asarım" demişti. Bu fevkelade iddialı cevaba rağmen Çiller daha sonra iddiasını belgelerle ispatladı. Neticede bu polemikte galip gelen Doğan grubu oldu. Öyle ya, Çiller bugün siyaset sahnesinde mevcut değil." (sh. 19)
İrfan'ın yorumu: Bugünlerde kimse sözünde durmuyor (Kılıçdaroğlu'nu kastediyorum), o günlerde de durmuyormuş (Aydın Doğan'ı kastediyorum).


• 29 Mart yerel seçimleri öncesinde, şimdi Ergenekon tutuklu sanığı olan Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın, Kanal B yöneticisi Nihat Duru'ya, AK Parti'ye oy kaybettirmek için ne gerekiyorsa yapması talimatını verdiği, kamuoyuna yansıdı. (Sh. 25)
İrfan'ın Yorumu: Mehmet Haberal (Ak Partiye oy kaybettirmek için elinden geleni yap diyen ve Ecevit'in kendi hastanesinde zor günler yaşadığı birisi, şimdilerde milletvekili), Kemal Kılıçdaroğlu (kendisini partiye büyük bir şevkle alan CHP lideri), Süleyman Demirel (Kılıçdaroğlu'na Haberal'ı şiddetle tavsiye eden eski siyasetçi)... Yorum size ait.


• Ergenekon tutuklu sanığı ve kilit ismi emekli tuğgeneral Veli Küçük 2003 yılında Almanya'da yayınlanan Neo-Nazi gazetesi National Zeitung gazetesine bir açıklama yapıp şunları demişti: "Türkiye'de uzun süredir askeri darbe olmamıştır, bunu büyük bir eksiklik olarak görüyorum." (sh. 139)


• Türkiye'de egemen statükonun mevcudiyetini devam ettirmesi, tabii ki sadece medya yalanlarına bağlı değildir. Bu minvalde çoğumuzun eğitimin milliyetçi, ırkçı, insan haklarına aykırı yanlarına takıldığı ve bu aşırılıkları tenkit ettiği bir vakıadır. Halbuki eğitim sisteminin sebeb olduğu asıl dejenerasyon insanları sıhhatli düşünebilmenin asli yöntemlerinden mahrum bırakmasıdır. Zihniyet dünyamız, milli eğitim tarafından inşa edilmekte ve bizi medyanın etkisine tamamen açık hale getirmektedir. Oluşan fevkelade elverişli mecraya kurulan medya da toplumu askeri otoritenin denetimindeki bir "milli güç" unsuru olarak tutma amacına göre faaliyet göstermektedir. (sh. 196)


• Bakınız, Ergenekon operasyonu bizlere neler kazandırdı:
1. Herkes kulvarını seçti:
Operasyon, bireylerin muallakta kalan ve tereddüt içeren düşünce ve yaklaşımlardan kurtularak daha net bir kimlik arz eden çizgiler taşımasını sağladı. Herkes, fikri planda kulvarını seçti. Yani kimlik buhranı ve arayışında olan kişilere gerçek bir hüviyet tayin etti.


2. Faşizan eğilimi olan aydınlar teşhir edildi:
Bir takım dengeleri koruyarak ve çok yönlü valslarla demokrat gözüken ama hakikatte faşizan eğilimleri olan aydınları teşhir etti.


3. Türk basınında maskeler düştü:
Operasyonla, Türk basınında ve medyasında maskeler düştü ve her medya grubunun asli kimliği ortaya çıktı. Mürekkep akıtan kalemler kimin için ve hangi menfaatler uğruna yazmaya devam edeceğini tekrar tanımlayıp yola devam ettiler. Demokrasi ve hukuk devletinin medyadaki kıymeti harbiyesi ve bu prensiplere olan inancın seviyesi ortaya çıktı. Zira her şeyin aslına döneceği kaçınılmaz ise de bu hakikatin tecelli edebilmesi için bazı gelişmelerin yaşanması gerekir. İşte bu gelişme medyanın turnusol kağıdı olan Ergenekon operasyonuydu.


4. Kimin demokrat kimin totaliter olduğu ortaya çıktı:
Kimlerin gerçekten demokrat, kimlerin totaliter rejim taraftarı ve kimlerin hukuk devletine gerçekten inandığını açıkça görme fırsatımız oldu.


5. Siyasi partiler gerçek hüviyetlerini ortaya çıkardı:
Siyasi yelpazede herkes aslına döndü. Her parti cebinden gerçek kimliğini çıkardı. Siyasal partiler hassas dengeleri koruma kaygısıyla hareket ederken, operasyon karşısında gerçek hüviyetlerine bürünmek zorunda kalmışlardır. Böylece hakiki siyasal ve toplumsal çizgiler ortaya çıkmış oldu.


6. Türk halkı gözünü açtı:
Geçmişten bugüne sınırları belli olmayan devlet menfaatleri ve millete rağmenci bir anlayışla hangi karanlık tasarrufların hangi aktörlerle gerçekleştirildiğini millete gösterdi. Aynı minvalde gerek demokrasi ve gerekse hukuk devleti mülahazasıyla yapılan bazı kaygı verici ve şaibeli işlerin hangi düşüncelerle ve hangi paradigmalarla yapıldığını gösterdi. Böylece millet gelişen olayları derin yorumlayabilme - analitik bakabilme yeteneğine kavuştu.


7. Demokratik rejimlerde hiçbir kurumun kudsiyeti olmaz:
Buna rağmen ülkemizde her kurumun üzerinde, hatta millet iradesinin de üstünde bir tanrısallıkla kutsanan Genelkurmay içinde, böyle skolastik bir perspektifle bakıldığı sürece, illegal cunta ve çetelerin nasıl kolaylıkla hayat sahası bulduğunu görme imkanımız oldu. Ergenekon operasyonu bunu sağladı.


8. Ulusalcılık ve milliyetçilik farkı ortaya çıktı:
Toplum, bu operasyon sayesinde ulusalcılığı ve milliyetçiliği tanıma ve mercek altına alma imkanı bulmuş ve ulusalcılık ve milliyetçiliğin farklarını görmüştü. Ulusalcılık devlete, milliyetçilik millete yakındı. Ulusalcılık, milletin değer ve kutsallarından ilham almayan ama sahneye milliyetçilik maskesiyle çıkan "alien"di. Millete rağmen hiçbir düşüncenin devlet seviyesinde temsil edilemeyeceği gerçeği ortaya çıktı. Operasyon, modern ve demokrat olduğunu söyleyen ulusalcı kitlelerin ve beyaz türklerin millet ve adalet karşısında devlet aygıtına imanla sarıldıklarını gösterdi.


9. Türk demokrasisi ve hukuk sistemi imtihana girdi:
Türk demokrasisi ve hukuk devleti sistemi hiç bu kadar ağır bir imtihana girmemişti. Operasyon devam ettiğinden hala Türk demokrasisinin ve hukuk devleti prensibinin gücü imtihandadır. İmtihanın çok parlak geçmediği de bir vakıadır. Ama ergenekon operasyonuyla Türk adaletinin ve Türk demokrasisinin itibarı dünya çapında artış sağlamıştır. AB açısından da müzakere sürecine olumlu bir etkisi olmuştur.


10. Operasyon, askeri vesayetin boyutlarını ortaya koydu:
Operasyon, Türkiye'deki askeri vesayetin ağır boyutlarını ortaya koydu. Hâlâ Ergenekon'un merkez askeri karargahına operasyon yapılamadığı bir gerçektir. Zira bu karargahın üst yapılanmasında muvazzaf generallerin mevcut olduğu sezgiden öte bir gerçekliğe kavuşmuştur. Türkiye gibi askeri motifli bir cumhuriyette muvazzaf generaller seviyesinde yönlendirilmeyen orduya paralel bir yapının hayat sürme ve toplumu kuşatma imkanı yoktur. Bu itibarla ikinci iddianamede de ergenekonun askeri yapılanmasını deşifre edemediklerini belirten savcıların operasyonu sonuna kadar götürüp götüremeyecekleri hususu, Türk adaletinin en büyük imtihanıdır. Savcıların bazı muvazzaf generallerin ergenekon irtibatını bildikleri halde bu şahısları neden almadıkları, alamadıkları merak konusudur.


11. Adaletin üç silahşörleri:
Ergenekon operasyonu, bu zamana kadar tek bir yanı kesen adalet kılıcının bu zamana kadar görülemeyen yanının a keskin olduğunu ilk defa gösterme iddiasını taşımaktadır. Artık adaletin kılıcı milleti değil, millete kastedenleri kesme istidadındadır. Adaletin üç silahşörleri (operasyonun başlangıcındaki üç savcı Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel, Nihat Taşkın) ilk kez muzdarip milletin adalet umudu oldular. Üstelik millet bu üçlüyü sanal değil gerçek hayatın kahramanları olarak bağrına bastı.


12. Resmi ideolojiye tutun, kurtul:
PKK gibi kanlı bir terör örgütüyle irtibat ve iltisakları ortaya çıkan kişilerin bile salt resmi ideoloji yanlısı olduğundan dolayı prestij kaybetmediklerini dehşetle gördük.


13. Bazı değerlerin kullanıldığını gördük:
Türkiye gibi dokunulmaz totem ve tabuları olan bir tuhaf demokraside Atatürkçülük, Cumhuriyet ve Laiklik gibi fenomenlerin nasıl terörize edildiğini, nasıl illegalize edildiğini delilleriyle birlikte görmüş olduk.


14. Genelkurmay tarafını belli etti:
İlk defa Genelkurmay Başkanlığı açıkça bir Ergenekon zanlısının (1 gün tutuklu kalan Kurmay Albay Dursun Çiçek) arkasında olduğunu belirterek tarafını açıkça göstermiş oldu. (sh. 214-217)
İrfan'ın yorumu: Bugün itibari ile Genelkurmay da Dursun Çiçek'in arkasında değil.

13 Haziran 2011 Pazartesi

2011 Haziran Seçimleri ve Tahminlerim






































































2011 Seçimlerinde AKP Ezdi


Seçimler olmadan önce kendi tahminlerimi yayınlamıştım. Biraz çuvalladım gibime gelsede eldeki imkansızlıklar ancak bu kadar ne yapalım :)

Ama tarihe not düşmesi açısından hem kendi tahminlerimi hem de gazete manşetlerini buraya koymayı uygun buluyorum...

D-10 : Mehmet Ali Kavak

Mehmet Ali Kavak,
Bir Çınar Daha Devrildi


Bugün Türkiye'de % 50'lik bir başarı sağlamış AK parti yanlılarının sevinç günü. Aynı zamanda birçok insan için de hayalkırıklığı ve üzüntü anları.



Fakat bugün benim için çok daha acı verici bir gün oldu. Babamı kaybettiğim 1990 senesinden sonra, "babayarısı" olarak ifadelendirilen amcalarımdan büyük olanını, Mehmet Ali amcamı kaybetmiş bulunuyorum. Büyük amcam ve babam İstanbul'a göç ediyorlar, sıkıntılı süreçlerden sonra ev sahibi oluyorlar ve İstanbul'un zor şartlarında ayakta kalmaya çalışıyorlar. Kardeşler arasında olan bana göre incirçekirdeğini doldurmayan sebebler dolayısı ile kırgınlıklar olmuyor değil. Ama o kırgınlıklar, onların çocuklarını dahi etkilemiş maalesef.

Bütün bunlara rağmen Mehmet Ali Amcam memleketi olan Sivas'tan hastalanıp İstanbul'a geldiğinde, son kez sağlığında görebilmenin huzurunu yaşıyorum. Kendisi ile helalleşmenin huzurunu yaşıyorum.


Sevgili Mehmet Ali Amcama Yüce Rabbim'den rahmet diliyorum.


Kendisini Habibler Yayla Mezarlığı'nda D-10 nolu yere defnettik.


Evlatları ve biz yeğenlerine Allah'tan sabırlar diliyorum. Allah geride kalan tek amcam Hasan Hüseyin Kavak'a uzun ve hayırlı ömürler nasib etsin.

12 Haziran 2011 Pazar

Paralel Okumalar: Puslu Demokrasi

Kitabın Adı: Puslu Demokrasi Ergenekon Güncesi
Yayınevi: Etkileşim Yayınları
Yazarı: Mehmet Altan
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 12 Haziran 2011 Pazar – İstanbul



"Doç. Dr. Umut Özkırımlı, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın grup konuşmalarını alıp bilimsel bir incelemeye tabi tuttu. -Neden- sorusunun cevabını bu incelemede görebiliriz. Özkırımlı'nın incelemesinde CHP'nin radikal milliyetçi bir parti olduğu ortaya çıktı. Özkırımlı bu kanıya elbetteki CHP'nin söyleminden vardı." (sh. 26)

İrfan’ın Notu: Mehmet Altan, 2. Cumhuriyet fikri ile Türkiye'de yankı bulmuş, ünlü bir yazar, ekonomist. Altanlar ailesinin önemli fertlerinden birisi. Kendisi aynı zamanda Star gazetesinde yazılar yazmaya devam ediyor.
Paralel okumalar adını verdiğim bir kitap okuma stili var. Bu stilden kastım, aynı konuda farklı yazarların kitaplarını, aynı zaman dilimi içerisinde okumaya çalışmak. Alper Görmüş'ün yeni çıkan 2 ciltlik kitabı olan "Büyük Medya'da Ergenekon Haberciliği" adlı kitapla birlikte bu kitaba başladım. Bu tip paralel okumaların faydasına inanmış bir okur olarak diyebilirim ki siz de bunu deneyin. Mehmet Altan, bu kitabında hukukun üstünlüğü, demokrasi, AB standartları, Ergenekon ve Askeri vesayet gibi konularda liberal ve vicdanlı bir bakışla, aynı zamanda akademik olmanın da verdiği avantajla biz okuyucuları sağlıklı bir yola teşvik etmenin gayreti içerisinde. Biz müslümanların demokrasiye bakış açısı belli olmasına rağmen, askeri vesayetin tüm bu topraklarda yaşayan farklı insan gruplarına yaptığı zulümlerin tesbiti ve bunlardan en kısa zamanda kurtulmanın çaresini kendi cephesinden bakması açısından da Mehmet Altan'ın bu kitabı okunmaya değer.

Arka Kapak Yazısı:
Mehmet Altan bütün akademisyenlik ve yazarlık yaşamı boyunca dünyanın gelmiş olduğu noktayı görerek ülkesine vizyon kazandırmaya çalışmış Türkiye`nin önemli isimlerinden biri. On yıl sonra dünya gücü haline gelen, refah içinde yaşayan bir ülke hayal ediyor ve bunun mücadelesini veriyor.
Bu kitabında Mehmet Altan, adına Ergenekon denilen çeteci yapılanmayı ve ana aktörlerini sorguluyor. "Puslu Demokrasi"nin karanlık sokaklarında ilerlemek isteyenlere güvenli bir yol haritası sunuyor.
İşte bu yol haritasından bazı işaret taşları:
Cumhuriyet`in ilanı ile iktidar Osmanlı Hanedanının elinden alındı. Ama halka devredilmedi. Bu yüzden Türkiye tam ve gerçek bir hukuk devleti olamadı.
Orduda eskiden beri devam eden gelenek, hukuksuzluğun kralını gerçekleştirdikten sonra hukuku gündeme getirenlere "höt" diye bağırmak oldu.
Sermaye ve burjuvazi, askeriye söz konusu olunca dut yemiş bülbüle döndü, ödlekleşti.
Ankara`nın egemenleri halkın işsiz, yoksul olduğunu duymak yerine "İrtica Geliyor" yaygarasıyla eski ezberlerini her fırsatta tekrarladılar. Böylece laiklik, benzeri görülmedik bir şekilde, solun yerine ikame edilmeye çalışıldı.
"İstanbul Dükalığı"nın dilinden düşürmediği şeriat korkusunun temelinde, aslında Anadolu sermayesinin gittikçe iktidara uzanan palazlanması vardı.
Bu asılsız korku Türkiye`deki solu tam bir ucube haline getirdi.
Cumhuriyet`in 86. yılında "Askerî Cumhuriyet`in" sonuna gelindi.
Önümüzde duran tek çözüm Türkiye`yi gerçek anlamda demokratikleştirmek. Bu başarıldığı takdirde ortada ne türban sorunu kalır, ne de Kürt meselesi.
"Kürtlerle Türkler etle tırnak gibidir" lafı sözde kalmamalı, hukuka da yansıtılmalı.
Din, dil, ırk ve mezhep farklılıkları korku nedeni olmamalı.
Vatandaşını teröristlerden koruyamayan bir devlet ile askerini koruyamayan bir ordu imajının kaynağı araştırılmalı

Kitap’dan alıntılar:
• Örneğin 1960, 71, 80 darbelerinde hep Amerika'nın desteği var deniliyor. Peki, bugün Amerika'nın rolü değişti mi burada? Ergenekon soruşturmalarında Amerika'nın ne kadar desteği var sizce?
Amerika bize büyük bir destek veriyor. Çünkü ABD, bizim ona nasıl baktığımızla anlaşılabilecek bir ülkedir. İki Amerika var, hatta en az iki Amerika var. Ben bunu hep söylüyorum, yazıyorum ama ABD'yi eğer gidip görmediyseniz, yani çoğulcu bir algınız yoksa her yeri yöneticilerden ibaret sanabilirsiniz. Halbuki bundan evvelki dönem, yani Bush dönemi petrolcülerin ve silahçıların dönemiydi. Şimdi ise bilgisayarcıların dönemi var Amerika'da. Bilgisayarcılar silaha giden parayı engellemeyi, bu parayı kalkınmaya yönlendirmeyi, geri kalmış ülkelerin refahına, okuma yazmalarına, demokrasilerine akıtmayı ve böylece bu toplumların nitelikli talepler oluşturmalarını, yüksek nitelikli teknolojileri alabilecek konuma gelmelerini, kalkınmalarını, özgürleşmelerini, refah içinde olmalarını istiyor.
...
Onun için Türkiye üstünden müslüman alemini, 1,6 milyarlık müslüman alemini sisteme bağlamayı, bir müslümanın hem demokrat, hem insan haklarına saygılı hem piyasa ekonomisini kavramış hem kalkınmış hem de özgür bir niteliğe sahip olduğunu da ispat etmek istiyor. (sh. 32-33)
İrfan'ın yorumu: Acaba müslümanlar sisteme entegre olunduğu taktirde kendi özlerinden tavizler verilmesinin farkındalar mı? Acaba ben bir müslüman olarak sisteme entegre olduğumda Allah'ın benden istediklerini yerine getirmiş mi olurum? Bu soruları çoğaltabilir ve sistemle entegre olmayı ciddi ciddi sorgulamalıyız.

• Egemenlik lafı geçince rahmetli karikatürist Ferruh Doğan'ın "Egemenlik ulusun, peki paralar kimin?" karikatüründeki soruyu hatırlıyorum ben. Hukukun üstünlüğü ve demokrasiden bahsedemiyorsan, para içerdeki zorba çetelerin oluyor. İstanbul'un eski valilerinden birisi egemenin tanımını, - kimin hakkında konuşamıyorsan, odur - diye yapmıştı. Teorik olarak ulusal egemenliği tanımlamakta hep zorlandığımız düşünülürse bence valinin yaptığı geçerli ve pratik tanımdı. (sh. 162)

• Milliyetçilik yükselmiyor, ölüyor, hatta öldü. Ama cenazesi henüz kalkmadı. Dünkü yaşam, milliyetçiliği doğurmuştu. Bugünkü yaşam dünyalaşmayı doğurdu. Tutunamayan, korkan insanlara güvence ve ümit verirseniz milliyetçilik falan kalmaz. (sh. 173)

• Zaten Türkiye'de Kemalizm'i Batılılaşma olarak yorumlayan ve modern Türkiye'nin kuruluşundaki harç olarak niteleyenlerin Batı dünyasının en köklü düşünceleri olan liberalizme ve sosyalizme karşı çıkmaları da bundan kaynaklanıyor. Liberal ve sosyalist düşünce, halkı işin içine katmadan ortaya çıkamaz. Bizdeki modernizm aranışı ise siyasal yaşamın içine halkı katmadan bir formül bulmak peşinde olagelmiştir. Onun için bu düşüncedekiler ittihatçı geleneğinin devamı olan Kemalizme sarılıyorlar. Halka güvenmeden demokrasi yaşamaz. Halka güvenince de kemalizm yaşayamıyor. Bundan bunalan Ankaralı kemalistler de aranıp duruyorlar ve buldukları her sonuç da darbeye çıkıyor. (sh. 190)