5 Mart 2012 Pazartesi

Lütfen Soğanları Unutmayalım


Unutulmuş Soğanlar
 Uzun zamandır geciktirdiğim bir eylemin bir kısmını gerçekleştirmenin heyecanı içindeyim. Baharın uyanışına ve cemrelerin düşüşüne ilk tepkim, üç gün boyunca hanımın da desteğiyle evde duvar kâğıtlarından ve boya kalıntılarından kurtulmak için hummalı bir tempoyla çalışmak oldu. Candan bir kardeşin bütün çatlakları ve delikleri gizlemesi sonunda evimiz makyajlanmış bir kocakarı gibi yeni bir çehreye kavuştu.
Tabi bu işlemi gerçekleştirmek için evi baştan aşağı alt üst olması gerekliydi. İşte tam bu hengâmenin içinde hanımın “Allahu Ekber” nidasıyla mutfağa yöneldim. Hanımın avucunda bir peçete içinde üç tane lâle soğanı duruyordu. Bunları geçen sene Emirgan’da alt üst olmuş toprağın üzerinden almış ve önümüzdeki yıl bir saksıya ekerim düşüncesiyle eve getirmişti. Çamaşır makinesinin üzerine bıraktığı bu soğanlar arkaya düşünce gözlerden ve gönüllerden ırak bir şekilde unutulmuştu. Ama makineyi yerinden oynattığında lâle soğanlarının bu terk edilmişliğe inat canlandığını ve kabuklarını yarıp filizlendiklerini görmüştü.
Allah, Allah… Güneşi görememişler. Su ile beraber olamamışlar. Toprağa ise hiç değememişler. Ama Kasım ayında toprağa dikilen benzerleri gibi Mart başında filizlenmişlerdi. İlginç olan makinenin arkasında, o gürültülü, karanlık ve havasız ortamda baharın gelişini ve filizlenmenin doğru zamanlamasını hangi kıstas üzerinden tespit etmişlerdi?
İleri saat uygulamasına geçildiğinde bilgisayarın, cep telefonunun buna uyum sağlaması aleti planlayan mühendisin yazılımından kaynaklanır. Bu soğanın da terk edilmişliğe inat filizlenmesindeki zamanlama yaratıcısının onu öyle takdir etmesine bağlı değil mi? Aynı şekilde iftiraya uğrayarak zindana atılan o güzeller güzeli Yusuf’un(as) terk edişline aldırmadan hücre arkadaşlarına büyük bir iştah ile tebliğ etmesi de böyledir. Yalnızlığına rağmen o hakikati ve hikmeti anlatmaya gayret etmiştir. Bu olay da unutulmuşluğa inat filizlenen lâle soğanlarından ayrı düşünülemez.
Tabiatta Allah kaynaklı bir canlanma var ise tevhit gereği hiçbir canlı buna bigâne kalamaz. Bigâne kalan sadece şeytan tarafından kandırılanlardır. O hâlde vücudumuza yeni bir enerji sunulurken, içimiz sebebini bilemediğimiz bir sevinçle kıpır kıpırken ya da yaşadığımız ortamlar bize sıkıcı gelip kendimizi çayırlara vurmak deniz kenarlarına atmak isteyen bu yerinde duramayışlar yaşanırken bütün bunların da hayırlarımızı arttırmaya vesile olması gerekmez mi?
Kur’an yeniden dirilişi anlamamızı isterken kurumuş tabiatın nasıl yeşerdiğine bakın ve tefekkür edin der. Yani baharın gelişi müminler için bir cennet müjdesi olarak kalplere sunulmuş bir mutmainliktir. Canlanmış organizmaların en şereflisi olan insana geleceğe dair muştular verilerek âdeta “Haydi artık iyiliği arttırmak ve kötülüğü engellemek için gayrete gel ki aydınlık yarınlara eresin.” denilir ve kişi yeniden yaratılışa katılmaya davet edilir.
Bahar sizin için geldi dostlar… Cemreler suya, toprağa, havaya sizin için düşüyor. Duyuyor musunuz? Bu günler kupkuru bir ağaca veya karlar altında kalan bir toprağa dokunma zamanıdır. Ellerinizle dallara yürüyen suları hissetmenin zamanı… Açmak için bekleyen tomurcukların heyecanını duyma zamanıdır. Kuş cıvıltılarıyla uyanıp seherlerde âlemin uyanışına katılma heyecanıyla yalvarma zamanı… Bir yetimin başını okşama zamanıdır. Hasta yatağındakine tebessümümüzle ilaç olma zamanı… Unutulmuş, yalnız kalmış bir dostu ziyaretinizle diriltme zamanıdır. Bir miskini doyurarak utanma zamanı… Şaşırmış bir gence çocuğumuza sahip çıkar gibi kucak açma zamanıdır. Kardeşlerin yaşadığımız şeytan kaynaklı bütün küslükleri bitirme zamanı… Kış uykusundan uyanan yılanın deri değiştirmesi gibi bütün ataletlerden ve üniformalardan sıyrılıp takva elbisesine bürünüp erguvanlar gibi açma zamanıdır. Olumsuz şartlar ve meşguliyetler sebebiyle ertelediğimiz iyilikleri gerçekleştirip kötülükleri engelleyerek âlemi bir lâlezara dönüştürme zamanı… Kuruyan kalplere Kur’an ve Sünnet’in neşesini sunmak için attığımız tohumların ileride bir muştuya dönüşmesini görme zamanıdır.
Yaratılışın sürekli devam ettiğini görmek Allah’ın hâlâ insanlıktan ümidini kesmediğinin emmaresidir. Bu da mümine heyecanından coşma zamanının geldiğini gösterir.
Biz de ailece her türlü unutulmuşluğa direnen lâle soğanlarını büyük bir saygıyla toprağa verdik. Üzerlerine küçük kızlarım su döktü. Ve bulutların arasında sıyrılarak içimizi ısıtan güneş o toprağı aydınlattı. Artık her gece yatağa, kızlarımın topraktan çıkan bir filizi müjdeleyen çığlıklarıyla uyanmak için yatıyorum. Toprağa verdiğimiz bu şanlı direniş, yakında filizlenecek ve hayranlıklar uyandıran bir lâleye dönüşecek inşaallah. Bunun gibi hidayet yolunda her türlü şeytani vesveselere direnenler de kabirlerinden kaldırılıp bitmez tükenmez nimetlerle dolu cennet bahçelerinde yeşerecekler…
Bu duygularla evimden çıktım. Sur dibinde mütevazı imalathanesine sığınmış lâlegillerden bir abiyi ziyarete gittim. Loş bir odanın kuytusunda gözlerden ırak yine çaresizlere çare olmaya çabalıyordu. Telefonu hiç susmuyor yardım için kıvranıp duruyordu. Üstünde başında hep aynı elbiseler vardı. İşlerinin pek yolunda gitmediği belliydi. Şikâyet etmiyor kendi çaresizliklerini bir kenara koyup arayanların ümitlerini artırmaya çalışıyordu. Onlara değer verdiği belliydi. Pek fazla konuşamadık. Ona gıpta ederek uzun uzun seyrettim. Muhabbet denen şey bu olmalıydı. Telefon aralarında benimle ilgilenemediği için mahcup ama mütebessim bakıyordu. Meşguliyetinden çay bile içemedik. Sarıldık. İçindeki heyecanın içime aktığını hissettim. Onun neşesi bende baharın geldiğine dair bir his uyandırdı. Güneş görmese de, suyla buluşamasa da, toprağa değmese de açmaya ve dirilmeye kararlı lâle soğanları gibi duygularımda bir canlanma başlamıştı bile. Bütün kalbimle                         “İnşaallah ben de bu abi gibi ümitli ve bir lâle kadar azimli olabilirim.” duasıyla oradan ayrıldım…   
                                   
                04.03.2012
                                                                                                             Şevket HÜNER          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder