26 Temmuz 2012 Perşembe

Ceasar Augustus


İnsanın fıtraten sahip olduğu adlandırma yeteneğinin senenin bölümleri ilgili kısmını Ağustos ayı özelinde irdeleyelim. Ağustos ayı, Gregoryen takvimin sekizinci ayıdır ve otuz bir gündür. Adını (İngilizce karşılığı Agust) Cleopatra’nın intihar ettiği senede, zamanın Roma imparatoru Caesar Augustus kendi isminin bu aya verilmesini ve otuz bir gün olmasını emretmesiyle almıştır. Bu, Temmuz ayının (July) Julius Ceasar’ın ismini yedinci aya vermesi ve yine otuz bir gün olarak öngörülmesinden sonra gerçekleşmiştir.
            Yeniçağda Papa XII. Gregor tarafından düzenlenen Gregoryen takvime günümüzde Miladi takvim denmektedir. Bu takvim, Hz İsa’nın doğuşunu başlangıç olarak kabul eder. TC 1926 yılından itibaren Hicreti başlangıç gören Rumi takvim kaldırılmış bunun yerine Katolik esaslara dayanan Gregoryen takvim uygulanmaya koymuştur. Bundan dolayı şu anda Türkiyeli Müslümanlar olarak Ağustos ayında mıyız yoksa tuttuğumuz oruç gereği Ramazan ayında mıyız ikilemini yaşamaktayız.
             Ülkemizde seksen kusur yıllık başka bir uygulamada ise Kurtuluş savaşında “Büyük Taarruz” un yapıldığı yıllarda Rumi takvim kullanılıp tarihe bu takvim üzerinden kayıt düşülmesine rağmen bu taarruz sebebiyle kutlanan “Zafer bayramı” nın miladi Ağustos ayını hatırlatıyor olması manidardır. Bu durum aynı Roma imparatoru Caesar Augustus’un yaptığı gibi bir dayatmadan başka bir şey değildir.
              Bu iki dayatma da halkımızın günlük hayatında yerini bulamamış ancak resmi işlemlerde kullanılır olmuştur. Ziraat ile uğraşanlar için bu ayın ismi “Harman ayı” veya “Orak ayı”dır. Öğrencilere göre ise bu ay yaz tatilin son ayıdır. Büyük şehirlere çalışmaya gelenlerin memleketlerine döndükleri bu sıcak yaz ayı, Özal’ın Turizm Hamlesi(!) sonrasında izine ayrılıp tatil yörelerindeki çılgın tüketime katılma ayı olarak da anılır olmuştur. 17 Ağustos 1999 tarihindeki Marmara depreminin şiddeti ve yol açtığı kayıplar nedeniyle ise bu tarihten itibaren Ağustos’a, deprem bilincini yerleştirme misyonu yüklenmeye çalışılmıştır. Bu örneklemelerden de görüleceği üzere ayların isimlerinin değişmemesine rağmen o zaman diliminde yapılan ve devam eden aktivitelere göre anlamı ve içeriği değişmektedir.
       “Kur’an, insanoğluna bir rehber, bu rehberliğin apaçık bir delili ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak (ilk defa) bu Ramazan ayında indirilmiştir. Bundan dolayı, sizden kim bu aya erişirse onu baştanbaşa (oruç) tutsun. Ancak hasta veya seyahatte olan, başka günlerde (aynı sayıda oruç tutsun). Allah sizin için kolaylık diler, zorluk çekmenizi istemez; ama (belirlenen günlerin) sayısını tamamlamanızı ve size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı yüceltmenizi ve (O'na) şükretmenizi (ister).”  (Bakara / 185)
           Rasulullah’a (sav) Ramazan ayının son günlerinde Cebrail ile gönderilmeye başlanan Kuran bu ayı diğer aylardan farklı kılmıştır. Yukarıdaki ayet ile hicretin 2. yılından itibaren Ramazan ayı, Allah tarafından başından sonuna kadar oruç tutulan bir şekle büründürülmüştür. Bu tarihten günümüze kadar devam eden 1430 adet Ramazan ayı Müslümanlarca oruç üzerinden idrak edilmiştir. Ayrıca içinde Kuran’ın indirildiği unutulmasın diye Kadir gecesi de bu aya has kılınmıştır.
            Yıllar geçtikçe Ramazan’ın yeni hikmetlerine şahit oluyoruz. Güneş esaslı takvim ile Ay esaslı takvim arasında on bir gün fark vardır. Bundan dolayı Ramazan ayı her miladi ayı ziyaret ederek o aya ait atfedilen bütün değer yargılarını altüst eder. Böylece hemen her aya kendi damgasını vurur ve Allah’ın nurlu yoluna davet eder. Örneğin üç yıldan beri Ramazan Ağustos ilişkisi bu yıl zirveye çıkarak aynı tarihte başlayıp son güne kadar süren bir beraberliğe dönüşmüştür. Bu beraberlik azalarak üç yıl daha devam edecek.
           Artık Ağustos ayı insanların tatil beldelerinde hayâsızca ve sadece kendi nefsini ortaya koyan tüketim çılgınlıklarına engel olan Ramazan ayı üzerinden eski etkisinden uzaklaşacak. İnsanlar gecelerini çılgın partilerde eğlenerek değil Kur’an okuyarak, kıyam ederek ve tutulacak oruca hazırlık kastıyla sahur yiyerek geçirecek. Ellerindeki servetlerini sadece nefisleri yolunda harcamayıp ihtiyaç sahipleriyle bölüşecek. Herkesten uzakta tatil yapmak yerine dost ve akrabalarıyla iftar yemeklerinde buluşacak. Market alışverişlerinde dar gelirlilere kumanya satın alacak. Bu tatilde ne okuyayım telaşından sıyrılıp Kuran’ı hatmedecek. Ellerini dillerini ve gözlerini her türlü hayâsızlığın hâkim olduğu tatil beldelerinden çekip selâtin camilerini dolduracak. Hırslarından ve azgınlıklardan uzaklaşıp bütün dünyadaki Müslümanlar ile kardeşçe, insanlığı esenliğe ve adalete davet edeceklerdir.
            İşte değerli kardeşim senin Kuran’ın emrini dinleyip bir ay boyunca dünya ki tüm Müslümanlarla birlikte, yemekten, içmekten ve helalinden el çekmen Ağustos ismini değiştirmese de bu aya yüklenen anlamları değiştirecek doğru bir eylemdir. Sen bu eyleme vicdanınla ve ahlakınla destek vermezsen, Ağustos ayı Kuzey yarım küredeki her türlü hayâsızlığın ve kendi nefsinden başkasını düşünmemenin azgın bir simgesi olarak sıcak bir yaz ayı diye anılmaya devam edecek. Eğer vahyin indiği bu ayı Kuran’ın rehberliğinde değerlendirirsen Ramazan, Ceasar Agustus’un ve önümüzdeki seneden başlayarak Julius Ceasar’ın hatıralarını silecek ve onun yerine kardeşçe, adalet ve merhametle yaşanılabileceğini bütün dünyaya ilan edeceksin.

                                                                                                  Şevket Hüner / 03.08.2011                                                                                                        

23 Temmuz 2012 Pazartesi

El Etek Çekmek




           


Her geçen gün hazların peşinde koşma hızı artıyor. Yaşadığımız zaman diliminde bütün kalplerin içi boşalıp hayat sevgiden yoksun bir hâl alıyor. Ümitsizlikler çoğalıyor. Kabalığın her şeyi değersizleştirdiği günlerden biri diğerini takip edip duruyorken…
          Temmuz’un yirminci günü… Güneşin şahitliğinde,
          Dünyadaki Müslümanlar hep beraber bir şeylerden ellerini ve eteklerini çektiler.
          Hayat birden yavaşlamaya başladı…
          Hazların hisse değerleri yerlerde süründü…
          Paylaşma, vahşice sahip olmaya ve çılgınca tüketmeye galip geldi…
          Artık o süslü ofisler güneş batmadan terk edilir oldu. Şeytanlar zincirlenince o cin gibi bakıp bizi korkutan bakışlar hafif uykulu ve esner bir hâle evrildi.
          Adeta Allah, hayatın fişini çekti ve dünyanın feri söndü.
          Aslında her gündüzün ardında dinlenilmesi için geceyi yaratan, hızın ve hazzın körlemecesine gidişine bir ara vererek tefekkür etmemize imkân sundu.
          İşte herkesin sadece kendisini razı etmeye çalıştığı bir kargaşa içinde bunalmışken, Allah’ı razı etmek için paylaşarak kardeş eden bir bereket gelip bizi buldu. Adeta mevsim değişti. Zaten kıştan sonra baharlar açtıran da Allah değil mi? Bu sert geçiş vücudumuzu etkilediği gibi tefekkürlerimizde de artçılara sebebiyet verecek. Tefekküre doyamayanlar ise son on gün hayattan tamamen el etek çekip mescitlerde kardeşleriyle itikâfa çekilecek…
          Modern hayatın yeni rahipleri olan diyetisyenler obezite ile korkutup,
          Bizi, acıkmadan her gün artan öğünlerle devamlı yemeği düşünür hâle getirdiler.
          Susamadan her gün üç litre su tüketir olduk.
          Ama yirmi Temmuz’da gördük ki karnımızın açlıktan guruldamasına hasret kalmışız.
          Hele dudaklarımız, susuzluktan kurumayı unutmuş. Bunun sonucunda, ihtiyaç sahiplerinin hâlleriyle hallenmeyi terk edip sadece kendi sorunlarımıza mahkûm kalmışız.
          Şimdi hep beraber açlık duymanın, susuz kalmanın zamanı…
          Ramazanda tutulan orucun Müslümanların beraberce gösterdiği bir irade ve kararlılık olduğunu göstermesi cihetinden “El etek çekmek” başlığı uygun görünüyor…
          Buradaki “El çekmek” yemekten içmekten uzak durmak…
          Diğeri de güneşin şahitliğinde helalimizden uzak kalmak.
          Ama
          Ramazan ayı boyunca Halkı Müslüman olan coğrafyada tüketim % 250 artıyormuş…
          El etek çekmekle tutarlı bir ilişki değil bu.
          Beraberce aç ve susuz kaldığımız şu günlerde acıkmak ve susamak dışında neleri düşünmemiz istenmiş olabilir ki?
          Acaba bu üç günlük dünya, şu paraya ve makama ulaşmak için yaptığımız hokkabazlıklara değiyor mu?
         Gerçekten bir gelir sahibi olmak adına helal haram demeden her şeye saldırmak caiz mi?
         Evlerimizde atmak için poşetlediğiniz çöplerinize hiç baktınız mı?
         Biz bu dünyaya çılgınca tüketmek için mi gönderildik?
         İftarlarda tıka basa yiyip içip maden suyuna muhtaç kalarak oruç tutmayı sadece aç ve susuz kalmaya indirgemiş olduğumuzun farkında mıyız?
          Öte yandan iftarlarda misafirlerimiz yoksa sadece midelerimiz bayram eder!
          Oysa… Sahip olduklarımızı ihtiyaç sahipleriyle paylaşırsak bayramın kalbimizdeki kutlaması kırk gün kırk gece sürer gider…
         “Etek çekmek” tabiri ise en geniş anlamıyla Nur suresi 30 ve 31. ayetler rehberliğinde erkeklerin bakışlarını bile haramdan sakınmaları, hanımların da ziynetlerini gizlemeleri ve bu şekilde görsel fitneye zemin hazırlamaktan uzak durmalarıdır. Evli kimselerin ise ilaveten oruç boyunca eşleriyle ilişkiye girmekten uzak durma iradesi göstermeleridir. Yaratılış gereği her ayın belli günlerinde ilişkiye ara verilmesine rağmen oruçtaki farklılık bunun aynı anda bütün evli Müslümanlarca beraberce yapılıp toplu bir uzak durma eylemine dönüşmesidir.
         Yemekten, içmekten uzak durma iradesiyle, eşinden uzak durma iradesinin yan yana zikredilmesinin hikmeti hakkında yazmaktan sanki herkes hicap etmiş. “Nefis terbiyesidir" parantezinden öteye gitmemiş. Ben de bu çizgiyi aşmayı düşünmüyorum. Ama nasıl fitre verdiğim ve kurban eti götürdüğüm insanı yıl boyunca terk etmemem lazım diyorsam eşimden ayrı kaldığım şu saatlerde bu şuuru bütün seneye nasıl yayarım diye düşünmeden de edemiyorum…
          “Helalinden uzak durmak” penceresinden etrafıma bakınca gördüklerim daha doğrusu fark edemediklerim nedeniyle bayağı utandım doğrusu. Zira yakın çevremde çeşitli nedenlerle eşinden uzak yaşamak zorunda kalanların sorunlarının çözümleri içinde yer alamamış ve hiçbir yaraya da merhem olamamışım. Şimdi gördüklerimi ana başlıklar altında listeleyip sizin de çevrenize bir an olsun bu pencereden bakmanızı arzuluyorum.
        Sürekli helalinden uzak durmanın en çok yıprattığı kişiler dullar olmalı. Her ne nedenle boşanmış olurlarsa olsunlar yeniden evlenmedikleri sürece bu ayrı durma zorunluluğu fıtratlarını yaralıyordur. Örneğin çok yakınımdaki bir dul kardeşim şu anda öğretmenlik yaptığı okulun yurdunda kalıyor. Ve ben ne onun yeniden evlenmesine ne de hanımına geri dönmesine yönelik bir çözüm üretmekten çok uzağım...
         Ayrıca eşiyle ilişkileri kendileri veya yakın çevreleri yüzünden yıpranmış boşanma moduna girmiş sürekli eşleriyle küs duran bir gurup insan var. Bir şekilde bu boşanamama veya tekrar eski mutlu ilişkilere geri dönememe durumu. Buna müdahale etmek de Kuran’ın tavsiyesiyle aile yakınlarına düşüyor. Zira boşanma durumlarına arkadaşların müdahale etmelerinin yanlış sonuçlarına hepimiz şahidizdir. Yani oruç tutarken akrabanızdan evliliği tehlikede olanlar varsa hazır şeytanlar bağlı iken müdahale etmenin zamanı geldi de geçiyor.
         Şehrimizde maişetini temin edemeyip Yurtdışında çalışmak zorunda kalıp eşinden uzak aylar geçiren kardeşlere nasıl yardımcı olunup eşlerinin yanına dönmelerini sağlanabilir?
         Memuriyet nedeniyle İstanbul dışına gidip buradaki aile düzenlerini bozmayanların sayısı ise bayağı kabarık… Bunların eşlerine kavuşabilmeleri için kimleri araya koyup da        “eş durumundan” İstanbul’a eşlerinin yanına dönmelerine sebep ya da nasıl aracı olunabilir?
         Bir de yaşı geldiği hâlde maddi imkânsızlıklar veya ailelerin dayattığı aşırı harcamalar nedeniyle evlenemeyip bekleyen dar gelirli gençler mevcut. İnşaallah Serdar Karamanlı kardeşimin yönlendirmesiyle bu Ramazan belirlediğimiz bir gencin sevdiği biriyle evliliğinin maddi boyutunu halletmek için çevremize başvurmaya niyet ettik. Böylece belki de Ramazan ayında sadece ihtiyaç sahiplerini yedirmek içirmek değil de evlendirmek de adetten olur.
         Bu listeyi uzatıp ta tefekkürlerinize engel olmak istemem. Eşimizden belli bir zaman ayrı kalmamız bir zorluk ise ya değişik nedenlerle bu ayrılığın uzadığı insanlar ne yapsın?
         Bunun için hep beraber eşlerimizden uzak durma iradesi göstediğimiz şu oruç günlerini değerlendirip el ele, kafa kafaya verip bu mağduriyetleri gidermeye gayret edelim…
         Bir arkadaşım İHH’nın Afrika’da katarakt ameliyatı ile körlerin gözlerini açtırmak için iki yüz lira istendiğini duyunca heyecanlanmış ve koşmaya başlamıştı. Neden koştuğunu sorduğumda “İnfak koleksiyonumun böyle şahane bir parçaya ihtiyacı var.” demişti…
          Sizin Ramazan koleksiyonunuzun;
          Boşanmaya yaklaşmış bir yakınınızı barıştırıp onları iftarda ağırlamak,
          Yurt dışında çalışmak zorunda kalan birine şehrinizde iş bulup ona müjde vermek,
          Tanıdıklarınızı araya koyup bir memuru eşinin yanına tayin ettirmek,
          Hayata küsmüş bir dulu evlendirip yüzünü güldürmek,
          İhtiyaç sahibi bir gencin maddi yükünü sırtlanıp onu evlendirmek,
           …gibi paha biçilmez parçalardan birine ihtiyacı yok mu?

                                                                                                   Şevket HÜNER / 21.07.2012

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Fark Etmeli

Farkında olmalı insan...
Kendisinin, hayatın olayların, gidişatın farkında olmalı.
Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen...
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını
Fark etmeli.

Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını
Ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını
Fark etmeli.



Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu
Fark etmeli.

Henüz bebekken "dünya ! Benim!" dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu, 
Ölürken de aynı avuçların "her şeyi bırakıp gidiyorum işte!" dercesine apaçık kaldığını
fark etmeli.

Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.

Baskın yeteneğini
Fark etmeli 

Sonra.
Azraillin her an sürpriz yapabileceğini,
Nasıl yaşarsa öyle öleceğini
Fark etmeli insan

Ve ölmeden evvel ölebilmeli. 
Hayvanların yolda, kaldırımda, çöplükte...
Ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini
Fark etmeli.

Eşref-i mahlûkat (yaratılmışların en güzeli) olduğunu
Fark etmeli.

Ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni, 
Dikenin hemen yanı başındaki gülü
Fark etmeli. 

Evinde 4 kedi 2 köpek beslediği halde,
Çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını
Fark etmeli.

Eşine "seni çok seviyorum!" demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü
Fark etmeli.

Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini, 
Ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu
Fark etmeli.

Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini
Fark etmeli.

FARK ETMELİ.

Ömür dediğin üç gündür,
Dün geldi geçti yarın meçhuldür,
O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür.
                                                           

CAN YÜCEL

Sistemi Değiştiren 3 Aptal: 3 Idıots

Filmin Adı: 3 Aptal
Orjinal Adı: 3 Idıots
Yönetmen: Rajkumar Hirani
Oyuncular: Aamir Khan

İrfan'ın Yorumu: Bilmiyorum Hindistan filmleri izlediniz mi hiç? Slamdog Milyoner bu mükemmel filmlerden ilk aklıma gelen. Aamir Khan'ın rol aldığı bu enfes film, bana biraz "Ölü Ozanlar Derneği"ni anımsatmadı değil. Bu filmde de üniversiteye giden gençlerin dünyaya bakış açılarını, amaçlarını, hedeflerini, hedefe giderken yapacakları mücadele stilini, arkadaşlık bağlarını, önemli olanların sıralamasında öncelikleri harika bir şekilde anlatıyor. Bazen oluyor gülmekten kırılıyorsunuz, bazen oluyor gözyaşlarınıza hakim olamıyorsunuz. Sizi öyle anlarda öyle bir şekilde sarsıyor ki, normal hayatta da böyle olduğunu hissediyorsunuz. 
Aamir Khan'ı ilk kez bu filmde gördüm. İnanılmaz işler yapmış gerçekten. 
Film ile ilgili çok fazla detay vermek istemiyorum, kendinizi filmin içerisine attığınızda bırakamayacaksınız zaten. Kaçırılmaması gereken enfes bir film. 

Film ile ilgili bilgi alabileceğiniz internet adresini de paylaşayım:
http://www.sinemalar.com/film/72341/3-idiots

8 Temmuz 2012 Pazar

O Köyde Ne Olmuş Öyle! Tanios Kayası


Kitabın Adı: Tanios Kayası
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Yazarı: Amin Maalouf
Kitabı Bitiriş Tarihi: 07 Temmuz 2012


Yöneticilerin en kötüsü sana sopa indireni değil, kendine sopa indirmeye zorlayandır.(sh. 118)


İrfan'ın Yorumu:
Amin Maalouf'un elimdeki kitaplarını bitirmiş oldum. Rahmetli eniştemin kütüphanesinden okumak için ödünç almıştım ve nihayete erdi. Bir hristiyan arabın gözüyle doğudaki yolculuğumuz bu kitapla bitmiş oldu. Yazarın diğer kitaplarını da okumayı açıkçası düşünüyorum. Çünkü yazarın üslubu gerçekten enfes. Bu kitapta da bir PİÇ'in etrafında gelişen olaylara tanık oluyoruz. 1800'lü yıllarda, Ortadoğu coğrafyasındaki kültürlere, derebeylerine, birbirleri ile olan ilişkilerine... Yasak aşkların ve sonuçlarının anlatımını yine kendi cephesinden sunmuş. Ama şu bir gerçek ki Afrikalı Leo yazarın en iyi kitabı diyebilirim. Kitapla ilgili internette tur attığımda bir bloga rastladım, onu da buraya ekleyeyim. http://seraptan.blogspot.com/2007/12/tanios-kayasi-amin-maalouf_29.html




Kitabın Özeti 

Tanios Kayası ;Mısır valisi Mehmet Ali Paşa zamanında,Emirlikler altında bulunan bir dağ köyünde geçiyor.Her köyün başındaki şeyh gibi Tanios'un köyündeki şeyhinde uçkuru gevşektir biraz.Köyün bütün hoş hatunlarıyla birlikte olmaktadır.Tanios'un annesi Lamia ise köyün en güzel kadınıdır.Verilen bilgiler ışığında hikayenin gerisini tahmin etmek pek zor değil aslında.Arada bir sürü olaylar olur,onları anlatırsam sizin kitabı okumanıza gerek kalmayacağı için onlardan bahsetmiyorum.Maalouf bu romanında da tarihten ayrılmıyor ve temellerini gerçek bir hikayeye dayandırıyor. Öykünün geçtiği tarihin olaylarını da okuyucuya aktarmayı unutmuyor.



Kitaptan Önemli Alıntılar
- Adalete dayanan bir toplumda, ayrıcalıkların bir rezalet olduğunu ancak keyfi yönetimin hüküm sürdüğü yerlerde, ayrıcalıkların bazen de despotluğa bir engel teşkil ettiğini ve böylece çelişkili bir biçimde adalet ve eşitliğin teminatı olduğunu anlattım. İster Osmanlı, ister Mısır yönetiminde olsun, bugünkü doğu toplumlarının durumu budur... (sh. 113)

6 Temmuz 2012 Cuma

Doğu Tarafına Bir Bakalım: Semerkant

Kitabın Adı: Semerkant
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Yazarı: Amin Maalouf
Kitabı Bitiriş Tarihi: 06 Temmuz 2012


Yönetmek için gerekli olan nitelikler ile, iş başına gelmek için gerekli olan nitelikler arasında fark vardır. İşleri iyi yönetmek için, kendi işlerini unutup sadece başkalarına, özellikle en yoksul olanlara bakacaksın; iktidara gelmek için ise, insanların en aç gözlüsü, en bencili, kendi dostlarının bile gözünün yaşına bakmayanı olacaksın. Ben ise kimseyi incitemem! (sh. 73)


İrfan'ın Yorumu:
Amin Maalouf'un kitapları ile "doğunun gemileri"nde yolculuğumuza devam... İyi bir kurgu ile kitap sizi yine etkileyecek. Geçmişten yakın geçmişe ve Titanic'in batışına kadarki sürede yine ünlü kahramanlar eşliğinde İran tarafına yolculuğa bu kitap ile katılabilirsiniz. Kimler yok ki bu gemide, Ömer Hayyam, Hassan Sabbah, Nizamülmülk, 1900'lü yıllarda Rus Çar'ı ve ordusu, iç karışıklıklar yaşayan İran ve yönetimdeki Şah, Amerikalı, İngiliz, Fransız bürokratlar...
Kitapta Ömer Hayyam'ın Hassan Sabbah ile tanışması, Nizamülmülk ile olan dostlukları, sonra iç karışıklıklar, Haşhaşiyyun tarikatının kurulması ve tam bir terör estirmesi ve yakın geçmişe yansımaları... 
Dedim ya kitap iyi bir kurgu ile sizi İran'a ve onun kültürüne götürüyor. 




Kitabın Özeti 

Yazar kitabında özetle, tüm olanları Benjamin’in anlatısıyla aktarmış ve tarihe damgasını vuran üç önemli şahıs ile 20 nci yüzyıl başlarında İran’da gerçekleşen modernleşme çabalarını bu romanın esas teması olarak oluşturmuştur Ömer Hayyam’ın Cihan adlı kadın şairle yaşadığı aşk ve Benjamin ile Şirin arasında geçenler yine yazarın usta kalemiyle tüm olaylar arasında eritilerek sunulmuştur

1072 yılında, Selçuklu Sultanı Melikşah’ın saltanatı İran’ı da kapsamıştır Ömer Hayyam kısa bir süre önce Semerkant’a yerleşmiştir Selçuklu Veziri Nizamülmülk Semerkant’a geldiği sırada onunla tanışmıştır Nizam, Hayyam’ı bir sene sonrası için Isfahan’a davet etmiştir Ömer Hayyam bu tanışmanın ardından bir yıl geçince Isfahan’a doğru yola koyulmuştur Hasan yolculuğu sebebiyle Kum kentinden geçerken Sabbah ile tanışmıştır Hayyam’ın o güne kadar tanıdığı en bilge kişi Hasan’dır Hasan’da Isfahan’a giderek Nizam’dan bir iş istemeyi planlamıştır Hayyam, Isfahan’da Nizam’ın huzuruna çıktığında, kendisinden “Sahib-i Haber” (casusların başı) olması istenmiştir Hayyam bir bilim adamı olduğunu ve hafiye olamayacağını belirtmiştir Ancak Nizam’a, Hasan Sabbah’ı önermiştir

Nizam, bu işe Hayyam’ı layık görmesine rağmen Hasan’ı kabul etmek zorunda kalmıştır Hayyam, Selçuklu’nun malî desteği ile çalışmalarını sürdürmüştür Hasan, Nizamülmülk’ün vazgeçemediği yardımcılarından biri olmuş ve Nizam’a hizmet etmek yerine onun mevkiine geçmeye niyetlenmiştir Kısa bir sürede Nizam’dan soğutmak için Melikşah’a yakınlaşmıştır Nizam ile Melikşah arasına nifak sokmaya çalışmış, ancak planı ters tepince de Melikşah tarafından çöle sürgüne gönderilmiştir
Hasan, emelleri uğruna bir şekilde çölden kurtulmuş, mezhep ve kültürlerinin tehlike altında olduğunu düşünen bir kısım Acem halkını cennet vaadi ile kandırmıştır Ünlü Haşhaşiyun tarikatını kurarak Alamut kalesine yerleşmiştir Hasan Sabbah’ın verdiği afyonla sarhoş olan bu tarikattaki insanlar, intihar saldırıları düzenlemişlerdir
Hasan’ın amacı bu tarikat yardımıyla Nizam ve Melikşah’tan intikam almaktır Nitekim müridleri sayesinde Nizam ve Melikşah’ı öldürmeyi başarmıştır Ancak daha sonra da huzuru bulamamış ve ebediyete de huzursuz bir şekilde göç etmiştir
Hayyam Semerkant’a geldiğinde Semerkant Elyazması ile Rubaiyat adlı kitabı yazmıştır Bu kitap kişilerin hayatında çok önemli noktalarda rol oynamıştır
Ömer Hayyam’ın 1873 yılında dünyada yeniden popüleritesi artmaya başlamıştır Hasan Sabbah’la birlikte ortadan kaybolan Rubaiyat’ın kopyaları da tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır Hayyam’a olan hayranlıkları nedeniyle Lesage çifti yeni doğan oğulları Benjamin’e ikinci bir isim olarak Omar ( Ömer’in ingilizce yazımı) adını koymuşlardır
Benjamin 15 yaşına gelince, kendi ismini taşıdığı Hayyam’ı merak ederek onu araştırmaya ve Farsça öğrenmeye başlamıştır Daha sonra Hayyam’ın zamanında ve kendi çağında insanları o denli çok etkileyen “Rubaiyat”ın peşine düşmüştür Önce İstanbul’a gitmiş ve oradan da İran’a geçmiştir
Bu sırada İran Şahı’nın torunu Şirin’le tanışmış ve ona aşık olmuştur Benjamin, İran’da bir çok macera yaşayarak 1910’larda İran’daki modernleşme hareketlerine katılmıştır Sonunda Benjamin Şirin’le birlikte Semerkant elyazmasına ulaşarak Amerika’ya gitmek üzere İran’dan ayrılmıştır
Bunun için önce İngiltere’ye gitmişler ve oradan da Titanic gemisine binerek Amerika’ya doğru denize açılmışlardır Ne yazık ki yaklaşık bin yıl önce kaybolup, o anda yeniden ortaya çıkan “Rubaiyat” Titanic’in batmasıyla sonsuzluğa karışmıştır
Benjamin ve Şirin kurtularak başka bir gemiyle Newyork’a ulaşmışlardır Limandaki karışıklıkta tıpkı “Rubaiyat” gibi Şirin de sonsuza dek kaybolmuştur
Maalouf yapıtında, ciddi şekilde ölümcülleştirilen mezhep aidiyetini vurgulamak amacıyla bu üç önemli şahsı kullanmıştır Haşhaşiyun tarikatındaki insanların diğer tüm aidiyetlerini (dil, vatan, ırk, hatta din) bir kenara iterek kimliklerini sadece mezhepleri şiaya göre belirlemiş ve mezhepleri farklı olduğu için kendi kardeşlerini bile öldürebilecek birer katile dönüşmüşlerdir
Sonuç olarak Maalouf; 1900’lerde Tebriz’deki durumu incelerken de doğunun bir uyanış ve modernleşme sürecine girmiş olduğu, İran’daki direnişe ve yenilikçilerin vermiş oldukları uğraşlara dikkat çekmiştir 20 nci yüzyıl başlarında İran’da gerçekleşen modernleşme çabalarını iyi anlamak ve farklı bir bakış açısıyla değerlendirebilmek için, bu kitaptan öğrenilecek ve dersler çıkarılacak önemli tarihi ve siyasi olaylar bulunmaktadır


Kitaptan Önemli Alıntılar
- Dört kent var ki isyan yıldızı altında doğmuştur. Bunlar Semerkant, Mekke, Şam ve Palermo'dur. (sh. 26)

- Denizin komşusu olmaz, hükümdarın dostu olmaz... (sh. 32)

- Ömer, eğer şarabı sulandırmak denilebilirse, uzlaşmacı, minnet dolu bir tavır takındı. Bu konuşmayı izleyen aylarda, küp denklemleri ile ilgili ciddi bir eser yazmaya koyuldu. Bu cebirsel denklemin bilinmeyenine, Arapça ŞEY diyordu. Bu sözcük İspanyolca yapıtlarda X AY diye yazıldığından, zamanla X biçimi alacak ve bilinmeyeni göstermekte kullanılan evrensel X harfine dönüşecektir. (sh. 34)

- İşte Selçuklular böyledir, dedi. Hem insafsızca yağmacı ve hem de en aşağılık ve en yüce duyguları besleyebilen aydın hükümdarlardır. (sh. 40)

- Alp Arslan dört gün, dört gece can çekişti. O acılı dört gün boyunca, acı düşüncelere daldı. Söylediği sözleri, o dönem tarihçileri şöyle naklederler: "Geçen gün, yüksek bir yerden orduma bakıyordum. Ayaklarımın altındaki toprağın titrediğini hissettim. Kendi kendime: Dünyanın hakimi benim! Benimle kim boy ölçüşebilir? dedim. Tanrı bana, insanların en sefilini gönderdi. O savaşta yenilmiş bir esir, bir mahkum. Benden güçlü çıkıp beni vurdu. Beni tahtımdan etti, beni canımdan etti.
Ömer Hayyam bu olayın ardından mı yazdı şu dörtlüğü:

Zaman zaman bu dünyada bir adam kalkar,
Şişinerek, işte buradayım! der.
Kısa bir düş boyunca sürer zaferi
Ölüm gelmiştir bile: İşte buradayım! der. (sh. 47)

- Kitaplarda yer almış bir öyküdür: Üç arkadaştan söz eder. Derler ki: :Binli yılların başlarında çağı etkilemiş üç İranlı vardır. Dünyayı gözlemlemiş olan Ömer Hayyam, dünyaya hükmetmiş olan Nizamülmülk ve dünyayı titretmi olan Hasan Sabbah. (sh. 66)

- Hükümdarlarla düşüp kalkan bilginler, bilginlerin en kötüsüdür. (sh. 67)

- ... Ona de ki: Yönetmek için gerekli olan nitelikler ile, iş başına gelmek için gerekli olan nitelikler arasında fark vardır. İşleri iyi yönetmek için, kendi işlerini unutup sadece başkalarına, özellikle en yoksul olanlara bakacaksın; iktidara gelmek için ise, insanların en aç gözlüsü, en bencili, kendi dostlarının bile gözünün yaşına bakmayanı olacaksın. Ben ise kimseyi incitemem! (sh. 73)

- Bu korkunç geceden sonra Nizam kaderine razı oldu. Artık var olmayacağı düşüncesine alışmıştı. Devlet işlerinden uzaklaşmış, Siyasetname adını verdiği kitabına kendini vermişti. Bu, dört yüz yıl önce Batı için Machiavel'in Prens adlı eseri ne ise, Müslüman doğu için aynı paralelde, yönetme sanatı ile ilgili eşsiz bir yapıttı. Ancak ikisi arasında önemli bir fark vardı: Prens, siyasette düş kırıklığına uğramış, iktidardan yoksun kalmış bir adamın eseriydi, oysa Siyasetname, İmparatorluk kurmuş bir adamın eşi olmayan deneyiminin meyvesi idi. (sh. 97)

- Bir işte başarı elde edilmek isteniyorsa, kadınların dediklerinin aksini yapmak gerekir. (sh. 98)

- İsfehan'a doğru yola çıktıklarında , Melikşah öleli birkaç gün olmuştu ama "Çinli" haberi birliklerinden gizlemeyi sürdürmüştü. Ceset, altı atın çektiği ve üzeri çadırla örtülü bir arabaya konulmuştu. Ama hile sürüp gidemezdi. Tahnit edilmemiş ceset, çürüyüp varlığını belli etmeden canlılar arasında daha fazla kalamazdı. Terken ondan kurtulmak istedi ve böylece: "Sayılan ve sevilen sultan, yüce şehinşah, doğunun ve batının hükümdarı, İslamın ve Müslümanların temel direği, Dünyanın ve Ahiretin medar-ı iftiharı, Fatihler babası, Yüce Tanrının halifesinin tek dayanağı" bir gece yarısı, bir yolun kenarına gömülüverdi. O gün bugün kimse mezarını bulamadı. Tarihçiler böylesine güçlü bir hükümdarın, duasız, törensiz, gözyaşısız gömüldüğü ne görülmüştür ne duyulmuştur, diye yazdılar. (sh. 108)

- Krala karşı haklı olan bir bakan, kocasına karşı haklı olan bir kadın, subayına karşı haklı olan bir er iki kat ceza görmez mi? Zayıfların haklı olmaları hatadır. Rusların ve İngilizlerin karşısında İran zayıftır, bir zayıf gibi davranmalıydı. (sh. 242)



Kitaptaki Önemli Şahsiyetler

1. Ömer Hayyam http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96mer_Hayyam
2. Tuğrul Bey http://tr.wikipedia.org/wiki/Tu%C4%9Frul_Bey
3. Çağrı Bey http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87a%C4%9Fr%C4%B1_Bey
4. Alp Arslan http://tr.wikipedia.org/wiki/Alp_Arslan
5. Nizamülmülk http://tr.wikipedia.org/wiki/Nizam%C3%BClm%C3%BClk
6. Hassan Sabbah http://tr.wikipedia.org/wiki/Hasan_sabbah
7. Terken Hatun http://www.geyikmerkezi.com/terken-hatun-biyografisi_hayati7691.html
8. Melikşah http://tr.wikipedia.org/wiki/Melik%C5%9Fah (irfanın yorumu: ilginçtir buradaki maddede ölümü ile ilgili herhangi bir detay yer almamaktadır.)
9. Cemaleddin Afgani http://tr.wikipedia.org/wiki/Cemaleddin_afgani

5 Temmuz 2012 Perşembe

Taammüden, Tasarlayarak, TOKİ

- Yavrularım içerde, ne olur onları kurtarın !
- Nerede ablacım senin yavruların?
- Nerede olacak, yılın büyük bir bölümü yağışlı geçen Karadeniz'de
Nerede olacak, devletin, dere yatağındaki ıslah çalışması sonucu başka bir yer yokmuş gibi yine aynı dereyatağına yapılan TOKİ binalarında...
Nerede olacak, "Yer seçimi konusunda yanlış bir tercihde bulunulduğunu sanmıyorum" diyen yetkililerin yaptıkları yerde.
Nerede olacak, "Biz bu binaları yapmasa idik çok daha büyük bir felaket yaşanırdı" denilen yerde.

- Yavruların nerde ablacım?
- Nerede olacak oğlum, sırtımızı dayadığımız, güvendiğimiz, emin olduğumuz devletimizin yaptığı güvenli konutlarda...
Öldüler... Artık yoklar... Yaşamıyorlar, yaşamayacaklar, geri dönmeyecekler...

http://www.cnnturk.com/2012/guncel/07/05/olduren.2.hata/667746.0/index.html


Bu acı olay karşısında birkaç gazetenin olaya bakışı ile bizden olan gazetenin olaya bakışı da artık ibretlik olsa gerek. 







3 Temmuz 2012 Salı

Sallallahu Aleyhi Ve Sellem !



Milyarlık Koro
              Önce Rasulullah’ın (sav) doğum günü münasebetiyle idrak(!) edilen ve hicri olan Mevlit kandilinin miladi olarak Nisan’da bir karşılığı bulundu. Buna “Kutlu doğum” denildi. Ardından bu yılın 1440. kutlu doğum yılı olduğu ilan edildi. Arkasından halkımız coştu… Nisan’a yetiştirilmek üzere milyarlarca “Salâvat-ı Şerif” getirilmesi organize edildi. Salâvatlar dağıtıldı ve tesbihler alınıp söz verilen adetler arka arkaya zikredilip mail yoluyla bildirildi. Fakat dünyada peygamberini en fazla hürmetle anan millet ile ilgili “Guinness rekorlar kitabında” bir madde olmadığından tarihe geçilemedi. Ama her şeye rağmen Kutlu Doğum Haftası'nda okunan salâvatların sayısı üzerinden Rasulullah’ın(sav) ruhuna(!) hediye edilme merasimleriyle bütün dünyaya ilan edilmesi ihmal edilmedi.
Aslında benim bu yazıyı yazmaya iten neden, bu kampanyanın,  "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin." (Ahzap / 56)” ayeti üzerinden ilan edilip yapılan işin Kur'ani bir eylem kılığına sokulup bu şekilde âdeta ayetin içinin boşaltılmasıdır. Bu tarihimizde bir ilk değil. Bu tip yanılgılara sahabeden ve tabiinden de düşenler olmuştur. Bu konuda iki örnek verelim.
"…Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın…" (Bakara / 187) ayeti üzerine Adiyy ibn Hatim (ra) şöyle demiştir “Ya Rasulullah! Siyah iplikten seçilecek beyaz iplik nedir? Bun­lar hakikaten iki ip midir diye sordum. O: "Eğer sen bu iki ipe baktıysan, şüphesiz sen elbette geniş kafalısın." buyurduktan sonra "Bunlar senin düşündüğün gibi iki ip değildir. Biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır." bu­yurmuştur. (Buhari / Tefsir Babı, 37)
H. 48–52 yılları arasında İstanbul, İslâm ordusu tarafından kuşatılmıştı. Düşman askerlerinin kale duvarlarına sırtlarını döndüğü bir anda İslâm askerinden biri öne çıkarak kaledekilere ok atmaya başladı. Onu görenler; "Kendi kendinizi bile bile tehlikeye atmayın!" ayetiyle yapılanı kınadılar. Ebû Eyyûb el-Ensârî (ra) şöyle bir açıklama yaptı: "Ey Müslümanlar! Bu, "…Kendi kendinizi bile bile tehlikeye atmayın…" (Bakara / 195) ayeti, biz Ensâr topluluğu hakkında nazil oldu. Günün birinde Allah'ın yardımı ile Rasulullah’ın, tebligatı karşılık bulunca, biz, artık kendi işimize gücümüze bakalım diye düşünürken bu ayet nazil oldu. Ayetin asıl işaret ettiği kendini tehlikeye atmak, cihadı tamamiyle terk ederek kendi işinden gücünden başka bir şey düşünmemektir... (Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili)  
  Günümüzde ayetlerin içinin boşaltılmasına müdahale edecek bir Rasul (sav) ve o ayetlerin nerede ve ne anlamda indiğini bilecek bir Eyüp Ensari (ra) olmadığına göre, bu her Müslüman’ın üzerine bir vecibedir. Zira “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin. (Ahzap / 56) ayeti indiği zaman sahabe-i kiram, “Allahümme salli…” tespihatıyla bir köşeye çekilmemiş, varıyla-yoğuyla harekete geçip Allah yolunda Rasulullah’a(sav) destek olmuş, onun güvenliğini bu şekilde sağlamışlardır. Rasulullah (sav) vefat edince de arkasından tespih çekmek yerine sünnetine sahip çıkmışlardır. Diğer yandan bugünkü uygulama sonunda ayet, Allah melekleriyle birlikte bu salâvat organizasyonuna katıldı yanılgısına sebep olmaktadır.
             Hâlbuki burada ifade edilen anlam "(Ama) onlar: 'Ey Musa! Ötekiler orada oldukça biz o (topraklar)a asla giremeyeceğiz. O hâlde sen ve Rabbin gidin ve birlikte savaşın! Biz burada kalacağız!' dediler." (Maide / 24) ayetiyle de açıklanabilir. Burada İsrail oğullarının Musa’ya “Git sen ve seni destekleyen Rabbin savaşın bizi tehlikeye atmayın” diyerek adeta “sana Allah salât etsin biz sadece senin ismini anarız”  demiş olmaktalar. Ayet gereği Sahabe, Rasulullah’ı (sav) zikredip sonra onu tehlikeler içinde yalnızlığa terk etmemiş daima yanında yer almış ve canları pahasına koruyup kollamışlardır. Yani salâtı selam etmişlerdir…
            Asıl gaye Rasulullah’ı (sav) hürmetle anmak ise, onun isminin zikredildiği her yerde muhakkak onun ya sözünden, ya amelinden, ya da takririnden söz edilmesi gerekir. Rasulullah’ı anmak onun sünnetini hatırlamak veya hatırlatmakla olur. Sünnetini uygulamayıp sadece ismine hürmet etmek ise adeta onu putlaştırmaktır. İslam öncesi Kâbe’nin çevresinde yer alan heykeller, uyarıları dikkate alınmayıp sadece isimleri anılarak putlaştırılmış eski peygamberler ve azizlerdi. Putperestliğe tövbe ederek sahabe olanların salâtı selamı ise, onun sünnetine sımsıkı sarılmak ve bidat ehline “Bunu sana Rasulullah mı emretti?” şeklinde çıkışmaktı. Ama söz verilen sayıyı tutturmak için Rasulullah’ın (sav)  adını arka arkaya zikrettiği halde onun sünnetinden uzak yaşayanların salâtı selamı, adeta “Padişahım çok yaşa” kıvamında tekerleme haline getirilmiş bir dudak tiryakiliğidir…
           Mesela namazımızın son oturuşunda Rasulullah’a (sav) salâtı selam ederiz. Yani salâtı selamı salih bir amelin içerisinde yaparız. Rasulullah (sav) gibi dosdoğru kılınmaya devam edilen namazın içerisinde onu saygıyla ve hürmetle anarız.
Mekke devrinde Ammar bin Yasir’in (ra) annesinin ve babasının (rah) şehit edilmesi, Habbab bin Eret’in (ra) kızgın demirlerle dağlanması, Bilal’ın (ra) kayaların altında işkence görmesinin nedeni Rasulullah’a hürmetle salâtı selam etmelerindendi. Bütün varlıklarını ve anılarını ardında bırakıp Habeşistan’a veya Medine’ye hicret edilmek zorunda kalınmasının sebebi de Rasulullah’a (sav) salâtı selam edilmesiydi. Akabe biatlerinde Ensar, Rasulullah’ı (sav) koruyup kollayacaklarını ve itaat edeceklerine söz vermeleri onların salâtı selamıydı.
Sonra Muhacir ve Ensar her türlü hamasetten sıyrılıp onun emrinde kardeş olup sahip olduklarını paylaşarak Rasulullah’a (sav) salât ve selam ettiler. Günler böylece geçip giderken onu desteklemeyi salâtı selam olarak görenlerle, Yahudilerin tesiriyle onu mütebessim bir maske ardından anıp destek vermeyenler karışıp seçilemez olmaya başlayınca…
"(Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, “Senin, elbette Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik ederiz” derler. Allah senin, elbette kendisinin Resulü olduğunu biliyor. (Fakat) Allah, o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder." (Münafikun / 1)
              Neden bu ayette Allah,  Resulünün anan nifak ehlini zikrini yalanlamıştır? Niçin daha çok insanın Resulü anmasına pirim vermemiştir? Bu durum münafıkların uygulamalarını ifşa eden diğer ayetler okununca daha iyi anlaşılır. Onlar namaza üşenerek kalkarlar… Canlarına ve mallarına ziyan gelme riski varsa cihada katılmazlar… İmanı zayıf olanların kalplerine ölüm ve fakirlik üzerinden korku salarlar… Mallarını üst üste yığıp ihtiyaç sahipleriyle paylaşmazlar… Fitne çıkarmak için mescit inşa etmeye kalkışırlar… Düşmana bilgi sızdırırlar… İffetli kadınlara iftira ederler… Etnik ayrışmaları desteklerler… Yani onlar Rasulullah’ı (sav) Yahudilerin Musa’yı (as) anma sahteliğinde anıp sünnetini terk edip nifak çıkaranlardır. Ayette de görüldüğü üzere Allah, kimin Resulüne salât ve selam ettiğini, kimin ise sadece tespih çekerek tatmin olan dünyaperestlerden olduğunu en iyi bilendir…
Geçen yıl kaybettiğimiz merhum Necmettin Erbakan’ın da ardından bir milyon hatim okunmuş ve “29 Mayıs Fetih programında" onun ruhuna(!) bağışlanmıştı. Yani ülkemde üç ayda bir milyon kere Kur'an okundu ama değişen hiçbir şey olmadı. İnanın laisizm adına bu çok büyük bir başarıdır. Böylece Kur'an bir kez daha mezarlık kitabı ilan edildi. Yeni anayasa çalışmalarında ise bu hatimlerin hiçbir katkısı olmadı. Diğer yandan,  Kutlu Doğum'a kadar okunan milyarlarca salâtı selama rağmen Müslümanların gündemindeki, Rasulullah’ın (sav) sünnetini yaşatmak yerini biranda demokrasi havariliğine bırakması size de garip gelmedi mi?

                                                                                           Şevket HÜNER / 29.06.2012
Neler duydu şu dünyada,
Mevlidine hayran kulaklarımız
Ne adlar ezberledi ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız
Artık yolunu bilmiyor,
Artık yolunu unuttu ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar yakışmamıştı ya Muhammed,
Bugünkü kadar…
           (Arif Nihat Asya / Naat)