3 Temmuz 2012 Salı

Sallallahu Aleyhi Ve Sellem !



Milyarlık Koro
              Önce Rasulullah’ın (sav) doğum günü münasebetiyle idrak(!) edilen ve hicri olan Mevlit kandilinin miladi olarak Nisan’da bir karşılığı bulundu. Buna “Kutlu doğum” denildi. Ardından bu yılın 1440. kutlu doğum yılı olduğu ilan edildi. Arkasından halkımız coştu… Nisan’a yetiştirilmek üzere milyarlarca “Salâvat-ı Şerif” getirilmesi organize edildi. Salâvatlar dağıtıldı ve tesbihler alınıp söz verilen adetler arka arkaya zikredilip mail yoluyla bildirildi. Fakat dünyada peygamberini en fazla hürmetle anan millet ile ilgili “Guinness rekorlar kitabında” bir madde olmadığından tarihe geçilemedi. Ama her şeye rağmen Kutlu Doğum Haftası'nda okunan salâvatların sayısı üzerinden Rasulullah’ın(sav) ruhuna(!) hediye edilme merasimleriyle bütün dünyaya ilan edilmesi ihmal edilmedi.
Aslında benim bu yazıyı yazmaya iten neden, bu kampanyanın,  "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin." (Ahzap / 56)” ayeti üzerinden ilan edilip yapılan işin Kur'ani bir eylem kılığına sokulup bu şekilde âdeta ayetin içinin boşaltılmasıdır. Bu tarihimizde bir ilk değil. Bu tip yanılgılara sahabeden ve tabiinden de düşenler olmuştur. Bu konuda iki örnek verelim.
"…Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın…" (Bakara / 187) ayeti üzerine Adiyy ibn Hatim (ra) şöyle demiştir “Ya Rasulullah! Siyah iplikten seçilecek beyaz iplik nedir? Bun­lar hakikaten iki ip midir diye sordum. O: "Eğer sen bu iki ipe baktıysan, şüphesiz sen elbette geniş kafalısın." buyurduktan sonra "Bunlar senin düşündüğün gibi iki ip değildir. Biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır." bu­yurmuştur. (Buhari / Tefsir Babı, 37)
H. 48–52 yılları arasında İstanbul, İslâm ordusu tarafından kuşatılmıştı. Düşman askerlerinin kale duvarlarına sırtlarını döndüğü bir anda İslâm askerinden biri öne çıkarak kaledekilere ok atmaya başladı. Onu görenler; "Kendi kendinizi bile bile tehlikeye atmayın!" ayetiyle yapılanı kınadılar. Ebû Eyyûb el-Ensârî (ra) şöyle bir açıklama yaptı: "Ey Müslümanlar! Bu, "…Kendi kendinizi bile bile tehlikeye atmayın…" (Bakara / 195) ayeti, biz Ensâr topluluğu hakkında nazil oldu. Günün birinde Allah'ın yardımı ile Rasulullah’ın, tebligatı karşılık bulunca, biz, artık kendi işimize gücümüze bakalım diye düşünürken bu ayet nazil oldu. Ayetin asıl işaret ettiği kendini tehlikeye atmak, cihadı tamamiyle terk ederek kendi işinden gücünden başka bir şey düşünmemektir... (Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili)  
  Günümüzde ayetlerin içinin boşaltılmasına müdahale edecek bir Rasul (sav) ve o ayetlerin nerede ve ne anlamda indiğini bilecek bir Eyüp Ensari (ra) olmadığına göre, bu her Müslüman’ın üzerine bir vecibedir. Zira “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin. (Ahzap / 56) ayeti indiği zaman sahabe-i kiram, “Allahümme salli…” tespihatıyla bir köşeye çekilmemiş, varıyla-yoğuyla harekete geçip Allah yolunda Rasulullah’a(sav) destek olmuş, onun güvenliğini bu şekilde sağlamışlardır. Rasulullah (sav) vefat edince de arkasından tespih çekmek yerine sünnetine sahip çıkmışlardır. Diğer yandan bugünkü uygulama sonunda ayet, Allah melekleriyle birlikte bu salâvat organizasyonuna katıldı yanılgısına sebep olmaktadır.
             Hâlbuki burada ifade edilen anlam "(Ama) onlar: 'Ey Musa! Ötekiler orada oldukça biz o (topraklar)a asla giremeyeceğiz. O hâlde sen ve Rabbin gidin ve birlikte savaşın! Biz burada kalacağız!' dediler." (Maide / 24) ayetiyle de açıklanabilir. Burada İsrail oğullarının Musa’ya “Git sen ve seni destekleyen Rabbin savaşın bizi tehlikeye atmayın” diyerek adeta “sana Allah salât etsin biz sadece senin ismini anarız”  demiş olmaktalar. Ayet gereği Sahabe, Rasulullah’ı (sav) zikredip sonra onu tehlikeler içinde yalnızlığa terk etmemiş daima yanında yer almış ve canları pahasına koruyup kollamışlardır. Yani salâtı selam etmişlerdir…
            Asıl gaye Rasulullah’ı (sav) hürmetle anmak ise, onun isminin zikredildiği her yerde muhakkak onun ya sözünden, ya amelinden, ya da takririnden söz edilmesi gerekir. Rasulullah’ı anmak onun sünnetini hatırlamak veya hatırlatmakla olur. Sünnetini uygulamayıp sadece ismine hürmet etmek ise adeta onu putlaştırmaktır. İslam öncesi Kâbe’nin çevresinde yer alan heykeller, uyarıları dikkate alınmayıp sadece isimleri anılarak putlaştırılmış eski peygamberler ve azizlerdi. Putperestliğe tövbe ederek sahabe olanların salâtı selamı ise, onun sünnetine sımsıkı sarılmak ve bidat ehline “Bunu sana Rasulullah mı emretti?” şeklinde çıkışmaktı. Ama söz verilen sayıyı tutturmak için Rasulullah’ın (sav)  adını arka arkaya zikrettiği halde onun sünnetinden uzak yaşayanların salâtı selamı, adeta “Padişahım çok yaşa” kıvamında tekerleme haline getirilmiş bir dudak tiryakiliğidir…
           Mesela namazımızın son oturuşunda Rasulullah’a (sav) salâtı selam ederiz. Yani salâtı selamı salih bir amelin içerisinde yaparız. Rasulullah (sav) gibi dosdoğru kılınmaya devam edilen namazın içerisinde onu saygıyla ve hürmetle anarız.
Mekke devrinde Ammar bin Yasir’in (ra) annesinin ve babasının (rah) şehit edilmesi, Habbab bin Eret’in (ra) kızgın demirlerle dağlanması, Bilal’ın (ra) kayaların altında işkence görmesinin nedeni Rasulullah’a hürmetle salâtı selam etmelerindendi. Bütün varlıklarını ve anılarını ardında bırakıp Habeşistan’a veya Medine’ye hicret edilmek zorunda kalınmasının sebebi de Rasulullah’a (sav) salâtı selam edilmesiydi. Akabe biatlerinde Ensar, Rasulullah’ı (sav) koruyup kollayacaklarını ve itaat edeceklerine söz vermeleri onların salâtı selamıydı.
Sonra Muhacir ve Ensar her türlü hamasetten sıyrılıp onun emrinde kardeş olup sahip olduklarını paylaşarak Rasulullah’a (sav) salât ve selam ettiler. Günler böylece geçip giderken onu desteklemeyi salâtı selam olarak görenlerle, Yahudilerin tesiriyle onu mütebessim bir maske ardından anıp destek vermeyenler karışıp seçilemez olmaya başlayınca…
"(Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, “Senin, elbette Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik ederiz” derler. Allah senin, elbette kendisinin Resulü olduğunu biliyor. (Fakat) Allah, o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder." (Münafikun / 1)
              Neden bu ayette Allah,  Resulünün anan nifak ehlini zikrini yalanlamıştır? Niçin daha çok insanın Resulü anmasına pirim vermemiştir? Bu durum münafıkların uygulamalarını ifşa eden diğer ayetler okununca daha iyi anlaşılır. Onlar namaza üşenerek kalkarlar… Canlarına ve mallarına ziyan gelme riski varsa cihada katılmazlar… İmanı zayıf olanların kalplerine ölüm ve fakirlik üzerinden korku salarlar… Mallarını üst üste yığıp ihtiyaç sahipleriyle paylaşmazlar… Fitne çıkarmak için mescit inşa etmeye kalkışırlar… Düşmana bilgi sızdırırlar… İffetli kadınlara iftira ederler… Etnik ayrışmaları desteklerler… Yani onlar Rasulullah’ı (sav) Yahudilerin Musa’yı (as) anma sahteliğinde anıp sünnetini terk edip nifak çıkaranlardır. Ayette de görüldüğü üzere Allah, kimin Resulüne salât ve selam ettiğini, kimin ise sadece tespih çekerek tatmin olan dünyaperestlerden olduğunu en iyi bilendir…
Geçen yıl kaybettiğimiz merhum Necmettin Erbakan’ın da ardından bir milyon hatim okunmuş ve “29 Mayıs Fetih programında" onun ruhuna(!) bağışlanmıştı. Yani ülkemde üç ayda bir milyon kere Kur'an okundu ama değişen hiçbir şey olmadı. İnanın laisizm adına bu çok büyük bir başarıdır. Böylece Kur'an bir kez daha mezarlık kitabı ilan edildi. Yeni anayasa çalışmalarında ise bu hatimlerin hiçbir katkısı olmadı. Diğer yandan,  Kutlu Doğum'a kadar okunan milyarlarca salâtı selama rağmen Müslümanların gündemindeki, Rasulullah’ın (sav) sünnetini yaşatmak yerini biranda demokrasi havariliğine bırakması size de garip gelmedi mi?

                                                                                           Şevket HÜNER / 29.06.2012
Neler duydu şu dünyada,
Mevlidine hayran kulaklarımız
Ne adlar ezberledi ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız
Artık yolunu bilmiyor,
Artık yolunu unuttu ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar yakışmamıştı ya Muhammed,
Bugünkü kadar…
           (Arif Nihat Asya / Naat) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder