Milyarlık Koro
Önce Rasulullah’ın (sav)
doğum günü münasebetiyle idrak(!) edilen ve hicri olan Mevlit kandilinin miladi
olarak Nisan’da bir karşılığı bulundu. Buna “Kutlu doğum” denildi. Ardından bu
yılın 1440. kutlu doğum yılı olduğu ilan edildi. Arkasından halkımız coştu…
Nisan’a yetiştirilmek üzere milyarlarca “Salâvat-ı Şerif” getirilmesi organize
edildi. Salâvatlar dağıtıldı ve tesbihler alınıp söz verilen adetler arka
arkaya zikredilip mail yoluyla bildirildi. Fakat dünyada peygamberini en fazla
hürmetle anan millet ile ilgili “Guinness rekorlar kitabında” bir madde olmadığından
tarihe geçilemedi. Ama her şeye rağmen Kutlu Doğum Haftası'nda okunan salâvatların
sayısı üzerinden Rasulullah’ın(sav) ruhuna(!) hediye edilme merasimleriyle bütün
dünyaya ilan edilmesi ihmal edilmedi.
Aslında benim bu yazıyı yazmaya iten neden, bu kampanyanın, "Şüphesiz Allah ve melekleri
Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm
edin." (Ahzap / 56)” ayeti üzerinden ilan edilip yapılan
işin Kur'ani bir eylem kılığına sokulup bu şekilde âdeta ayetin içinin boşaltılmasıdır.
Bu tarihimizde bir ilk değil. Bu tip yanılgılara sahabeden ve tabiinden de
düşenler olmuştur. Bu konuda iki örnek verelim.
"…Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye
kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın…" (Bakara /
187) ayeti üzerine Adiyy ibn Hatim (ra)
şöyle demiştir “Ya Rasulullah! Siyah iplikten seçilecek beyaz iplik nedir? Bunlar
hakikaten iki ip midir diye sordum. O: "Eğer sen bu iki ipe
baktıysan, şüphesiz sen elbette geniş kafalısın." buyurduktan sonra "Bunlar senin düşündüğün
gibi iki ip değildir. Biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır."
buyurmuştur. (Buhari / Tefsir
Babı, 37)
H. 48–52 yılları arasında İstanbul, İslâm ordusu
tarafından kuşatılmıştı. Düşman askerlerinin kale duvarlarına sırtlarını
döndüğü bir anda İslâm askerinden biri öne çıkarak kaledekilere ok atmaya
başladı. Onu görenler; "Kendi kendinizi bile bile tehlikeye atmayın!"
ayetiyle yapılanı kınadılar. Ebû Eyyûb
el-Ensârî (ra) şöyle bir açıklama yaptı: "Ey Müslümanlar! Bu, "…Kendi
kendinizi bile bile tehlikeye atmayın…" (Bakara / 195) ayeti,
biz Ensâr topluluğu hakkında nazil oldu. Günün birinde Allah'ın yardımı ile Rasulullah’ın,
tebligatı karşılık bulunca, biz, artık kendi işimize gücümüze bakalım diye
düşünürken bu ayet nazil oldu. Ayetin asıl işaret ettiği kendini
tehlikeye atmak, cihadı tamamiyle terk ederek kendi işinden gücünden başka bir
şey düşünmemektir... (Elmalılı,
Hak Dini Kur'ân Dili)
Günümüzde ayetlerin içinin boşaltılmasına
müdahale edecek bir Rasul (sav) ve o ayetlerin nerede ve ne anlamda indiğini
bilecek bir Eyüp Ensari (ra) olmadığına göre, bu her Müslüman’ın üzerine bir
vecibedir. Zira “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman
edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin. (Ahzap / 56) ayeti indiği zaman sahabe-i
kiram, “Allahümme salli…” tespihatıyla bir köşeye çekilmemiş, varıyla-yoğuyla
harekete geçip Allah yolunda Rasulullah’a(sav) destek olmuş, onun güvenliğini
bu şekilde sağlamışlardır. Rasulullah
(sav) vefat edince de arkasından tespih çekmek yerine sünnetine sahip
çıkmışlardır. Diğer yandan bugünkü uygulama sonunda ayet, Allah melekleriyle
birlikte bu salâvat organizasyonuna katıldı yanılgısına sebep olmaktadır.
Hâlbuki
burada ifade edilen anlam "(Ama) onlar: 'Ey Musa! Ötekiler orada
oldukça biz o (topraklar)a asla giremeyeceğiz. O hâlde sen ve Rabbin gidin ve
birlikte savaşın! Biz burada kalacağız!' dediler." (Maide / 24) ayetiyle
de açıklanabilir. Burada İsrail oğullarının Musa’ya “Git sen ve seni
destekleyen Rabbin savaşın bizi tehlikeye atmayın” diyerek adeta “sana Allah
salât etsin biz sadece senin ismini anarız” demiş olmaktalar. Ayet gereği Sahabe, Rasulullah’ı
(sav) zikredip sonra onu tehlikeler içinde yalnızlığa terk etmemiş daima
yanında yer almış ve canları pahasına koruyup kollamışlardır. Yani salâtı selam
etmişlerdir…
Asıl gaye Rasulullah’ı (sav) hürmetle
anmak ise, onun isminin zikredildiği her yerde muhakkak onun ya sözünden, ya amelinden,
ya da takririnden söz edilmesi gerekir. Rasulullah’ı anmak onun sünnetini
hatırlamak veya hatırlatmakla olur. Sünnetini uygulamayıp sadece ismine hürmet
etmek ise adeta onu putlaştırmaktır. İslam öncesi Kâbe’nin çevresinde yer alan heykeller,
uyarıları dikkate alınmayıp sadece isimleri anılarak putlaştırılmış eski
peygamberler ve azizlerdi. Putperestliğe tövbe ederek sahabe olanların salâtı
selamı ise, onun sünnetine sımsıkı sarılmak ve bidat ehline “Bunu sana Rasulullah
mı emretti?” şeklinde çıkışmaktı. Ama söz verilen sayıyı tutturmak için Rasulullah’ın
(sav) adını arka arkaya zikrettiği halde
onun sünnetinden uzak yaşayanların salâtı selamı, adeta “Padişahım çok yaşa”
kıvamında tekerleme haline getirilmiş bir dudak tiryakiliğidir…
Mesela namazımızın son oturuşunda Rasulullah’a
(sav) salâtı selam ederiz. Yani salâtı selamı salih bir amelin içerisinde
yaparız. Rasulullah (sav) gibi dosdoğru kılınmaya devam edilen namazın
içerisinde onu saygıyla ve hürmetle anarız.
Mekke devrinde Ammar bin Yasir’in
(ra) annesinin ve babasının (rah) şehit edilmesi, Habbab bin Eret’in (ra)
kızgın demirlerle dağlanması, Bilal’ın (ra) kayaların altında işkence görmesinin
nedeni Rasulullah’a hürmetle salâtı selam etmelerindendi. Bütün varlıklarını ve
anılarını ardında bırakıp Habeşistan’a veya Medine’ye hicret edilmek zorunda
kalınmasının sebebi de Rasulullah’a (sav) salâtı selam edilmesiydi. Akabe
biatlerinde Ensar, Rasulullah’ı (sav) koruyup kollayacaklarını ve itaat
edeceklerine söz vermeleri onların salâtı selamıydı.
Sonra Muhacir ve Ensar her türlü hamasetten sıyrılıp onun emrinde kardeş
olup sahip olduklarını paylaşarak Rasulullah’a (sav) salât ve selam ettiler. Günler
böylece geçip giderken onu desteklemeyi salâtı selam olarak görenlerle,
Yahudilerin tesiriyle onu mütebessim bir maske ardından anıp destek vermeyenler
karışıp seçilemez olmaya başlayınca…
"(Ey Muhammed!) Münafıklar
sana geldiklerinde, “Senin, elbette Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik ederiz”
derler. Allah senin, elbette kendisinin Resulü olduğunu biliyor. (Fakat) Allah,
o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder."
(Münafikun / 1)
Neden bu ayette Allah, Resulünün anan nifak ehlini zikrini
yalanlamıştır? Niçin daha çok insanın Resulü anmasına pirim vermemiştir? Bu durum
münafıkların uygulamalarını ifşa eden diğer ayetler okununca daha iyi anlaşılır.
Onlar namaza üşenerek kalkarlar… Canlarına ve mallarına ziyan gelme riski varsa
cihada katılmazlar… İmanı zayıf olanların kalplerine ölüm ve fakirlik üzerinden
korku salarlar… Mallarını üst üste yığıp ihtiyaç sahipleriyle paylaşmazlar…
Fitne çıkarmak için mescit inşa etmeye kalkışırlar… Düşmana bilgi sızdırırlar…
İffetli kadınlara iftira ederler… Etnik ayrışmaları desteklerler… Yani onlar Rasulullah’ı
(sav) Yahudilerin Musa’yı (as) anma sahteliğinde anıp sünnetini terk edip nifak
çıkaranlardır. Ayette de görüldüğü üzere Allah, kimin Resulüne salât ve selam
ettiğini, kimin ise sadece tespih çekerek tatmin olan dünyaperestlerden olduğunu
en iyi bilendir…
Geçen yıl kaybettiğimiz merhum Necmettin Erbakan’ın da ardından bir
milyon hatim okunmuş ve “29 Mayıs Fetih programında" onun ruhuna(!)
bağışlanmıştı. Yani ülkemde üç ayda bir milyon kere Kur'an okundu ama değişen
hiçbir şey olmadı. İnanın laisizm adına bu çok büyük bir başarıdır. Böylece Kur'an
bir kez daha mezarlık kitabı ilan edildi. Yeni anayasa çalışmalarında ise bu
hatimlerin hiçbir katkısı olmadı. Diğer yandan, Kutlu Doğum'a kadar okunan milyarlarca salâtı selama
rağmen Müslümanların gündemindeki, Rasulullah’ın (sav) sünnetini yaşatmak yerini
biranda demokrasi havariliğine bırakması size de garip gelmedi mi?
Şevket HÜNER / 29.06.2012
Neler duydu şu dünyada,
Mevlidine hayran kulaklarımız
Ne adlar
ezberledi ey Nebi,
Adına alışkın dudaklarımız
Artık yolunu bilmiyor,
Artık yolunu unuttu ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar yakışmamıştı ya Muhammed,
Bugünkü kadar…
(Arif Nihat Asya / Naat)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder