29 Ağustos 2011 Pazartesi

Obezim, Obezsin, Obeziz DİKKAT

Yüzde 70’imiz şişman - NEŞE DÜZEL -
Istanbul - 29.08.2011 TARAF GAZETESİ

Yüzde 70’imiz şişman NEŞE Düzel, Doç. Dr. Yunus Yavuz’la giderek bir salgın halini alan obeziteyi konuştu


Yeni bir araştırma yapıldı. Türkiye halkının yüzde 30-32’sinin obez olduğu çıktı. 20 milyon obezimiz var. Her üç kişiden biri obez demek bu! Amerika’daki obezite oranı da böyle işte.

‘Gürbüz çocuk sağlıklı çocuktur’ demeye artık son verilmeli. Gürbüz çocuklar, aslında geleceğin obezleri olarak yetiştiriliyorlar. Özellikle çocuklarda, gençlerde obezlik artıyor.

Dünyada bir numaralı önlenebilir ölüm nedeni sigaraysa, ikincisi de obezite. Kanserden daha tehlikeli bir hastalık bu. Kanser türlerine varıncaya dek yol açtığı hastalıkların listesi öyle korkunç ki.

***

NEDEN YUNUS YAVUZ

Bugüne dek biz aşırı şişmanlığı, Amerikan toplumuna ait bir sorunmuş gibi düşündük hep. Obezitenin Türkiye’nin de çok ciddi ve genel bir sorunu haline geldiğinin farkına varmadık. Ta ki devlet harekete geçinceye dek... Milli Eğitim Bakanlığı, obeziteyle mücadele için okulların kantinlerinde fast-food satılmasını yasaklama kararı aldı bu yıl. Ayrıca Sağlık Bakanlığı da bilim adamlarıyla toplantılar yaptı ve ülke çapında obezite merkezleri açmak için girişimler başlattı. Peki, obezite nedir? Neden olur? Kimlerde olur? Yol açtığı hastalıklar neler? Obezite aileden mi geçiyor? Türkiye toplumunda obezlik yayılıyor mu? Ne tür bir beslenme aşırı kiloya yol açıyor? Tedavisi var mı? Diyet yaparak iyileşebilirler mi? Nasıl bir diyet gerekiyor? Diyet işe yaramazsa cerrahi müdahale yapılıyor mu? Tam olarak ne yapılıyor? Cerrahi müdahale sonuç alıyor mu? Türkiye’de obezite ameliyatları çok yapılıyor mu? Kadınlar mı yoksa erkekler mi daha çok yakalanıyor obezliğe? Çocukları, bu hastalıktan korumak için nasıl beslemek gerekiyor? Bütün bu başlıkları Türkiye Obezite Cerrahisi Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Yunus Yavuz’la konuştuk. Obezite cerrahisinin önde gelen isimlerinden olan Doç. Dr. Yunus Yavuz, Türkiye toplumuna hızla yayılan obezite salgınıyla ilgili çok uyarıcı ve çarpıcı bilgiler verdi.

***

NEŞE DÜZEL: Obezite nedir?


YUNUS YAVUZ: Obezite, vücuttaki yağın fazla olmasıdır. Bugünün bilimi, insanları vücut kitle endekslerine göre sınıflandırıyor. Vücut kitle endeksi, insanın kilosuyla boyunun oranıdır. Eğer bu oran, 19 ila 25 arasındaysa kilo normaldir. Vücut kitle endeksi 25-30 arasında olan kişi ise fazla kiloludur. Türkiye’de büyük çoğunluk bu kategoride yer alıyor.


Türkiye’de nüfusun yüzde kaçı fazla kilolu?


Türkiye’de nüfusun yüzde 70’i fazla kilolu... Yani bu insanların vücut kitle endeksi 25-30 arasında. Eğer vücut kitle endeksi 30’dan fazlaysa, bunlara da bilim “obez” diyor. Endeks 40’ın üstüne çıktığında ise bu, “morbid obezite”, “ölümcül derecede obezite” olarak tanımlanıyor. Vücut kitle endeksi 19’un altına olan da düşük kilolu oluyor.


Vücut kitle endeksi nasıl hesap ediliyor?


Kişinin kilosu bölü boyunun karesi, vücut kitle endeksidir. İngilizcesi, “body mass index”tir. Diyelim ki bir kadının boyu 1.60, kilosu da 50. Boyunun karesini alıyorsunuz, 1,60’ın karesi 2,56’dır. Kilosunu yani 50 kiloyu bu rakama bölüyorsunuz. 50 kilo bölü 2,56 eşittir 19 çıkıyor. 19-25 arası bir rakam normal bir kilodur.


Türkiye’de insanların yüzde 70’inin fazla kilolu olduğunu söylediniz. Peki, nüfusun yüzde kaçı obez, bunu biliyor muyuz?


Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Müdürlüğü, obeziteyle mücadele için yeni kararlar aldı. Bu kararları alan kurullardan birinde ben de görevliydim. Geçen mayıs ayında, obeziteyle ilgili bize taze veriler geldi. Çeşitli nedenlerle polikliniklere gelen bir milyon 400 bin hastanın boylarını, kilolarını, karın ve göbek çevrelerini ölçmüşler. Türkiye halkının yüzde 30-32’sinin obez olduğunu görmüşler. Anlayacağınız Türkiye’de 20 milyon obezimiz var. Buna bir de vücut kitle endeksi 40’ın üzerinde olanları eklerseniz... Ki Türkiye’de nüfusun yüzde 3’ü de böyle “morbid obez”... Yani bu ülkede iki milyon insan hayati tehlike taşıyan bir biçimde hastalık derecesinde obez.


Çok yüksek değil mi bu oranlar?


Evet. Üç kişiden biri obez demek bu! Amerika’daki obezite oranı da buna yakın işte! Bizim nüfusumuzun yarısından çoğu fazla kilolu, obez ve morbid obez! Zaten fazla kiloluktan obezliğe geçiş bir devamlılıktır.


Anlamadım...


Mesela çocukluk çağında fazla kilolu olmak, ileride obeziteye temel sağlar. Bunun için, “gürbüz çocuk sağlıklı çocuktur” demeye artık bir son vermek lazım. Gürbüz çocuklar, aslında geleceğin obezleri olarak yetiştiriliyorlar. Ciddi bir çalışma yapılsa, Türkiye’de çocuklarda obezitenin Amerika’dakinden hiç farklı olmadığı görülür. Bu ülkede çocuklarda obezite çok arttı ve ciddi bir sorun haline geldi. Bütün bu obez çocuklar ilerinin morbid obezleri olarak yetişiyorlar. Anne babaları eğitmek de şart. “Tabağındaki yemek bitmezse arkandan ağlar, bak Afrika’dakiler aç kalıyor” demeyi bırakmalılar.


Anne ve babalar ne yapmalılar?


Çocuk doyduğu zaman, onun doyma duygusunu dikkate almak lazım. Doyma sinyalini dinleyecek hale getirilmeli çocuk! Çünkü toplumun genelinde yaşananın aynısı çocuklarda da yaşanıyor. Türkiye’de çocuk ve yetişkin, toplumun genelinde, obezite ve fazla kiloluluk artıyor. Çocukların hayat tarzlarını gözleyin...


Ne görüyoruz?


Evlerinden servislerle alınıp okullara götürülüyorlar, apartmanlarda yaşıyorlar. Hepsi evlerde ekran başındalar. Sokakta aktiviteleri kalmadı. Okullarda da spor faaliyetleri çok az. Çocukluk çağı obezitesi de bu ülkede her geçen gün ciddi olarak artıyor. Bugün çocuklarda obez oranı yüzde 6’lara tırmanmış durumda. İstanbul Üniversitesi’nin Sağlık Bakanlığı’yla birlikte yürüttüğü iki çalışma var. İlki sekiz yıl önce yapılmış. Bunu, yeni yapılan çalışmayla karşılaştırdığınızda, insanlarımızın son sekiz yılda ne kadar kilo aldıkları da ortaya çıkıyor. Sekiz yıl önce bu ülkede obezite oranı yüzde 20 iken, şimdi yüzde 30’un üzerine çıkmış bulunuyor.


Kadınlar mı yoksa erkekler mi daha çok yakalanıyor obezliğe?


İstatistiksel olarak obezite kadınlarda daha fazla. Kadınların yüzde 34’ü, erkeklerin ise yaklaşık yüzde 26’sı obez.


Niye kadınlarda obezite daha yaygın?


Genel olarak dünyada da durum böyle. Kadınlardaki obezite oranı erkeklere göre biraz daha fazla. Genetik yatkınlık ve kadın vücudunun yapısıyla da ilgisi olabilir bunun. Bir de tabii bizim kültürümüz, kadının kilolu olmasını benimsiyor. Hamilelik sonrası alınan kilolar önemsenmiyor. Şişmanlık kanıksanıyor. Bizde kadınlar pek sokağa çıkmadıkları için aşırı kilolu, obez kadınlar pek gözükmüyorlar ama evlere gidilip yapılan çalışmalar, İç Anadolu ve Trabzon bölgelerinde vücut kitle endeksi 30’un üzerinde olan insanların oranının yani obezitenin yüzde 60-70’lere çıktığını gösteriyor


Hangi bölgeler zayıf?


Genelde İç Anadolu ve Karadeniz bölgesinde daha fazla obezite var. Batıda biraz daha az. Obezite oranı özellikle kadınlarda taşrada ve kırsalda bayağı yukarılara çıkıyor.


Obezite, neden olur?


Obezitenin üç ana nedeni var. Birincisi genetik neden... Obezitenin bir bölümü genetik. Fareler üzerine yapılan çalışmalarda, obez farelerin bulunduğu görüldü ve vücutta bazı genetik bölgelerin obeziteye neden olduğu keşfedildi. Mesela obezite ve diyabet genlerinin yerleşim bölgeleri birbirleriyle çok alakalı. Anlayacağınız vücuttaki genetik haritamız, ileride başımıza obeziteyle ilgili sorunlar çıkarabiliyor. Obez çiftler görürsünüz. Bunların çocukları da obezdir. Çocuğun obezliği, onun psikolojisiyle ya da yaşam tarzıyla ilgili değildir. Çocuk obez olarak doğmuştur.


Obezitenin ikinci nedeni nedir?


İkinci neden, çevresel faktörler. Genetiğiyle oynanmış yiyeceklerden tutun da McDonald’s’ın porsiyonlarına varıncaya kadar yaşadığımız hayatın koşullarıdır bunlar. 1950’lerde McDonald’s’ın porsiyonları çocuk porsiyonu gibiyken, şimdi boyutları neredeyse bin kaloriye varan porsiyonlara dönüştü. Yiyeceklerde porsiyonlar iyice büyüdü... Ayrıca insanlar işlerinde daha çok makine kullanır oldular. Bütün bu çevresel faktörler obeziteye kaynaklık ediyor işte! Obezitenin üçüncü nedeni de davranışsal faktörler.


Davranışsal faktörler ne demek?


Bu da kişinin hayat tarzı oluyor. Kişinin spor yapıp yapmaması, vaktini televizyonun başında geçirip geçirmemesi, kişinin psikolojisi, ruh hali, onun hayat tarzını belirliyor. Bu arada tabii bazı hastalıklar var ki onlar da obeziteye zemin yaratıyor.


Hangi hastalıklar bunlar?


Bazı hormonal hastalıklar obeziteye neden olabilir. Örneğin polikistik oval hastalığı, yani kadının yumurtalarında kistik değişimlerin olması hastalığı... Kuşing hastalığı denen böbrek üstü hastalığı... Bu hastalıklar tedavi edilince obezite sorunu halledilir. Bizim ilgilendiğimiz obezite ise yüksek kalorili yemek tüketimiyle alakalı olan obezitedir.


Obezitenin nedenini bulmak kolay mıdır?


Nedenini birçok teknikle anlayabiliyoruz. Hasta öncelikle kan tetkiklerinden ve daha sonra da psikolojik incelemelerden geçiyor. Obezitenin nedeni bir psikiyatrik rahatsızlık da olabiliyor. Hastada yeme bozukluğu bulunabiliyor. Böyle bir hasta cerrahi yoldan tedavi edilmez. Çünkü yeme bozukluğu ameliyatla düzeltilemez.


Obezite kimlerde olur?


Herkeste olabilir. Anne ve babasında baskın obez genleri olanlarda obeziteyi çoğunlukla görüyoruz. Bu durumda çocuğa obezite, ailesinden geçiyor. Ama ailesinde hiç kimsede obezite yoksa, o zaman kişi çevresel ve davranışsal olarak obezdir. Aslında her gün obeziteyle ilgili yeni bulgular yapılıyor ve vücudun salgıladığı yeni hormonlar keşfediliyor. Mesela vücuttaki yağ dokusu hiçbir aktivitesi olmayan boş bir doku gibi gelirdi önceleri bize... Ama şimdi yağ dokusu aslında onlarca hormon salgıladığı anlaşıldı. Yani yağ dokusu da aslında aktif hormonal bir doku. Ensülin direnci yağ dokusundan kaynaklanıyor. Metabolizma yağ dokusundan ötürü yavaşlıyor. Biz bunları anladıkça şu ortaya çıkıyor. Belki ileride tıp, obeziteyi, cerrahi olmayan yollardan ilaçla tedavi edecek bir noktaya gelecek.


Yağ dokusu nelere yol açıyor?


Yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, karaciğerin yağlanması, diyabet gibi yandaş hastalıkların çoğuna yağ dokusundan salgılanan maddeler neden oluyor.


Obezitenin beslenme biçimiyle nasıl bir ilgisi var?


Doğaya bakın. Doğada obez canlı yok. Vahşi köpekler, kediler obez değil. Neden? Çünkü doğa ortamında katkı maddeleri, modifiye gıdalar yok. Buğdayın hikâyesine bakın... Otuz yıl önce buğday kepekle karışık olarak yenirdi. Kara kara ekmekler pişirilirdi. Şimdi buğday, içinde ne kadar gerekli ve yararlı lifler varsa ayrıştırılıyor ve nişasta halinde tüketiliyor. Aslında beyaz ekmek, bir şeker küpüdür. Bir modifiye gıda bu. Buğdayı sadece beyaz ekmek halinde tüketmek, kişinin kan şekerini ciddi yükseltiyor. Vücutta şeker yükselince, ensülin salgılanıyor. Bu sefer şekeriniz düşüyor ve acıkıyorsunuz. Acıktığınız için tekrar yiyorsunuz. Tekrar şeker yükseliyor ve bu böyle sürüyor. Yani doymalarınız ve acıkmalarınız artmaya başlıyor...


Sadece beyaz ekmek yemekle mi oluyor bu?


Bütün rafine gıdalar böyle. Mesela içine şeker katılmış gıdalar, meyve suları, nektarlar, hepsi vücuttaki ensülin dengesini bozuyor. Ensülin dengesi bozulunca da obezitenin temelleri oluşuyor. McDonald’s’da yemek yiyen çocuklara bakın... Soslar, ekmekler derken şekerli gıdalar çok olduğu için çocuklar kısa bir süre sonra tekrar acıkıyorlar. Çünkü şeker yükseliyor, bunun üzerine vücut ensülin salgılıyor, ensülin şekeri düşürüyor, şeker düşünce çocuk tekrar açlık hissediyor. Bu rafine gıdalarla insanlar bir kısırdöngüye giriyorlar ve normalden fazla yiyecek tüketiyorlar. Bu gıdalar açlık duygusunu kamçılıyor. Eğer biz gıdalarımızı yüz yıl önceki gibi tüketseydik ve yüzyıl önceki insanlar gibi bedenimizle çalışsaydık, obezite sadece genetik bir hastalık olurdu. Ama bugün Anadolu’da ekmek tüketiminin çok olduğu yerlerde obezite çok fazla görülüyor. Ayrıca bugün her evde de kola içiliyor.


Kolanın obeziteyle nasıl bir ilişkisi var?


Doğrudan ilişkisi var çünkü kolalı içecekler şeker yüklü. 330 cc’lik kutuların içinde 20 kadar kesmeşeker var. Kolanın yapay şekerli olanı obeziteye daha az yol açıyor ama o da masum değil. Onun da içinde şeker tadını veren madde var. Anlayacağınız yeme alışkanlıklarımızla oynandı, beslenme tarzımız ve sofralarımız değişti. Fast-food’lar hayatımıza girdi. İnsanlar dışarıda çalıştıkları için çabuk çözümler ürettiler. Ayrıca çalışırken vücudunu kullanan insan sayısı da azaldı. Makineleşmeyle masa başı işler çok yaygınlaştı. Bütün bunlar birleşince, obezite salgın haline geldi. Nasıl grip virüsünden söz ediliyorsa, bugün obezite de pandemi adını aldı artık. Obezite pandemisi deniyor ve dünyanın her yerine obezite bir salgın gibi yayılıyor. Özellikle çocuklarda, genç kuşaklarda obezlik artıyor. Ve, çocukluktaki obezlik, ileride oluşacak bütün hastalıkların temelini oluşturuyor.


Amerika’da obezite çok uzun zamandan beri ciddi bir sorun olarak kabul ediliyor. Obezite Türkiye için de genel bir sorun haline mi geldi bu durumda?


Bu sayılarla evet... Artık obezitede Amerika ile aynı seviyedeyiz. Aynı şiddette bir obezite sorununa sahibiz. Yapılan bütün ölçümler Türkiye’de obezitenin ciddi oranda arttığını gösteriyor. Sağlık Bakanlığı zaten bu yüzden bu sene alarm düğmesine bastı. Obezite, neden olduğu hastalıklarla büyük sağlık harcamalarına yol açıyor. Bir kere bir obez, yüzde 25 ihtimalle diyabetik olur. Şeker ilaçları kullanmaya ve ensülin iğnesi yapmaya başlar. Ayrıca bir obez yüzde 65 ihtimalle tansiyon hastası olur. Büyük bir ihtimalle de dizlerinde, belinde, kadınsa rahminde sorun çıkar. Ameliyat olduğunda da yoğunbakımda daha çok kalır, işi uzar. Safrakesesi ameliyatında bile hastanede kalış süresi artar. Obezite, toplumun ekonomisini sabote eden bir şeydir. Sağlık Bakanlığı, bu konuyu bu sene çok ciddiye alıyor.


Ne yapıyor?


Obeziteyle ilgili onlarca kurul oluşturdular Ben, teşhis ve tedavi aşamasındaki kurullardan birindeyim. Devlet, yeni obezite merkezleri açma hazırlığında. Çünkü obezite, devlete çok büyük sağlık harcamaları yaptıran bir hastalık. Obezitenin neden olduğu hastalıkların listesi öyle uzun ki. Kanser türlerine varıncaya dek korkunç bir liste bu.


Obezitenin tedavisi var mı?


Elbette var. En iyi tedavi, hayat tarzı değişikliği yaratmak... Diyet, egzersiz ve hayat tarzı değişikliği, sadece morbid obezlerde pek başarılı olmuyor. Başarı oranı yüzde 5’te kalıyor. Bu yüzden morbid obezlerde cerrahi çözüm bir adım önde gidiyor. Ama diğer obezlerde öyle değil. Onlar için ideal tedavi, hem hayat tarzını hem de yeme biçimini değiştirmektir. Daha aktif insan olmalarıdır, spor yapmalarıdır ve diyet yaparak zayıflamalarıdır. Obezler ve aşırı kilolular, bu yolla kesinlikle iyileşirler.


Egzersiz yapmadan, sadece az yiyerek zayıflanmaz mı?


Az yiyerek zayıflanmaz. Düzenli ve sık sık az yiyerek ve yanında da mutlaka egzersiz yaparak zayıflanır. Egzersiz şart. Ensülin direncini kırmanız için kaslarınızı çalıştırmanız lazım. Vücut bir dengedir! Vücutta, giren ve çıkan dengesi vardır. Çıkan miktarı arttırabilmenin tek yolu hareket etmektir. Vücuda giren kalori, çıkandan daha fazlaysa, vücut bunu yağa dönüştürüyor. Ayrıca sadece vücuda giren miktarı azalttığınız zaman da, vücut depolama moduna geçiyor. Vücudu aç bıraktığınızda, vücut bunu “kıtlık var, tehlike var” diye algılıyor ve kendi mekanizmalarını soğutup depolama eğilimine geçiyor. Yani az yenildiğinde, vücut zayıflamıyor, aksine metabolik olarak yavaşlıyor ve tükettiğiniz çok az gıda bile size yağ olarak geri dönebiliyor.


Peki, zayıflamak için nasıl bir diyet gerekiyor?


Belirgin aralıklarla ve sık sık öğünlerle az miktarda yenildiği zaman vücut daha etkili zayıflıyor. Çünkü ateş sönmeyecek. Ateşin içine sürekli bir şey atmalısınız ki ateş sürsün. Metabolizmayı hızlandırmanın yolu üç ana, üç ara öğün olmak üzere toplam altı öğünü yakalamaktır. Sabah mutlaka kahvaltı yapılmalı ve öğünlerde rafine gıdalardan uzak durulmalı. Mümkün olduğunca doğala en yakın olan gıdalar tercih edilmeli. Midede uzun süre kalan lifli yiyecekler yenmeli, yağ mümkün olduğu kadar azaltılmalı ve kepekli tam buğday ekmeği tüketilmeli. Günlük beslenme, yüzde 70 protein, yüzde 20 karbonhidrat ve yüzde 10 yağ olarak dağılmalı.


Bazı insanlar sadece salata yiyerek zayıflamaya çalışıyorlar. Bu doğru değil mi?


Değil, çünkü mide çok hızlı boşalır. Salatanın midede kalış süresi kısa olduğu için kişi tekrar acıkır. İçine bir miktar tavuk konsa, bu, daha iyi bir beslenme olur.


Light ürünler sağlıklı mı peki?


Yağı azaltılan ürünlerin kalorisi az olmayabilir. Üründeki şeker miktarına da bakmak lazım... Bir ürünün ambalajının arkasındaki bilgileri iyi okumak lazım... Çünkü karbonhidratı fazla olup da sadece yağı azaltılmış bir ürün light sayılmaz. Bu ürün, vücuttaki ensülini aynı şekilde tetikleyebilir. Sömürüye çok açık bir alan bu... Çoğu düşük kalorili değil bu light ürünlerin. Aksine yüksek kalorililer.


Peki, günde ne kadar egzersiz yapmak gerekiyor?


İdeal bir insan günde ortalama beş bin adım atmalı. Günde yarım saatle bir saat arası bir yürümeye denk gelir bu.


Çocukları bu hastalıktan korumak için nasıl beslemek gerekiyor?


Başta da dediğim gibi önce, “gürbüz çocuk sağlıklıdır” klişesi kırılmalı. Okulların kantinlerdeki o abuk subuk yiyeceklerin satışları engellenmeli. Çocuklara okullarda her sabah zorunlu olarak beden eğitimi yaptırılmalı. Anne ve babalara, sağlıklı beslenme nedir, sağlıklı kilo ne demektir mutlaka öğretilmeli.


Yeniden eski bildiğimiz yemeklere mi dönmeliyiz? Şu tencere yemeği denen yemeklere?


Çok güzel olurdu. Keşke mağara devrine dönebilsek... Doğal gıdalar yiyorlardı ve vücutlarını çalıştırıyorlardı onlar. Bakın... Şu anda dünyada bir numaralı önlenebilir ölüm nedeni sigaraysa, ikinci sıradaki ölüm nedeni de obezite. Yirmi yıl sonra, önlenebilir bir numaralı ölüm nedeni olacak dünyada obezite. Kanserden daha tehlikeli bir hastalık bu... Çünkü kalp krizi gibi sonuçlarından ötürü daha çabuk ölüyorsunuz. Bu yüzden obezite konusunda bilinçlenmek ve çocukları bu hastalıktan korumak şart!

neseduzel@gmail.com

Ramazan Bayramınız Mübarek Olsun: Şiirle Hatırlayalım

Bayramlar Bayram Ola…

Güneş yükselmeden kuşluk yerine
Bir adam camiden döndü evine
Oturdu sessizce yer minderine

Kızı “Bayram” dedi,

Yalın ayaklı
Adam “Bayram” dedi,

Tam ağlamaklı…



Eli öpüldükçe içi burkuldu
Konuşmak istedi, dili tutuldu
Güç belâ ağzından

Bir “off! ” kurtuldu

Oğlu “Bayram” dedi,

Sırtı yamalı
Adam “he ya” dedi,

Gözü kapalı…




Düşündü kış yakın,

Evde odun yok
Tenekede yağ yok,

Çuvalda un yok
Yok yoka karışmış;

Tuz yok, sabun yok

Avrat “Bayram” dedi,

Eğdi başını
Adam “evet” dedi,

Sıktı dişini…




Çalışsa ne iş var, ne cepte para
Dağ oldu içinde büyüyen yara
Dikti gözlerini karşı duvara

Takvim “Bayram” dedi,

Silindi yazı
Adam “öyle” dedi,

Bağrında sızı…




Döndürse yönünü herhangi dosta
Yaralı, gariban, dul, yetim, hasta
Yıllar, aylar, günler erirken yasta

Yer-gök “Bayram” dedi,

Ağzını açtı
Adam “Bayram” dedi,

Evinden kaçtı…

Suları Islatamadım(sh.56)
Abdurrahim Karakoç

28 Ağustos 2011 Pazar

Şili'de Neler Oluyor?



Camila Ne Yapmaya Çalışıyorsun ?

Şili, Güney Amerika kıtasının ince uzun memleketi. Gazetelere baktığınızda, televizyonlarda Şili ile ilgili haberleri izlediğinizde bir isim ve bir görüntü gözünüze hemen çarpacaktır. Camila Vallejos...
Takdim edilen haber Şili'nin güzel aktivisti şunu yaptı, Şili'nin güzel aktivisti, devrimcisi bunu yaptı falan. Kız bugün gazetedeki haber eğer doğruysa bir açıklama yapıyor: "Güzelliğimi boşver fikirlerime bak." Bu Taraf gazetesinin işgüzar manşet başlıklarından bir küçük başlık denemesi de olabilir tabi. Ama burada bu haberin doğruluğunu baz alırsak: Güzelliğimi bırak fikirlerime bak.
Enteresan bir bakış açısı değil mi? İnsanlar asıl konunun ağırlığını, yan unsurlar vasıtası ile öğrenme veya haberleştirme telaşındalar. Ne yani Şili'de olanları Camila değil de güzelliği ile ön plana çıkmayan birisi gerçekleştirse idi, orada oluşan hareketler, orada istenen haklar ve talepler gerçek değerini kaybedecek miydi?
Nasrettin Hoca: Ye kürküm ye, diyor ya. Görünüş çok önemli, bu kız da acaba o görünüşün timsali olmasın.
Kanaatimi söylemeden geçemeyeceğim, makyevalist düşünceye karşıyım. Yani hedefe giden tüm yollar meşrudur. Bu düşünce bir yol buldu mu, önüne geçemezsin.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Merhamet Denemeleri

Merhameti bir göle mi benzetirsin, yoksa bir ırmağa mı? Eğer yedigöllere gittiysen, oranın güzelliği karşısında mest olur ve evet merhamet böyle bir şey dersin. Ama hayır, durağan suyun kokması sonucu ile karşı karşıya kalırsan eğer, ııh dersin, merhamet kokmaz, kendinden nefret ettirmez dersin. Çaresiz göl benzetmen senin için bir handikap olur.

Peki ırmağa benzettiğinde durum ne ola ki? Devamlı akan bir su, tertemiz, pırıl pırıl. Üstelik kokmaz, durağan su olmadığından. Tamam dersin eğer benzetilecekse ırmak olmalı. Gürül gürül ve tertemiz bir su. Merhamet budur dersin. Fakat o da ne, yağmurların yoğun bir şekilde yağması ile bir bakmışsın ki o gürül gürül akan ırmak, yıkıcı ve öldürücü bir sele dönüşmüş. Ve şüpheye düşersin, acaba merhameti ırmakla da izah edemeyeceksen elinde ne kalır? Çünkü sen bu ikisi ile izah etmeye çalışmışsın.

Tamam o zaman bu ikisi ile izaha çalışmaksa eğer ilkemiz, ikisinde de alınacak ders var demektir.
Bir göl ise bizim izah tarzımız, durağanlığı ile değil etrafındaki güzellikleri ile, ağaçları ile, ormanın görüntüsü ile izah edelim. Ama eğer merhameti durağan ve kokan bir göle benzetmek istemez isek onun o yanından kendimizi kurtaralım.

Merhamet bir göl gibidir, o merhameti yerinde kullanmadığında kokar, kimse ondan faydalanamaz...
Merhamet bir ırmak gibidir. Çağlayan bir ırmak gibi, dağıttıkça dağıtasın gelir. Ama sele dönüşen bir ırmak olduğunda artık o merhametten maraz doğar.

Peki bu kızın şaşkınlığını nasıl izah edelim? Nasıl, nasıl? Hangi kelimelerle bunu kendimize, çevremize anlatalım? Hangi merhamet kalıbına sığar onun o şaşkın ve çaresiz bakışları?
Karaçi'de bir saldırı sonrası amcasının durumunu anlamaya çalışan küçücük bir yavru?

Rabbimiz yok etme, imha etme, öldürme temalı bir din değil, aksine merhamet temalı, diriltme temalı, kazanma temalı bir din sunmamış mıdır?

Uzun tartışmalara girmeye gerek yok, bu dinin ana fikri merhamettir derim. Öyle bir peygamber (sav) gelmiş ki, "Allah senin kalbinden merhameti almışsa ben ne yapabilirim" serzenişi ile merhametin önemini izah etmemiş midir?

Rahman suresinde Rabbim "o halde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?" ayetini defalarca kafamıza sokmaya çalışmıştır. Hiç de bu tekrar dolayısı ile kimse bir gocunma hissetmemiştir. Rabbimin bir tasarrufu ve o hikmet sahibi değil mi?
O halde bırkmadan, usanmadan, merhameti dile getirmemiz gerekir. Hayır, hayır ayetteki ile kıyas etme babından değil, önemine inanmış olduğumuz kavramları sık sık dile getirmede örnekleme babından aldım.

Siz de önemli gördüğünüz bir kavram var ise eğer, hakkı da çağrıştırıyor ise, sık sık dile getirin, korkmayın, sıkılmayın, utanmayın, çekinmeyin.


23 Ağustos 2011 Salı

Ergenlik Bunalımları: Çavdar Tarlasında Çocuklar

Kitabın Adı: Çavdar Tarlasında Çocuklar
Yayınevi: YKY
Yazarı: J. D. Salinger
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 23 Ağustos 2011 – İstanbul


Bak ne diyor: "Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir." (sh. 176)


Kitap ile ilgili ilk önce Wikipedi'de bulduklarımızı buraya alalım

Gönülçelen ya da Çavdar Tarlasında Çocuklar (Özgün adıyla: The Catcher in the Rye), J. D. Salinger`in romanıdır. Birleşik Devletler`de ilk olarak 1945 ve 1946 yıllarında seri olarak yayımlandı. İngiltere ve ABD`de ise 1951'de kitap olarak basıldı.

"Modern zamanların başyapıtı" olarak değerlendirilen bu eser, "ahlâk dışı" ve "açık saçık" bulunduğundan ABD'nin birçok tutucu bölgesinde uzun süre yasaklı kaldı. Hâlâ bazı Amerikan kütüphanelerinde yasaklı kalmasına rağmen, kitabın yasaklanması günümüzde ilginç bir hal almıştır: ABD'de lise düzeyinde en çok yasaklanan kitap olmasına rağmen aynı zamanda en çok okutulan kitaptır.

1967'deki Adnan Benk'in İngilizce aslından değil de Fransızca versiyonu olan "Attrape-Coeurs" den yaptığı dolaylı çevirisinden ötürü kitap Türkiye'de "Gönülçelen" olarak tanınır. Kitabın Yapı Kredi Yayınları basımı çevirisi Coşkun Yerli'ye aittir ve bu kez Türkçe adı özgün adına daha yakındır: "Çavdar Tarlasında Çocuklar".[1]

Kitap, anti-kahraman Holden Caulfield'ın okuldan atılmasıyla başlayan süreci Holden'ın kendi ağzından anlatır.

Hikayenin içeriği

Hikâye ilk ağızdan anlatılır. Holden Caulfield`ın üç gününü kapsayan kitap, Holden`ın okuduğu Pencey Prep`ten yılbaşından (tahminen 1949) hemen önce kovulmasıyla başlar. Daha önce, iki okuldan daha kovulmuştur ve bu sefer ailesiyle yüzleşmemek için eve gitmek istemez. İlk önce eski tarih hocası Mr.Spencer`ı ziyaret eder. Canını sıkan hocasından kurtulan Caulfield, yurda döner fakat orada da başta yakışıklı ve atletik Stradlater olmak üzere yurt arkadaşlarıyla kapışır ve orayı da küfürler savurarak terk eder.

New York City`de içmiş şekilde gezmeye başlayan Caulfield, tanıdıklarıyla rastlaşır. Sürekli olarak etrafındaki her insanın "samimiyetsiz/yapmacık (phony)" olduğunu söyleyen Caulfield sonunda bir otele çekilir ve bekaretini kaybetmek için bir kadın satıcısıyla kız konusunda anlaşır. Odasına yaşıtı olduğunu tahmin ettiği bir kız gelir, fakat nedense sevişmek istemeyen Holden yüzünden işler yolunda gitmez ve kadın satıcısı fazladan 5 $ daha alır. Holden daha sonra eski kız arkadaşlarından Sally Hayes ile çıkmaya karar verir ve onu arar. Beraber tiyatroya ve buz pateni yapmaya giderler. Sonunda dayanamayan Caulfield kıza hakaret eder. Sally kaçtıktan sonra Caulfield bunalmış bir şekilde, ailesine çaktırmadan kız kardeşi Phoebe`yi görmek için eve gider. Küçük kız kardeşi ona yılbaşı için para verir, ailesi geldiği anda da evden kaçar.

Kitabın sonlarına doğru, Holden güvendiği tek hoca olan Mr. Antolini`nin evine gider. Hocası ona geleceği için mantıklı ve yararlı öğütler verir. Uyumaya başlayan Caulfield gözlerini açtığında hocasının onun alnını okşadığını görür. Neden bunu yaptığı kitapta tam açıklanmasa da, Holden bunu hocasının eşcinsel eğilimlerine yorar. Evden kaçan Holden, bir tren istasyonunda uyuyakalır. Sabah kalktığında da, Batı`ya doğru otostop çekip gitmeyi kafasına koymuştur. Tanıdığı bütün insanlardan kaçıp vardığı yerde sağır taklidi yaparak bambaşka bir hayat sürecektir. Fakat önce bitirilmesi gereken bir iş vardır, kız kardeşinin parasını geri vermek.

Holden, Phoebe`nin okuluna gider ve sekretere kız kardeşini öğle tenefüsünde Mumya Müzesi`nde beklediğine dair bir not bırakır. Phoebe, Holden`ın yanına vardığında elbiselerle dolu bir bavul taşımaktadır. Niyeti bellidir ağabeyiyle birlikte gitmek. Holden bu isteğini sertçe reddeder. Kız kardeşine kötü örnek olduğunu düşünmeye başlamıştır artık. Phoebe ona küser ve Holden gitmekten vazgeçtiğini söyler, kız kardeşini bir lunaparka götürür. Atlı karıncaya binen Phoebe, Holden`ı neredeyse ağlatacak kadar mutlu eder.

Holden Caulfield`ın hikâyeyi anlatması burada bitiyor. Günümüze dönerek olaylardan sonra hastalandığını, şu anda bir psikaytrist ile görüştüğünü ve sonbaharda okula gideceğinden bahsederek kitabı sonlandırıyor.

Başlıca Karakterler

J. D. Salinger'ın "The Catcher in the Rye" adlı romanı Türkiye'de ilk kez "Gönülçelen" adıyla Cem Yayınlarından çıkmıştı. Çevirmen Adnan Benk çeviriyi İngilizce aslından değil de Fransızca versiyonu olan "Attrape-Coeurs" den yaptığı için romanın Türkçe adını da bu versiyondan almıştır.

  • Holden Caulfield. Hikâyenin anlatıcısı. Olaylar 17 yaşındaki Holden`ın gözünden anlatılmaktadır.
  • Phoebe Caulfield. Holden`ın ufak kız kardeşi. Zaman zaman Phoebe`ye sinirlenir Holden, fakat kardeşi henüz masumiyetini kaybetmediğinden onu hiçbir zaman "yapmacıklıkla" suçlamaz.
  • Allie Caulfield. Allie, Holden`ın ölen erkek kardeşidir. Lösemiden hayatını kaybetmiştir. Allie'nin ölümü büyük olasılıkla Holden`ın yaşadığı vahşi ergenlik sürecinin önemli tetikleyicilerinden biridir.
  • D. B. Caulfield. D.B., Holden`ın ağabeyidir. Hollywood için senaryo yazmaktadır ve yazdıkları çok satılmaktadır. Holden ağabeyinin Hollywood'a senaryo yazmasını doğru bulmamaktadır. O yüzden o da, Holden'a göre bir 'phony'dir. Çünkü bu öyküler çok satmıştır ve ağabeyi yapmacıktır.
  • Robert Ackley. Caulfield`ın oda arkadaşı. Sivilceli bir yüze sahiptir, daha mahçup olması gerekirken aksine karakter olarak da sinir bir kişiliğe sahiptir.
  • Jane Gallagher. Jane kitapta hiçbir zaman gözükmez, fakat anlaşılan odur ki Holden`ın gerçekten bir şeyler hissettiği az sayıda insandan biridir. Jane`i "yapmacık" olarak değerlendirmez fakat arada geçen zamanda yapmacık olabileceğini içten içe düşündüğünden onunla karşılaşmaktan korkar.
  • Ward Stradlater. Stradlater, Holden`ın yakışıklı ve popüler oda arkadaşıdır. Cinselliği yaşamış okuldaki ender çocuklardan biridir. Holden rastlantı sonucu Stradlater`in Jane ile dışarı çıkacağını duyunca kriz geçirir ve Stradlater`a saldırır.
  • Mr. Spencer. Mr. Spencer, Holden`ın Pencey Prep`teki tarih öğretmeni. Aslında kötü bir insan olmayan Spencer, Holden`a sürekli "oyunu kurallarına göre" oynamaktan bahseder.
  • Mr. Antolini. Caulfield`ın eski İngilizce hocası. Mr. Antolini de, olgunluk ve yaratıcılık üzerine Holden`a yararlı sayılabilecek bir konuşma yapar, fakat geceleyin Holden`ı okşaması Holden`ın bunu homoseksüel bir hareket olarak düşünmesine yol açar.
  • Carl Luce. Carl eski okuldan arkadaşıdır. Holden ile bir barda buluşur. Fakat Holden`ın ergenlik hezeyanlarına dayanamayarak kendinin bunları çoktan aştığı düşüncesiyle onu terk eder.
  • Sally Hayes. Holden`ın çıkma teklifi ettiği kızdır, fakat bu teklif sırasında Holden çok ciddi değildir ve bir anda Sally`e hakaretler yağdırmaya başlar.
  • George Andover. Sally ile Holden tiyatroya gittiklerinde Sally`nin arkadaşı George ile karşılaşırlar. Holden aralarındaki konuşmaya tanık olur ve ikisinden de bir anda nefret eder.
  • Maurice. Edmont Oteli`ndeki asansörcü çocuk. Aynı zamanda kadın pazarlayan Maurice, Holden`ın üstüne giderek ayarladığı kadın karşılığında Holden`dan zorla daha fazla para alır.
  • Sunny. Genç bir fahişedir. Otelde Holden`ın odasına gelir fakat Holden Sunny ile sevişmekten kaçınır.
  • Ossenberger. Holden`ın okulu Pencey Prep`ten eski mezun zengin bir iş adamı.
  • Ernest Morrow. Ernest`in annesiyle trende karşılaşan Holden, annesine oğlunun çok duyarlı bir çocuk olduğunu söyler bu annesinin çok hoşuna gider fakat okuyucuya tam tersine Ernest`in tanıdığı en büyük hödüklerden biri olduğundan bahseder.
  • Anne Louise Sherman. Holden`ın eski kız arkadaşı.
  • Valencia. Valencia, The Wicker Bar`daki kadın. Holden onunla ilgilenir, fakat ciddiye alınmaz.
  • Faith Cavendish. Holden`ın New York City`de canı sıkılıyorken telefonla aradığı kadın. Herkesle kolayca seviştiği söylenen bu kadını Holden ikna edemez ve telefonu kapatır.
  • Eddie Birdsell. Birdsell, Faith`ı tavlamanın kolay olduğunu Holden`a söyleyen kişi.
  • Ernie. Ernie New York`ta bir barda piyano çalan kişi. Ernie`nin oldukça yetenekli olduğunu düşünen Holden bir yandan onu "yapmacık"la suçlar, çünkü Ernie insanların önünde kendi yeteneğini sergiler ve tebrikleri memnuniyetle kabul eder.
  • Horwitz. Holden`ın bindiği taksinin şoförü. Aralarında "ördeklerin kışın nereye gittiği" konusunda bir muhabbet geçer.
  • Lillian Simmons. Lillian Simmons, D.B. Caulfield`ın eski arkadaşı. Holden barda karşılaşmıştır.
  • Hazle Weatherfield. Phoebe Caulfield`ın hikâyelerinde uydurduğu karakter.
  • Rudolf Schmidt. Rudolf Schmidt Pencey Prep`teki kapıcı.
  • Jim Steele. Holden`ın uydurduğu başka bir kimlik.
  • Arthur Childs. Whooton`dayken Holden ile tenis ve spor hakkında konuşmuş çocuk. Muhabbete bir anda Katolik Kilisesi`nin nerede olduğunu sokması Holden`ın çocuktan soğumasına neden olmuştır.
  • James Castle. James Castle, Holden Whooton`dayken intihar eden çocuk. Castle`ın düştüğünü duyduğu sırada Holden duş almaktaydı, ses o kadar güçlüydü ki bunun bir masa veya radyo falan olabileceğini düşünmüştü. Castle`ın cansız bedenini yerden kaldırırken Mr. Antolini onu kucaklamaya cesaret eden tek kişiydi.
  • Phil Stabile. James Castle'ın intiharından sorumlu olan kişi. Phil Stable arkadaşlarıyla birlikte James`in odasına dalmış ve çocuğu daha önce söylediği birkaç sözü geri almak için zorlamıştır. Castle da, geri almayı reddetmiş ve kendini camdan aşağı atmıştır.
  • Ed Banky. Pencey`deki beyzbol hocası, zaman zaman arabasını öğrencilere vermektedir.
  • Fredrick Woodruff. Holden Pencey`den ayrılırken onun 90 dolarlık daktilosunu 20 dolara alan kişi.
  • Mal Brossard. Holden`ın bir tanıdığı. Holden`ın Pencey`deki son gecesinde beraber sinemaya gitmişlerdir.
  • Mr. Haas. Elkton Hills okulunun müdürü. Holden`a göre aşağılık bir sahtekar. Çünkü daha gariban, komik giyinişli velilerle konuşmayı fazla istemez.
  • Dr. Thurmer. Pencey Prep`in müdürü.
  • Selma Thurmer. Pencey Prep`in müdürnün kızı. Pencey`in maçlarını izlemeye gider ve Holden ile de aralarında bir sefer bir diyalog geçmiştir.
  • Pete. Holden'ın apartmanındaki asansör bakıcısı.

Zaman

Olayların 1940`ların sonu 1950`lerin başı gibi geçtiği/yaşandığı açıktır. Kitap da, bu dönemde yazılmıştır. Holden`ın kardeşi Allie`nin ölüm tarihi 18 Temmuz 1946 olarak verilir. O sıralarda Holden on üç yaşındadır. Kitaptaki olaylar ise Aralık 1949 tarihinde geçmektedir.

Kitabın sonunda bahsedilen bugünkü durum 1950 yazıdır. Noelin (Christmas) pazar gününe denk geldiği düşünülürse; kitabın büyük bir bölümünü kapsayan iki günün 18 ve 19 Aralık olduğu tahmin edilir

Kitap’dan alıntılar:

Ben, "yakalarsa birini biri" sanıyordum, dedim. Her neyse, hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta - yetişkin hiçkimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum, nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey. (sh. 162)

Kitaba ismini veren bir hikayenin anlatılması var burada. İlginçtir, yeni yetme ergenlik dönemi genç bir delikanlının hayatındaki gitgellerini içeren kitap, anlatıcının hayalleriyle de farklı bir anlam içeriyor.

"Peki, beni bir dakika dinle... Aklında kalacak bir biçimde söyleyemem bunu şimdi belki, ama bir iki gün içinde bu konuda sana bir mektup yazacağım. O zaman tam olarak anlarsın. Ama şimdi yine de beni dinle." Yeniden düşünmeye başladı, sonra, "bu başına sardığın düşündüğüm bela, özel bir çeşit, dehşet verici bir bela bu. Başına bela sarıp düşmeye başlayan birine dibe vardığını anlama şansı verilmez. Düşer, düşer, düşer ama düştüğünü anlayamaz. Tüm düzen, hayatlarının şu ya da bu dönemlerinde çevrelerinin ona veremediği şeyleri arayan insanlar için kurulmuştur. Veya çevrelerinin onlara sağlayamadığını sandıkları şeyleri arayan insanlar için. Onlar da, aramaktan vazgeçerler. Beni dinliyor musun." (sh. 176)

Buradaki tavsiyeler enteresan gerçekten. Bazen öyle insanlar tanırız ki, dibe vurduğunun farkına varamazlar, oysa bu dibe vuruş bağıra bağıra geliyordur, kendisi bunu göremez, ama etrafındaki gören gözler bunu görmeye başlarlar, uyarılar artık işe yaramaz hale gelir bu insan tarafından. Düşer de düşer. Sonra bir bakar ki elinde avucunda yanında yöresinde ne bir şey kalmıştır, ne de dost ve yardımcı. Oysa bu uyarıları yapanlara karşı biraz kulak kabartsa çok daha büyük kayıplar yaşamayacak belki, ama maalesef düşer de düşer...

"Bu dünyaya" dedi, "yalnızca iyi eğitilmiş insanların ve bilim adamlarının değerli katkıları olabilir demeye çalışmıyorum. Ama diyorum ki, iyi eğitim görmüş insanlar ve bilim adamları, başlangıçta zeki ve yaratıcı iseler -ne yazık ki, bu ender bir durumdur-, yalnızca zeki ve yaratıcı olan insanlara kıyasla, arkalarında sonsuza kadar kalabilecek çok daha değerli şeyler bırakıyor gibiler. Kendilerini daha açık ve seçik ifade ediyor gibiler ve genellikle, düşüncelerini sonuca ulaştırmak gibi bir tutkuları var. Ve -en önemlisi- yüzde doksan olasılıkla bilim adamı olmayan düşünürlerden daha alçakgönüllü oluyorlar. Beni izliyor musun"

...

"Akademik eğitim sana bir şeyler kazandırıyor. Biraz yol alırsan, zihninin boyutları hakkında bir fikir veriyor sana bu eğitim. Zihninin neye uyup neye uymadığı hakkında. Bir süre sonra da, zihninin yapısına hangi düşüncelerin uygun olduğu hakkında bir fikrin oluyor. Her şeyden önce, sana uymayan, sana yakışmayan düşüncelerle uğraşmaman için olağanüstü bir zaman kazandırıyor bu. Gerçek boyutlarını, gerçek ölçülerini alıp, zihnini ona göre giydirip kuşandırıyorsun." (sh. 178)

Burada düşen insana nasihatler devam ediyor. Ama kişi o kadar kötü bir ruh halindedir ki, göremiyor, düşünemiyor, algılayamıyor. Bu nasihat veren insanın kendisine göstermiş olduğu merhameti bile öyle çirkef bir amelle ilişkilendiriyor ki, düşmeye devam ediyor.

...

Kitap ile ilgili yukarıda gerekli bilgiler zaten mevcut, ama şunu söyleyebilirim, çocukların ergenlik dönemi çalkantılarla doludur. Bu çalkantılarda gerçekle hayal birbirine karışmış, bazen hayaller gerçek sanılmaya ve realiteden uzaklaşılmaya başlanmıştır. Bu dönem ebeveyn tarafından iyi takip edilmelidir. İsyan dönemidir bu dönem, asilikte ve hayalde sınır tanınmaz neredeyse. Bataklıksa eğer bu dönemin çevresi, batar da batar kişi. Ama bu dönem dikkate şayan bir dönemdir.

Kitapda açık saçıklık pornografik düzeyde değil, rahatsız edici düzey olabilir belki ama bir zihniyeti tahlil etmede faydalanılabilinir.

Hayatımızın Her Anında: Kur'an Sitesi: http://tanzil.net

Çok sevgili bir abimiz, bizimle paylaştığı bir site ile gönüllere su serpti.

http://tanzil.net

Hayatımızın her anında rehberimiz olan yüce kitabımızın farklı dillerde, farklı okuyucularla ve farklı seçeneklerle bir bütün halinde takip edilebilen, faydalanılan bir site.
Kimi arkadaşın arabasına bindiğimizde, elinin altında bir Kur'an, kimi kardeşimizin işyerine gittiğinde yine ha keza bir Kur'an... bu böylece uzatılabilir. Hayatını bilgisayarın başında geçiren nice kardeşimiz için de çok faydalı olacağına inanmış olduğum bu siteyi sizlerle de paylaşmanın şevkini yaşıyorum.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Ah Diktatör Ah: Kaddafi de Gitti

Kaddafi Rejimi Resmen Sona Erdi

İlk önce bugünün TimeTürk internet sitesinden aldığımız haberi aynen koyalım buraya. Ondan sonra kendi yorumumuzu yapalım:

Libya'da aylardır devam eden çatışmaların ardından isyancılar bugün başkent Trablus'a ulaştı. Beklentilerin aksine, isyancılar, Kaddafi yanlılarından hiçbir direniş görmeden başkente geldi. Kaddafi'ye bağlı askerlerin ortalarda görünmemesi dikkat çekti.

İsyancılar, Kaddafi'nin en güçlü olduğu Bab el-Azize bölgesi dışında tüm Trablus'un kendi kontrollerine geçtiğini açıkladı. İsyancılar ayrıca devlet televizyonu ve radyosunu da ele geçirdi. Tunus sınırına giden oyotol ve Trablus Havaalanı da Ulusal Geçiş Konseyi'ninin kontrolü altına girdi.

İngiliz Sky News televizyonunun, Trablus'un Yeşil Meydanı'ndan yaptığı canlı yayında, yüz binlerce kişinin alana toplandığı ve çılgınca sevinç gösterisi yaptığı görülüyor. Ayrıca, havaya sık sık ateş açılıyor. Sky News muhabiri, meydanın ele geçirilmesinden bu yana binlerce merminin havaya sıkılmış olabileceğini söyledi.

Meydanda Kaddafi'nin posterleri ve yeşil renkli Libya bayrakları da göstericilerin öfkesinin hedefi oldu. Posterler ve bayraklar, üzerine ateş açılarak lime lime edilirken, yerlerine isyancıların üç renkli bayrağı asıldı.

İsyanın kalbi Bingazi'de de sokaklara dökülen yüz binlerce kişi "zafer" marşları söyleyerek, kutlama yapıyor. Libya'da Kaddafi dönemi fiilen tamamlanmış görünürken, en yakınları bile Kaddafi'yi terk etmeye başladı.

"KADDAFİ REJİMİ ÇÖKÜYOR"

Trablus'un muhalefetin eline geçtiği haberlerine, "teyit beklediği için" saatlerce sessiz kalan ABD Başkanı Barack Obama konuyla ilgili sabaha karşı bir açıklama yaptı.

Obama, "Kaddafi'ye yönelik muhalefetin ivmesi zirve noktasına ulaşmıştır. Kaddafi rejiminden çöküş sinyalleri geliyor" dedi. Libya'da yönetimin halkın eline geçtiğini belirten Obama, muhaliflerden ülkenin kurumlarına sahip çıkılmasını istedi.

Kaddafi'nin artık Libya'nın kontrolünü elinde tutmadığını fark etmesi gerektiğini vurgulayan Obama, bunun akan kanı durdurmanın en güvenli yolu olacağını ifade etti.

Obama ayrıca, Libya halkının korunması ve demokrasiye geçişin desteklenmesi için ABD'nin müttefikleriyle birlikte çalışmaya devam edeceğinin altının çizdi.

NATO: KADDAFİ REJİMİ BU GECE YIKILDI

NATO, Libya lideri Muammer Kaddafi rejiminin yıkılmakta olduğunu açıkladı. NATO sözcüsü Oana Lungescu, "bu akşam rejimin yıkıldığına tanık olunduğunu" belirtti. Lungescu, "Yakında Kaddafi kazanma ihtimalinin olmadığını anlayacak" dedi.

ÜÇ OĞLU TESLİM OLDU

Libya'da muhalefetin temsilcisi Ulusal Geçiş Konseyi, Kaddafi'nin oğlu Seyfülislam Kaddafi'nin ellerinde olduğunu ve güvenli bir yerde tutulduğunu açıkladı. Konsey açıklamasında Seyfülislam Kaddafi'ye "adil davranılacağını" vaat etti.

Uluslararası kanallar ayrıca, Kaddafi'nin diğer oğulları Muhammed Kaddafi ve Sadi Kaddafi'nin de teslim olduğunu duyurdu. Son bir saat içinde Kaddafi'ye bağlı yaklaşık 100 askerin yakalandığı açıklandı.

Kaddafi'nin yakın korumalarının isyancılara teslim olduğu öne sürüldü. Ayrıca El Cezire televizyonu, Trablus'taki hükümet binalarına isyancıların bayraklarının çekildiğini bildirdi.

NATO Sözcüsü Oana Lungescu, durumu "çok kaygan" olarak nitelendirdi. Lungescu, Kaddafi yönetiminin "parçalanmakta olduğunu" da sözlerine ekledi. İngiltere Başbakanlığı da Kaddafi için "sonun artık çok yakın olduğunu" belirtti.


Libya'nın başkenti Trablus'taki Yeşil Meydan'da onbinler sokaklara çıkarak, muhaliflerin gelişini kutladı...

BİR DİĞER OĞLU EVDE KISTIRILDI

Kaddafi'nin bir diğer oğlu Muhammed Kaddafi de kaldığı evde isyancılar tarafından kıstırıldı.

Muhammed Kaddafi, el Cezire'nin Arapça kanalına canlı yayında telefonla bağlandı. Kaddafi konuşurken, arkadan silah sesleri duyuluyordu.

Kaddafi, "Evimizi saran kişilerden güvenliğimizle ilgili garanti almış bulunuyoruz" dedi.

Kısa bir süre sonra evine birilerinin girdiğini aktaran Kaddafi, şahadet getirdi ve telefon bağlantısı koptu.

Kısa bir süre sonra Muhammed Kaddafi, tekrar el Cezire Arapça'ya bağlandı ve iyi olduğunu söyledi. Silah seslerinin, korumaları ile isyancılar arasındaki çatışmadan kaynaklandığı belirtildi.

KADDAFİ'DEN SON HAMLELER

Etrafındaki çember daralan Kaddafi ise kendini kurtarmak için son hamlelerini yapıyor. Kaddafi'ye ait bir ses bandı, akşam saatlerinde devlet televizyonundan yayınlandı.

Kaddafi konuşmasında, halkına "Trablus'u isyancıların saldırısından" kurtarmaya çağırdı. Kaddafi, "Bu, tüm Libyalıların görevidir. Bu bir ölüm kalım meselesidir" dedi.

Kaddafi'nin Sözcüsü Musa İbrahim de düzenlediği basın toplantısında ateşkes çağrısı yaparak, isyancılarla masaya oturmak istediklerini açıkladı.

LİBYA'YA GÜNEY AFRİKA'DAN UÇAK

Kaddafi'nin akıbeti henüz bilinmiyor. El Cezire televizyonu, Trablus havaalanına Güney Afrika'dan iki uçağın indiğini bildirdi.

Uçuş yasağına rağmen söz konusu uçakların iniş yapmış olması, Kaddafi'nin ülkeden ayrılıyor olabileceği spekülasyonlarını da beraberinde getirdi.

El Cezire'nin Johannesburg muhabiri, uçakların Kaddafi ve ailesini Libya'dan ayrılmaya ikna etmek için geldiğini söyledi. Angola ve Zimbabve, Kaddafi'nin kendi ülkelerine sığınabileceğini bildirdi.

REUTERS'IN HATALI HABERİ HEYECAN YARATTI

Kaddafi'nin akıbetiyle ilgili çok farklı senaryolar konuşuluyor. Reuters haber ajansı, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin sözcüsüne dayandırdığı bir haberde, Kaddafi'nin yakalandığını bildirdi.

Bu haber, Bingazi ve Trablus'ta sevinç gösterilerinin bir anda daha da artmasına ve kutlama için havaya silah sıkılmasına neden oldu. Ancak birkaç dakika sonra ajans bir düzeltme geçerek, yakalananın Kaddafi değil oğlu olduğunu belirtti.


Kaynak: Ajanslar ve Hürriyet


İrfan'ın Yorumu:

Sen neyin davasını güdüyordun bak haline, zillet ve meskenet içerisindesin,

oğulların yakalandı, sen bir fare gibi kaçıyorsun,

Nerde izzet timsali mücahit nerde senin gibi zalim bir diktatör.

Halkına zulmeden sen, İslam'a zulmeden sen, kendine zulmeden yine sen.

Çağın ve halkının ihtiyaçlarını karşılayamayan, ısrarla diktatörlükte çare arayan ey zalim, soruyorum sana duyar mısın bilmem,

adın tarihe yazıldı merak etme ama nasıl bir bak

Değdi mi?

Neydi ki senin 42 senelik mücadelen, adını ne koydun ki?

Çok mu tatlıydı o koltuk...

Bir yanım seviniyor, diktatör gitti diye

Bir yanım üzülüyor, NATO güçleri ile muhalifler el ele vererek seni devirdi diye.

Oysa seni müslümanlar devirmesi lazımdı, resimlerini, putlarını, yazdığın yeşil kitabı elinden alıp parçalamaları lazımdı. Seni de ibreti alem için cezalandırmaları lazımdı,

Ama olmadı,

Ey sıradaki diktatörler, Kaddafi ve Hüsnü Mübarek, Tunus diktatörü gittiler. Sıranın size geldiğini anlamıyor musunuz?

21 Ağustos 2011 Pazar

Öte Dünya : Ahiret İnancı ve Hayatımızdaki Yeri

Ahiret İnancı Hayatı Düzenleyen Bir Bilinçtir

"İnsanbaşıboş bırakılacağını mı sanıyor." (Kıyamet, 36)

Ahirete iman meselesi, ilk insandan itibaren tarih boyunca toplumların gündemindesürekli tartıştıla gelmiştir. Eski Mısır, Eski Yunan, Zerdüşt, Budist vb.toplumlarda ahirete inanan insanların varlığı bilinen bir vakıadır. BugünküAhd-i Kadim'de ahiretten pek bahsedilmez, fakat İncil ve Kur'an'da anlatılankıssalar İsrailoğulları'nın ahiret inancına sahip olduklarını ortayakoymaktadır.

Vahiyle muhatap olan insanlar ilk elden ahiretle korkutulup müjdelendikleriiçin ahiret düşüncesiyle doğrudan karşılaşmışlardı. Bütün ilahi kitaplardaAllah, dileyenin iman etmesi, dileyenin de inkar etmesi için ahiretinvarlığını, gerekliliğini misallerle ortaya koyar.

Kendilerine vahiy gönderilmeyen toplumlarda ise, önceki vahiylerdenaktarılan ahiret düşüncesine rastlanır. İnsanlar, dünya hayatında sevdiklerini,yakınlarını, dostlarını kaybetmekten, onlarla bir daha karşılaşamamaktankorkarlar. Varlığı düşünüp eşyayı zihninde sınıflayabilen insan, sıradan bireşya gibi yok olup gideceği düşüncesini de kendi ayrıcalıklı konumuna uygunbulmaz. Ayrıca bütün çabalara rağmen şerrin hayra galebe çalması, faziletintakdir edilmemesi, kötülüğün ise cezalandırılmaması, insanı herkesin adilcehakkını alacağı bir güne inanmaya zorlamaktadır. Dolayısıyla ilahi olmayandinlerde bile bu düşünceler nedeniyle ahiret telakkisine rastlanabilmektedir.

Kur'an'ın indiği müşrik Arap toplumu ise "gökleri ve yeri yaratan,güneşi ve ayı buyruğu altına alan"ın, "gökten indirdiği su ileölümünden sonra yeryüzünü dirilten"in Allah olduğuna inanırdı. (29/61, 63)Fakat onlar, yeniden dirilişe, dolayısıyla ahiret inancına sahip değillerdi:"Bizim için ancak dünya hayatı vardır. Yaşarız, ölürüz. Bizi helak edenyalnızca zamandır" dediler." (45/Casiye, 24; Ayrıca bkz. 3/Sebe. 7)Onlar da bugün Allah'a inandığını söyleyip, istediği gibi davranan, Allah'ınhakimiyetini tanımayanlar gibi kendi heva ve heveslerine uyuyorlardı. Biryaratıcının varlığını kabul etmenin, ona inandık demenin kendilerini kurtuluşaulaştıracağını zannediyorlardı: "Onların ardından kitaba varis olansonrakiler geldiler. Bunlar 'biz nasıl olsa affedileceğiz' diyerek, bu en aşağıolanın (dünyanın) geçici olanını alırlar ve onun benzeri geçici bir şey dahagelse, ona da sarılırlar: (Araf, 169) Kur'an'ın sürekli eleştirdiği ve canyakıcı azapla tehdit ettiği eylemleri de bu yüzden yapmaktaydılar. Müşriklerin,ahirete imana çağıran Rasule karşı sergiledikleri tavır, şaşırtıcı derecedeyeniden dirilmeyi reddeden çağdaş materyalistlerin tavrıyla aynilik göstermektedir.İlk yaratılışını unutan insan, toprak olduktan sonra yeniden diriltileceğini(17/49-51) bir türlü anlamaz.

Ahiret, bir imtihan alanı olan dünya hayatından sonra, insanların yenidendiriltilerek imanları, salih amelleri veya işledikleri günah, şirk vezulümlerinin karşılıklarını görme durumudur.

Kur'an,yapılan amellere dikkat çekerek insanların mutlaka hesap vereceklerini,amellerinin karşılığını göreceklerini hatırlatır, insana şah damarından dahayakın olan Rabbimiz insanın sağında ve solunda iki meleğin hazır bulunduğunu,yapılanları kaydettiğini (50/16), yapılacak zerre kadar iyilik ve kötülüğünkarşılığının mutlaka görüleceğini (99/7-8) belirterek her an hesap verme vekulluk bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini ortaya koyar. Böylece adımlarınıhesaplı atan, hareketlerini kontrol eden ve hesap verme bilincine sahip ölçülüinsanlar yetiştirmeyi hedefler.

İlk inen surelerden olan Alak suresinde "namaz kılan kulu engellemeyeçalışan"ı yalancı, günahkar perçeminden tutmakla tehdid eder ve yardımcılarınında işe yaramayacağını hatırlatır. Müminlere ise bu azgına itaat etmemeleriemredilir.

Yine ilk inen surelerden Müddessir'de tek olarak yaratılıp hesapsız mal,kendisini destekleyen evlatlar ve geniş imkanlar verilen, halen dearttırılmasını uman, ölçüp biçip "bu öğretilen bir sihirdir" diyenmüstekbirin derileri kavuran sekara atılacağı belirtilir. Mücrimlerin cehennemeatılış sebepleri olarak namaz kılmamak, düşkünlerin dertleriyle ilgilenmemek,herkes gibi batıla dalmak ve hesap gününü yalanlamak zikredilir.

Bu ayetlerin indiği dönemlerde müslümanlar çok zayıftır. Her gün işkencegören Bilal ve Ammar gibi sahabiler kalkıyor kendi konumlarına bakmadan buayetleri müşriklere okuyor, bu dünyanın geçici olduğunu ve ebedi ahiretyurdunda ise onları sürekli bir azabın beklediğini haykırıyorlardı. Afişeolmama riske girmeme endişesiyle hareketsiz kalmak yerine hayatlarını tehlikeyeatıyorlardı. Çünkü onlar için ahirete iman demek, namaz kılmak, infak etmek,yetimi yoksulu doyurmaya ön ayak olmak zalim günahkara itaat etmemek demekti.Ayetler, dünyadaki konumlarının tersine ahirette müminleri mükafat içinde,inkarcıları ise zelil bir konumda resmeder. (51/Zariyat, 10-19)

"Öyleyse yalancılara itaat etmeOnlar istiyorlar ki kendilerine taviz veresin de seninle uzlaşsınlar. Yalanyere yemin edip duran alçaklara, fesat çıkarmak için laf getirip götüreniftiracılara, hayra engel olan zalim günahkarlara, küfründe direnen, hem dekaraktersiz kimseye, servet ve güç sahibi de olsa itaat etme. Ayetlerimiz kedisineokunduğunda 'bunlar eskilerin efsaneleridir' der. Onun burnunu yeresürteceğiz." (Kalem, 8-16)

Ayette sayılan bütün bu olumsuz özellikleri bugün egemen güç odaklarıüzerinde görmemiz mümkündür. Allah bu özelliklere sahip olanlara itaatetmememizi, onlarla uzlaşmamamızı ve mutlak surette onlardan ayrışmamızıemrediyor. İtaat etmemenin nasıllığı; zaman, mekan ve şartlara göredeğişebilir. Fakat 'itaat etmeme' durumu itikada tekabül eden genel birilkedir, esastır. Sistem, maddeci anlayışı, ideal yoksunluğunu, bireysel/bencilyaşamı hayatın her alanında bütün bireylere dayatıyor. 'Biz' bilincinden yoksunhale getirdiği kitleleri böylece kolayca çözüyor ve olası bir muhalefetibaşlamadan bitirmeye çalışıyor. Kur'an'ın bizden itaat etmememizi istediğizulme, şirke, tuğyana karşı durabilmemiz, İslami kimliğimizi tavizsiz birşekilde ortaya koyarak örnek şahitler olabilmemiz, ancak ahirete imanlamümkündür.

Kendisine fücur ve takva ilham edilen insan, sürekli dünyaya meyyaldir. Azbir geçimlik de olsa yakın olanı, dünyayı ister. Oysa Kur'an, süreklidünyevileşmeden, tercihleri dünyaya yönelik yapmaktan sakındırır. Asılmükafatın ebedi olarak ahirette verileceğini vurgular. Ahireti eksen alanvahiy, insanların ahireti gözeterek tercihte bulunmalarını ister. Fakat mistikanlayışlarda olduğu gibi tamamen dünyayı boş vermeyi de asla hoş görmez.(2/200)

'Hayır! Doğrusu siz; yetime ikrametmiyorsunuz. Düşkünü doyurmak için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası hakgözetmeden yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz... O gün cehennem ortayakonur, işte o gün insan, hatasını" anlar, fakat pişmanlığı fayda vermez.'Yazıklar olsun bana. Keşke dünyadayken salih amel işlemiş olsaydım' der."(89/Fecr, 19-24)

"...Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı birazabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün,onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) "İştebu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın"(denilecek)." (Tevbe Suresi, 34-35)

Kur'an, insanlara vaad edilen ahiret hayatını kuru bir anlatımla geçiştirmiyor,aksine kalıcı olması için görülecek mükafat veya çekilecek cezaları canlı birtablo halinde gözler önüne seriyor, Hatta kıyamet (saat)le ilgili ayetlerde yeryer geçmiş zaman formu kullanarak anlatılanların mutlaka gerçekleşeceğinivurguluyor. Kimi zaman da dünya ile ahiret hayatını içice aktararak haberdeninşaya geçmekte karşılıklı konuşmalara yer vermektedir. Azabın korkunçluğu olağanüstütasvirlerle anlatılır:

"Varlık sahibi yalanlayıcıları banabırak. Onlara az bir mühlet ver. Çünkü onları, bukağılar, cehennem ateşi,boğaza duran yiyecek ve can yakıcı azap beklemektedir. Yeryüzü ve dağlarşiddetle sarsıldığı gün, dağlar savrulan kum yığını haline gelir."(Müzzemmil, 11-14; Ayrıca bkz. 22/1-2; 50/ 20-26: 56/1-6; 80/34-37; 22/1-2;68/42-43)

Müminler için ise eşsiz cennet tasvirleri vardır. "Cennet cennetdedikleri birkaç köşkle, birkaç huri isteyene ver onları" diye mükafatıküçümseyen tasavvufçu mistiklerin aksine Kur'an, cennet tasvirlerinden sonra "Yarışanlar,işte bunun için yarışsınlar" (83/Mutaffifin,26) buyurur.


"Kitabı sağından verilenler, nemutlu onlara! Onlar, dikensiz kiraz ağaçları ve bol meyveli muz ağaçlarıarasında, koyu gölgelerde, sürekli akan su kenarlarında, mevsimi geçmeyen,yasaklanmayan, bitmez tükenmez meyveler içinde yüce makamlardadırlar. Onları,kitabı sağından verilenler için, eşlerine düşkün, yaşıt ve bakire olarakyeniden yaratırız." (56/ Vakıa, 27-38 Ayrıca bkz. Sad, 49-54; Hac, 19-22;77/41-42)

İman, bilginin içselleştirilmiş, yakin hale getirilmiş, bilinç düzeyineyükseltilmiş biçimidir. Pratikte tezahür etmeyen iman, ancak kuru bir bilgiyığını olabilir. Ahirete inandığını söyleyip hayatında bu imanın yansımasıbulunmayanlar, gerçekte iman etmiş değillerdir. Kur'an'da iman, sadece kabulanlamında hiçbir zaman kullanılmaz, tersine sürekli amellerle birliktezikredilir. Ve insanların iman ettik demekle bırakılmayacakları belirtilir:

"Elif, Lam, Ra. İnsanlar sadeceiman ettik demekle, hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?Andolsun biz, onlardan öncekileri sınadık. Elbette Allah, doğruları bilecek,yalancıları da bilecektir." (Ankebut, 1-3)

Ahirete iman, Kur'an'da genellikle Allah'a imanla birlikte zikredilir.Sürekli yaratma halinde olan, adil ve hesap görücü Allah anlayışı, elbetteahiret inancını zorunlu kılar ve hayata müdahale etmeyen seküler tanrıanlayışını reddeder. Tek korku ve ümit kaynağı olarak Allah'ı görür.

Ahirete iman, müminlere bulundukları konuma göre sorumluluk yükler.Zorbaların hakim olduğu bir toplumda zulme direnmeyi, yetimi yoksulu korumayı,mala sahip olduğunda infak etmeyi, namazı kılmayı, güce ulaşıldığında savaşı,anlaşma yapıldığında riayeti gerekli kılar. Bu anlamda ahiret inancı, doğumdanölüme, hayatın her alanını düzenleyen bir bilinçtir.


OktayAltın

Araştırmacı- Yazar

HAKSÖZ