Ahiret İnancı Hayatı Düzenleyen Bir Bilinçtir
"İnsanbaşıboş bırakılacağını mı sanıyor." (Kıyamet, 36)
Ahirete iman meselesi, ilk insandan itibaren tarih boyunca toplumların gündemindesürekli tartıştıla gelmiştir. Eski Mısır, Eski Yunan, Zerdüşt, Budist vb.toplumlarda ahirete inanan insanların varlığı bilinen bir vakıadır. BugünküAhd-i Kadim'de ahiretten pek bahsedilmez, fakat İncil ve Kur'an'da anlatılankıssalar İsrailoğulları'nın ahiret inancına sahip olduklarını ortayakoymaktadır.
Vahiyle muhatap olan insanlar ilk elden ahiretle korkutulup müjdelendikleriiçin ahiret düşüncesiyle doğrudan karşılaşmışlardı. Bütün ilahi kitaplardaAllah, dileyenin iman etmesi, dileyenin de inkar etmesi için ahiretinvarlığını, gerekliliğini misallerle ortaya koyar.
Kendilerine vahiy gönderilmeyen toplumlarda ise, önceki vahiylerdenaktarılan ahiret düşüncesine rastlanır. İnsanlar, dünya hayatında sevdiklerini,yakınlarını, dostlarını kaybetmekten, onlarla bir daha karşılaşamamaktankorkarlar. Varlığı düşünüp eşyayı zihninde sınıflayabilen insan, sıradan bireşya gibi yok olup gideceği düşüncesini de kendi ayrıcalıklı konumuna uygunbulmaz. Ayrıca bütün çabalara rağmen şerrin hayra galebe çalması, faziletintakdir edilmemesi, kötülüğün ise cezalandırılmaması, insanı herkesin adilcehakkını alacağı bir güne inanmaya zorlamaktadır. Dolayısıyla ilahi olmayandinlerde bile bu düşünceler nedeniyle ahiret telakkisine rastlanabilmektedir.
Kur'an'ın indiği müşrik Arap toplumu ise "gökleri ve yeri yaratan,güneşi ve ayı buyruğu altına alan"ın, "gökten indirdiği su ileölümünden sonra yeryüzünü dirilten"in Allah olduğuna inanırdı. (29/61, 63)Fakat onlar, yeniden dirilişe, dolayısıyla ahiret inancına sahip değillerdi:"Bizim için ancak dünya hayatı vardır. Yaşarız, ölürüz. Bizi helak edenyalnızca zamandır" dediler." (45/Casiye, 24; Ayrıca bkz. 3/Sebe. 7)Onlar da bugün Allah'a inandığını söyleyip, istediği gibi davranan, Allah'ınhakimiyetini tanımayanlar gibi kendi heva ve heveslerine uyuyorlardı. Biryaratıcının varlığını kabul etmenin, ona inandık demenin kendilerini kurtuluşaulaştıracağını zannediyorlardı: "Onların ardından kitaba varis olansonrakiler geldiler. Bunlar 'biz nasıl olsa affedileceğiz' diyerek, bu en aşağıolanın (dünyanın) geçici olanını alırlar ve onun benzeri geçici bir şey dahagelse, ona da sarılırlar: (Araf, 169) Kur'an'ın sürekli eleştirdiği ve canyakıcı azapla tehdit ettiği eylemleri de bu yüzden yapmaktaydılar. Müşriklerin,ahirete imana çağıran Rasule karşı sergiledikleri tavır, şaşırtıcı derecedeyeniden dirilmeyi reddeden çağdaş materyalistlerin tavrıyla aynilik göstermektedir.İlk yaratılışını unutan insan, toprak olduktan sonra yeniden diriltileceğini(17/49-51) bir türlü anlamaz.
Ahiret, bir imtihan alanı olan dünya hayatından sonra, insanların yenidendiriltilerek imanları, salih amelleri veya işledikleri günah, şirk vezulümlerinin karşılıklarını görme durumudur.
Kur'an,yapılan amellere dikkat çekerek insanların mutlaka hesap vereceklerini,amellerinin karşılığını göreceklerini hatırlatır, insana şah damarından dahayakın olan Rabbimiz insanın sağında ve solunda iki meleğin hazır bulunduğunu,yapılanları kaydettiğini (50/16), yapılacak zerre kadar iyilik ve kötülüğünkarşılığının mutlaka görüleceğini (99/7-8) belirterek her an hesap verme vekulluk bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini ortaya koyar. Böylece adımlarınıhesaplı atan, hareketlerini kontrol eden ve hesap verme bilincine sahip ölçülüinsanlar yetiştirmeyi hedefler.
İlk inen surelerden olan Alak suresinde "namaz kılan kulu engellemeyeçalışan"ı yalancı, günahkar perçeminden tutmakla tehdid eder ve yardımcılarınında işe yaramayacağını hatırlatır. Müminlere ise bu azgına itaat etmemeleriemredilir.
Yine ilk inen surelerden Müddessir'de tek olarak yaratılıp hesapsız mal,kendisini destekleyen evlatlar ve geniş imkanlar verilen, halen dearttırılmasını uman, ölçüp biçip "bu öğretilen bir sihirdir" diyenmüstekbirin derileri kavuran sekara atılacağı belirtilir. Mücrimlerin cehennemeatılış sebepleri olarak namaz kılmamak, düşkünlerin dertleriyle ilgilenmemek,herkes gibi batıla dalmak ve hesap gününü yalanlamak zikredilir.
Bu ayetlerin indiği dönemlerde müslümanlar çok zayıftır. Her gün işkencegören Bilal ve Ammar gibi sahabiler kalkıyor kendi konumlarına bakmadan buayetleri müşriklere okuyor, bu dünyanın geçici olduğunu ve ebedi ahiretyurdunda ise onları sürekli bir azabın beklediğini haykırıyorlardı. Afişeolmama riske girmeme endişesiyle hareketsiz kalmak yerine hayatlarını tehlikeyeatıyorlardı. Çünkü onlar için ahirete iman demek, namaz kılmak, infak etmek,yetimi yoksulu doyurmaya ön ayak olmak zalim günahkara itaat etmemek demekti.Ayetler, dünyadaki konumlarının tersine ahirette müminleri mükafat içinde,inkarcıları ise zelil bir konumda resmeder. (51/Zariyat, 10-19)
"Öyleyse yalancılara itaat etmeOnlar istiyorlar ki kendilerine taviz veresin de seninle uzlaşsınlar. Yalanyere yemin edip duran alçaklara, fesat çıkarmak için laf getirip götüreniftiracılara, hayra engel olan zalim günahkarlara, küfründe direnen, hem dekaraktersiz kimseye, servet ve güç sahibi de olsa itaat etme. Ayetlerimiz kedisineokunduğunda 'bunlar eskilerin efsaneleridir' der. Onun burnunu yeresürteceğiz." (Kalem, 8-16)
Ayette sayılan bütün bu olumsuz özellikleri bugün egemen güç odaklarıüzerinde görmemiz mümkündür. Allah bu özelliklere sahip olanlara itaatetmememizi, onlarla uzlaşmamamızı ve mutlak surette onlardan ayrışmamızıemrediyor. İtaat etmemenin nasıllığı; zaman, mekan ve şartlara göredeğişebilir. Fakat 'itaat etmeme' durumu itikada tekabül eden genel birilkedir, esastır. Sistem, maddeci anlayışı, ideal yoksunluğunu, bireysel/bencilyaşamı hayatın her alanında bütün bireylere dayatıyor. 'Biz' bilincinden yoksunhale getirdiği kitleleri böylece kolayca çözüyor ve olası bir muhalefetibaşlamadan bitirmeye çalışıyor. Kur'an'ın bizden itaat etmememizi istediğizulme, şirke, tuğyana karşı durabilmemiz, İslami kimliğimizi tavizsiz birşekilde ortaya koyarak örnek şahitler olabilmemiz, ancak ahirete imanlamümkündür.
Kendisine fücur ve takva ilham edilen insan, sürekli dünyaya meyyaldir. Azbir geçimlik de olsa yakın olanı, dünyayı ister. Oysa Kur'an, süreklidünyevileşmeden, tercihleri dünyaya yönelik yapmaktan sakındırır. Asılmükafatın ebedi olarak ahirette verileceğini vurgular. Ahireti eksen alanvahiy, insanların ahireti gözeterek tercihte bulunmalarını ister. Fakat mistikanlayışlarda olduğu gibi tamamen dünyayı boş vermeyi de asla hoş görmez.(2/200)
'Hayır! Doğrusu siz; yetime ikrametmiyorsunuz. Düşkünü doyurmak için birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Mirası hakgözetmeden yiyorsunuz. Malı da pek çok seviyorsunuz... O gün cehennem ortayakonur, işte o gün insan, hatasını" anlar, fakat pişmanlığı fayda vermez.'Yazıklar olsun bana. Keşke dünyadayken salih amel işlemiş olsaydım' der."(89/Fecr, 19-24)
"...Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı birazabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün,onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) "İştebu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın"(denilecek)." (Tevbe Suresi, 34-35)
Kur'an, insanlara vaad edilen ahiret hayatını kuru bir anlatımla geçiştirmiyor,aksine kalıcı olması için görülecek mükafat veya çekilecek cezaları canlı birtablo halinde gözler önüne seriyor, Hatta kıyamet (saat)le ilgili ayetlerde yeryer geçmiş zaman formu kullanarak anlatılanların mutlaka gerçekleşeceğinivurguluyor. Kimi zaman da dünya ile ahiret hayatını içice aktararak haberdeninşaya geçmekte karşılıklı konuşmalara yer vermektedir. Azabın korkunçluğu olağanüstütasvirlerle anlatılır:
"Varlık sahibi yalanlayıcıları banabırak. Onlara az bir mühlet ver. Çünkü onları, bukağılar, cehennem ateşi,boğaza duran yiyecek ve can yakıcı azap beklemektedir. Yeryüzü ve dağlarşiddetle sarsıldığı gün, dağlar savrulan kum yığını haline gelir."(Müzzemmil, 11-14; Ayrıca bkz. 22/1-2; 50/ 20-26: 56/1-6; 80/34-37; 22/1-2;68/42-43)
Müminler için ise eşsiz cennet tasvirleri vardır. "Cennet cennetdedikleri birkaç köşkle, birkaç huri isteyene ver onları" diye mükafatıküçümseyen tasavvufçu mistiklerin aksine Kur'an, cennet tasvirlerinden sonra "Yarışanlar,işte bunun için yarışsınlar" (83/Mutaffifin,26) buyurur.
"Kitabı sağından verilenler, nemutlu onlara! Onlar, dikensiz kiraz ağaçları ve bol meyveli muz ağaçlarıarasında, koyu gölgelerde, sürekli akan su kenarlarında, mevsimi geçmeyen,yasaklanmayan, bitmez tükenmez meyveler içinde yüce makamlardadırlar. Onları,kitabı sağından verilenler için, eşlerine düşkün, yaşıt ve bakire olarakyeniden yaratırız." (56/ Vakıa, 27-38 Ayrıca bkz. Sad, 49-54; Hac, 19-22;77/41-42)
İman, bilginin içselleştirilmiş, yakin hale getirilmiş, bilinç düzeyineyükseltilmiş biçimidir. Pratikte tezahür etmeyen iman, ancak kuru bir bilgiyığını olabilir. Ahirete inandığını söyleyip hayatında bu imanın yansımasıbulunmayanlar, gerçekte iman etmiş değillerdir. Kur'an'da iman, sadece kabulanlamında hiçbir zaman kullanılmaz, tersine sürekli amellerle birliktezikredilir. Ve insanların iman ettik demekle bırakılmayacakları belirtilir:
"Elif, Lam, Ra. İnsanlar sadeceiman ettik demekle, hiç imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?Andolsun biz, onlardan öncekileri sınadık. Elbette Allah, doğruları bilecek,yalancıları da bilecektir." (Ankebut, 1-3)
Ahirete iman, Kur'an'da genellikle Allah'a imanla birlikte zikredilir.Sürekli yaratma halinde olan, adil ve hesap görücü Allah anlayışı, elbetteahiret inancını zorunlu kılar ve hayata müdahale etmeyen seküler tanrıanlayışını reddeder. Tek korku ve ümit kaynağı olarak Allah'ı görür.
Ahirete iman, müminlere bulundukları konuma göre sorumluluk yükler.Zorbaların hakim olduğu bir toplumda zulme direnmeyi, yetimi yoksulu korumayı,mala sahip olduğunda infak etmeyi, namazı kılmayı, güce ulaşıldığında savaşı,anlaşma yapıldığında riayeti gerekli kılar. Bu anlamda ahiret inancı, doğumdanölüme, hayatın her alanını düzenleyen bir bilinçtir.
OktayAltın
Araştırmacı- Yazar
HAKSÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder