27 Kasım 2012 Salı

Birinin Hayatında Bir Fark Oluşturmaya Çalışın

Okulun ilk gününde 5. sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak bu imkânsızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı. Bayan Mediha bir yıl önce Mustafa yı izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğun...
u ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, Bayan Mediha onun kâğıtlarını büyük bir kırmızı kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar (x ) yapmaktan ve kâğıdın üstüne büyük? F? (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu.

Bayan Mediha nın okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa nın kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı.

Mustafa nın birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli?

İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evde ki yaşamı mücadele içinde geçiyor.?

Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

Mustafa nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evde ki yaşamı yakında onu etkileyecek.

Mustafa nın dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

"Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok
fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor.

Bunları okuyunca, Bayan Mediha problemi kavradı ve kendinden utandı.

Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri
getirdiğinde bile çok kötü hissediyordu. Mustafa nın hediyesini alıncaya
kadar bu böyle devam etti.

Mustafa nın hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı
ile beceriksizce sarılmıştı.

Bayan Mediha onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Bayan Mediha pakette taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı.

Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz.

Çocuklar gittikten sonra, Bayan Mediha en az bir saat ağladı. O günden
sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları
eğitmeye başladı. Bayan Mediha, Mustafa ya özel ilgi gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik
ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar Mustafa sınıfta
ki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini
söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri idi.

Bir sene sonra, Bayan Mediha kapısının altında Mustafa dan bir not buldu,
ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.

Altı yıl sonra Mustafa dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında
üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.

Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını,
sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile
mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Bayan Mediha nın tüm
yaşamında ki en iyi ve ne favori öğretmen olduğunu yazmıştı. Sonra dört yıl
daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan
sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala
karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama simdi
ismi biraz daha uzundu.

Mektup söyle imzalanmıştı,



Prof. Dr. Mustafa Yılmaz ( Tıp Doktoru)



Öykü burada bitmiyor.

Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var.

Mustafa bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının
birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu ve evlenme töreninde Bayan
Mediha nın damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu.

Şüphesiz Bayan Mediha bunu kabul etti. Ve tahmin edin ne oldu?

Taşları düşmüş olan o bileziği takti. Dahası, Mustafa nın annesinin süründüğü parfümden sürdü.

Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Mustafa, Bayan Mediha nın kulağına şöyle fısıldadı,

"Bana inandığınız için teşekkür ederim, öğretmenim.

Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana getirebileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim"

Bayan Mediha, gözlerinde yaslarla fısıldadı, söyle dedi,

Mustafa, yanlış şeylere sahiptim. Bir fark meydana getirebileceğimi bana
öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum".

Birinin Hayatında Bir Fark Oluşturmaya Çalışın.

İrfan'ın Notu:
Fatih Arıtürk'e buradan teşekkürlerimi gönderiyorum. Gözlerim biraz buğulanarak okudum. Umudu kaybetmeden, ümitsizliğe kapılmadan, anlayarak ve anlamlandırarak farkımız olsun.

Oğlunuz Tesettürlü mü?



         Peygamberin Kuran ile inşa ettiği sahabe İslam öncesi hayatlarına “Cahiliye” derlerdi. Ve Rasulullah (sav) “imanın lezzetini alanlar” diye saydığı üç sınıf insandan biri için, “Eski cahiliye inançlarına dönmekten ateşe atılırmışçasına korkanlar” demiştir. İslam öncesi cahiliye gibi bizimde hidayete ermeden önceki cahiliye dönemimiz var. Bunun için kaynağını bilmediğimiz uygulamaları tek tek ayıklamak için Kuran ile doğru sorular sorup doğru cevapları aramalıyız. Mesela çocuklarımızın hayatı bize göre şekilleniyor. O hâlde burada hangi sorular sorulmalı? Ya da hangi cevapların peşine düşülmeli?
Çocuklarımızı yetiştirirken gerçekten Kur’an’ın emirlerine göre mi hareket ediyoruz? Mesela kızlarımızı tesettüre sokarken, ya erkek çocuğumuzun tesettürü? “Erkek çocuğun tesettürü olur mu?” diyorsak Nur suresinin 30. ayetini dikkatle okumamışız demektir.
“Mümin erkeklere söyle; Gözlerini harama bakmaktan sakındırsınlar. Irzlarını korusunlar. Bu onlar için arındırıcı ve temiz olandır. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Bu ayette Allah, insanı yanlış yola götüren şeylerin nefsi bir bakışın ardından gizlendiğini bildirir. Yani bakışa getirilen ölçü, ırz terbiyesinin başlangıcını teşkil eder.                                                                                                                                             
           “…Henüz kadınların gizli yerlerinin farkına varmamış erkek çocukları…” (Nur / 31)
Erkek çocuklar ergenlik çağına varmadan bakışlar temiz ve saftır. Yani fıtri. Öyleyse oğullarımıza ergen olmadan önce bu konuya Kuran’ın getirdiği ölçülerden bahsetmeliyiz. Ergenlik denen bu geçiş döneminin kontrollü ve dikkatli olmasının zarureti, onun hayatının bundan sonraki kısmında temiz ve iffetli kalmasının başlangıcı olduğu unutulmamalı. 
          “Onlar mahrem yerlerini (ırzlarını) koruyan kimselerdir.”  (Mearic / 29) ayetindeki korunmayı biz ve oğullarımızın mahremini koruma şeklinde anlamalıyız. Zira eğitimdeki öncelik insanın temiz ve iffetli yaşayarak çocuklarına örnek teşkil etmesidir.
“Yalnız eşlerine ve cariyelerine karşı korunmazlar. Çünkü bundan dolayı kınanmazlar.” (Mearic/ 30) Bu ölçülerin gerekliliğinden bahsederken bunun insanın fıtratının bir uzantısı olduğunu belirtilmeliyiz. Allah’ın bu işe dikkat çekmesinin sebeplerini sabırla anlatılmalıyız. Örnek olarak Resul (sav)’e gelerek “ben zina etmek istiyorum” diyen gençten bahsetmeliyiz. O (sav) Başka bir erkeğin senin annenle, ablanla, halanla, teyzenle zina etmesini ister misin? Dediğinde, genç ”hayır” der. Bu seferAma senin de zina etmeyi düşündüğün kadın birisinin annesi, ablası, halası, teyzesi değil mi? diye sorar. Genç yaptığının yanlışlığını anlar ve kendisini bağışlaması için Allah’tan af diler.
           “Yusuf tam ergenlik çağına gelince kendisine ilim ve hüküm verdik.” (Yusuf /22 )Bu ayetle de artık bizim sorumluğumuzla onun sorumluluğunun aynı olduğu ona sezdirmeliyiz. Bununla birlikte ona “Artık Allah seni ciddiye alıyor ve sana direk sesleniyor, Kur’an’da sana bu konuda gereken ilmi ve bununla hükmetmeyi öğretiyor” demeliyiz… Tabi ki oğlumuzu adam yerine koymuyorsak bu uyarı da havada kalacaktır!
Kendisinin karşı cinse hissettiği bu değişik arzularına bir ölçü getirmesinin anlamının ileride kuracağı ailenin kalitesi ve çocuklarının selameti için gerekli olduğunu ona söylemeliyiz. Haddini aşıp arzularına teslim olanlar yüzünden birçok ailenin dağıldığından birçok çocuğun ailesiz ve yalnız olarak çok zor durumda kaldığından bahsetmeniz önemli. Tabii oğlunuz sizin, eşinizle ve çocuklarınızla olan ilişkinizden memnun ise!
Mekke’de zina çadırlarının Kâbe’nin etrafında dolup taştığı, kadınların örtünmediği, kadınlarla evlenmeden çocuk yaptığı ve çırılçıplak Kâbe’yi tavaf ettikleri bir yerde, Resul (sav) ve sahabenin bakışlarını ve iffetlerini koruma gayretlerinden bahsedilmeli. Yani Resul ‘emin’ sıfatından başka “ismet ve iffet” sıfatı ile de toplumuna örnekti. Buradan da anlıyoruz ki gözümüzü ve iffetimizi korumakta zorlandığımız yeri terk etmektense, kendimiz ve ailemizin iffetine sahip çıkıp toplumumuza Kuranî ölçüleri taşımak sünnettir.
Peki, kendisi korunurken ortam gereği karşı cinsin aşırı istekleriyle karşılaşırsa ne yapacak? Bu konuda oğlumuz ile birlikte Yusuf suresinin 22 den 35’e kadar okumalıyız. Burada dikkat etmemiz gereken size soru sormuyorsa konuyla ilgilenmiyor ya da dikte etmeniz iyi bir sonuç vermiyordur. Bu durumda asıl örnek sizsinizdir. Sizin karşı cins ile olan ilişkilerinizdeki ölçü, zaman içerisinde onda ahlak hâline dönüşecektir.
Her çocuk İslam üzere doğduğu için fıtratındaki hayâsı gereği yüzü kızarır. Bunun övünülesi bir durum olduğu söylenmeli. “Bu çocuk, kız gibi çocuk biraz açılsın” tavrı terk edilmeli. Onları hayâsız mekânlardan uzak tutulmalıdır. Televizyon ve internetteki hayâsız yayınları yasak etmek yerine, dilimiz döndüğünce bu yayınlardaki haddi aşmayı anlatmalıyız. Tabi ki ona yasaklanan şeylerin bize de yasak olduğunu görmesi etkileyici olacaktır.
Terbiyede oğullarımızla ilişki kurmakta zorlanıyor ya da belli ezberleri aşamıyorsak hemen psikologa gitmek yerine, yakınımızda bu ilişkiyi iyi kurmuş kişiler ile neler yapmalıyız konusunda istişare etmeli ve daha da önemlisi onları dikkatle izlemeliyiz.
Arkadaş edinme noktasında “bunla arkadaş ol, bununla olma” demeyip sabretmeliyiz. Çünkü bir insanın kalitesini gösteren en önemli etkenlerden biri de arkadaş seçimidir. Öyleyse yapılacak olan sizin arkadaş seçiminizin onu etkilemesini beklemektir. Bu konudaki sabırlı ve karalı tutumunuz karşısında görecekleriniz umutlarınızı arttıracaktır…
Eğer kendimizin ve oğullarımızın iffet anlayışını Kuran ile inşa eder ve harama uçkur çözmemeyi bir hayat düsturu edinirsek, bütün iffetsizliklerden ve azgınlıklardan kurtuluruz. Bu konuda kötülüklerle mücadele etmek adına kendimiz, ailemiz ve yaşadığımız toplum için bir ümit kaynağı oluruz. Zira iffetsizliğin bütün suçunu tarih boyunca kadına yükleyen cahiliye toplumları kadını, Avrupa’da cadı diye yakmış. Mekke’de doğar doğmaz toprağa gömmüş, haçlı seferlerine gidenler kadınlarına bekâret kemeri takmış, kilise kadınları rahibe ve bekâr olarak cinsiyetsizleştirmeye çalışılmış… Bu günde Kur’an kurslarına ve imam hatiplere kızların zorla gönderilme nedeni bu değil midir? Böylece bütün suç kadının üstüne atılmış. Üstelik “tek taraflı namus anlayışı” nedeniyle kadına yapılan zulümlerden sonra; modernlik adına kadın erkek rolüne soyunmuş, feminizm denilen bir azgınlığa mahkûm olmuş, cinsiyetini kutsamış, erkeği düşman görmüş. Bir erkek ile (biyolojik baba) yatıp, çocuğu kendisinin sayarak ailesiz olarak onu yetiştirme aşırılığına sapmıştır.
Ve bütün bunlar erkekle savaşırken olmuş…
Nur suresini 31. ayetinde anlatıldığı gibi kadın örtünmesiyle erkekten korunmuştur. Buna göre erkek terbiye edilmeden bu aşırılıklar e-n-g-e-l-l-e-n-e-m-e-z.  Bunları söyledikten sonra bir düşünelim bakalım. Dişi köpek kuyruğunu sallamasa” diye başlayan atası şeytana kanmış olanların sözü size hâlâ makul geliyor mu?
Öte yandan ülkemizde bakire kızların sayısı gitgide azalıyor ve bu durumda ne yapacağımızı bilemiyorsak, çözüm bakir erkek yetiştirmektir. Kuran’a göre zina eden erkeğe de ve kadına da ‘fahişe’ ismi verilir. Bize Yunan kültüründen gelen “genel ev”in karşısına bir hamam yapılmış. Erkek zina ettikten sonra yıkanır temizlenir, kadın ise ömür boyu fahişe damgası ile yaşar! Erkek bekâr veya evli iken zina etmesini kınanacağı yerde ona hovarda denilerek yaptığı iş meşrulaştırılmıştır.“Zina eden erkek ancak, zina eden veya müşrik bir kadından başkasıyla evlenemez.” (Nur /3) (Kuran’ın şu hükmüne göre hovardalar tövbe etmedikçe fahişelerden başkasıyla evlendirilmeseydi…)
Sonuç olarak, oğullarımızı Kur’an ölçüsü ile terbiye etmezsek bu durumdan sadece kadınlar zarar görmez. Günden güne çoğalan aile içi sapkın “enses” ilişkiler yaygınlaşır. Küçücük kız ve erkek çocuklarına tecavüzler artar. Kadınlar bir mal gibi alınıp satılan seks kölesine dönüşür. Erkek erkeğe iğrenç ilişkiler normalleşir. Erkekliğini gidermek için cerrahlara giden bir sürü hasta ruh ö-n-l-e-n-e-m-e-z.   
Elhamdülillah bugün Kur’an’ın emrine göre yetişmiş mahremini koruyan ve azgınlıklardan uzak duran iffetli erkekler ve kadınlar sağlıklı nesiller yetiştirmeye azami gayret sarf ediyorlar. İşte kardeşim günümüzde gittikçe yaygınlaşan fahşaya dur diyecek olan sen ve yetiştireceğin iffetli nesillerdir.
“Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; Temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır...” (Nur /26.)
                                                                                           Şevket HÜNER /  10.06.2009

İrfan'ın Yorumu
Bilmiyorum, bu yazıda bir şeyler eksik ama ifadelendiremiyorum. Uzun bir makale yazısı olmasına göre ihtiyacımı karşılamaktan uzak. İstemiş olduğum duyguyu hissedemedim. Ama konu önemli olduğu için almayı uygun gördüm. Belki bu eksik olan duyguyu Şevket abi yazıyı tekrar okuyup kendisi değerlendirebilir. 

Borç Varsa Para Var Borç Yoksa Para da Yok


Prof.Dr.B.Gültekin Çetiner - 14/11/2012 

Anadolu Gençlik Dergisi Ağustos sayısında yayınlanan röportajımızdan…

Türkiye’de dindar kesim faiz kesin bir dille yasaklandığı için bankalara önceleri uzak durdu. Daha sonra kimilerinin faizsiz, kimilerinin İslami banka, kimilerinin ise katılım bankaları dediği kâr payı esasına dayalı bankalar kuruldu. Bu kanalla bankacılık sistemine giren dindar kesim daha sonra “ev ve araba ihtiyaçtır bunlar için kredi çekilebilir, enflasyonun altındaki artışlar faiz değildir” gibi fetvalarla artık tamamen hayatı bankalarla sarılmış hale geldi. Artık hepimizin cüzdanında birkaç bankanın mevduat ve kredi kartları var.Biz en baştan başlayarak soralım.

Türkiye’de ve dünyada bankacılık sistemi nasıl işler? BDPS/KRS sistemi nedir?
Öncelikle bu önemli meselede gençler arasında farkındalığın yayılmasında öncü rolü üstlendiği için sizin nezdinizde Anadolu Gençlik Dergisi’ne teşekkür ediyorum.

Cevaba isterseniz bankalarla neden bu kadar içli dışlı olduğumuzla başlayalım. İnsanların gündelik hayatına bankaların bu kadar girmesi şüphesiz tesadüfi değildir. Hele bir zamanlar bankaların önünden bile geçmeye imtina eden insanların bugün ceplerinde neden birkaç banka kartı bulundurduğu salt insanların satın alma hırslarıyla veya katılım bankalarının bu caizleştirme sürecinekatkılarıyla açıklanabilecek bir şey değil.
İnsanların neden ve nasıl bu hale geldiğini anlayabilmeleri için paranın nasıl ve kimlerce üretildiğini, miktarının kontrol edildiğini ve en önemlisi bunun toplumsal olarak yıkıcı etkilerini çok iyi kavramaları gerekiyor.

İnsanlar sistemin ekonomiler üzerindeki menfi etkilerini az çok sonuçlarıyla görüyorlar. Yani çatı akıyor ve bunu artık herkes görüyor. Ancak faizci/rantiyeci diye tabir ettiğimiz bu sistemi bir kristal netliğiyle tarif etmemiz gerekiyor. Prof. Mete Gündoğan’ın on yılın üzerinde sistemi anlatma gayretleri meyve verdi. Kendisinin Borca Dayalı Para Sistemi (BDPS) diye tanımladığı bu yıkıcı sistemin artık farklı görüş ve kesimlerden pek çok insan arasında konuşulduğuna ve yazıldığına şahit oluyoruz.
Neden bu kadar aradan sonra yoğunlukla konuşulmaya başlandı diye sorulacak olursa “Bir musibet bin nasihatten evladır” diye cevap vermek mümkün. Sizin başta belirttiğiniz sancıları artık herkes yaşıyor…
Şimdi bu sistemi uzun uzun bu röportaj içinde anlatmak mümkün olmadığından kısaca özetlemeye çalışayım.

Öncelikle bu sistem takasın zorluklarına karşı insanoğlunun ortak bir ölçü aracı arayışı sonucu binlerce yıl önce icat ettiği para denilen nesne üzerinden yürüyor. İnsanlar kendi aralarında takasa alternatif olarak kullandığı bu parayı büyük bir yanılgıyla devletler üretiyor zannediyor. Elbette bu yanılgıda eğitim sisteminde dünyada hiçbir ülkede paranın nasıl üretildiğinin öğretilmemesinin payı büyük. Beyinleri gereksiz tonlarca bilgiyle doldurulan insanlara cebinde her gün taşıdığı paranın tarihçesi ve nasıl/kimler tarafından üretildiği öğretilmiyor.

Herkes para konusunda kendi yanlış algılamalarını doğrular zannediyor. Örneğin “Para nasıl üretiliyor?” sorusunu en eğitimli insanlara sorun bakalım hangi cevapları alacaksınız?
Sistemi anlamak için öncelikle paranın temel işlevini açıklayalım. Bir terazi düşünün. Para bir ekonomide terazinin bir kefesine koyduğunuz diğer kefesinde üretilen tüm mal ve hizmetleri dengelediğiniz bir araçtır. Eğer ekonomide mal artar da parayı artırmazsanızdoğal denge gereği paranın değeri artar. Tersine mal ve hizmetler kefesinde artış olmadan para miktarını artırırsanız paranın değeri düşer böylece sistem dengelenir.

Piyasadaki üretilen parayı fiziksel ve diğer sanal (kaydi) para diye kabaca ikiye ayırdığımızda şunu söyleyebiliriz. Piyasadaki paranın ortalama %10’luk fiziksel kısmı devlet tahvilleri dediğimiz devleti borçlandırma araçlarıyla üretiliyor. Devlet her tahvil yani borçlanma ihalesinde bankalara borçlanıyor.   
Piyasadaki paranın en az %90’ı ise Kısmi Rezerv Sistemi (KRS) dediğimiz mekanizmayla bankalar tarafından üretiliyor. Bankalar havadan ürettikleri bu paranın faiz/kar payını istiyor. Ekonomide kimsenin üretmediği bu kısmın karşılığını mal ve servetler olarak kendisine aktarıyor. Bu aktarmanın hızını da belirleyen faizlerin ve zorunlu karşılıkların oranı. En önemlisi de faizler bileşik faiz dediğimiz kat be kat faiz şeklinde alınıyor.

Bankaların nasıl olup da parayı hem de %90’ın üstünde miktarla ürettiği çok kişiye inanılmaz gelebilir. Ama gerçek bu.Issız Ada Hikayesinde ve diğer yazılarımızda bu süreci anlattığımız için burada uzun uzun anlatmadan şunlarla yetinelim.KRS, bankaların kendilerine yatırılan paraların cüzi bir kısmını zorunlu karşılık olarak Merkez Bankası hesabında tutarak çoğunu tekrar tekrar ödünç vermek suretiyle para yaratma mekanizmasının adı. Diyelim bankaya 100 lira para yatırdınız. Zorunlu karşılığın 1/10 olduğu durumda her 1 liraya karşılık 9 lira para var etmesi anlamına geldiğinden insanlara defalarca ödünç vermek suretiyle 900 lira parayı havadan var edip bunun faiz/kar payını talep ediyor.
Neticede bu sistemde ekonomide üretilen paranın hepsi borç karşılığında üretiliyor. Yani para eşittir borç. Diğer bir deyişle borç varsa para var borç yoksa para da yok. Paranın fiziksel kısmı devletin bankalara borçlanmasıyla diğer büyük miktarı ise ancak vatandaşların bankalara borçlanmasıyla elde edilebiliyor.

Borçlar büyük bir yıkıcı etkiye sahip olan bileşik faizle büyüyor. İnsanlar bileşik faizin nasıl bir şey olduğunu idrak edemiyor. Anlamak isteyenler için “Son beş dakika” başlıklı yazıyı tavsiye ederim.
Neticede insanlar çalışıp didinerek mal ve hizmetler üretiyorlar. Ancak bunları ölçmek için kullanılan parayı bankalara bileşik faizle borçlanarak elde edebildikleri için sürekli bankalara çalışıyorlar. Büyük bir zulüm bu. Parayı havadan var eden bankalar faiz/kar payı yoluyla sürekli servetleri transfer ediyor.

 
Bir İslami bankacılığın olduğunu söyleyebilir miyiz?
Şu anda Dünyanın hiçbir yerinde bildiğim kadarıyla İslami prensiplere uygundur diyebileceğimiz bir banka yok. Çünkü KRS dediğimiz mekanizmayla bu bankaların hepsi havadan para üretip bunun kar payını alıyorlar.
Düşünün elinde sadece 100 TL olan bir banka 900 TL havadan para var edip bunun karını (!) alıyor. Hiçbir risk yok.Bizim itirazımız bu bankaların da KRS ile havadan para üretip bunun üzerinden servetleri haksız yere kendilerine transfer etmeleridir.Kendilerine yatırılan 1 birim paraya karşı 9 birim parayı havadan üretebiliyorlar (munzam karşılık oranı %10 kabul edilirse).
Bu bankaların da bilançolarına ve orada Merkez Bankasında tutulan değerlerine/nakitlerine ve oluşturulan kredi hacmine baktığınızda durumu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Bununla ilgili olarak “Katılım Bankaları da Kısmi Rezervci” başlıklı yazıma müracaat edilebilir.

Katılım bankalarının birer fetva kurulu var ve onlar buna göre işlemlerini yapıyorlar. Fetvalar neye göre veriliyor?
Öncelikle şunu belirtmek lazım. Bu bankaların İslamiliğigibi önemli bir meselede kurumun kendisinden herhangi bir şekilde ücret ve menfaat temin edenlerin verdiği fetvaların dışarıdaki insanlar için kıymeti harbiyesi olamaz. Kendi iç denetim mekanizması içinde insanları çalıştırabilir ve gereklidirancak kurumun kendi faaliyetleri hakkında verdikleri fetvaya ne derece güvenebilirsiniz? O yüzden bu kurumların bünyesinde üretilen fetvaların bizce anlamı bulunmamaktadır.
Diğer yandan fetvaların çoğunu incelediğimizde BDPS/KRS dediğimiz sistemi anladıklarına dair hiçbir emare yok. Önlerine getirilen bazı finans ürünlerine bakıyor ve onlara göre sistemin tümü hakkında karar vermeye çalışıyorlar. Bu konuyu “Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” başlıklı yazıda uzun uzun inceledik.

Fetva verenlerin hiç birisinden itirazlarımıza tatmin edici cevap alamadık.Özellikle KRS konusunda Türkiye’de şu ana kadar yapılan herhangi bir çalışma veya fetva mevcut değil. İslami bankacılık veya faizsiz bankacılık konusunda çalışanlara bakın. Çalışmalarında “Kısmi Rezerv” benzeri ifadelerin adı bile geçmez. KRS’nin neden haram olduğu konusunda Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi’ndenAhamedKameel ve MoussaLarbani’nin “Kısmi Rezerv Bankacılığının Mülkiyet Etkileri” başlıklı bilimsel makalesi dışında çalışma hemen hemen yok gibi.
Fetva verenlerin çoğu durumda neye göre fetva verdiği de belli değil. Fetvalarını dayandırdıkları ve neden caiz olduğuyla ilgili gerekçeleri de pek sunmuyorlar.

BDPS/KRS
 dediğimiz sistem tam olarak anlaşılınca sağduyulu herhangi bir kimse bunun ekonomide sıfır toplamlı oyun (zero-sumgame) diye tabir edilen kumar ve loto gibi oyunlardaki mantığı görmekteyiz. Yani bu sistemde bir tarafta kazananlar var diğer tarafta ise kaybedenler. Kazananlar hep aynı. Yani 2+2=4 gibi belli. 
Bunu da “Issız Ada Hikayesi”yle anlatıyoruz. Yani adada 1000 Ada Lirası üretip 1050 Ada Lirası  getirmelerini talep eden bankacının hikayesi. 50 Lira ekonomide olmadığı için bu miktar servet bankacıya transfer ediliyor. Bu transferin adına ister faiz deyin ister kar payı netice fark etmiyor.
Üstelik bu transferin şiddeti bileşik faizle artıyor. Öte taraftan KRS ile şiddet ortalama 10 kat artyor.
Arzu edildiği takdirde bildiklerimizi paylaşacağımıza dair kamuoyuna açıklamada bulunmamıza rağmen bize ne bu fetva kurullarından ne de fetva verenlerden herhangi bir şekilde başvuru olmadı.

Sıhhatini bilmiyorum ama “Ahir zamanda faizin tozu müslümana bulaşacak.” Diye bir hadisi şerif var. Bu gün bunu yaşıyoruz. Sistemin içinde kalıp sistemden etkilenmeme mümkün mü? Kredi kartı almamak, bankalarla işlemleri asgari miktara indirmek bizi ne kadar kurtarır?
Bu hadisin sıhhatini bilmemekle beraber önemli bir gerçeği ifade ettiğini savunuyorum.Bugün maaşını bankalardan almayan yok gibi. Yasal zorunluluk haline geldi. Orada tutulan her 100 TL siz üzerinden faiz/kar payı almasanız da KRS sayesinde 10 katı para üretilmesinde ve bankanın başkalarından faiz/kar payı elde etmesinde kullanılıyor.

Hiçbir banka hesabınız olmasa cebinizde taşıdığınız para devletin bankalara borçlanması süreciyle elde edilen para. Şu andaki borçlanmaya göre bu para üzerinden senelik %8-9 devlet bankalara faiz ödüyor. Yani ölçü aracı olarak kullandığımız para birilerinin borçlanmasıyla elde ediliyor. Borç da faizsiz elde edilmediğine göre tozu bir şekilde bulaşıyor.

Etkilenmemek için şu anda faiz nedeniyle ölçü olma vasfını kaybeden parayı hiç kullanmayacaksınız ki bu mümkün değil.Çünkü ya takasa yöneleceksiniz ya da hayatınız boyunca tüketeceğiniz her şeyi kendiniz üreteceksiniz. 
Görüldüğü gibi kaçış mümkün değil. Diğer yandan bu sistem değişmedikçe parayı kullandığınız sürece kaçınmanız da pek mümkün değil. Çünkü 760 milyar dolarlık ekonomide piyasada sadece 54 milyar TL para var. Sadece memurların yıllık maaşı 100 milyar TL. Devletin bankalara ödediği faiz 50 milyar TL. 

Yani piyasada nakit yok. Durum böyle olunca alışverişinizde mutlaka bankaların KRS’yle ürettikleri sanal parayı kullanacaksınız yani kredi kartlarına yükleneceksiniz demektir.
Unutmayın bu sistemde borç varsa para var. Borç yoksa para da yok. O yüzden cebinizde taşıdığınız her para birileri borçlanacak ki var olacak.

Geçtiğimiz aylarda Hayrettin Karaman hoca fetva kurulunda bulunduğu bankanın işlem yaptığı kağıt hakkında bunun caiz olmayacağını söyledi. Bu durum hakkında ne söylemek istersiniz?
Dediğim gibi bireysel ürünlere bakarak sistemin geneli hakkında karar vermek doğru değil. Bizim itirazımız bu bankaların KRS’yle havadan 10 katı para üretebilmeleri ve bundan kar payı toplamaları. Bankaların yüzlerce para kazanma aracı var. Kendisinin aracın birisine olumsuz diğerine olumlu fetva vermesi aslında sistemik olarak davranmadığınıngöstergesidir.

Bankalarının yapmış olduğu altın hesapları var. Altın islama göre reel bir yatırım aracı ama bankalar bu konuda ne kadar güvenli?
Altının kıymeti kendin içinde menkul olan özel bir mal. Tabiatta sınırlı miktarda üretilebiliyor. Sanayide değişik yerlerde kullanabiliyorsunuz ama kıymetin belki önemli kısmı hanımların ve insanların buna rağbet etmesi.Bu nedenle de değişik medeniyetlerde direk para olarak da kullanılmış.
Altın hesapları arkasında çoğunlukla altın denen bir şey yok. Bu hesaplarda ne kadar gözüktüğü buna mukabil ellerinde ne kadar altın olduğunu kendileribiliyor. Alışverişte altının peşin olarak alınıp satılması şeklindeki hükümler nedeniyle bu işlemlerin haram olduğu belirtiliyor. Bu konuda şüphesiz ilahiyatçılar ayrıntılı izah edebilirler.

Bu altınlar çoğunlukla sanal elektronik kayıtlar. İnternet üzerinden yaptığınız sanal işlemlerle girip aldım veya sattım diyorsunuz. İnsanların çoğu da aslında bunun arkasında gerçekte altın filan olmadığını biliyor.

Son alınan kararlarda altının zorunlu karşılığının %20 olduğunu bildiğimize göre (KRS) toplanan altınların en fazla %20’sinin gerçek altın olduğunu söyleyebiliriz. Gerisi sadece hesap bilgisinden ibaret elektronik kayıttır. Yani gerçekte 100 ton altın toplandıysa sistemde altın hesaplarında 500 ton altın varmış gibi bir durum söz konusudur.

Yastık altındaki altınların toplanmasına itirazlarınız vardı. İtirazlarınız nerelereydi?
KRS’yle altınların %20 munzam karşılıkla Merkez Bankası’nda toplanmasına, cari açık ve sıcak paranın finansmanı içinkullanılacağı endişesiyle itiraz etmiştik. “Yastık altı altınlar nereye?” başlıklı yazıda endişemin nedenlerini uzun uzun belirtmiştim. Avronun veya doların çökebileceğinden bahsedilen günümüzde cari açıkların ve bankalara sıcak para akışının finansmanı için kullanıldığında vebal olacağını belirttik.
Bugünlerde çok kimsenin konuştuğu muhtemel bir küresel bir buhranda yastık altındaki 4500 ton olduğu söylenen altın piyasaya çıkar ve ekonomiyi çok rahat döndürür. Bu yüzden değeri sadece duvar kağıdı olan dolarlar uğruna bu altınlar dışarıya buharlaşırsa büyük kayıp olur diyerek uyarıda bulunduk.
Endişelerimizi haklı çıkaran şey de birkaç bankaya uygulamayla ilgili bilgi almak istediğimizde verilen cevaplardı. Toplanan altınlar aslında bozuluyor ve geri almak istediğinizde sadece para veriyorlar. Yani altınlarınız bir anlamda buharlaşıyor.

Enflasyon kadar artışlar faiz değildir deniyor. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
Enflasyon kadar olsun veya altı olsun ribalı mallarda kalite farkına bakılmaksızın misli misline değiştirmeyi emreden hadis mucibince parayı aldığı miktarda değiştirmek gerektiğini söylüyoruz. Ayrıca enflasyon hesabının geçmişe ait olduğunu, faizin ise gelecekle ilgili olduğunu bu yüzden hüküm vermede birbirlerine karıştırdıklarını vurguladık. Hüküme esas kabul ettikleri bir imamın uygulamasını da tam anlamadıklarını söyleyebiliriz. Ayrıca fetvaların verildiği dönemde BDPS denen sistem ve KRS uygulamaları yoktu.

Diğer yandan BDPS ve KRS anlaşılmadan verilen fetvalarakan çatının tamir edilmesinden ziyade çatının altına kova koymaktan ibaret. Enflasyon geçmişe ait ve bir sepet içindeki yüzlerce ürünün ağırlıklı ortalamasındaki değişim esas alınarak hesap yapılıyor. Yani enflasyon diye hesaplanan bu şey aslında BDPS’nin paraya kaybettirdiği değeri açıklayamıyor. Ayrıca enflasyon gibi geçmişe ait bir olguylaİslam hukuku da dahil olmak üzere hiçbir hukukta geçmişe ait sözleşme yapamazsınız. Yani enflasyon hesabı paranın ne kadar değer kaybettiğini tam açıklayamazken bu ortalama değeri nasıl geçmişe yönelik sözleşmede esas alabilirsiniz? İslam’daki ölçüyü koruma kaidesi burada öne çıkıyor.
Yalnız bu müzakerelerde şunu özellikle vurguladık. BDPS parayı ölçü aracı olmaktan çıkarıyor. Para üzerinde değer kaybına yol açıyor. Yani bir terazi düşünün hileli tartıyor. Onlar enflasyon oranında faiz helaldir deme yerine belki böyle bir ölçü aracını bu haliyle kullanmanız caiz değildir diye fetva verseydi daha anlamlı ve sistemi düzeltme açısından teşvik edici olurdu.
Enflasyon fetvası dediğimiz gibi akan çatı örneğine benzetilebilir. Çatı akıyor. Neden aktığını dert etmiyor ve çatı altına koyduğunuz kovadan su taşmazsa tamamdır diyorlar. Ama sorun şu. Çatıdan akan suyun miktarını ölçmek için kullanacakları kova belli değil.

Güncele dair birkaç soru daha soralım. IMF’ye borç veriyoruz diye haberler dolaştı. İşin şekli nedir? Kredi alan ülkemiz kredi verme seviyesine çıktı mı?
Önce şunu belirtmekte yarar var. IMF’ye borç vermedik. Küresel krizlere karşı ortaklık paylarını artırmaya karar verdiler. Bizim hissemize 5 milyar dolar düştü. Bu bir kredi değil. Herhangi bir getirisi de yok. Bu bir propaganda aracı olarak kullanıldı.
Öte yandan şu anda iç ve dış borcumuzun toplamı 500 milyar dolar civarında. IMF’ye sadece 1-2 milyar dolar borcumuz olduğunu söylemek doğru ama diğerlerini bertaraf etmiyor bu. Yani size 1 lira borcum var, Ahmet’e de 500 TL. Remzi beye 1 TL borcum var ifadesi doğru ama benim gerçek durumumu açıklayabilme açısından eksik bir tanımlama.
Ekonomik büyüklüğümüz 760 milyar dolar ve toplam borç 500 milyar dolar olduğuna göre ne kadar borç verebileceğimiz konusunda bir tahminde bulunabilirsiniz.

Cari açığın geçtiğimiz aylarda geçen yıla göre düşmesi bir iyileşme göstergesi mi? Bunu nasıl okumalıyız?
6 aylık veya senelik resimler daha açıklayıcı olabilir. İran’a uygulanan genel ambargo nedeniyle ithalatın dolar cinsinden yapılması yerine İran’a ihraç edilen önemli miktarda altından söz ediliyor. Ekonomik durgunluk dönemlerinde cari açıkların azaldığı da bir gerçek. Bu sistemde para borçlanarak yani insanların kredi kullanmasıyla üretildiğine göre kredi kullanımında bir daralma nedeniyle tüketimin azalması olabilir. Tüketim deyince de çoğu durumda ithalata bağımlılık da söz konusu.
Yıl sonunda büyük resmi gördüğümüzde geçen seneye göre ihracatta önemli artışların olup olmadığı veya varsa ithalatta gerilemelere ait rakamlar sayesinde net rakamlar ortaya çıkacaktır.


Bütçenin de geçtiğimiz aylarda fazla verdiği söylendi. Sürekli borç üreten bir sistemde fazla vermek mümkün mü? Nasıl bu kadar iyimser rakamlar gösterebiliyorlar?
Benzer durum iç rakamlar netleştiğinde görülebilir. Bütçede öngörülen kalemleri ayrıntılı incelemek lazım. Özelleştirme uygulamaları veya başka gelirler öngörülenden fazla olabilir. Bütçede hangi kalemler ne kadar tahmin edildi ne kadar gerçekleşti sorusunun cevabını ayrıntılı incelemek gerekir.
Sistemin sürekli borç ürettiği tespitiniz çok yerinde. Bu sistemde borcun milli gelire oranı en önemli parametre kabul ediliyor.Bu oran %65’e kadar sürdürülebilir kabul ediliyor. Yani 100 TL geliri olan birisinin 65 TL borç ödemesi. Bu sistemde borç bileşik faizle sürekli büyüyor. Alacaklılar vazgeçmediklerine göre sistemin yürüyebilmesi için milli gelirin artması yani ekonomik büyüme gerekiyor. Hem de sürekli ve en az bileşik faiz hesabındaki kadar bir büyüme. Büyümesini tamamlamış nüfusu yaşlanmış AB ülkelerinde bu nedenle borçlar sürdürülemiyor.
Bizde şu anda büyümeye hala ihtiyaç var. Ancak ne kadar uğraşılsa da borcun büyümesiyle karşılaştırınca ekonomik büyümenin üssel olarak hareket etmesi mümkün olmadığından sistem tıkanmaya mahkum.
O yüzden herkesin gözü kulağı büyüme rakamlarında. 

Büyüme olmamasının dünyanın sonu olmadığı ve krizlere yol açmadığı tek sistemse BDPS ve KRS’nin olmadığı bir ekonomi. Borç sürekli katlanırken ekonomi küçülürse yandı gülüm keten helva. Ama parasını bankalara borçlanmadan devletin faizsiz bastığı bir ülkede yapılacak şey çok basit. Küçülme miktarı paranın piyasadan çekilmesi. Para ölçü aracı olduğuna göre terazinin bir kefesinde azalan mal ve hizmet karşılığında parayı ekonomiden çektiğinizde denge sağlanabiliyor

İrfan'ın Yorumu:
Bu yazı kenarda dursun, üzerinde daha sonra değerlendirmeler yapılabilir diyerek koydum.

Satınalma


Günümüzün popüler mesleklerinden biri de satınalmacılıktır. Geçmişte sadece üretici firmaların hammadde ihtiyaçları için satınalma departmanları bulunurdu. Ama şu anda ticaret ile iştigal eden şirketlerin de satınalma bölümleri adeta olmazsa olmazlar arasına girdi. Ve artık üretimin de, ticaretin de bu haksız rekabet içinde barınabilmesi için ana prensip “Esas kazanç, malı satın alırken olandır.” şeklindedir. Bu ilke aynı zamanda satınalma bölümünün hayatiyetini ve önemini sürdürmesi için en gerekli unsurdur.


Bu prensibin gereği olarak bir ürünü satana hiç kazandırmadan hatta gerekiyorsa zarar ettirerek almak satın almanın başarısıdır. Zira satan, nasıl olsa alırken kazandığı için veya satmakla anca ayakta duracağı bilindiğinden, satınca kazanması gerekmemektedir. Bu acımasız prensiple yaşayan modern insan, artık ürettiğinden de, ticaretini yaptığından da zevk almaz ve kendinden başkasını düşünmez aymaz bir kapitaliste dönüştü.
Mesleğe başladığım yıllarda eğer bir esnaf zor durumda kaldıysa, birine haciz gelip malına el konduysa, birinin malı gümrükte takılıp kaldıysa “Ağlayanın malı insanı güldürmez.” prensibiyle kimse (Ermeni, Yahudi esnaflar dahi) bu mala talip olmaz hatta dönüp bakmazdı… Fakat modern eğitimde rekabetle yetişmiş bu günün insanı (inançlılar bile) parayı gösterip insanların zor durumundan istifade edip elindeki malı yok pahasına satın almayı bir meslek olarak görür oldu. Artık paranız yetişmediyse, nasıl çekinizi kıran factoring’ler (kan içici tefeci) varsa aynı zamanda “Kendini rezil edeceğine malını rezil et.” diyerek malına yok pahasına değer biçen fırsatçılar da piyasalarda(!) yerini aldı.
Kur’an bu konuda müminlere şu tavsiyede bulunur:
“Siz ey imana ermiş olanlar! Birbirinizin mallarını haksız yollarla -karşılıklı rızaya dayanan ticaret yoluyla da olsa- heba etmeyin ve birbirinizi mahvetmeyin; zira Allah, sizin için bir rahmet kaynağıdır.” (Nisa / 29)
            Buna göre fırsatçılık doğru değildir. Muhatabınızın razı olması da sizi sorumluluktan kurtaramayacaktır. Fakat beni en çok üzen böyle bir fırsatçının, bir arkadaşımın malını yok pahasına almaya çalışırken “Pazarlık sünnettir.” demesiydi. Bazı günler camide de gördüğüm bu fırsatçı, nasıl öğlenin farzı öncesi kıldığına sünnet diyorsa, birinin malına yarı fiyatına sahip olmayı sünnet sanıyordu. Resulullah’ın (sav) böyle bir insafsızlığa alet edilmesinin büyük bir iftira olduğundan habersiz bu liberal muhafazakârın yaptığını anlamak zor değildi. Ama Kur’an’ın ruhundan habersiz, Rasulullah’ın (sav) nasıl pazarlık ettiğine dair sahih bir hadis bile okumamış insanımızın başkalarının kazancını hiçe sayarak yaptığı pazarlığa “sünnet” demesi anlaşılır gibi değil.
Sahi siz, Rasulullah’ın (sav) alışverişte nasıl pazarlık ettiğine dair kaynağı ve yeri belli sahih bir hadis okudunuz mu? “Pazarlık sünnettir.” denilerek Peygamber’in (sav), yapılan haksızlıklara alet edilmesi sizi de derinden yaralamıyor mu?
Öncelikle şunu kesinlikle bilmeliyiz ki, Rasulullah’ın (sav) hiçbir sözü, ameli ve takriri insafsızlık üzere yani karşısındakinin zor durumundan istifade etmek üzere değildir. Resulullah (sav)  düşmanına karşı bile insaflı davranırdı. Kurduğu ilişkilerde karşısındakinin hakkına riayet eder ve onun bereketini dilerdi. Kur’an’ın şahitliğinde Nebi (sav), insanlara kardeşçe yaklaşan, onlara çok düşkün ve başlarına bir şey gelmesin diye titizlenen biri olarak bize, karşınızdakinin kazancını hiçe sayacak şekilde pazarlık edin demedi, demezdi.
Rahmetli saatçi dedem dükkânı kapattıktan sonra dolmuşa doğru ilerlerken her akşam arka sokaktaki satıcıdan ayçekirdeği almayı ihmal etmezdi. Ben de buna bir anlam veremeyip “Dede senin ağzında ki takma dişlerle bu çekirdekleri yemen imkânsızken niye bunu alıyorsun?” diye sorardım. O da gülümseyerek “Evlat biz kazandık o da kazansın.” derdi. Saraç olan diğer dedemin dükkânına vefatından sonra borcunu ödemeye gelip onun ölüm haberini alınca hıçkırıklara boğulan müşterilerine şahit olmuşumdur… O günün insanı bugünküler gibi yüksek(!) okullarda okumamış, hatta din hakkında pek çok kitap da bitirmemişti. Lakin ilişkilerine merhamet ve insaf hâkimdi. Yani pazarlığın sünnete uygun yapılması o günkü dünyada karşılığı olan bir şeydi. Ve onlar kötü amellerini Resulullah’la(sav) gizlemeye çalışmazlardı…
O zaman bu yazı vesilesiyle şimdilerde kaybolmuş bir sünnetten bahsedelim…
         “Gerçek şu ki, (ey insanlar,) size kendi içinizden bir Elçi gelmiştir: sizin (öte dünyada) çekmek zorunda kalabileceğiniz sıkıntıdan ötürü kendini (zihnen) büyük bir yük altında hisseden; size çok düşkün (ve) müminlere karşı şefkat ve merhametle dolu bir elçi...”
Yukarıda ki Tevbe suresi 128. ayetine göre “sünnet” olan karşınızdaki kardeşinize ne durumda olursa olsun düşkün olmaktır. Kardeşinizin başına bir şey gelmesi sizi çok üzmelidir. Kardeşiniz size, hangi konuda başvurursa vursun sizi, ona karşı insaflı ve merhametli bulması, Rasulullah’ın (sav) asla terk etmediği “sünnet”idir. Yani onun kazancını yok sayarak pazarlık etmek değil asıl ona sahip çıkmak “sünnet”tir.
Velhasıl ne zaman ki bir kardeşimizin dünyada da, ahirette de zor durumda kalması bizi üzer ve ona insafla, merhametle sahip çıkarsak, işte o zaman Rasulullah’ın (sav) sünnetine göre kardeşçe pazarlık yapmış olur ve bu şekilde bütün dünyaya örnek olabiliriz…

                                                                                           Şevket HÜNER / 25.11.2012

İrfan'ın Yorumu:
Bir arkadaşın alacağına karşılık haciz işlemi uygulanmış ve evindeki buzdolabı, çamaşır makinesi gibi ev halkının en temel ihtiyacı olan makineler de alınmıştı. Kadın gözyaşları içerisinde kalmıştı. Bunu duyduğumuzda ise derhal haciz işlemini durdurmuş, haciz işleminin durdurulması dolayısı ile oluşan masraf karşılanmış ve ev hanımının göz yaşlarına sebeb olan makineler tekrar evine gönderilmişti. Arkadaşla beraber evi ziyaret ettiğimizde, bir bardak çaylarını içip, "artık sizden alacağımız yoktur, alacağımız da annenizin sütü gibi helaldir" diyerek çıkmış, büyük bir hafiflik hissetmiştik. Rabbim de onların bize dualarını nasib etti. Arkadaşım da ben de işlerimizi yoluna koyduk. Onlar da işlerini yoluna koydular. İlişkimiz de en güzel şekilde sürüyor. 
Bu yazıyı okudumda bu yaşadığımız olay aklıma geldi. Merhameti kaybettiğimizde, bir kadının gözyaşlarının sonuçlarını da göremez olabiliyordu insan. 
Merhamet ey merhamet!
Kendini kaybettirme no'lur!
Aklımızdan da, damarlarımızdan da eksik olma!

23 Kasım 2012 Cuma

Acınız Acımız, Üzüntünüz Üzüntümüzdür

İrfan'ın Yorumu:
Çok değerli bir abimizin tanıdığı olan bir arkadaşı vefat etti. Mustafa Dumlupınar'ı tanımam, aile efradını da. Ama Şevket abinin acısını paylaşmak, üzüntüsünü bizim de gönüllerimizde hissettiğimizin bilinci ile aşağıda bizlere göndermiş olduğu yazıyı burada paylaşma ihtiyacı duydum. 
Mustafa Dumlupınar'ın ailesine de buradan sabır diliyor, kendisine de Rabbim'den rahmet niyaz ediyorum. 

Mustafa’nın Ardından

Minarede “ölü var” diye bir acı salâ...
Er kişi niyetine saf saf namaz... Ne âlâ!
Böyledir de; ölüme kimse inanmaz hâlâ!
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan...
                                           Necip Fazıl Kısakürek


Merhum Mustafa Dumlupınar kardeşimin tabutunun başında gözlüklü olan oğlu.Ahmet…
Ahmet Dumlupınar Beykoz Anadolu Lisesi 3. sınıf öğrencisi…
Mustafa Dumlupınar’ın 0532266.... no’lu telefonunu arayınca artık Ahmet çıkıyor…
Hani Resulullah “babanızın arkadaşlarını unutmayın ve saygıyı eksik etmeyin” diyor ya
Bu hadisi tersten okuyarak
“Yetiminizi yakın arkadaşlarınıza bırakırsınız” gibi anlıyorum...
Bu resimde aslında her şey anlaşılıyor…
Mustafa Dumlupınar yetimine sahip çıkacak kardeşlerine gülümsüyor…
Ahmet ise…
            Tahtadan yapılmış bir uzun kutu:
Baş tarafı geniş, ayakucu dar…
           Çakanlar bilir ki bu boş tabutu,
           Yarın kendileri dolduracaklar...

Cılız vücuduma tam görünse de,
            İçim bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de,
            İnsan birer birer yine giriyor… Necip Fazıl Kısakürek

20 Kasım 2012 Salı

Serdar'ın Endişesi Endişemizdir


Çocuklarımız ve endişelerimiz...

Geçenlerde sevdiğim bir arkadaşımla sohbet ederken endişeli bir hali olduğunu, nedenini sorduğum da geçtiğimiz günler de yaşanan iki olayın canını çok sıktığını ve endişesinin artığından bahis etti.

Ne idi dostumu endişelendiren olaylardan ilki, Antalyalı Üniversiteli bir kız öğrencinin ilk önce tecavüze uğrayıp, sonra hunharca katledilmesi idi. İkincisi Urfa da küçük bir evladımızı taciz edilip sonra katledilmesi olayları idi. Toplumumuza ne oluyor, neden böyle işler oluyor. Aslın da var idi de gizli mi kalıyordu, Basın yayım kuruluşlarının gelişmesi ile artık her şey gözümüzün önünde cereyan etmeye başladı.

Bu toplumsal güvensizliği de beraberinde getiriyor diye bahisle konuşmaya devam etti dostum. Anne ve baba olarak endişelerini anlattı. Birde üstüne Urfa ya, Suriye den düşen bombalarla evi perişan olan babayı konuşunca gözyaşları ister istemez boşaldı. Bu duygularla Kurban bayramına girdik, yani kurbanlar vererek.
Sonra, arkadaşlarımızdan ve ağabeylerimizden eleştiri aldığım bir yazı yazdım.
Memleketimiz de terör yüzünden, gün geçmesin ki ölüm haberleri ile evlere ateş düşmesin. Böyle bir ortam da evlat yetiştireceğiz, Ülkemize ve insanlığa faydalı olması için.

Yine de umudumuz var, çünkü can çıkmadan umut çıkmaz. Umudumuz daha merhametli, paylaşmasını bilen yöneticiler ile onların düzgün çalışmasını sağlayacak yürekli ve cesur bir halka ihtiyacımız bulunuyor.

O neslin gelmesi dileklerimle....

Serdar Karamanlı
17 Kasım 2012

16 Kasım 2012 Cuma

Zlatan

Bir yetenek varsa ve o yetenekden tarihte çok az görülüyorsa dikkat çekmek isterim. Bugün futbol dünyasında Messi fırtınası esiyor. Dün Pele fırtınası vardı. Problem değil hangi fırtına eserse essin.
Ama kardeşim dün bir gol gördüm...

Futbolu severim, belli bir takıma da gönül bağlamışım. Bilen bilir zaten. Fanatik de değilimdir.
Ama kardeşim dün bir gol gördüm.

Futbolun uyuşturucu etkisinin farkındayım
Ama kardeşim dün bir gol gördüm.

Burada kayda almaz isem çatlarım. Bu gol zaten birçok yerde kayıtlarda. You tube bununla çalkalanıyor. Yetenek böyle bir şey olsa gerek. Ve gol de İngiltere'ye atılıyorsa.

Ama kardeşim dün bir gol gördüm.

Siz görmediniz mi hâlâ. Ben de görmeyeniniz vardır diye buraya alayım dedim.

Hani derler ya bu gole şapka çıkartılır diye. Kardeşim bu gole şapka çıkartılır, içinden tavşan çıkartılır yani!

İsviçre - İngiltere Maçı
4 - 2

Son gol Zlatan İbrahimoviç'den, bir spikerin tabiri ile İbrakadabra !


http://www.youtube.com/watch?v=tPJ7gavftyY


15 Kasım 2012 Perşembe

Yılbaşı Tebriği



Miladi yıla, coşup eğlenilecek 31. gece kutlamasını özendirmek amaçlı süslenen çamlar, sahte kahkahalar atan 30 lira yevmiyeli çakma Noel babalar, pırıl pırıl aydınlatılan avm’ler, zenginlik hayallerini azdıran milli(!) piyangolar, eğlence programlarını tanıtan televizyonlar ve gazinoların işgali altına gireceğiz. Her şey geriye sayım yapılıp havai fişekler altında yeni bir yıla girmenin heyecanı adına tüketim arttırılması adlı bir illüzyon… 
         
Hâlbuki bizim hicri yılbaşımız bir hüznün yıldönümüdür. Çok sevdiği Mekke’den inancı ve istikamet dolayısıyla katledilmekten son anda kurtulup kafa avcılarının takibinde sevenlerin yanına doğru zorlu bir yolculuk yapanın Resulullah’ın (sav) anılmasıdır. Bu bütün durgun sulara gittikçe debisi arttıran bir akarsu olmanın farz olduğu bir başlangıçtır.
         Bu hüzne, sıcacık yatağını terk edip zulme karşı canını ortaya koyan O hicret edenin ciğer paresi Hüseyin’in(rah) şahadetiyle ilan edilen “Aşura” ile bütün zalimlere başkaldırının seneyi devriyesi eklenmiştir.
        
  Hicreti başlangıç alan istikametiniz Mübarek olsun…Şevket HÜNER

                                                                                                      

        “Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de. Kim Allah’a ve Peygamberine hicret etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, şüphesiz onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Nisa /100)

          Ömer (ra)’den rivayetine göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;
"Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah'a ve Resulü’ne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlanacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir."  (Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî )

İrfan'ın Yorumu;
Aynen katılıyorum...

14 Kasım 2012 Çarşamba

Nou Camp’ta Alkışlar


          Geçenlerde tv’de naklen İspanyol liginden (La liga) bir futbol karşılaşması izliyordum. Katalonya Özerk bölgesinin takımı FC Barcelona kendi sahası “Nou Camp” ta üstün bir oyun sergiliyordu. Yüz bin kapasiteli bu stat Barcelona taraftarlarınca ağzına kadar doldurulmuştu. Takımın Arjantinli golcüsü Messi bu maçta hattrick yapıp takımını farklı öne geçirmişti. Yani bir maçta tek başına üç gol kaydetmişti. Maçın 87. dakikasında yardımcı hakem oyuncu değişikliğini işaret etti. Ama çıkan oyucunun maçın yıldızı Messi olduğunu görünce şaştım kaldım. Zira Barcelona açık farkla öndeyken ve üç dakika sonra maç bitecekken yapılan bu değişikliğe bir anlam verememiştim.

Messi, değişiklik üzerine sahanın dışına doğru hareketlenince tribünlerde kıyametler kopmaya başladı. Yüz bin kişi Messi’yi ayakta alkışlıyordu. Bu çılgın tezahürata sahadaki ve yedek kulübesindeki takım arkadaşları da iştirak etti. Maçı anlatan spiker bunun bir teknik direktör jesti olduğunu aktardı. Buna göre teknik direktör, üç değişiklik hakkı doldurmamışsa, memnun kaldığı futbolcusunu bütün taraftara alkışlattırmak için daha teri soğumadan oyunun dışına alırmış… Rekabetin en hararetli anının bir zarafet gösterisine dönüştürülmesinden oldukça etkilenmiştim. Zira kıyasıya mücadelenin yaşandığı bir ortamdan daha teri soğumadan takdire şayan bir şekilde ayrılmak herkese sunulmuş bir nimet değildi.

Bunları düşünen aklım Nou Camp stadından uçmuş Halid b. Velid’in(ra) ölüm döşeğinin başucuna konmuştu. Halid b. Velid (ra) 642 yılında Humus’ta hastalanmış. Bu sırada yanındaki silah arkadaşlarından kılıcını istemiş. Kabzasını tutup kılıcını şefkatle okşarken demiş ki; “Nice kılıçlar elimde parçalandı. İşte bu, benim ölümümü görecek son kılıcımdır. Beni en çok üzen, hayatı hep Cihad meydanlarında geçip yatak yüzü görmemiş olan bu Halid’in kocakarılar gibi yatakta ölmesidir. Rasulullah’ın (sav) hiçbir ashabı, rahat yatağında ölmedi. Ya cihat meydanlarında ya da din-i İslam’ı yayarken garipler olarak şehit oldular. Ömrü din-i İslam’ı yaymak için, cihat meydanlarında at koşturan Halid’in sonu böyle kocakarılar gibi yatak üzerinde olmamalıydı. Ölümün beni bulmasını her zaman, harp meydanında, atımın üzerinde, düşmana Allah için kılıç sallarken şehitlik olarak bekledim…”

Zamanından önce, ömrünün baharında, bu dünyaya doyamadan ayrılmak…
Hocam Ahmet Sarıoğlu da bizi yetiştirmek için gecesini gündüzüne katarken kalbi bu tempoya dayanamamış daha 43 yaşında aramızdan ayırılmıştı. Sahabenin izinden gidip din-i İslam’ı yaymak için çabalayan bu âlim kişinin ömrünün baharındaki ölüm sebebi raporun ilgili sütununa “aşırı yorgunluk” diye yazılmıştı. Şöhretin afet olduğunu bilerek gariplerden bir garip gibi yaşadığı bu hayatta daha dilindeki sözcükler bitmeden, doğru yolu göstermek için koştururken daha teri soğumadan bu dünyadan, izzet ve şerefle alındı...

           Çevremde aynı yolu izleyen, din-i İslam’ın zaferi için mücadele ederken daha ömrünün baharında aramızdan alınanları düşününce kendi adıma hüzünlendim. Zira Hayati Üstün, Fahrettin Kültür, Akif Babalı, Numan Arıman, Bahattin Yıldız, Faruk Aktaş, Cevdet Kılıçlar şerefli bir mücadelenin tam içindeyken ve daha terleri soğumadan aramızdan vakur bir şekilde çekilip alındılar.
Halid bin Velid’e nasip olmayan bu makam onlara nasip ve müyesser oldu.


          Sonra aklıma Yusuf’un (as) kardeşlerine ve anne babasına kavuştuğu anda yaptığı dua geldi. Büyük bir ümitle, bu izzete talip olarak, Yusuf suresi 101. ayeti tekrarladım...

رَبِّ قَدْ اتَيْتَنى مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنى مِنْ تَاْويلِ الْاَحَاديثِ فَاطِرَ السَّموَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ فِى الدُّنْيَا وَالْاخِرَةِ تَوَفَّنى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنى بِالصَّالِحينَ

“Ey Rabbim! Bana nüfuz ve iktidar bahşettin; olayların altında yatan gerçekleri kavrayıp açıklama bilgisi verdin. (Ey) göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada ve ahirette benim yanımda yakınımda olan / beni koruyup destekleyen sensin: canımı, bütün varlığıyla kendini sana adamış bir Müslüman olarak al ve beni sâlih kullarının arasına kat!”

Âmin… Ecmain…

                                                                                   Şevket HÜNER / 12.11.2012

13 Kasım 2012 Salı

En son ne zaman görmüştük Senayı?

VERA

Hiç söylenmemiş sözler söylemeli
El değmemiş duru sözler sevdiğim için
Sevdiğim!
Şehir giysileri kıskanır ve bu yüzden bürünür geceye
Güneş gözlerinden beslenir ve saçlarını kollar görmek için
Sensizken; şehrin boş meydanlarında yürüdüm
Kalın puntolarla iri laflar ettim
Öfkemi saldım iri dişli postallar üzerine


Sevdiğim! VERA!
Hangi çocuğu okşadın
Ellerinde gülden kokular, dilinde aşk nameleri
Söylesene VERA! Hangi çocuğun adını andın
Sahi VERA!
En son ne zaman görmüştük Senayı?
Hatırlasana; deli kız sana emanet etmişti o bombaları


Sevdiğim! Bak umut kan pıhtısı rengine döndü
Sen VERA! Filistin'den geçerken sakın eteklerini toplama
Biraz kan bulaşmış şekilde çık karşıma
Ve sakın UNUTMA!!!
O ilk çocuğumuzdur
Asırlardır dillerde olan Leyla'dır
Meryem'in suskunluğunda can bulan gözleri vardır Züleyha'nın
Daha düşmeden kirli kelimeler diyarına


Bilir misin VERA!
Kaçıncı çocuk, bu kaçıncı kertik yüreğe atılan
Artık eskisi gibi değil; daha da sancılı, artık daha da sancılı
Asırlardan uzat ellerini VERA
Ellerini bulur ellerim bir girozni kuşatmasında
Dağları görüyor musun VERA
Her bir dağa bir çocuğumuzun adını koymuşlar
Muratım! Metinim! Beratım!
Hani omuz omuza vermiştik ya bir namaz kıyamında
Hani beraber açmıştık orucumuzu
Kimi Marmara'da kimi yıldızda
Koş VERA koş! Ülkemin sürgün yerlerine koş
Ağlama deli kız ben ağlarım
Seni böyle görmemeli her okul kapısında türkümüzü söyleyen kızlarımız
Ve Annelerde söyle; sakın ağlamasınlar ve onlara sakın ölüler demesinler


Söylesene VERA!
Çocuklara sıkılan hangi kurşun kahpece değildir?
Öfkemiz taş doğrusun VERA
Taş doğrusun, yüreklerimizi söksün yerinden
Bak her tarafta ellerinde sapanlı Ebabiller
Ebrehe'nin tanklarına kan kusturur
Şimdi kızıl denizi boğan, şimdi Firavunu boğan kızıl denizi
Ağlama duvarının önünde görürüm
Ki Asa değil Musa'nın elindeki çağın sökülmüş kalbidir
Bir şubat gecesi kaybettik esrarımızı VERA
Kendimizi odalarımızda bulduk
Postallı korkularımızla


Söylesene SEVDİĞİM!
Hangi rengini çaldılar gökyüzünden
Bak zulüm Çin seddini aştı
Ahh SEVDİĞİM
İçimizdeki Musalardan ne haber vardır?
İbrahimlerden Yusuflardan
Yoksa Musa'yı kızıl denizde yalnız mı bıraktık?
Kendi ellerimizle mi verdik İbrahim'i Nemrutlara?
Şimdi hangi kuyudan gelmede Yusuf'un sesi
Unutma VERA!
Filistin de her doğan yeni çocuk ilkin annelerinin göğsüne
Sonrada yerdeki taşlara uzanırlar


Neredesin?
Ey İsmail in boğazındaki merhamet
Üzerimizde ki bu acıyı kaldır
Ya ebabilleri gönder ya bizi de oraya aldır
Her taraftan bana yönelir seni arayan sesim
VERA BENİM! VERA BENİM

İrfan'ın Yorumu
Bu güzel şiiri, aynı güzellikte okuyan şehid Numan Arıman'a rabbimden af ve mağfiret diliyorum. Gözlerimi yaşartan bu şiiri gönderen Şevket Abi'mi de, kendimi de Numan kardeşim ile ele ele cennetlerde buluşmak için Rabbimden niyaz ediyorum. 
Tanımadım Numan kardeşimi
Görmedim...
Ama bu şiiri okurkenki ses tınısı aldı götürdü beni
Alsın götürsün sizleri de diye hem şiiri hem de kendi okuyuşunu sizlerle paylaşıyorum...