Mirasyedi
Vaizlerin bazı söz kalıplarını duyunca
ortamı terk etme isteğimi frenlemek günden güne zorlaşıyor. Bu dudak
tiryakilerine karşı içimde biriken öfkenin yüzüme aksetmesi de çevremdekilerce
fark edilir oldu. Asabiyetimi zıplatan aktarımlarsa genellikle bilgi vermek
yerine daha çok kendi konumunu sağlamlaştırma ve önemli gösterme gayretleri…
Bu
minvalde “Âlimler, peygamberin
varisleridir” diye aktarılan hadis’in sağlamlık derecesinin üzerine değil
de aktaranın niyetine yönelik eleştirilerim var. Genellikle dünyadan
geçercesine kendilerine kulak verilmesini isteyen vaizlerin en önemli
kozlarından biri olan bu hadisi duyduktan sonra kürsüdekinin her sözü sizin
için kulağınıza küpe olmak zorunda. Zira adam Peygamberin varisi! Ona hak vermemek
nefsine veya şeytana uymak mesabesinde…
Bu aktarımdaki en büyük hile, peygamberin
sünnetinin bugünkü temsilcisi olmak yerine peygamberlik makamının temsilcisi
sayılma kurnazlığıdır. Ayrıca bu mirasyedi sadece söyleme makamıdır. Sözleriyle
eylemlerinin tutarsızlığı eleştirilemez. Çünkü o, bu makama layık görülmüştür. Gerçi
âlim(!) olarak atayan ve ücretlendiren kurumun din ile hayatı birbirinden
ayıran ve dini birkaç ibadete mahkûm eden laikliğe ait bir kurum olduğu gözlerden
kaçmıyor. Üstelik “Allah’ın hükmüyle hükmetmek” yerine vaazını, ülkenin
istikrarını(!) bozmayacak şekilde modifiye edilmiş cılız aktarımlar olması da
kendisinin peygamberin varisi olmasına halel getirmez. Yani cami, tekke, vakıf,
dernek veya laik yasalarca izin verilmiş her türlü mekânın başına tayin edilmiş
veya görmezden gelinmiş üstadlar peygamberin varisidir(!) İtiraz edilmeden
dinlenmeli ve eylemleri üzerinden değil söylemleri üzerinden azami saygı
gösterilmelidir. Yoksa maazallah anca peygamberin şefaatiyle girilecek
cennetten mahrum kalmak işten bile değildir.
Hâlbuki
“Âlimler, peygamberin varisleridir”
aktarımını yapan kimsenin kapısı, dul ve yetimlere açık olsa… Açlar onun
sofrasında doysa... Şiddet görmüş kadınlar ona sığınsa... Geçinemeyen ortaklar
onu hakem tayin etse… Asgari ücretliler patronlarını ona şikâyet etse... Evine
icra gelmişlere kefil olsa… Ergenlere sahip çıksa… Terk edilen yaşlıların
çocuğunu ve gelini onlarla yaşamaya ikna etse… Her gün yapılan zamları ve
eşitsizliklere karşı durmak için mağdurları organize etse… O zaman bu aktarım dünyevi
bir unvan olmak yerine insanlara hizmet eden bir sorumluluğun ifadesi
olacaktır. Ve sonrasında bu hadis, dünyada makam sahibi olarak anılmak isteyen
aymazlarca dillendirilmeyecek, gerçek âlimlerce topluma hizmete yönelik bir
çağrıya ve sorumluk şuuruna dönüşecektir.
Peygamberler ardına miras bırakmadığı
bilinir. Zira onlar mülkün Allah’ın olduğunu iyi bildiklerinden yığmak yerine varlıklarının
büyük kısmını ihtiyaç sahipleriyle paylaşmışlardır. Peygamberler kamuya
gönderildiğinden dolayı ondan geriye kalan kamunun malıdır. Buradan hareketle
peygamberden kalan miras takvadır. Bu da ancak, başa kakmayan, dünyevi karşılık
ummayıp ecrini sadece Allah’tan bekleyen, insana hizmet etmeye gönüllü gerçek âlimlerce
yerine getirilecek bir sorumluluktur..
Tevrat'ın
yükü ile onurlandırılmış iken bu yükü taşıyamamış olanların durumu, sırtına
kitaplar yüklenmiş (ama ondan habersiz) merkebin durumuna benzer.(Cuma
/ 5) ayeti kitabi bilgiyi dünyevi makama indirgemiş olanları kitap yüklü
eşekler diye tanımlar. Burada kınanan kitabi bilginin bir sorumluluğa
dönüşmemesidir. Ehli Kitap üzerinden verilen örneğin Kuran’da yer alması
hatanın tekrar ettiğini göstergesidir. Örneğin bir milyarlık Katolik mezhebini
yöneten Papa ve kardinallerin Vatikan’daki durumu, insana hizmetten çok dünyada
makam ve unvanlarılar üzerinden anılma sevdasına dönüşmüştür.
Kuran‘da âlimin en önemli vasfı Allah’tan
gereği gibi sakınmasıdır. Bu da emirleri ve nehiyleri, sorumluluk bilinciyle
tatbik etmesi ve buna davet etmesiyle doğru orantılıdır. Yani âlimlerin bize
önemli bir makamda olduklarını anlatması yerine, bizler âlimlere Allah’ın
hükümleriyle hükmetmesini ve iktidarın payandası olmaktan vazgeçmesini
hatırlatmalıyız.
Birde aramızda Seyit olduğunu
iddiasında olanlar var. Seyyitlik iddiası da bir sorumluluk içermeden dünyevi
bir mevki edinme talebidir. Seyit olduğunu iddia edene “Müslümanların tümü Peygamberin
soyundan değildir lakin onun kardeşidir” denmelidir.
Resulullah ile onun varisleri olan
âlimler arasındaki denklem ise şöyle çözülmeli;
Resulullah, Allah’ın hükümleriyle
hükmetmişti.
Varisi de Allah’ın hükümleriyle
hükmetmelidir.
Resulullah, Mülkün Allah’ın olduğunu
bilip yığmamış ihtiyaç sahipleriyle paylaşmıştı.
Varisi de Mülkün Allah’ın olduğunu
bilmeli yığmayıp ihtiyaç sahipleriyle paylaşmalı.
Resulullah izzet ve şerefin Allah’ın
yanında olduğunu bilip dünyevi unvanlara değer vermemiş. İnsanların en üstününün
takva sahibi olduğu prensibine göre yaşamıştı.
Varisi de izzetin ve şerefin Allah’ın
yanında olduğunu bilip ahireti önceleyip takvayı esas almalı ve kardeşliği
zedeleyen dünyevi unvanlarla anılma fitnesine rağbet etmemelidir.
Eğer Resulullah’ın varisleri bunu dışına
çıkarsa varisliği bitmiş mirasyedi
olmuşlardır.
Hülasa Allah’ın hidayetiyle seçilmiş,
imanla şereflenmiş kardeşim, şimdi karar verme zamanı. Bu seçilmişlik dünyevi
bir makam veya üstünlük müdür? Yoksa hayat boyu insanlara karşılıksız hizmet
etmek için sorumluluğun hatırlatılması mıdır? Bunu da anlamanın en kolay yolu “veda
hutbesi” olarak bilinen birçok hadisin birleştirilerek oluşturulmuş metinde
Resulullah’ın (sav) vasiyetini okuyarak sorumluluklarını bir daha gözden
geçirmek olmalıdır.
Şevket
Hüner / 13.05.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder