Kitabın Adı: Dağın Ardına Bakmak
Yayınevi: Timaş Yayınevi
Yazarı: Bejan Matur
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 27 Ekim 2011 – İstanbul
Yayınevi: Timaş Yayınevi
Yazarı: Bejan Matur
Kitabı okumayı Bitiriş Tarihi: 27 Ekim 2011 – İstanbul
Belki de sahiden göründüğü kadar karmaşık değildir.
Yeter ki dağ başında ya da kışlada insana sahip çıkalım. Çünkü şiddetin korunu,
küllerini bir kenara topladığınızda altından insan çıkıyor. Evet yaralı, evet
incinmiş, evet incitmiş, kana bulanmış. Ama insan neticede... Hâbil ve
Kâbil'den beri aynı olan hikaye bir yerde dursun istiyorsak kendi İsmail'imizi
doğru seçelim. Sahi 'Kimdir bizim İsmail'imiz?' Sahip olduğumuz değerler uğruna
adayacağımız nedir? Kendi hayatımız mı? Çocuklarımızın hayatı mı? Bunu binlerce
yıl önce İbrahim'in elinden İsmail'i alarak Tanrı gösterdi. Biz neyi
bekliyoruz? İnsanımızı kurban olmaktan kurtaracak hangi Tanrısal mucizeyi?
Keşke mucizenin insanın kendinde olduğunu anlayabilsek... Keşke kalbin ve
vicdanın bahçesinde konuşacak hale gelebilsek. Ve en önemlisi, konuşabilsek.
Konuşabilsek, ah neleri çözmezdik? 1000 yılın mirasını görmezden mi geleceğiz?
Tarihten bunu mu anlayacağız? (sh. 93)
Bejan Matur kürt bir kadın. Zor
zamanlarda zor bir iş gerçekleştirerek devletin 'terörist' dediği, PKK'nın da
'gerilla' olarak isimlendirdiği insanları bulup konuşmak, konuşturmak, anlamak
için yollara düşmüş. Bu günler zor zamanlar. Zor zamanlarda zor kitaplar okumak
da bir o kadar zor benim için. Türkiye Cumhuriyeti devletinin askerlerinden 24
kişi yakın bir zamanda hayatlarını kaybediyorlar. Aynı şekilde PKK'dan da
birçok kişi hayatını kaybediyor. Arkasından da Van'da 7,2'lik büyük bir deprem
ve bunun travmasını atlatmaya çalışıyor ülke halkı. Ama o da ne?
Yurdum insanı hiçbir gocunma olmadan, vicdanının sesini dinleyerek ve bu zor zamanlarda büyük bir gayretkeşlikle tek yürek olarak yardım seferberliğine girişmiş. Kağıt toplayıcılarından, zengin semtlerin 'kokana'ları, roman dediğimiz 'çingene'ler, sanatçı bozuntusu diye çöpe attığımız 'sanatçı'lar, sadece göğsünde sütü olan bir 'kadın'.
Zor zamanlar bugünler, gerçekten zor zamanlar. Fıtrat kendini gösterir gibi. Bizim sanki bu fıtratı ortaya çıkartmak için biraz daha çalışmamız gerek miyor mu?
Zor zamanların zor kitaplarını okumayı deneyelim, bir şey kaybetmeyiz...
Devlet PKK ile masaya oturup her şeyi konuşurken, insanlar artık savaştan bıkmışken, kurşunların sesinin kesilmesi ve Bejan'ın dediği gibi, konuşulabilse, ... Kitabı okuduğunuzda "ben bir şeyleri eksik mi biliyorum" sorusunun cevaplarını kısmen bulabileceksiniz.
Yazarın Zaman Gazetesi'ndeki Yazısı / 25 Şubat 2011
|
'Dağın
Ardına Bakmak' yazı dizisi yayımlanalı tam dört yıl oldu. 2007'nin
Şubatı'nda, yazı dizisini yapmaya karar verdiğimde yakınlarım beni durdurmak
istediler.
Amaçları
beni korumaktı. Üzeri açılmamış "kanlı" bir meselede söz almanın
risklerini hesaplıyorlardı. Onlara göre 'gerçeği anlama arayışının' kimseye
faydası yoktu. Dostça yapılan bütün uyarıları görmezden gelerek bir inat ve
merakla yola koyuldum.
Önce doğduğum
topraklara, binlerce evladını kaybeden komşu köylere, kasabalara, şehirlere
gittim. Tanıdığım kayıplardan başladım. Yakınım olan insanların acısına kulak
kesilmekti niyetim. Yola çıkarken duyacağım hiçbir şeyin şaşırtıcı
olmayacağını düşünüyordum. Hepsi kendi hikâyem saydığım, tanıklık ettiğim,
kayıplarının yasını tuttuğum yaşantılardı neticede. Zaten bildiğim o
hikâyelerde farklı ne olabilirdi ki?
Öyle
olmadığını anlatılanların içine girdikçe gördüm. Acının öznesi olan
insanların dünyasını, o dünyada kurulan cümlelerin gücünü görmek büyük bir
keşif oldu benim için. Belki de o sebeple acıyı yaşayan, sorunun merkezinde
yer alanların tanıklığını her şeyden önemli gördüm. Acıyı, yaşayan
anlatmalıydı. Onlar konuşmalıydı... Başkası değil.
Aynı
amaçla Kürt sorununun uzandığı başka coğrafyalara gittim. Avrupa'nın 4 ayrı
ülkesinde ve Irak Kürdistanı'nda dağa giden, hapis yatan, işkence gören
insanlar ve onların yakınlarıyla konuştum. Dağın ardında olanı, gidenlerin
neden gittiğini, kalanların neden hâlâ orada kaldığını anlamaya çalıştım.
Hepimizin hayatını ilgilendiren dağın bilmediğimiz yüzünü, orada yaşayanların
kim olduğunu anlatmaktı derdim.
Yazı
dizisiyle yetinmeyip, kitap düşüncesine beni yönlendiren ise okurdan aldığım
tepki oldu. Hemen her kesimden insan anlatılanlarla duygudaşlık kurmuştu.
Hikâyelerin Zaman'da yayımlandığı 2007 Nisanı'ndan bu güne şu soruyla çok
karşılaştım: 'Dağın ardına bakmak ne zaman kitap olacak?'
Gittiğim
toplantılarda elinde fotokopiyle çoğaltılmış Ferhat hikâyesini imzalamamı isteyenler
bile oldu. 'Annenizle yasaklı bir dil konuşuyorsunuz' başlığıyla yayımlanan
Ferhat'ın hikâyesinden etkilenip Kürt sorununa bakışını değiştirenler vardı.
Naif bir biçimde o annenin dilsizliğiyle dertleniyorlardı. Çamurlu
ayakkabılarını ilkokulun kapısında bırakışına ağlıyorlardı. Sonra Rewan'ın
bir mağarada kar altında kaybettiği parmaklarını anlatıyorlardı bana.
Bazılarının rüyasına giriyordu. Ona nasıl ulaşabileceklerini soruyorlardı.
Yazı
dizisi sonrasında yaşananlar kaydedilse belki de müstakil bir kitap olacak
'Dağın Ardına Bakmak' kitabı nihayet yayımlandı. Daha önce hiçbir yerde
yayımlanmayan ek portreler ve Kürt sorunu hakkında kaleme alınan yazılarla,
Irak Kürdistanı'na yapılan yolculuk ve izlenimleri içeren kitap Timaş
Yayınları'ndan bugün çıkacak.
Peki, ben
tam dört yıldır direndiğim 'gazete yazılarından kitap yapma' kararına nasıl
ikna oldum? Sanıyorum gazete yazısından başka bir şey olduklarına samimiyetle
kanaat getirdiğim için. Bu ikna oluşta kitabın bölümlerini oluşturan daha
önce hiçbir yerde yayımlanmayan portreler ve yeniden ele alınan yazılar
olduğu gibi, asıl etken geçtiğimiz kasım ayında Kandil'e gidişim oldu. Bir
bayram günü gittiğim Kandil'de yaşadığım sürpriz ve sonrasında gördüklerim
kitap fikrini kaçınılmaz kıldı. Kandil'de, tam 19 yıldır görmediğim çocukluk
arkadaşımla karşılaştım. O karşılaşmada yaşadığım duygusal karmaşa ve
sonrasında olanlar bana çok şey öğretti.
Umarım
'Dağın Ardına Bakmak' kitabı da, toplum olarak kaybettiklerimize yeniden
bakmanın, farklı bir gözle görmenin vesilesi olur. b.matur@zaman.com.tr
|
Kitabın Arka Kapağı:
“Onlar dağın
ardındakiler. Sözlerinden önce çığlıkları ulaşanlar. Kim oldukları, neye
inandıkları bilinmiyor. Görünmez bir güç olarak oradan buraya etki ediyorlar.
Adları telaffuz edilse de kim oldukları bilinmiyor. Hepsi buralı, hepsi bizden,
binlerce silahlı kadın ve erkek. Dağı mesken tutmuş, hakikatin bildiğimizden
farklı olduğunu iddia ediyorlar. Kendi yayınları, medyaları, sivil güçleri var.
Neden dağa çıktılar, neden dağda yaşadılar, dönenler neden döndü ve kalanlar neden hâlâ orada? Bu soruların cevabını almak için önce doğduğum topraklara, yüzlerce evladını kaybetmiş komşu köylere, şehirlere, sonra çoğunluğu için daha büyük bir acı, bir sürgün olan Avrupa’ya gittim. Dağa çıkmış, çatışmalara katılmış, yakalanmış ya da teslim olmuş, cezaevinde yıllarını geçirmiş kişilerle konuştum.
Ve dağın ardına duyduğum büyük merakla bir bayram günü Kandil’e gittim.
Bir masal dağı olmayan, istersek ulaşmamız mümkün olan o dağın ardına bakmaya çalıştım. Anlatılanların içine girmeden sorunun anlaşılmasının ve dahi çözülmesinin mümkün olmadığını gördüm. Yaşananlar her ne idiyse, bu geçen yıllar boyunca Kürt, Türk her kim incindiyse ancak birbirimizi anlamakla iyileştirebiliriz yaralarımızı.”
Neden dağa çıktılar, neden dağda yaşadılar, dönenler neden döndü ve kalanlar neden hâlâ orada? Bu soruların cevabını almak için önce doğduğum topraklara, yüzlerce evladını kaybetmiş komşu köylere, şehirlere, sonra çoğunluğu için daha büyük bir acı, bir sürgün olan Avrupa’ya gittim. Dağa çıkmış, çatışmalara katılmış, yakalanmış ya da teslim olmuş, cezaevinde yıllarını geçirmiş kişilerle konuştum.
Ve dağın ardına duyduğum büyük merakla bir bayram günü Kandil’e gittim.
Bir masal dağı olmayan, istersek ulaşmamız mümkün olan o dağın ardına bakmaya çalıştım. Anlatılanların içine girmeden sorunun anlaşılmasının ve dahi çözülmesinin mümkün olmadığını gördüm. Yaşananlar her ne idiyse, bu geçen yıllar boyunca Kürt, Türk her kim incindiyse ancak birbirimizi anlamakla iyileştirebiliriz yaralarımızı.”
Kitaptan Alıntılar
• Ve köy yakmaların, nasıl bir ruh halinde gerçekleştiğini gösteren şu hikayeyi anlatıyor gözleri dolarak: Dayımın oğlunun elinde Kur'an vardı. Elinde bohçayla kaçmak isterken, askerler bohçayı alıp ateşe attılar. Dayımın oğlu Kur'an'ı aldı. Onlar Kur'an'ı da alıp ateşe attılar. Parayı kurtarmak istedi, parayı alıp ateşe attılar. Kendileri de almıyordu o parayı...
Köy yanarken siz ne yapıyordunuz, diye soruyorum: Kadınlar ağıt yakıyordu, askerler bağırınca susuyorlardı. Erkeklere o sırada işkence yapıyorlardı. (sh. 99)
• Özetle, yeryüzünün bu parçasında doğmuş ve üstelik tarih boyunca buradan hiç ayrılmamış bir topluluğun, kendisini yıllarca yok sayan, birlikte yaşadığı diğer topluluğa 'ben varım' isyanıyla başlayan, sonrasında şiddete dönüşen ve bugüne gelen bir sorundan söz ediyoruz. (sh. 188)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder